42- BENİ YETİŞTİREN HOCAMDIR
Fatih Sultan Mehmet Han, yanında hocası Akşemsettin olduğu halde İstanbul’a girince, yolların etrafına dizilen Rum kızları ellerindeki çiçekleri genç Fatih’e vermek üzere O’na yaklaşırlar. Fatih teşekkür eder ve yanı başında bulunan Hocası Akşemsettin’i işaret ederek;
—Her ne kadar Fatih ben isem de, beni yetiştiren hocam Akşemsettin’dir. Gülleri Hocama veriniz” der.
43- ÜZÜLME HOCAM
Mısır’ın Fethini tamamlayan Osmanlı Ordusu, Kahire’den Şam’a doğru dönmekteydi. Yavuz Sultan Selim Han, bu yolculuk esnasında, yanında yer alan Anadolu Kazaskerleri ve ünlü Âlim Paşazade ile at üzerinde sohbet ederek ilerliyorlardı. Bir ara Kemal Paşazade Hazretleri’nin atının ayakları su dolu bir çukura girince sıçrayan çamurlar, Yavuz’un kaftanını kirletti. Bu durumdan oldukça mahcup olan Kemal Paşazade Hazretleri sapsarı kesilmiş, ne diyeceğini bilemez bir hâle düşmüştü.
Ancak Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı Sultanlarının ilim adamlarına gösterdiği sevgi ve saygının unutulmaz örneklerinden olan şu sözlerle O’nu teselli etti;
—Üzülme Hocam! Bir Âlim’in atının ayağından sıçrayan çamurlar, benim elbisemin süsüdür, şeref nişanıdır. Öldüğüm zaman, bu kaftanı böylece sandukamın üzerine koysunlar”
Padişahın sırtından çıkardığı kaftan, gerçekten çamurları temizlenmeden saklanmış ve vasiyeti gereğince sandukasının üzerine örtülmüştür.
44- İŞTE GELDİ “TURCEÛN”
Hoca Efendi’yi, yaşlı bir nine, geçmişlerinin ruhu için Yasin okumaya davet etmiş. Gerek unuttuğundan gerekse heyecanından, Hoca Efendi Yasin suresinin tamamını hatırlamayınca, başka ezberlerini okumaya başlamış. Ama ninenin Yasin’e aşinalığı olduğu için, yüz hatları değişmiş. Hoca Efendi okudukça nine “olmadı” anlamında hem başını yukarı kaldırıyor hem de “Hı’ Hı’” diyormuş.
Hoca Efendi de, bunu görmüş ve nineyi memnun edemediğinin farkına varmış. Nihayet hatırlayıp Yasin’in son sayfasının “ Ve ileyhi turceûn” diye biten ayetini okurken nineye bakarak;
—Ne sabırsız kul imişsin. İşte geldi Ve ileyhi turceûn” demiş.
45- CÜMLE KAPISINDAN GİRMEYE BİLE RAZIYIZ
1973 yılında Gaziantep’te müftü yardımcısıydım. Telefon çaldı. Birisi Cennet’in yedinci katının adını soruyordu. O anda il ve ilçe müftüleri ile toplantı yapılıyordu. Hemen sırası ile hatırlamadım. Bir taraftan müftülerimize sorarken diğer taraftan da;
—Kardeşim! Ne yapacaksın Cennet’in yedinci katını, biz cümle kapısından içeriye alınmaya bile razıyız” diyerek vakit kazanmaya çalışırken müftüler hızlı hızlı kaynak kitaplara bakıyorlardı. O sırada adam;
—Hocam kusura bakma! Size de zahmet verdik. Gazetenin bulmacasını dolduruyordum da harfler denk gelmedi.” demez mi, hepimiz kahkahalarla gülmeye başladık.
46- DEREMİZİN KIYMETİNİ BİLELİM
Çukurova’da okumakta olan bir İmam-Hatipli öğrenci, Ramazan’ın sıcak yaz aylarına rastladığı yaz tatilinde, etrafı dağlarla çevrili bir dere köyüne gitmiş. Köye vardığı zaman hem dedesinin, hem de babasının oruç tutmadığını görünce, onlara münasip bir hatırlatmada bulunmak istemiş;
—Babacığım! Biliyorsunuz ben Adana’dan, Çukurova’dan geliyorum. Oralara Ramazan adı verilen bir ay gelmiş. Millet açlıktan, susuzluktan adeta kırılıp geçiyor. Maşallah siz rahatsınız” diye takılmış!
Babası gayet pişkin bir şekilde;
—Oğlum dağ, taş olduğuna bakma; Deremizin, köyümüzün kıymetini bilelim. Bak buralara ne Ramazan gelebiliyor, ne de oruç” demiş.
Bir gece Bağdat’ta yangın çıkar. Şehrin yarısı yanıp kül olur. Bunu duyan birisi Allah’a şükreder.
—Elhamdülillah bizim dükkâna zarar vermedi” der.
Güngörmüş bir zat ona;
—Hey kafasız adam! Sadece kendini mi düşünüyorsun? Evin şehrin kenarında bile olsa, bir şehrin yanıp kül olmasına nasıl razı olursun?” ikazını yapar.
Bunun üzerine, adam ömür boyu sadece kendimi düşündüm, hata yaptım diye tövbekâr olur.11
48- “HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR”
Ömür boyu perhiz yapan bir adam, vefat ettiğinde mezar taşına şöyle yazılmasını vasiyet etmiş;
—Doktorcuğum!
‘’Yeme dedin; yemedim.
İçme dedin; içmedim
Ama sonunda yine de buraya geldim.’’
49- BİZİ KİMİNLE BİLİRSİN?
Cihanı titreten Yavuz Sultan Selim, Allah'tan çok korkardı. Beş vakit namazda alnını secdeye koyunca, seccadesi ıslanırdı. Son nefesini bir seferde ve çadır içerisinde vermişti. Hastalığının iyice ağırlaştığı sırada başucunda sadık nedimi Hasan Can bulunuyordu. Bir ara gözlerini açan Yavuz, Nedimine:
—Hasan bu ne haldir? Hasan cevap verdi:
—Hünkârım Cenab-ı Hakk'la beraber olunacak zamandır. Yavuz solgun yüzünde acı bir tebessümle:
—Çocuk... Sen beni bunca zamandır kim ile bilirdin? Dedi. Ölmek üzere olduğunu bilen Yavuz, nedimine Yasin-i Şerif okumasını söylemiş, beraberce Yasin'in tamamını okumuşlar. Tekrar başlamışlar; "Selâmün kavlen Min Rabbi'r-Rahîm" ayetine geldiklerinde Koca Hünkâr ruhunu teslim etmişti.
50- DURUP DÜŞÜNÜNCE
Halit Fahri, bir toplantıda Ahmet Haşim'in şiirlerini okuyordu:
“Akşam”, yine akşam...
Göllerde bu dem bir kamış olsam.
Dinleyenlerden biri atıldı:
—Bu nasıl şiir böyle? Hiç insan kamış olur mu? Halit Fahri, gözlerini muhatabının gözlerine dikerek cevap verdi:
—İnsan elbette kamış olur; birçoğumuz odun oluyor da, birimiz niye kamış olmasın?
51- İMAMIN MÜRÜVVETİ!
Bir imamın evi mescide çok ırakmış. Cemaat;
—Hocam, yerin çok uzak her vakit gelmek senin için çok zordur. Yatsı namazını affettik gelme. Biz başımızın çaresine bakarız” derler.
İmam Efendi;
—Allah razı olsun ey cemaat! Hiç benim mürüvvetim yok mu? Ben de size sabah namazını bağışladım” der12
52- NEREYE GİDERSİN?
Kargaya yolda giderken sormuşlar;
—Nereye gidersin?
Cevabında;
—Yuvama pisledim. Başka bir yerde yuva yapmaya gidiyorum.
Bunun üzerine;
—O şey! Sende oldukça o yuvaya da pislersin13 demişler.
Dostları ilə paylaş: |