Biz iç politikada olduğu gibi dış politikada da bir normalleşme sürecini hayata geçiriyoruz. Kendi tarihimizle ve coğrafyamızla barışıyoruz. Daha önce bir yük ve bir sorun telakki edilen tarihimizi ve coğrafyamızı, artık stratejik bir değer olarak görüyoruz. Zengin tarihimize ve jeo-stratejik konumumuza dayanarak inşa ettiğimiz dış politikamız, hem Türkiye’nin hem de komşularının ve bölgesinin güçlenmesini sağlamaktadır.
Soğuk Savaş döneminin çatışmacı dış politika yaklaşımında birileri kazanırken, birileri kaybetmekteydi. Bazı ülkelerin güçlü olması için diğerlerinin zayıf, fakir ve istikrarsız olması gerekiyordu.
Biz bu yaklaşımı reddettik ve karşılıklı güçlenmeye ve kazanca dayalı yeni bir dış politika vizyonu geliştirdik. “Kazan-kazan” durumunun mümkün olduğunu gösterdik ve böylece hem ülkemizin milli çıkarlarını koruduk, hem de komşularımızla ilişkilerimizi düzelttik.
Türkiye, ekonomik ve siyasi sorunlarla boğuşan ülkelerin bulunduğu bir coğrafyada kendi başına güvenlik ve refah içinde olamaz. Biz ne kadar istikrarlı ve müreffeh isek, bölgemiz de aynı pozitif niteliklere sahip olmalıdır. Bu yüzden biz kendimiz için istediğimiz şeyleri komşularımız için de istiyoruz. Bunları istemekle kalmıyor aynı zamanda hayata geçiriyoruz.
Türkiye, gerek jeo-stratejik konumu gerekse bölge ve dünya olaylarına bakışı itibariyle çevresinde yaşanan hadiselere ilgisiz kalamaz. Zira Türkiye artık olaylara seyirci kalan değil, yön veren bir ülkedir. Çevremizde bir barış, istikrar ve işbirliği ortamının kurulması, hem ülkemizin hem de komşularımızın menfaatinedir. Bu bölgesel bakış açısı, aynı zamanda küresel sistem için de öngördüğümüz bir ilkedir.
Dostları ilə paylaş: |