Muhammed b. İclan ve Mensur-i Abbasî
Yine İslam tarihinde vuku bulan diğer olaylara da tanık olmaktayız; bu cümleden: Medine fakihlerinden “Muhammed b. İclan” adında biri gidip Muhammed b. Abdullah-i Mahz’a biat etti. Başta onları himaye eden Abbasîler hilafet meselesi gündeme gelince hilafeti ele geçirdiler ve sonra da İmam Hasan’ın (a.s) soyunan gelen seyitleri öldürdüler. Mensur bu fakih adamı yanına çağırdı; araştırdıktan sonra biat ettiği anlaşılınca onun ellerini kesmelerini emretti ve “Benim düşmanıma biat eden bu elin kesilmesi gerekir” dedi. Diyorlar ki, bunun üzerine Medine fakihleri araya girip, “Ey halife!” dediler, “Onun bir suçu yoktur. O fakih ve rivayet konusunda alim bir kişidir; bu adam Muhammed b. Abdullah’ı Mahz’ın ümmetin Mehdi’si olduğunu sandığı için ona biat etmiştir; yoksa size düşmanlık etmek niyetinde değildir.”
İşte böylece İslam tarihinde, vaad edilen Mehdilik meselesinin çok kesin bir şey olduğunu görmekteyiz. Dönem ilerledikçe İslam tarihinde vaad edilen Mehdi’nin zuhuru inancına dayanan bir takım olaylarla karşılaşmaktayız. Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) bir çokları şehid oldukları zaman bir gurup, “Belki de ölmemiş, gaybete çekilmiştir; belki de o ümmetin Mehdisidir” diyordu. İmam Musa Kâzım (a.s) hakkında böyle olmuştur; hatta İmam Muhammed Bâkır (a.s) ve zahiren İmam Sadık (a.s) ve Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s) diğer bazıları hakkında da vardır bu.
İmam Cafer-i Sadık’ın İsmail adında bir oğlu var; İsmailiye fırkası bu İsmail’e mensuptur. İsmail İmam hayattayken vefat etti. İmam İslamil’i çok seviyordu. İsmail vefat ettikten sonra gusül verip kefenledikleri zaman İmam Sadık (a.s) özellikle İsmail’in başının üzerine gelerek ashabını çağırdı; İsmail’in yüzünü açarak onlara gösterip “Bu benim oğlum İsmail’dir; -gördüğünüz gibi- ölmüştür; yarın onun ümmetin Mehdi’si olduğunu ve gaybete çekildiğini iddia etmeyesiniz sakın. Cenazesine ve yüzüne bakın, tanıyın ve sonra tanıklık edin” buyurdu.
Bütün bunlar Müslümanlar arasında Mehdilik zemini o kadar kesindi ki hiç kimse şüphe etmiyordu. Araştırdığım kadarıyla İbn-i Haldun’un dönemine kadar İslam ulemasından hatta bir kişi bile Mehdi’yle (a.f) ilgili hadislerin temelsiz ve uydurma olduğunu söylememiştir; herkes bu hadisleri kabul etmiştir. Bir takım ihtilaflar var idiyse de teferruat ve ayrıntılarda vardı, Mehdi’nin şu mu, yoksa bu mu? İmam Hasan Askerî’nin (a.s) oğlu mu, değil mi, İmam Hasan’ın (a.s) mı, yoksa İmam Hüseyin’in (a.s) oğullarından mı olduğu konusundaydı. Fakat bu ümmetin bir Mehdi’si olduğunda ve onun Resulullah’ın (s.a.a) evlatlarından, Hz. Zehra’nın (s.a) oğullarından olduğunda, dünya zulüm ve sitemle dolduğu gibi, onu adalet ve eşitlikle dolduracağında hiç şüphe yoktu.
Di’bel’in Sözü
Di’bel-i Huzaî, İmam Rıza’nın (a.s) huzuruna gelerek meşhur şiirini okuyor:
Ey Fatıma! Hüseyin’in boşluğu ağır geldiyse sana
Fırat suyu kıyısında susuz öldürüldüğü içindir
Hz. Fatıma-ı Zehra’ya (s.a) hitap ederek evlatlarının başına gelen musibetleri teker teker anlatıyor. Di’bel’in bu şiiri Arapça okunmuş olan en güzel kasidelerden ve bu alanda dile getirilen en iyi mersiyelerdendir. İmam Rıza (a.s) çok ağlıyordu. Di’bel bu şiirinde Zehra evlatlarının mezarlarını teker teker dile getiriyor; “Fahh”taki mezarları, “Kufan”daki mezarları anıyor, Muhammed b. Abdullah-i Mahz’ın ve kardeşinin şehadetine değiniyor, Zeyd b. Ali b. Hüseyin’in şehadetine, şehidler efendisi İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetine ve Musa b. Cafer’in şehadetine değiniyor: “Bağdat’ta da Nefs-i Zekiyye’nin mezarı var.” Di’bel buraya varınca diyorlar ki, İmam Rıza (a.s) ona, “Bir şiir de ben söyleyeyim ekle” buyurdu, “Tus’da da bir mezar var ki, eyvah başına gelecek musibetlere.” Bunun üzerine Di’bel, “Ey Mevlam! Bu mezarı ben tanımıyorum” diye arz edince İmam (a.s), “Bu da benim mezarımdır” buyurdu.
Di’bel bu şiirlerinin bir yerinde bu konuya işaret etmektedir. Bu şiirde Di’bel gerçekleşmesinde şüphe olmayan bir İmam’ın zuhuruna kadar bütün bu olayların vuku bulacağını vurguluyor.
Yine burada aktarmaya gerek görmediğim bunun dışında bir çok tarihî örnekler vardır. Bu örnekleri aktarmamın nedeni sadr-ı İslam ve Resulullah’ın (s.a.a) döneminden itibaren vaad edilen Mehdi meselesinin Müslümanlar arasında kesin konu olduğunu ve hicretin birinci asrının ikinci yarısında bir çok olaylara sebebiyet verdiğini anlatmak içindi.
Ehl-i Sünnet Dünyasında Mehdilik İnancı
Bu konunun Şia’ya has olmadığını anlamak istiyorsanız102 araştırıp bakalım, sadece Şiiler mi yoğun bir şekilde Mehdilik iddiasında bulunmuşlardır ve Ehl-i Sünnet’te hiç Mehdilik iddiasında bulunan olmamış mıdır? Baktığımızda görüyoruz ki Ehl-i Sünnet’te de çok sayıda Mehdilik iddiasında bulunanlar olmuştur. Bunlardan bir son asırda Sudan’da ortaya çıkan ve orada son zamanlara kadar hayatını sürdüren bir topluluk oluşturan Mehdi-i Sudanî veya Mutehhid-i Sudanî’dir. Esasen bu adam Mehlilik iddiasıyla zuhur etmiştir. Yani o Sünni bölgesinde Mehdilik inancı o kadar yaygındı ki; bu inancın varlığı uydurma bir Mehdi’nin ortaya çıkması için bile zemin hazırlamıştır. Diğer İslam ülkelerinde de Mehdilik iddiasında bulunan çok insanlar olmuştur. Örneğin Hindistan ve Pakistan’da Kadiyaniler Mehdilik iddiasıyla zuhur etmişlerdir. Rivayetlerimizde de çok sayıdaki Deccallara oranla Mehdilik iddiasında bulunan yalancıların çıkıp bir takım iddialarda bulunacakları vurgulanmıştır.
Hafız’ın Beyanı
Ben şimdi Hafız’ın gerçekten Şii mi Sünnî mi olduğunu bilmiyorum; hiç kimsenin de Hafız’ın kesin olarak Şii mi, Sünnî mi olduğunu söyleyebileceğini sanmıyorum. Fakat Hafızın da şiirlerinde -bu konuya işaret edildiğini görmekteyiz-. Bunlardan sadece ikisini şu an hatırlıyorum; birinde diyordu ki:
Nerede Deccal gözlü mülhit sofi
Söyle kahrol, yetişti dinin direği Mehdi
Diğeri de şu güzel şiiridir:
Müjde ey gönül Mesih canlı geliyor
Ki hoş nefeslerinden kokusu geliyor
Gamdan, dertten etme feryat, etme figan
Fal açtım ben -Mevla- imdadımıza geliyor
Vadinin ateşinden güvendeyim, bu yeter
Musa buraya ateş meşalesi için geliyor
Kimse bilmez maksudun menzili nerde
Maksuttan ancak zil sesi geliyor.
Gülistanın bülbülünden ne soruyorsun sen
Bir kafesten gelen figanı duyuyorum ben
Mehdilik inancının tarihi incelemesi böyledir. Şimdi Hz. Mehdi’nin döneminden sonra nice yalancı Mehdiler çıkacaktır; bu da başlı başına bir konudur; ben burada bu konuya da girmek istemiyorum. Burada sözümü üç konuyla bitirmek istiyorum.
Dünya zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra genel adaletin ortaya çıkması şu meseleyi ortaya koymaktadır: Bazı kişiler bu konuya dayanarak her türlü ıslahata ve düzeltmeye karşıdırlar. Onlar diyorlar ki, dünyada ani bir inkılap olması, her yerin adalet ve eşitlikle dolması için dünyanın zulüm ve haksızlıkla dolması gerekir. Bu konuyu dile getirmeseler bile içlerinden karşıdırlar. Birinin küçük bir düzeltme girişiminde bulunduğunu görseler rahatsız olurlar. Bir toplumda, insanların dine yöneldiklerini görürlerse gerçekten üzülür, böyle bir şey olmaması gerekir, Hz. Mehdi’nin (a.f) gelmesi için durum günden güne kötüleşmelidir; halkın dine yönelmesi için bir girişimde bulunacak olursak Hz. Mehdi’nin (a.f) zuhuruna ihanet etmiş ve zuhurunu geciktirmiş oluruz derler.
Acaba gerçekten böyle mi olması gerekir? Konunun iyice anlaşılması için mevzuyla ilgili biraz bilgi vereyim size.
Dostları ilə paylaş: |