ŞEHİd murtaza mutahhari


İMAM HASAN’IN (A.S) BARIŞI



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə8/44
tarix15.09.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#81843
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   44



2

İMAM HASAN’IN (A.S) BARIŞI

Birinci Oturum


Bismillahirrahmanirrahim
İmam Hasan’ın (a.s) barışı hem geçmişte ve hem de sonraki zamanlarda sürekli sorula gelmiştir16; özellikle günümüzde İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye’yle neden sulhettiği daha fazla sorulmaktadır. Özellikle İmam Hasan’ın Muaviye’yle sulhu İmam Hüseyin’in Yezid’le savaşı ve onun Yezid ve İbn-i Ziyad’a teslim olmayışıyla mukayese edildiğinde zihinlerde daha fazla soru oluşturmaktadır. Konunun derinliğine fazla dikkat etmeyen kimseler bu iki gidişatın zıt ve birbiriyle çeliştiğini sanıyorlar. Dolayısıyla bazıları esasen İmam Hasan’la İmam Hüseyin’in birbirinden farklı iki ruha sahip olduklarını, İmam Hasan’ın tabiatı gereğince sulh ve barış yanlısı, İmam Hüseyin’in ise tam aksine kıyamcı ve savaşçı bir ruha sahip olduğunu söylemişlerdir. Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz konu şudur: Acaba Muaviye’yle barış imzalayan İmam Hasan’la hiçbir şekilde barış ve teslim olmaya yanaşmayan İmam Hüseyin birbirinden farklı iki ruha mı sahiptir. İmam Hüseyin İmam Hasan’ın konumunda olsaydı ve İmam Hasan’ın yerine İmam Hüseyin olsaydı sonuç değişir miydi ve İmam Hüseyin (a.s) kanının son damlasına kadar savaşır mıydı? Ve yine eğer Kerbela’da İmam Hüseyin’in yerine İmam Hasan olsaydı savaş yapılmaz ve olay bir şekilde son bulup yatıştırılır mıydı? Yoksa uygulamalar zaman ve mekan koşullarına ve farklı şartlara göre değişiyor mu; İmam Hasan’ın şartları bir şeyi, İmam Hüseyin’in şartları ise farklı bir şeyi mi gerektiriyordu? Farklı şartlardan bahsetmek için giriş olarak bir konuyu incelememiz gerekiyor. Ve genellikle bu konudan bahsedenler, İmam Hasan’ın (a.s) zamanının şartlarıyla İmam Hüseyin’in (a.s) zamanının şartlarının birbirinden tamamen farklı olduğu konusunu işlemişlerdir ve gerçekten de İmam Hasan’ın zamanında yapılması en uygun olan sulhu seçmek ve İmam Hüseyin’in (a.s) zamanında ise kıyam etmeyi tercih etmekti. Elbette biz de bunu kabul etmekteyiz ve ileride bundan bahsedeceğiz. Fakat bu konuya girmeden önce İslam dininin cihad konusundaki kural ve kaidelerini net bir şekilde ortaya koymamız ve cihada bu boyutlu bir açıklama yapmamız gerekiyor; çünkü her ikisi de cihat konusuna dönmektedir: İmam Hasan (a.s) cihadı bırakıp barış yaptı; İmam Hüseyin (a.s) ise cihadı bırakıp sulh yapmayarak savaştı. Dolayısıyla biz İslam dininin cihat konusunda genel emirlerini açıklayıp -Ben İmam Hasan’ın (a.s) barışını inceleyenlerin bu konulara girdiklerini görmedim- ve daha sonra İmam Hasan’ın (a.s) neden barış yaptığını ve İmam Hüseyin’in (a.s) neden savaştığını inceleyeceğiz.

Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Barış


İmam Hasan'ın (a.s) ortaya koyduğu uzlaşmacı ve sulhtan yana tavrı sadece kendisine has olmayıp, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) de bi'setin ilk yıllarında Mekke’de bulunduğu son anlara kadar ve yine zahiren Medine’ye girişinin ikinci yılına kadar müşrikler karşı uzlaşmalı davranmış, müşrikler tarafından her ne kadar eziyet ve işkence gördüyse, hatta bir çok Müslüman işkence altında öldüyse ve Müslümanlar onlarla savaşmak için izin isteyip "Bundan kötüsü mü olacak, bundan daha kötü bir şey olamaz" dediyseler de müsaade etmeyip nihayet sadece Hicaz’dan Habeşistan’a hicret etmelerine izin vermiş ve orada şu ayet nazil olmuştur: “Zulmedilmelerinden dolayı savaşanlara izin verildi. Allah’ın onlara zafer vermeye gücü yeter.”17 Kısaca, işkence ve zulme maruz kalanlara savaşmaları için izin ancak koşullar müsait olduğu zaman verilmiştir.

İslam dini, savaş dini midir, barış dini mi? Eğer barış diniyse sonuna kadar bu metodu sürdürmeleri ve esasen savaşın dinde bir yeri yoktur; dinin işi sadece davet etmektir; ilerleyebildiği kadar böyle ilerlemeli, ilerleyemediği yerde de durmalıdır demeleri gerekirdi. Fakat eğer İslam savaş diniyse, o halde Mekke’de bulundukları on üç yıl boyunca neden Müslümanlara hatta kendilerini savunmaları için bile izin verilmedi. Yoksa İslam hem barış dini18 ve hem de savaş dini midir; bazı şartlarda savaşılmaması ve bazı şartlarda ise savaşılması mı gerekiyor? Yine Resul-i Ekrem’in (s.a.a) Medine’de bazı şartlarda müşriklerle veya Yahudi ve Hıristiyanlarla savaştığını ve bazen de müşriklerle barış yaptığını görmekteyiz. Nitekim Resulullah Hudeybiyye’de (s.a.a) en azgın düşmanı olan Mekke müşrikleriyle neredeyse ashabın tümünün istememesine rağmen barış anlaşması yapmıştır. Yine Medine’de Yahudilerle birbirlerine taarruz etmemek üzere antlaşma imzalamıştır. Bunun nedeni nedir?


Hz. Ali (a.s) ve Barış


Yine Emirulmüminin Ali’nin (a.s) bir yerde savaştığını, başka bir yerde ise savaşmadığını -ve kendi tabiriyle ‘Gözde diken, boğazda kemik varmışçasına…’ sabredip, beklediğini- görmekteyiz. Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra hilafet meselesi söz konusu olunca ve hilafeti başkaları ele geçirip sahiplenince Ali (a.s) savaşmıyor; kılıca sarılmıyor ve ben savaşmamak üzere görevlendirildim; savaşmamam gerekir diyor. Diğerlerinden her ne kadar sertlik ve kabalık da görse yumuşa davranıyor. Öyle ki bir ara Hz. Zehra’nın (s.a) şu itirazıyla karşılaşıyor: “Nedir bu halin ey Ebutalib oğlu?! Neden rahimdeki bebek gibi el ve ayağını toplayıp bir köşeye çekilmiş, dışarı çıkmaktan mahcubiyet duyan sanıklar gibi evde oturmuşsun?! Savaş meydanlarında aslanlar senin önünden kaçarlardı. Şimdi bu çakallar sana musallat olmuşlar?! Neden?”19 Bunun üzerine Hz. Ali (a.s), orada zaman vazifem o idi, şimdi ise budur, şeklinde cevap veriyor.

Yirmi beş sene geçiyor ve bu yirmi beş sene içerisinde Hz. Ali (a.s) sözde barış yanlısı ve uzlaşmacı bir kişidir. Halk Osman’a karşı kıyam edince -nihayet Osman’ın öldürülmesiyle sonuçlanan ayaklanmada- Ali (a.s) şahsen Osman’a karşı ayaklananlar arasında değildir; Osman’ın taraftarları arasında da yer almıyor; ayaklananlarla Osman arasında bir aracıdır. Bir taraftan ayaklananların isteklerinin -ki Osman'ın valileri ve onların halka reva gördükleri zulümlerden şikayet mahiyetini içeren adilane isteklerdi- yerine gelmesi ve diğer taraftan da Osman’ın öldürülmemesi ve olayın bu şekilde son bulmaması için çaba harcıyordu. Nehcu’l-Belaga’da böyle geçer ve tarih de kesin olarak böyle söylemektedir. Osman’a şöyle buyuruyor: Ben senin bu ümmetin öldürülen önderi olmandan endişeleniyorum. Sen öldürülecek olursan bu ümmet üzerine öldürme kapısı açılacak, Müslümanlar arasında asla sönmeyecek bir fitne çıkacaktır.

O halde Hz. Ali (a.s) Osman döneminin en kötü dönemlerinden olan Osman’ın hayatının son anlarında bile Osman’la ayaklananlar arasından gerçek bir aracı idi. Osman’ın hilafetinin başında da, Abdurrahman b. Avf’ın hilesi sonucu altı kişiden sadece ikisi hilafet adayı olarak kaldı. Biri Ali (a.s) ve diğeri ise Osman. -Orada da Hz. Ali (a.s) aynı davranışı sergiledi. Ömer yerine geçecek halifeyi seçmek için altı kişilik bir şura tayin etmişti. Bu şurada önce- üç kişi kenara çekildi. Bunlardan biri Hz. Ali’nin (a.s) lehine hilafet adaylığından kenara çekilen Zubeyr, diğeri Osman’ın lehine çekilen Talha ve üçüncüsü ise Abdurrahman’ın lehine çekilen Sa’d b. Vakkas’tı. Geriye üç kişi kaldı. Abdurrahman, ben de aday değilim dedi. Böylece iki kişi kaldı ve görüş de Abdurrahman’ın görüşü oldu. Abdurrahman kime oy verseydi o kimse dört oya sahip olur (çünkü kendisinin iki oyu vardı; diğer iki kişinin de her birinin bir oyu olmak üzere iki oyu vardı) ve o şuraya göre halife sayılırdı. Önce Ali’ye gelerek, “Allah’ın Kitabı, Resulullah’ın sünneti ve iki şeyhin -Ebubekir ve Ömer’in- gidişatına uygun davranmak şartıyla sana biat etmeye hazırım” dedi. Ali ise, “Ben Allah’ın Kitabı, Resulullah’ın sünneti ve kendi teşhisime uygun davranmak şartıyla seninle biatleşirim” buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahman, Osman’ın yanına giderek, “Ben Allah’ın Kitabı, Resulullah’ın sünneti ve iki şeyhin -Ebubekir ve Ömer’in- gidişatına uygun davranman şartıyla sana biat ediyorum” dedi. Osman, “Pekiyi, kabul ediyorum” dedi. Oysa Osman Ebubekir ve Ömer’in gidişatından bile saptı. Her halükarda, orada gelip Hz. Ali’ye, neden böyle oldu diye itiraz ettiler. Bu durumda sen ne yapacaksın dediler. -Nehcu’l-Belaga’da şöyle geçer:- Buyurdu ki: “Vallahi Müslümanların iş doğu-dürüst yürüdükçe; benim yerime oturan kişi haksız yere oturmuş olsa bile işleri doğru bir şekilde idare edildiği, zulüm sadece şahsıma yapılıp diğerlerine bir zarar gelmediği sürece muhalefet etmeyip teslim olacağım.”20

Osman’dan sonra, Muaviye’nin döneminde insanlar gelerek Hz. Ali’ye biat edince Hazret Cemel, Sıffin ve Nehrivan ashabını teşkil eden Nakisin, Kasitin, Marikin ordusuyla savaşıp kanlı bir savaşa imza atıyor. Yine Siffin savaşından sonra, haricilerin başkaldırması, Amr-ı As ve Muaviye’nin hileye baş vurup Kur’an’ları mızraklara takarak, “gelin aramızda Kur’an hükmetsin” demeleri üzerine bir grup doğru söylüyorlar dedi ve Hz. Ali’nin (a.s) ordusunda ikilik çıktı ve artık Emirulmüminin Ali (a.s) için başka seçenek kalmadı ve istemediği halde teslim oldu ve nihayet hakemiyet olayını kabul etti. Bu da barışa benzer bir işti; yani hakemler gidip Kur’an ve İslam’ın emirlerine uygun bir karara varsınlar dedi. Fakat Amr-ı As olayı öyle bir şekle soktu ki hatta Muaviye için bile bir değeri yoktu. Yani olayı düzenbazlıkla bitirdi. Ebu Musa’yı aldattı. Fakat aldatması Ali’yi hilafetten alıp Muaviye’yi bırakmakla sonuçlanacak şeklinde değildi. Aksine, öyle bir şekilde hareket etti ki herkes onların anlaşmadığını, birinin diğerini aldattığını anladı. Çünkü biri, ben ikisini de hilafetten alıyorum diyince, diğeri, biri konusunda doğrudur, ama ötekinde yalan söylüyor; ötekini ben kabul etmiyorum dedi. Daha minberden aşağı inmeden, neden beni aldattın diye kavga edip birbirlerine küfretmeye başladılar. Böylece olayın boş olduğu anlaşıldı.

Herhalukârda, hakemiyet olayı da böyledir. Ali neden hakemiyete rıza gösterip savaşı sürdürmedi? Hariciler kendisine baskı yaptılarsa bile neden savaşa devam etmedi? Olsa olsa oğlu İmam Hüseyin gibi öldürülecekti?! Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.a) hakkında da aynı şeyi söylüyoruz: Neden Resulullah (s.a.a) ilk başta savaşmadı; en fazla İmam Hüseyin gibi öldürülecekti?! Neden Hudeybiyye’de barış yaptı. En fazla İmam Hüseyin gibi öldürülecekti?! Veya diyoruz ki: Resulullah’tan (s.a.a) sonra Emirulmüminin Ali (a.s) neden önce savaşmadı; olsa olsa öldürülecekti; varsın olsun; İmam Hüseyin (a.s) gibi öldürülseydi?! Bu doğru bir söz müdür? Daha sonra İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in dönemine geliyoruz. Diğer Ehlibeyt İmamları (a.s) da İmam Hasan’ın barışı gibi bir yaşam sürmüşlerdir. İşte bu nedenle mesele, sadece İmam Hasan’ın barışı ve İmam Hüseyin’in savaşı meselesi değildir; meseleyi daha geniş incelemek gerekir. Ben bir takım külliyata varmak için size fıkıh ilminin “cihad kitabı”nın bazı bölümlerini sunacağım. Bu külliyattan sonra ayrıntılara gireceğim.


Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin