Ahmed Zeki Salih’in Sözü
Muzaffer’in “İmam Sadık” adlı kitabında “er-Risaletu’l-Mısriyye” dergisinden asrımızda yaşayan Ahmed Zeki Salih’ten şöyle nakletmektedir: Şia’nın ilmî canlılığı bütün İslam fırkalarından daha fazladır. (Bakın asrımızda yaşayanlar da neleri itiraf etmişlerdir). Bu da başlı başına bir konudur. İranlılar bundan kendilerine pay çıkarak, bu İranlıların canlılığıdır diyorlar. Halbuki bu açılım Şia’ya aittir ve o dönemde Şiilerin çoğunluğu da İranlı değildi; aksine gayri İranlıydı; fakat ben şimdi bu konuya girmek istemiyorum.
Bu Mısırlı diyor ki, “Kelam ilmini inceleyen herkes İslam fırkaları arasında Şia fırkalarının en canlı fırka olduğunu anlar. Şia dinî konuları düşünce ve akıl temeli üzerine oturtan ilk İslam mezhebidir; hatta bazıları aklî ilimleri Ali b. Ebutalib’e isnat etmektedirler.” Şia yani İmam Sadık (a.s).
Şia’nın Aklî Bilimlere Önem Verişi
-İmam Sadık (a.s) döneminde aklî bilimlerin de olgunlaştığının- en güzel delili şudur ki, bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında, Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Cami-i Tirmizi, Sünen-i Ebi Davud ve Sahih-i Nesaî’de bir takım teferruattan başka bir şey yoktur: Abdest hükümleri, namaz hükümleri, oruç hükümleri, hac hükümleri, cihad hükümleri, siret; örneğin Resulullah (s.a.a) falan yolculukta şöyle yapmıştır. Fakat siz Şia’nın hadis kitaplarına baktığınız zaman kitabın ilk konusunun “Akıl ve cehalet” olduğunu görürsünüz. Esasen bu gibi konular Ehl-i Sünnet kitaplarında söz konusu bile değildi. Elbette bunların hepsinin İmam Sadık’tan (a.s) kaynaklandığını söylemek istemiyorum; kaynağı Emirulmüninin Ali’dir, asıl kökü Resulullah’tır; fakat onlar bu gidişatı sürdürdüler. İmam Sadık (a.s) kendi döneminde bu fırsatı bulunca dedelerinin mirasını koruyup bu mirasları artırdı. “Akıl ve cehalet” kitabından sonra “Tevhid kitabı”yla karşılaşıyoruz. Şia’nın hadis kitaplarında tevhid, Allah’ın sıfatları, Allah Teala’yla ilgili konular, kaza ve kader, cebr ve ihtiyar ve aklî mevzular hakkında yüzlerce, hatta binlerce konuyla karşılaşmaktayız; oysa diğer kitaplarda böyle bir şey söz konusu değildir. İşte bu nedenle, İslam dünyasında felsefî medreseler55 -aklî bilimler medresesi- inşa eden ilk kişi İmam Cafer Sadık’ın olduğunu söylemişlerdir.
Cabir b. Hayyam
Son zamanlarda ortaya çıkan bir mesele şudur: İslam tarihinde “Cabir b. Hayyam” isminde bir kişi var; ona “Cabir b. Hayan-i Sufî” diyorlar; o da fevkalade bir kişidir. İbn-i Nedim “el-Fihrist” adlı kitabında56 Cabir b. Hayya’dan bahsetmiş ve ona yaklaşık yüz elli kitabı isnat etmiştir ki bu kitapların çoğu aklî bilimlerle ilgilidir; o günün deyimiyle Kimya, sanat, eşyaların tabiatlarının özellikleri hakkındadır. Günümüzde onu dünya kimyasının babası olarak adlandırmaktadırlar. Zahiren İbn-i Nedim onun İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) öğrencilerinden olduğunu söylüyor. Yine Sünni olan İbn-i Hallikan57 da Cabir b. Hayyan’dan şöyle bahsetmiştir: O, kimyacı ve İmam Cafer Sadık’ın (a.s) öğrencisiydi. Diğerleri de böyle nakletmişlerdir. Cabir b. Hayyam’dan önce bu bilimler İslam dünyasında söz konusu değildi; birden İmam Sadık’ın öğrencilerinden “Cabir b. Hayan” adında biri ortaya çıkıp günümüzde bir çokları bilimsel değer ifade eden çeşitli mevzularda bu kadar risale yazıyor. Cabir b. Hayyan hakkında çok bahsetmişlerdir; asrımızdaki müsteşrikler de çok bahsetmişlerdir; bu Takizade de çok bahsetmiştir. Elbette daha Cabir b. Hayyan hakkında keşfedilmeyen bir çok meçhul nokta var. Şimdi şaşırtıcı olanı Şia’nın kendi kaynaklarında onun adı geçmemiştir; yani Şia’nın rical kitaplarında (İbn-i Nedim Şia olabilir), Şia fakih ve muhaddislerinin kitaplarında bu adamın adı geçmemiştir. İmam Sadık’ın (a.s) dışında hiç kimsenin böyle seçkin bir öğrencisi yoktur.
Hişam b. Hakem
İmam Sadık’ın (a.s) diğer bir öğrencisi Hişam b. Hakem’dir. Hişam b. Hakem insanı hayrete düşüren bir kişidir; kendi döneminin bütün mütekellimlerinden üstün olup hepsine galip gelmiştir. (Ben bunları Ehl-i Sünnet kitaplarına dayanarak söylüyorum). Ebu’l Huzeyl-i Allaf çok güçlü İranlı bir mütekellimdir. Şeblî Nu’man “Tarih-i İlm-i Kelam” kitabında şöyle yazıyor: Hiç kimse Ebu’l - Huzeyl’le tartışamazdı; onun korktuğu tek kişi Hişam b. Hakem’di. Dönemin dahilerinden sayılan ve günümüzdeki yeni görüşlerle bağdaşan görüşlere sahip olan Nezzam -örneğin renk ve kokunun cisimden müstakil olduğuna inanıyor; yani sanıldığı gibi renk ve koku cismin arazlarından (ilinek) değildir; özellikle koku konusunda, kokunun havada dağılan bir şey olduğuna inanıyordu- Hişam’ın öğrencisiydi (Onun bu görüşü Hişam b. Hekem’den aldığı söylenmektedir). Hişam b. Hekem ise İmam Sadık’ın öğrencilerinden biridir.
Şimdi bütün bunları göz önünde bulundurarak İmam Sadık (a.s) için oluşan ve İmam’ın (a.s) yararlandığı kültürel zemini düşünün. Halbuki böyle bir zemin daha önce hiçbir imam için oluşmamıştı ve ondan sonra da bu ölçüde bir zemin oluşmadı. Sadece az bir miktarda İmam Rıza (a.s) için oluşmuştu. İmam Musa b. Cafer’e gelince, iki defa durum çok kötüleşti, zindan vs. olaylar meydana geldi. Diğer Ehl-i Beyt İmamları da genç yaşta şehit oluyorlar, zehirlenerek dünyadan göçüyorlardı. Onların yaşamasına müsaade etmiyorlardı; aksi durumda ortam bir ölçüye kadar müsaitti. Fakat İmam Sadık (a.s) için her iki şart oluşmuştu; İmam’ın (a.s) hem ömrü uzundu (yaklaşık yetmiş yaşında) ve hem de ortam ve zaman müsaitti. Şimdi bu konu İmam Sadık’la (a.s) İmam Hüseyin’in (a.s) zamanının farklılığını ne kadar ortaya koyuyor? Yani İmam Sadık (a.s), İmam (a.s) Hüseyin’in sahip olmadığı hangi zeminlere sahipti? İmam Hüseyin (a.s) ya hayatının sonuna kadar evde oturup su ve ekmekle idare edip Allah’a ibadet etmeli ve gerçekte mahkum olmalı ya da öldürülmeliydi; fakat İmam Sadık’ın (a.s) şartları ya öldürülmesini ya da inzivaya çekilmesini gerektirmiyordu. İmam Sadık (a.s) ya öldürülmeliydi ya da ortamın müsait şartlarından edilebilecek en fazla istifadeyi etmeliydi. Sonraki Ehl-i Beyt İmamları (a.s) gelip İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının değerini açıklamışlardır; fakat biz bu konuyu kavrayamıyoruz. İmam Sadık (a.s) olmasaydı İmam Hüseyin (a.s) de olmazdı; nitekim İmam Hüseyin (a.s) olmasaydı İmam Sadık (a.s) da olmazdı; yani İmam Sadık olmasaydı İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının değeri de anlaşılmazdı. Fakat buna rağmen İmam Sadık (a.s) hükümet ve hilafete dokunmadı; fakat İmam Sadık’ın (a.s) halifelerle bir araya gelmediğini, gizlice mücadele ettiğini, ortada soğuk bir savaşın söz konusu olduğunu, halifelerin kusurları, yanlışlık ve zulümlerinin İmam Sadık (a.s) aracılığıyla dünyaya yayıldığını herkes biliyor; dolayısıyla Mensur’un İmam (a.s) hakkında acayip bir tabiri var;58 diyor ki: Cafer b. Muhammed boğazımda bir kemik gibidir; ne dışarı çıkarabiliyorum ve ne de yutabiliyorum; ne onun hakkında bir belge bulup işini bitirebiliyorum ve ne de ona tahammül edebiliyorum; çünkü gerçekten onun seçmiş olduğu bu tarafsızlık mektebinin bizim aleyhimize olduğunu gerçekten biliyorum; çünkü bu mektepten çıkanların hepsi bize karşıdırlar; fakat onun aleyhine bir belge de bulamıyorum. Evet, bu tabir Mensur’undur: Boğazıma kemik takılmış; ne dışarı çıkarabiliyorum ve ne de yutabiliyorum.
Dostları ilə paylaş: |