Seçimlerde Sosyalist Politika (Seçim Yazıları)


Sosyalistlerin Seçim Sonuçları Değerlendirmelerinin Değerlendirmesi



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə32/54
tarix07.01.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#37343
növüYazı
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   54

Sosyalistlerin Seçim Sonuçları Değerlendirmelerinin Değerlendirmesi


Gerçek bilim, olayların görünen, dış yüzüyle uğraşmaz, o dış yüzün kolaycı açıklamalarının davetkar ve ayartıcı Siren seslerine karşı, Ulysse’nin kendini gemi direğine bağlaması gibi, o da kendini metodolojinin direğine bağlar.

Haydi karşı tarafı biliyoruz, onların yöntemi görünümlerle uğraşan Metafizik Sosyolojilerin şu ya da bu akımı; ama kendini sosyalist ve Marksist, yani Tarihsel Maddeci, yani Diyalektik Sosyoloji yönteminin izleyicisi olarak tanımlayanların aynı yöntemleri, aynı kavramsal araçları kullandığını görünce, sermayenin tarihsel zaferinin, kendini en Marksist tanımlayanların beyninin derinliklerinde, kavramsal araçlar ve yöntemler düzeyinde nasıl bir egemenlik kurduğu çok daha açık olarak görülüyor.

Bunun en son, en ilginç ve en somut örneği son seçimler üzerine, seçimlerin sonuçları üzerine yapılan yorumlarda görülür. Herkes eline seçim sonuçları istatistiklerini almış, çeşitli kriter veya bölgelere göre, oyların dağılımından hareketle toplumda nelerin değiştiğini, bu seçimlerin sonuçlarının sosyolojik anlamını yakalamaya çalışıyor. Ama bu yöntemin araştırılan bu gerçeği bulmak için elverişli bir araç olup olmadığı konusunda, yani yöntem konusunda, hiçbir soru sorana rastlamıyor.

Çoktandır bu konuda yazmayı düşündüğümüz halde, bekledik ki, belki Allah’ın Marksist olduğunu iddia eden bir kulu çıkar da, bu yapılmaya çalışılan işin ve izlenen yöntemin yanlışlığı üzerine bir çift laf eder. Maalesef kimseden çıt çıkmadı, çıkmıyor.

Herkes, seçim sonuçlarının daha bilimsel araştırmalarla, yani şimdi izlenen metotla daha ayrıntılı ve kapsamlı olarak incelenmesi ve buradan toplumdaki derin değişikliklerin daha iyi kavranmasından; “seçim sonuçlarının analizinden yola çıkarak, Türkiye'nin sosyoekonomik gerçekliğinin nasıl tanımlanabileceği”nden ve buradan da sosyalistlerin ve solun kendine ilişkin dersler çıkarmasından söz ediyor. Böyle sözler etmeyenlerin ise fiilen yapmaya çalıştıkları bu. Ama bizzat bu yöntemin doğruluğunu veya yanlışlığını sorgulayan yok.

En son söyleneceği en başta söyleyelim, seçim sonuçlarından hareketle toplumdaki değişimler hakkında hiçbir doğru sonuca ulaşılamaz, aksine Tarihsel Maddeciliğin yöntemleriyle toplumdaki derin değişiklikler anlaşıldıktan sonra o derin değişikliklerin niye seçim sonuçlarındaki gibi bir görünümle ortaya çıktığı anlaşılabilir.

Seçim sonuçlarından hareketle, toplumsal değişmeleri anlamaya kalkmak; insanların gelir durumlarına göre sınıfları tanımlamaya benzer ve aynı yöntembilimsel yanılgıyla damgalıdır.

Sınıfları gelir düzeylerine göre tanımlamak, burjuva sosyolojisinin bir yöntemi olmuştur. Amerikan sosyolojisi, burjuva sosyolojisinin bu yöntemini olduğu gibi kabullenip, onu adeta bir araştırma tekniğine indirgemiştir. İktisat alanında görülen eğilim, yani Büyük iktisatçıların emek değer teorileri geleneğinin sürdürücüsü Marksizm karşısında, bir yığın başka teoriyle çıkışının sonra da bu teoriler alanını da bırakıp, ekonomi politiği bir tekniğe indirgeme eğilimi, aynen sosyolojide de görülür: Tarihsel Maddecilik denen Diyalektik Sosyoloji karşısında bir yığın metafizik sosyolojiler çıkaran burjuvazi, son yıllarda sosyolojiyi bir istatistik, anket ve örnekleme tekniğine indirgemiştir.

Dolayısıyla gelir düzeylerinin hangi istatistik, örnekleme ve anket teknikleriyle yapıldığı ve teknik olarak mükemmelliği temeldeki yanlışı ortadan kaldırmaz. Temel yanlış, sınıfların gelir düzeylerine güre tanımlanmasıdır. Hatta bu teknikler, varlıklarını bu yanlış metodolojinin paradigmasından çıkardıkları için, bunu yöntemsel yanlışı yeniden üretirler ve yanlışı görünmez kılarlar.

Dünyanın en doğru araştırma tekniklerine, en mükemmel kriterlere de dayansa, gelir durumlarından hareketle sınıfları tanımlayan bir araştırmanın gerçek sınıflar ve onların ilişkileri hakkında öze ilişkin bir bilgi vermesi olanaksızdır. Bu yöntemle toplumsal süreçler esas damgasını vuran eğilimler hiçbir zaman anlaşılamaz.

Sınıflar modern üretim ilişkileri içindeki çıkar ve konumlara göre tanımlanırlar. Çıkar ve konum ise, gelir durumundan çok farklıdır. İşçi, uzayda uydu tamir eden bir astronot olsa ve örneğin Türkiye’de on işçi çalıştıran bir işverenden daha fazla bir geliri ve daha müreffeh bir yaşam düzeyi bulunsa da, bir işçi olarak kalır; on işçi çalıştıran da bir burjuva. Sınıfların insanların gelir düzeyleri ve inançlarıyla hiç bir ilgisi yoktur.

Ama sınıflar bile, çok başka çok daha derindeki süreçlerin bir dışa vurumundan; görünümünden başka bir şey de değildir. Daha derinde, mübadele, mallar ve bu mallar arasındaki değişimin eşdeğerinin ne olduğu gibi sorular yatar. Yani değer yasası. Değer yasası nedeniyle ekonomik yasalar insan iradesi ve kontrolü dışına çıkıp, onun karşısında tüm tarihi belirleyen bir doğa yasası gibi dikilir. Bütün bunlar bilinmeden ne sınıflar ne tarihsel sürecin niye şöyle ya da böyle olduğu ve oradan da güncel politikanın bir seçiminin sonuçları anlaşılamaz.

Ayrıca sınıfların, iktisadi konumlanışlarının yanı sıra, kültürel ve tarihsel konumlanışları da vardır. Küçük burjuvazi örneğin, iktisadi konum bakımından işçi sınıfına daha yakın olabilir; hele gelir düzeyi bakımından, işçi sınıfından bile yoksul olabilir; ama tarihsel ve kültürel konumlanış bakımından, işçi sınıfına burjuvaziden daha uzaktır.

Öte yandan sınıflar, bir tabula rasa üzerinde oluşmazlar; onlar kapitalizm öncesi bir dünyanın çözülüşü içinde; eski dünyanın sınıflarından gelirler. Böylece, pek ala, gelir durumuyla küçük burjuvadan daha zengin; toplumsal konumuyla işçi; ruh durumuyla köylü ve küçük burjuva; kültürel konumuyla burjuva; tıpkı, elektron, proton ve nötron gibi üç temel parçacığın çeşitli kombinasyonlarıyla oluşan atomların ve bu atomların da çeşitli kombinasyonlarının milyonlarca bileşiği meydana getirmesi gibi; karmaşık ve son derece çeşitli politik konumlanışlar ortaya çıkar.

Kaldı ki, gelir durumu, kültürel ve tarihsel konum, ruh durumu ve ekonomik ilişkiler içindeki konum da doğrudan siyasi çıkarlar ve somut program ve talepler biçiminde ifadesini bulmaz; bunların her biri birbirinden çok farklı hatta birbirine zıt ideolojilerin prizmasından geçerek; farklı ağırlık kombinezonlarıyla yepyeni bileşimler yaratırlar.

Marksizm kılığına girmiş burjuva sosyolojileri, sınıfsal konum ve politik davranış arasındaki bu çok karmaşık ve dolaylı ilişkileri basitleştirerek; ideolojik ve politik tavır alışlarla, ekonomik konumdaki, (bu ekonomik konum da çoğu kez, kelimenin dar anlamıyla ekonomik konum, yani üretim ilişkiler içindeki konum değil; ekonomik durum olarak anlaşılır ve yüzeysellik katmerlenir) değişmeler arasında dolaysız ve mekanik bir bağ kurarak, karmaşık ilişkileri bayağılaştırarak politikayı açıklamaya çalışır. (Bu çıkarlar ile politika arasındaki ilişki mekanikliği nedeniyle son duruşmada, komplo teorilerine varma eğilimi de gösterir.) Marksizm’in kapıdan kovduğu böylece bacadan içeri girer.

Aslında, seçim sonuçlarından hareketle, toplumdaki değişimleri anlama denemeleri ve yöntemleri de, son duruşmada, bu teorik bakımdan mekanik materyalist yolu, tersinden kat etme denemesinden başka bir şey değildir yöntemsel olarak.

Seçim sonuçlarından ve istatistiklerinden hareketle, toplumsal değişimleri açıklama yöntemi, aynı zamanda insanların iktisadi durumlarıyla politik tavırları arasında da doğrudan ve mekanik bir ilişki olduğu varsayımına dayanır.

Ama bu varsayım da daha tehlikeli bir varsayım ile hayat bulabilir. Burjuva toplumunun parlamenter demokrasisinin dayandığı temel ilkenin; yani atomlarına ayrılmış bireylerin, tüm politik eğilimler hakkında özgürce bilgi sahibi olup, kendi çıkarına en uygun olanı seçeceği varsayımı. Aksine, en özgür, yani medyanın toplumdaki tüm eğilimler arasında paylaştırıldığı; tüm görüşlerin eşit koşullarda yarıştığı; kamulaştırılmış medya koşullarında bile, atomlarına ayrılmış, dört yılda bir seçime giden bireylerin ne kendi ne de genel olarak toplumun çıkarları hakkında doğru bir karar vermesi olanağının bulunmadığı gerçeğini göz ardı eder ve burjuva demokrasisinin dayandığı yanlış varsayımı yeniden üretir.

Bütün parlamenter demokrasinin tarihi, seçimlerin aslında örgütlü güçlerin mücadelesi olduğunu; oyların bu mücadelede kullanılan basit araçlardan başka bir şey olmadığını gösterir. Yani seçimlerden başarılı çıktığı için bir politika ya da parti güçlenmez; güçlendiği için seçimlerden başarılı çıkar. Seçimler, gerçek sosyolojik güçlerin mücadelesi ve ilişkilerine sadece kurallar ve hukuki meşruiyet sağlar.

Ama sorunu böyle koydunuz mu, seçimlerin hangi değişikliğin yansıması olduğunu anlamak istiyorsanız, seçim istatistiklerinden başınızı kaldırıp, toplumun derin ilişkilerine; sınıfların konum, karakter ve çıkarlarına; onların değişimlerine; ideolojiye, tarihe yönelmeniz gerekir. Böyle bir yöntemle seçim sonucu analizi yapana; yani seçim sonuçlarından hareketle toplumdaki değişiklikleri değil; toplumdaki değişikliklerden hareketle seçim sonuçlarını anlamaya çalışana ne yazık ki hemen hiç rastlanmıyor.

Ve bu bize bir tek şeyi gösteriyor: kendine en sosyalist ve devrimci diyenler bile, burjuva ideolojisinin tarihsel zaferiyle teslim alınmış, yani metafizik burjuva sosyolojilerine teslim olmuşlar.

Sartre bir zamanlar, “Marksizm çağımızın ufkudur” demişti. Bırakalım bu ufkun ötesini, bırakalım bu ufku aşmayı bir yana; bu ufuk bile yitirilmiş.

20 Kasım 2002 Çarşamba

demir@comlink.de

http://www.comlink.de/demir/





Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin