ŞEHİd murtaza mutahhari



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə38/44
tarix15.09.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#81843
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   44

Bu Görüşe Tenkit


Bunun da bilimsel olmayan bir teori olduğu açıktır; çünkü sadece faza gücü olmayan kişiler için geçerlidir. Benim hakkımda doğru olabilir. Zayıf bir kişi olan ben, komşularımdan korkunca ve komşularımın da benim kadar güçlü olduğunu görünce komşumun gücünden korkarak adil oluyorum. Ama komşumdan hiç korkmayacak bir güce sahip olup onu ezecek olursam karşımda duracak bir gücün almadığını kesin olarak bildiğim zaman nasıl adil olabilirim? Benim ilmim nasıl adil edebilir beni?! Siz diyorsunuz ki, beşer menfaatperettir ve ilim ise, kendi menfaatin için adil ol diyor; karşımda bir güç gördüğüm zaman böyledir; ya karşımda bir güç görmezsem nasıl adil olayım?! Dolayısıyla Rassel’in felsefesi –onun tüm insanseverlik sloganlarının tam aksine- zayıflardan hiç korkusu olmayan birinci derecede güçlü olanlara istedikleri kadar zulmetme hakkı vermektedir.

Marksizm’in Görüşü


Bu arada ikinci gruptan sayılabilecek üçüncü bir grup daha var. Bu grup diyor ki: Adalet gerçekleştirilebilir; fakat insan kanalıyla değil; insan adaleti gerçekleştiremez; bu iş, insanın yapabileceği bir iş değil; bu işe ne insanı gerçekten tüm varlığıyla adaletsever yetiştirmek mümkündür, ne de beşerin ilim ve aklının, menfaatini adalette görecek kadar güçlendirmek imkanı vardır; adaleti makine ilahından istemek gerekir; adaleti iktisadi araçlardan dilemelidir ve daha doğru bir tabirle: Adaleti istemek gerekir; sizi ilgilendiremez, siz adaletin peşine gidemezsiniz; kendinin adalet sever olacağını sanıyorsan, bu yalandır; sen kesinlikle adaletsever değilsin; aklının seni bir gün adalete yönlendireceğini sanıyorsan, bu da yalandır; fakat makine kendiliğinden insanı adalete doğru çeker; iktisat ve üretim araçlarının değişimleri -ve kendi yanlarından yaptıkları ve bir çoğu yanlış çıkan bir hesapla- sermayedarlık dünyasına ve sermayedarlık dünyası da kendiliğinden sosyalistlik dünyasına varmaktadır; sosyalistilik dünyasında ise isteseniz de, istemeseniz de tabiatıyla, zorunlu olarak ve icbar hükmüyle adalet ve eşitlik makinası oluşturulur. Sen adaleti uygulama etkeni değilsin; dolayısıyla gelip de, “Acaba aklım beni adalete götürecek mi?” “Acaba gördüğüm terbiye beni adalete ulaştıracak mı?” diye hesap yapamazsın. Bu sözler yalandır, diyor.

İslam’ın Görüşü


Üçüncü görüş -ve bir açıdan da dördüncü görüş şöyledir. Bunların tümü beşer fıtratı ve tabiatına karşı bir nevi karamsarlıktır. Günümüz beşerinin adaletten kaçtığını görüyorsak, bu onun kemale ulaşmadığını gösterir. Beşerin içinde adalet vardır. Beşer iyi bir eğitim alırsa, mükemmel bir eğiticinin eli altında yetişirse, sonunda gerçekten adaletsever olur; gerçekten toplumun adaletini kendi kişisel çıkarlarına tercih eder ve güzelliği sevdiği gibi adaleti sever; hatta adaletin kendisi de bir güzelliktir; fakat hissedilen türden değil, dönüşülür türden bir güzelliktir. Sonra da onun için delil getirerek derler ki: Din mektebi olan bizim mektebimizde bunun delili vardır: Siz diyorsunuz ki, “Beşer yaratılışı hasebiyle adaletsever değildir ve zor kullanarak adaleti ona tahmil etmek gerekir;” veya diyorsunuz ki, “Beşer çıkarlarını adalette bulacağı bir akıl seviyesine ulaşması gerekir” veya “üretim araçlarının mükemmelleşmesi kendiliğinden adaleti gerçekleştirmektedir.” Oysa biz, kişilerin menfaat ve çıkarları icap etmediği halde adaletli ve adalet sever olduklarına, kendi kişisel çıkarlarının aksine adaleti amaç, hedef ve arzu edinen ve hatta adaleti bir maşuk kadar sevip kendilerini adalete feda eden örnekler göstereceğiz. Bunlar geçmiş asırlarda mükemmel beşerlerin örnekleridir; bu örnekler beşerin onlar gibi olması için adalet yoluna yönlendirilebileceğini, onlar gibi olmasa da onların küçük bir örneği olabileceğini göstermişlerdir. Ali b. Ebutalib, bu felsefenin tümünü çürüten bir örnektir; Ali ve Ali’nin eli altında yetişenler ve bütün dönemlerde olan çok sayıda beşer fertleri bu örneklerdendir. Biz Ali’yi örnek gösterince bazıları onun müstesna bir kişi olduğunu sanabilirler. Hayır; öyle değildir. Günümüzde bile gerçekten adaleti seven, içleri şiddetle adaletle kenetlenen kişiler vardır. Gelecek dönemlerin beşeri de böyle olacaktır.

Bir çok beşer fertleri Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhuru konusunun dünyanın sapması ve beşerin topukları üzerinde gerisin geriye dönmesiyle eşit olduğunu sanmaktadırlar. Oysa olay tam aksinedir; bu düşünce dinden elde ettiğimiz bütün belirti ve delillerin hükmüyle beşerin ilmi, ahlaki ve fikri inceliğidir. İmam Mehdi’nin (a.f) zuhuru ve genel adalet mevzusunu bize bildirene bu din bunları da bildirmiştir. Usul-i Kafi’de geçen bir hadiste, o hazret zuhur ettiğinde, Allah Teala’nın elini (güç ve kudretini) beşer fertlerinin başına çekeceği ve böylece insanların akıllarını artıracağını, düşünce ve amellerinin fazlalaşacağı Hz. Mehdi (a.f) zuhur edince artık dünyada kurtla kuzu olmayacağı, hatta kurtların birlikte barış içinde yaşayacağı geçmektedir. Hangi kurtlar? Diyeceksiniz. Acaba çöllerde yaşayan kurtlar mı? Yoksa beşer kurtları mı? Yani artık kurtta kurtluk özelliği kalmayacak ve kurttan kurtluk tabiatı alınacaktır.

Hz. Mehdi’nin (a.f) döneminin çok sayıdaki belirtilerinden bir bölümünü okumadan önce size bir noktayı açıklayayım:

Hz. Mehdi’nin (a.f) Ömrü


Bir çokları, Hz. Mehdi (a.f) mevzusu söz konusu olunca diyorlar ki: “Bir insan bin iki yüz yıl yaşayabilir mi?! Bu tabiat kanununa aykırıdır.” Bunlar, bu dünyadaki diğer şeylerin normal tabiat kanunlarıyla -yani günümüz beşerinin bildiği kanunlarla- yüzde yüz bağdaştığını sanıyorlar. Esasen canlı varlıkların -bitki ve hayvanların- genel hayatlarında ve yaşam tarihlerinde vuku bulan büyük değişimler, normal olmayan değişimlerdir. Yeryüzünden bağlanan ilk nutfe biyoloji bilimi kurallarıyla bağdaşıyor mu? Yeryüzünde ilk hayatın meydana gelişi hangi tabiat kanunuyla bağdaşıyor? Günümüzün bilimsel farizalarına göre, yerin ömründen kırk milyarda yıl geçmektedir. Milyarlarca yıl önce, yeryüzü hiçbir canlının yaşaması mümkün olmayan bir ateş parçasıydı. Bilimsel tahminlere göre yeryüzünde ilk canlının yaşaması milyarlarca yıl öncesine dayanmaktadır. Günümüz bilimi de, canlı bir varlık sürekli canlı bir varlıktan meydana gelir diyor ve canlı bir varlığın cansız bir varlıktan meydana geldiğini gösteremez. Bilim, yeryüzüne gelen ilk canlının, yani o ilk büyük değişimin, yeryüzünden bağlanan o hayat nutfesinin nasıl bağlandığını yanıtlayamıyor.

Daha sonra diyorlar ki: ilk hayat nutfesi ve meydana gelen ilk hücre tekamül bulur; belli bir merhaleye ulaşınca bitkisel ve hayvani olmak üzere ikiye ayrılır; bazı bölümler diğerlerinin zıttı ve tamamlayıcısı olan bitkisel bölümün bir özelliği, hayvani bölümün ise ayrı bir özelliği vardır ve bu gerçekten şaşırtıcıdır: Eğer bitki olmazsa hayvan da olmaz; hayvan olmazsa bitki de olmaz; özellikle hayvandaki gazları alıp verme açısından. Bilim, yaşamda gerçekleşen bu büyük değişimin nasıl gerçekleştiğini henüz çözememiştir. Bitkisel bölümün nasıl meydana geldiğini, hayvani bölümün nasıl oluştuğunu ve yine insanın meydana gelişindeki diğer merhaleleri, böyle bir akıl, düşünce ve iradeye sahip olan, böyle bir güç sahibi bir varlığın meydana gelişini şu ana kadar izah edebilmiş midir bilim?!

Vahyin kendisi normal bir şey midir ki?! Bir insanın tabiat ötesinden emir alacak bir seviyeye ulaşmasından ibaret olan vahyin kendisi önem bakımından bir insanın bin üç yıl yaşamasından az mıdır? Esasen normal ve doğal bir şeydir; insan oğlunun günümüzde aradığı ve belki de tabii bir kanunu da olan bir şeydir. Günümüz beşeri, -bazı ilaç ve formüllerle- insan hayatını uzatabilmek için bir vesile yapmaya çalışıyor. İnsanın yüz veya yüz elli veya iki yüz sene ya da beş yüz sene yaşamasının tabiat kanunu olduğunu söyleyemez. Evet; insan vücudunun hücreleri belli bir süre yaşar; fakat bu, sınırlı şartlar altında doğrudur. Belki bir gün, küçük bir vesileyle beşerin hayatını beş yüz sene veya daha fazla uzatacak çok küçük bir vesile keşfedilebilir. Bu, insanın şüphe edeceği bir şey değildir. Bu, yaşam dünyasında gerçekleşen en bayağı şeydir.

Allah Teala sürekli, dünyanın durumu belli merhalelere ulaşınca, gayıptan bir el çıkarak ansızın bir değişim yaptığını ve tabiat kanunuyla kesinlikle hesaplanmayacak bir durumun çıktığını göstermiştir. Dolayısıyla, bu konu insanın üzerinde düşünmesi gereken veya -euzubillah- hakkında şek ve şüpheye düşeceği bir konu değildir. Din dünyası, insanın gözünü açmak ve insan düşüncesini normal cereyanların sınırlanmasından çıkarmak içindir.

O dönemde -ilim, akıl, ahlak ve toplum döneminde- neler olacaktır acaba; onlardan bir bölümünü örnek olarak açıklıyorum.


Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin