8 Genel Adalet
Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd alemlerin Rabbi ve bütün varlıkları yaratan Allah’a mahsustur; salat ve selam Allah’ın kulu, elçisi, habibi, seçtiği, sırrının koruyucusu ve risaletinin tebliğcisi efendimiz, peygamberimiz, mevlamız Ebu’l-Kasım Muhammed’e (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehlibeyt’ine olsun) ve onun tertemiz ve masum Ehlibeyt’ine olsun.
Euzubillahi min’eş - şeytani’r - racim.
“Allâh sizden, inanıp iyi işler yapanlara va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yer yüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar. Ama kim(ler) bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkanlardır.” Nur, 55.
Allah Teala tarafından insanlara gönderilen bütün ilahî peygamberler, iki ana hedefi izlemişlerdir. Biri Allah’la kullar arasında bağlantı kurmak; başka bir tabirle, insanın “la ilahe illellah” kelimesinde özetlenen Allah’tan başka herhangi bir varlığa tapmasını önemektir. Allah Teala tarafından gönderilen yüce peygamberlerin ikinci hedefi ise, bireyler arasında, kişileirn birbirleriyle adalet, barış, safa, yardımlaşma, bağışta bulunma, şefkat ve diğerlerine hizmet üzerine iyi ve güzel ilişkiler kurmasıdır.
Kur’an-ı Kerim, bu iki konuyu apaçık bir şekilde peygamberlerin hedefi olarak belirtmektedir. Birinci hedef hakkında, Resul-i Ekrem’le (s.a.a) ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Ey peygamber, biz seni şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve izniyle, Allah’a davetçi ve aydınlatıcı bir lamba olarak (gönderdik).” Ahzab, 45 - 46.
İkinci hedef hakkında ise şöyle buyuruyor: “Andolsun biz elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adâlet) ölçü(sün)ü indirdik ki insanlar adâleti yerine getirsinler. Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok yararlar bulunan demiri indirdik ki Allâh, kimin (ondan yararlanarak) gaybda (görmediği halde) kendisine ve elçilerine yardım edeceğini bilsin, (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allâh kuvvetlidir, dâimâ üstündür.” Hadid, 25.
Bakın Kur’an-ı Kerim ne kadar sarih bir şekilde peygamberlerin inayetini, hatta peygamberlerin insanlar arasında adaleti oluşturmak için risalet ve görevlerini beyan etmektedir. Bu ayette de, biz elçilerimizi apaçık delillerle gönderdik, onlarla ölçüyle birlikte kitap ve emirler, yani adilane kanun ve kurallar gönderdik’diyor; niçin mi? İnsanlara adaletle davranmaları ve adalet ilkesinin tüm insanlar arasında yerleşmesi için. Dolayısıyla, adaletin hakim olması meselesi, o da beşer kıstaslarıyla, tüm peygamberlerin temel ve asıl hedefidir; yani gönderilen peygamberlerin bir işi, vazifesi, bir görevi ve risaleti var idiyse o da Kur’an-ı Kerim’in nasslarıyla adaleti uygulamaktı. Burada değinmem gereken diğer bir konu da şudur: Acaba adalet meselesi, o da -nisbî, bireysel ve kişisel adalet değil- genel ve umumî adalet, yani bu dünyada beşer için bu zulümler, sitemler, ayırımlar, savaşlar, nefretler, kinler, kan dökmeler, sömürüler ve bunların gereği olan yalanlar, nifaklar, hileler ve nihayet beşeriyetteki bütün bu fesatlardan bir eserin kalmayacağı bir günün doğması anlamında bir adalet. Acaba insanoğlu böyle bir günü görecek mi? Acaba beşeriyet gelecekte böyle bir dönem, böyle bir gün ve böyle bir asra tanık olacak mı? Yoksa bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hayal ve arzu mudur?! Veya hatta dini bir eğilimi olan bir kişi bile kalkıp diyecek ki: -elbette bu konu Şia dışındakilerde geçerlidir- Ben genel adaleti inkar etmiyorum ben dünyanın zulümle dolmasına taraftar değilim; ancak ben şuna inanıyorum ki bu dünya o kadar alçak ve düşük, o kadar karanlık ve zulmettir ki hiçbir zaman dünyada genel ve gelecek adalet, gerçek sulh ve safa, hakiki insanlığın hakim olmayacağına, bir gün beşer fertlerinin gerçekten bir arada insanî bir şekilde yaşamayacaklarına inanıyorum; dünya zulüm ve karanlık yurdudur; tüm zulümler ahirette telafi edilecek; adalet sadece ahirete aittir.
Gayr-i Müslimlerin ve diğer dinlerin arasında böyle bir düşünce vardır. İslam inançlarının temel imtiyazlarından biri de -özellikle Şia’nın İslam’a bakış açısıyla- şudur: Karamsar olmayın; zulüm ve haksızlık dönemi, savaş ve kavga dönemi, ihtilaf dönemi, ahlakî fesad dönemi; karanlık ve zulmet dönemi geçici bir dönemdir ve sonunda nuraniyet ve adalet hakim olacaktır. Bu talim diğer dinlerde olsa bile, kesinlikle Şia mektebinde olduğu açıklıkta hiçbir yerde yoktur. Bu dünyada beşeriyetin geleceği zulmün gidişi ve adaletin gelişidir; eğer insan ilk önce Kur’an-ı Kerim’e dikkat edecek olursa, Kur’an’ın bu konuyu teyit edip vurguladığını, geleceği müjdeleyip dünyanın geleceğini aydın bildiğini görür. Bu konuda bir çok ayet vardır; sözümün başında okuduğum şu ayet onlardan biridir: “Allâh sizden, inanıp iyi işler yapanlara va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yer yüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar.”
İman edenlere ve amelleri iyi ve salih olan kişilere, dünyanın sonunun onların elinde olacağını, sonunda dünyaya ilahî dinin, maneviyetin ve "la ilahe illellah"ın hakim olacağını, maddeciliğin, maddeperestliğin ve bencilliklerin son bulacağını, dünyanın sonunun güvenlik ve emniyet olacağını müjdelemektedir: “Ve korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir.” Dünyanın sonu tüm mertebeleriyle tevhiddir.
Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’den şu iki nokta anlaşılmaktadır: Biri peygamberlerin temel hedefleri iki şeydir: Tevhid ve adaletin uygulanması. Birincisi, insanın Allah’la ilişkisiyle ilgilidir; ikincisi ise insanların birbirleriyle ilişkileri hakkındadır. İkinci konu ise, adalet meselesi sadece bir arzu ve hayal değildir; dünyanın kendisine doğru gittiği bir gerçektir; yani, ilahi bir sünnettir; Allah sonunda adaleti dünyaya hakim kılacak ve bu dünyaya asırlar boyu -ne kadar olduğunu bilemiyoruz; belki milyonlarca ve belki de yüz milyonlarca yıl- beşer hüküm sürecek; ancak mükemmel bir beşer ve gerçek bir insan olan beşer, aralarında günümüzdeki zulüm ve sitemlerden bir eser bile olmayacak beşerler hüküm sürecekler.
Ben -bugün-, dünyada genel adaletin hakim olacağı konusunu, özellikle onun şu yönünü işleyeceğim size: Dünyaya genel adaletin hakim olacağını iddia eden İslam’ın, bu iddiası neye dayanmaktadır? Bunu açıklamak için daha önce üç konuyu açıklamamız gerekiyor: Birincisi şu ki, esasen adalet nedir? İkincisi, acaba beşerin fıtrat ve yapısında adalete eğilim var mı, yoksa esasen beşerin fıtratında adalete eğilim yok mudur; adalet ne zaman insana verildiyse veya verileceği zaman zorla mı uygulanmış veya uygulanacaktır yoksa, beşerin kendi rıza ve isteğiyle adaleti kabullenmesi imkansız mıdır? Üçüncüsü; acaba adaletin gerçekleşmesi mümkün müdür, yoksa böyle bir şey düşünülemez mi ve eğer gerçekleşmesi mümkünse nasıl gerçekleşecek?
Dostları ilə paylaş: |