7 İMAM HASAN ASKERİ (A.S) HAKKINDA
Bismillahirrahmanirrahim
İmam Hasan Askeri aleyhisselamın veladet gecesi bayram gecesidir; on birinci imamın veladet gecesidir; bu geceyi hepimizin zamanın imamı olan velimiz Hz. Mehdi’ye (a.f) tebrik etmesi gerekir. Tabii ki saygılarımızı da sunmamız icabeder. İmam Hasan Askeri (a.s) -sürekli baskı altında olan- Ehlibeyt İmamlarındandır. Ehlibeyt İmamlarının (a.s) dönemi İmam Mehdi’nin (a.f) dönemine yaklaştıkça işleri daha da zorlaşıyordu. İmam Hasan Askeri (a.s) o dönemde hilafet merkezi olan Samırra’da idi. (Abbasî halifesi) “Mu’tasım”ın döneminden itibaren hilafet merkezi Bağdat’tan Samırra’ya intikal etti. Bir süre orada olduktan sonra tekrar Bağdat’a götürüldü. Bunun sebebi ise; Mu’tasım’ın askerlerinin halka çok zulmetmesi üzerine halkın askerlerin zulmünü Mu’tasım’a şikayet etmesiydi. Mu’tasım da ilk önce kulak ardı ettiyse de, nihayet kabul ederek ordusunu halktan uzaklaştırmak için hilafet merkezini Samırra’ya intikal etmek zorunda kaldı.
İmam Askerî ve İmam Hâdi (a.s) Samırra’da kalmaya mecbur edilmiş, “Asker” veya “Askerî” denilen mahallede, yani ordusunun bulunduğu ve gerçekte kışla olan yerde bir eve yerleştirilerek göz altında tutulmuştur. İmam Askerî (a.s) yirmi sekiz yaşında şehadet şerbetini içmiştir (değerli babası ise ırk iki yaşında şehid edilmiştir). İmamet süresi altı yıldır. Tarihte kaydedildiği üzere, bu altı yıl boyunca ya zindanda olmuş ya da halkla görüşmesi yasaklanmıştır. İnsanlarla görüşmekte serbest değildi; bazen gidip geldiklerinde veya İmam’ı (a.s) çağırdıklarında da göz altında tutuluyordu. Acayip bir durumdu. Bildiğiniz gibi Ehlibeyt İmamlarının her birinde sanki bir özellik diğer imamlardan daha fazla tecelli etmişti. Hace Nasıruddin on iki mısralık beytinde, on iki imamın her birini diğerlerinden daha belirgin olan bir sıfatla tavsif etmiştir. İmam Hasan Askerî (a.s) azametli, heybetli, hoş görünümlü ve seçkin bir yapıya sahipti; yani esasen onun çehresinde öyle bir azamet, heybet ve yücelik vardı ki, kendisini gören herkes, konuşmadan ve onun ilminin seviyesini anlamadan simasının etkisi altında kalıyordu. Konuştukları zaman ve dalgalı bir deniz gibi konuşmaya başladığında artık herkes kendine düşeni anlıyordu. Bu olay bir çok rivayette apaçık bir şekilde ortaya koyulmuştur. Hatta düşmanları o hazreti sıkı bir şekilde göz altında bulundurup, bazen zindana götürdükleri zamanlarda bile o hazretle karşılaştıklarında, apayrı bir hale giriyor, karşısında huzu etmekten kendilerini alamıyorlardı. Bu alanda Muhaddis Kummî “Envaru’l Behiyye” adlı kitabında, el-Mu’temid-u Alallah’ın vezirinin oğlu Ahmed b. Ubeydullah b. Hakan kanalıyla babasından kendisinin de şahit olduğu insanı hayrete düşüren olağan üstü bir olayı naklediyor; ama (ne yazık ki) şimdi bu olayı anlatmaya vaktimiz müsait değil.
İmam’ın (a.s) bu kadar sıkı bir şekilde göz altında bulundurulmasının nedeni, ümmetin Mehdi’sinin onun soyundan geleceğinin herkes tarafından bilinmesiydi. Tıpkı Firavun’un İsrail oğullarına yaptığı gibi; İsrail oğullarından dünyaya gelecek olan birinin Firavunun ve Firavunların saltanatını yerle bir edeceğini duyduğu için İsrail oğullarının erkek çocuklarının öldürerek kız çocuklarını bırakıyordu. İsrail oğullarının evlerine giderek hamile olan kadınları söz altında bulundurmaları için bir grup kadını görevlendirmişti. Hilafet düzeni de İmam Hasan Askerî’ye (a.s) karşı aynen böyle yapıyordu. Ne güzel diyor Mevlana:
“Hamle bordi su-i der bendan-i gayb
Tâ bebendi rah ber merdani-i gayb”
(Hamle ettin gayb alemiyle bağlantılı olanlar üzerine
Gayb alemiyle bağlantılı olanların yolunu kesmek için)
Bu aptal adam, bu haberin doğru olması durumunda Allah’ın iradesini engelleyemeyeceğini düşünemiyordu bile! Arada bir İmam’ın evini teftiş etmeleri için adamlar gönderiyordu; özellikle de İmam (a.s) şehit edildikten sonra; çünkü bazen İmam Mehdi’nin (a.s) dünyaya geldiğini duyuyordu. O hazretin nasıl dünyaya geldiğini de duymuşsunuzdur. Allah Teala bu kutsal kişinin doğumunu gizlemiş, dünyaya geldiği halde çok az kişi bundan haberdar olmuştur. İmam Mehdi (a.f) altı yaşındayken değerli babasını kaybetmiştir. Çocukken özel Şiiler geldiklerinde İmam Askerî (a.s) Hz. Mehdi’yi (a.f) onlara gösteriyordu; fakat halkın genelinin ondan haberi yoktu; ancak İmam Hasan Askerî’nin (a.s) bir oğlu olduğu ve onu gizlediği haberi her tarafa yayılmıştı. Bazen bu çocuğu bulup öldürerek ortadan kaldırmak için İmam’ın (a.s) evine adamlar gönderiyorlardı. Fakat Allah bir işin olmasını irade ettikten sonra kul onu engelleyebilir miydi ki?! Yani bir yerde Allah kesin takdirini ettikten sonra artık insan orada bir şey yapamaz. İmam Askeri’nin (a.s) şehadetinden sonra ve yine şehadetine yakın bir zamanda devlet görevlileri İmam’ın (a.s) evine baskın yaparak teftiş için casus kadınlar göndererek bütün kadınları ve cariyeleri göz altında bulundurdular. Hamile olması ihtimaliyle kadınlardan birini götürüp bir yıl kadar tuttuktan sonra yanıldıklarını ve böyle bir şeyin olmadığını anladılar.
İmam Hasan Askerî’nin (a.s) annesi Cedde lakabıyla meşhur olan Hudeys’tir. İmam Mehdi’nin (a.s) büyük annesi olduğu için ona “Cedde” diyorlardı. Tarihte, torunları nedeniyle meşhur oldukları için “Cedde” denilen diğer kadınlar da vardır. Örneğin, Şah Abbas’ın büyük annesi de bu lakaba sahiptir. İsfahan şehrinde iki okulun ismi de “Cedde”dir. Torunuyla meşhur olan kadın ister istemez “Cedde” adıyla meşhur olur. Bu değerli kadın da “Cedde” adıyla meşhur oldu. Fakat sadece büyük annesi olması nedeniyle meşhur olmamıştır; bu kadın yüce bir makam ve azamete, büyük bir kişiliğe sahipti. Merhum Muhaddis Kummî “Envar-ul Behiyye” adlı kitabında şöyle yazıyor: İmam Hasan Askerî’den sonra bu değerli kadın Şia’nın sığınağıydı. Kesinlikle o dönemde -İmam Hasan Askerî (a.s) yirmi sekiz yaşında şehid olduğuna göre- elli - altmış yaşları arasında bir kadındı. Öyle yüce ve değerli bir kadındı ki, Şiiler herhangi bir sorunla karşılaşacak olsalardı bu kadına müracaat ediyorlardı.
Adamın biri diyor ki, İmam Hasan Askerî’nin (a.s) halası ve İmam Cevad’ın (a.s) kızı Hakime hatun’un huzuruna giderek akaid, inançlarımız, imamet ve diğer konular hakkında konuştum. Hakime hatun inançlarını söyledi. İmam Hasan Askerî’ye (a.s) ulaşınca şimdi benim imamım, şimdi gizli ve saklı olan onun oğludur, buyurdu. Bunun üzerine, onun saklı olduğu bu zamanda bir sorunumuz olursa kime müracaat edelim? diye sordum. Hakime hatun, Cedde’ye müracaat edin, dedi. Ben, hayret! Dedim. İmam şehid olunca bir kadına mı vasiyet etti?! dedim. Bunun üzerine, İmam Askerî, Hüseyin b. Ali gibi davrandı, dedi. İmam Hüseyin’in gerçek vasisi Ali b. Hüseyin’di; ancak vasiyetlerinin bir çoğunu kız kardeşi Zeyneb’e yapmadı mı? İmam Hasan Askerî de aynen böyle yaptı; onun vasisi saklı olan bu oğlu olduğu halde, benim vasim odur diyemediği için görünürde bu değerli kadını kendine vasi tanıtmıştır.
İlahi! Senin en yüce, en değerli ve en cömert ismin hürmetine…
Allah’ım! Bizi İslam ve Kur’an’ın kadrini bilen, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) kadrini bilen kişilerden eyle. Bizi Ehlibeyt’in (a.s) kadir ve kıymetini bilenlerden kıl. Seni tanımanın ve öz sevginin nurlarını kalbimize ışıldat. Peygamberin ve Ehlibeyt’inin (a.s) muhabbetini ve onları tanımanın nurlarını gönlümüze yerleştir. Ölülerimizi kendi lütuf, rahmet ve mağfiretinin kapsamına al.
Dostları ilə paylaş: |