Metodolojik sorunların canlı politik gelişmeler ve tavırlarla ilişkisinin yakıcılığı en iyi kendini dünya çapında Politik İslam ve Türkiye’de de AKP konusunda gösterir. Aydınlanmanın ilerlemeci tarih anlayışı ve Avrupa Merkezcilik gibi metodolojik sorunlar sosyalistlerin nasıl bir politika ve programlarının olacağı konusunda hayati önemdedir.
Sosyalistlere egemen klasik denebilecek görüşün ana hatları şöyledir: din feodalizmin, kapitalizm öncesinin ideolojisidir, bu ideolojiye dayanan politik İslam ve onun Türkiye versiyonu da, yapısı gereği emperyalizmle uzlaşmaya hazır ve onun kışkırttığı feodal gericiliğin partileridir. Bunlar modernleşmenin düşmanlarıdır. Kadınların türban takmasını savunmakta böylece Kemalizm’in burjuva üst yapı reformlarını bile tasfiye etmek istemektedirler. Bu ideolojiye karşı aydınlanmanın ideolojisi savunulmalı, politik olarak da bu dinsel gericiliğe karşı, Kemalizm’le ittifak yapılmalıdır.
Bu yaklaşımın en tipik örneği Doğu Perincek’in İşçi Partisi ve TKP’de görülmektedir. CHP’ye oy veren şehir orta sınıfları da aşağı yukarı böyle düşünmektedir. Diğer sosyalistler de onlar kadar açık olarak böyle bir yaklaşıma sahip değillerse de, bunu politik İslam’ın niteliği konusunda bir suskunluğa borçludurlar ve o esnek formüllerin kabuğu kazınınca altından yine aynı ilerlemeci ve modernleşmenin Avrupa yolunu biricik geçerli biçim olarak gören Avrupa Merkezci tarih anlayışı çıkar.
Bu yaklaşım “gericilik” karşısında Burjuva “ilericiliğini”; “Sağ” AKP karşısında “Sol” CHP’yi destekleme politikasıyla sonuçlanır. Yukarıdaki adı verilen iki parti, bu yaklaşımı mantık sonuçlarına varmış şekliyle savunmaktadırlar ve diğer sol bakımından kendi içlerinde daha tutarlıdırlar. Diğer sol ise gericiliği ve sınıf temeli hakkında bunlardan ayrı düşünmemekle birlikte, Kemalizm’le ve devletle aynı konuma düşmeme kaygıları nedeniyle, ancak bir iç tutarsızlık karşılığında İP ve TKP’nin konumlarına düşmekten kurtulur. Ama Türkiye politikası bağlamında kapıdan kovduğu, dünya politikası bağlamında bacadan girer. Dünyadaki politik İslam’ı bayrak yapan direniş, Emperyalizmin bir oyunu ve komplosu olarak görülür.
Marksizm aydınlanmanın çocuğudur, ama onun inkarıdır da aynı zamanda. Aydınlanmanın ilerleyen tarih anlayışı, Marksizm’e yabancıdır. Aydınlanma’nın izleri onun yönteminin zorunlu bir koşulu değil, geçmişin bir kalıntısı olarak vardır. Marksizm’in gelişmesinin tarihi bir bakıma aydınlanmanın evrim anlayışlarından metodolojik kopuşların tarihidir. Marksizm içindeki her türlü reformizm, yedi başlı ejderha gibi, hep bu aydınlanmanın kalıntısı yöntemsel yanlışlara dayanmıştır. Troçki, “Sürekli Devrim Teorisi”ni yöntemsel düzeyde, ancak bu düzgün ilerleyen tarih anlayışıyla hesaplaşarak şekillendirebilmiştir. Rosa Luxemburg, “Ya Barbarlık ya Sosyalizm” formülüne, ve oradan da Sosyalist Devrimin Acilliği noktasına, ancak ilerleyen ve tek uçlu tarih anlayışıyla kopuşarak ulaşmıştır. Benjamin, Marks’tan sonra tarihsel maddeciliğe en büyük katkıyı, ilerleyen tarih anlayışıyla kesin bir kopuş ifade eden, devrimleri “tarihin imdat frenleri” olarak tanımlayan formülüyle yapmıştır. Sosyalistler dünyada Politik İslam ve Türkiye’de AKP karşısında sosyalist bir muhalefeti de, Aydınlanmanın kalıntılarından arınmış bu Marksizm’in yaklaşımlarıyla başarabilir.
Ancak o zaman, Politik İslam’ın “gerici” değil, “modern ve modernist” bir hareket olduğu; AKP’nin savunduğu dinci ideolojinin, kapitalizm öncesi sınıfların değil modern burjuvazinin bir ideolojisi olduğu; başlarını bağlayarak okula girmek için direnen ve bu uğurda gerekirse okula gitmeyen ve resmi görevlerden dışlanan kadınların aslında, Kemalistlerin iddiasının aksine, modern bir kadın hareketini temsil ettikleri görülebilir.
Baş örtüsü, o kadınların modern toplumsal hayatın her alanına girebilmeleri için bir “kurşun geçinmez hamaylısı”dır. Kafasına başörtüsü takmadığı takdirde “fahişe” olarak tanımlanmakla sonuçlanacak her şeyi yapabilir. Sevgilisiyle el ele dolaşabilir; iş hayatına ve toplumsal hayatın her alanına girebilir; erkeklerle yere bakarak değil, korkmadan gözlerinin içine bakarak, kendine güvenle konuşup selamlaşabilir. Aslında türban takmaya karşı çıkmak o kadınları ev köleliğine mahkûm etmek; sokağa çıkışlarının, toplumsal hayata girişlerinin yolunu kapamak demektir.
O zaman, İslamcı Parti ile Kemalist bürokrasi arasındaki çatışmanın, ilerici gerici kavgası değil; güneşin altındaki yerini isteyen burjuvazinin bir kanadı ile, politik iktidarı elinden kaçırmak istemeyen devlet sınıflarının çatışması olduğu kavranabilir. Eğer gericilik ve ilericilik modernleşme karşısındaki tavırlar olarak tanımlanırsa, aydınlanmacılığı savunuyor gibi görünen devlet sınıflarının, aslında Osmanlı’nın yaşayan ruhunu, yani gericiliği; politik İslam ideolojisiyle gericiliği savunuyor gibi görünenin, aslında modernleşmeyi temsil ettiği görülür.
Sosyalistler Politik İslam’a karşı eleştirilerini, gerici olduğu noktasından değil; aksine, onların modernist ve modernleşmeci oldukları noktasından yaptıkları takdirde, devlet sınıfları ile burjuvazi arasındaki bu çatışmada, devlet sınıflarının bir piyonu ve yedeği olmaktan kurtulabilirler.
Türkiye Sosyalist Hareketi’ndeki Kemalizm’in etkisinden çok söz edilir. Ama bu söz ediş, onun politik tavır alışları bağlamında ve özellikle Kürt sorunuyla sınırlıdır. Gerçek Kemalist etki, aydınlanma kalıntısı bu ilerlemeci tarih anlayışının kalıntısıdır. Ve Türk Sosyalist Hareketi, Marksizm’in Aydınlanmanın ilerleyen tarih anlayışının etkileriyle mücadele içinde ortaya çıkan kazanımlarından bihaberdir ve bu kazanımları yapan geleneklere de düşmandır işin ilginci. Bu teorik, metodolojik arka plan yokluğu, Türk sosyalistlerinin Politik İslam ve AKP karısında, karşı bir program geliştirmek için hiçbir şanslarının bulunmadığını gösterir. Ya İP ve TKP gibi ilericilik adına Kemalizm’e destek, ya da yine tıpkı Kürt hareketi karşısında yapıldığı gibi, Demokratik Cumhuriyet parolasının önüne, soyut bir anti-emperyalizm adına yapılan Avrupa Birliği karşıtlığı ve emekçiler adına yine soyut bir IMF karşıtlığı ile yine fiilen devlet sınıflarının dolaylı desteği olma sonucu veren politikalar uygulamayacaklarının hiçbir belirtisi bulunmuyor.
AKP veya Politik İslam karşısında, onları moderniteye karşı veya gerici değil, modern ve modernist olduğu için eleştiren bir yaklaşım, onları karşı olduklarını söyledikleri burjuva uygarlığını yeniden ürettiği bakımından eleştirebilir. Ama böyle bir eleştiri, o burjuva uygarlığı karşısında başka bir uygarlığı taslaklaştırmak zorundadır. Böyle bir başka uygarlık programına dayanan bir politika, ulusal sınırların ırkçı sınırların aracı olduğu bu dünyada, AKP iktidarını, örneğin, bu günkü klasik solun aksine, Avrupa’ya girmeye çalışarak ulusal bağımsızlığı yok ettiği gibi bir noktadan değil; Avrupa’ya girerek, Türkiye’yi yeryüzünün nispeten demokratik, sosyal bakımdan daha adil ve daha refah içinde yaşayan imtiyazlıları arasına sokmaya çalıştığı noktasından eleştirmelidir.
Böyle bir eleştirinin ön koşulu ise, dünya çapında bir başka uygarlık programıdır. Türk sosyalistlerinde ise böyle bir program bir yana böyle bir sorun bile yoktur.
Kemalizm’in hedefi Batılılaşma, modernleşme ve çağdaş uygarlığa ulaşmaydı. Kemalizm’in bu hedefine batılılaşmanın ve modernleşmenin düşmanı gördüğü İslam dini aracılığıyla ulaşacak gibi görünüyor. Bu paradoksun açıklaması Türkiye’de Politik İslam’ın, veya AKP’nin, modern ve modernist bir burjuva partisi olmasındadır.
Türkiye Kemalizm’den, yani Osmanlı artığı devlet sınıflarının egemenliğinden kurtuldukça, Kemalizm’in İdealleri gerçek olabilir.
Sosyalist bir politika ise, Kemalizm’in ideallerinin, yani aydınlanmanın ve burjuva uygarlığının sorgulandığı noktada başlar.
20 Kasım 2002 Çarşamba
Dostları ilə paylaş: |