ŞEHİd murttaza mutahhari Çeviren: Cafer bendiderya orijinal Adı


Hz. Ali’nin Haricilere Karşı Davranışı



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə4/36
tarix20.11.2017
ölçüsü0,61 Mb.
#32397
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36

Hz. Ali’nin Haricilere Karşı Davranışı


Bunun üzerine Ali’yle yollarını ayırıp, “Ali’ye karşı isyan edenler” anlamında “Hariciler” isminde bir fırka oluşturdular. Bunlar Ali’nin içine kan doldurmaya başladılar. Bunlar silahlı kayama başlamadıkça Ali (a.s) mümkün olduğu kadar onlarla karşı iyi davrandı; hata bunların beytülmalden maaşlarını bile kesmedi; özgürlüklerini kısıtlamadı. İnsanların gözleri gönünde gelip ona hakaret ediyorlardı; Ali ise yumuşak davranıyor, sabrediyordu. Ali minberde sohbet ederken onlardan biri kalkıp parazit yapıyordu. Bir gün Ali Minberde konuşurken biri bir soru sordu. Ali bu soruyu anında çok güzel bir şekilde cevapladı. Ali’nin bu güzel cevabı herkesi hayrete düşürdü; belki tekbir de getirdiler. Orada olan haricilerden biri, “Allah canını alsın; ne kadar bilgili bir adam?!” dedi. Ashabı başına üşüşüp ona gereken cevabı vermek isteyince Ali, “Ne işiniz var onunla; o benim için kötü bir söz söyledi; en fazla siz de ona kötü bir şey söyleyebilirsiniz; hayır; ona dokunmayın” buyurdu.

Ali (a.s) namaz halindeydi; cemaat namazı kılıyordu. Müslümanların halifesiydi Ali -bakın ne kadar halim davranıyor Ali!-. Onlar Ali’ye iktida etmiyorlardı; Ali Müslüman değildir, Ali kafir ve müşriktir, diyorlardı. Ali namazda Fatiha ve sureyi okurken onlardan İbn-i Kevva isminde biri gelerek şu ayeti okudu: ‘Andolsun! Sana da senden öncekilere de kesinlikle vahyedilmiştir ki; eğer Allah’a ortak koşacak olursan kesinlikle amelin batıl olur.”[8] Bu ayet Resulullah’a hitaben şöyle buyuruyor: Ey peygamber! sana ve senden önceki peygamberlere vahyedildi; sen de ortak koşacak olursan tüm amellerin batıl olur. Veya o peygamberler de ortak koşacak olsalar tüm amelleri batıl olur. İbn-i Kevva bu ayeti okuyarak şunu söylemek istemiştir: Ey Ali! Senin ilk Müslüman olduğunu ve İslam’da parlak bir geçmişe sahip olduğunu, büyük hizmetler yaptığını ve böylesine yüce bir ibadete sahip olduğunu kabul ediyoruz. Fakat müşrik olup Allah’a ortak koştuğun için Allah yanında hiçbir ecrin yoktur. Peki Ali buna karşı nasıl davrandı? Ali (a.s), ‘Kur’an okununca onu dinleyin ve susun”[9] hükmü gereğince adam yukarıdaki ayeti okuyunca Ali susup dinledi. Ayet okunup bitince namaza devam etti. Ali (a.s) namaza devam edince adam yine aynı ayeti tekrarladı. Ali (a.s) yine susup ayeti dinledi. Ayeti bitirince kaldığı yerden namaza devam etti. Adam bu hareketi üçüncü ve dördüncü defa tekrarlayınca artık Ali itina etmeyip şu ayeti okudu: “Artık sabret. Allah’ın verdiği söz haktır. Ve ahirete inanmayanlar sakın seni telaşlandırmasınlar”[10] ve daha sonra namazına devam etti.


Hariciler Mezhebinin İlkeleri


Acaba Hariciler bu kadarıyla yetindiler mi? Eğer bununla yetinmiş olsalardı Ali için büyük bir sorun olmazlardı. Yavaş yavaş bir araya gelip bir topluluk, bir parti ve hatta bir mezhep oluşturdular; İslamî bir mezhep meydana getirdiler (“İslamî bir mezhep” derken onların gerçekten Müslüman olduklarını söylemek istemiyoruz; hayır, bizce onlar kafirdirler.) İslam dünyasında yeni bir mezhep oluşturdular ve bu mezhepleri için bir takım temel ilkeler ve ayrıntılar belirlediler; dediler ki bizden olan, hem Osman’ın, hem de Ali’nin, hem Muaviye, hem de hakemiyeti kabul edenlerin kafir olduğuna inan kimsedir. Biz de kafir olmuştuk, fakat tövbe ettik ve sadece tövbe edenler Müslüman’dır. Ve yine dediler ki, iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın şartı yoktur. Her zalim imamın, zorba önderin karşısında ve tüm şartlar altında kıyam etmek gerekir; kıyamın yararsız olduğunu kesin olarak bilsen bile. Bu da onlara fevkalade haşin  bir çehre verdi. Haricilerin bu mezhepleri için belirledikleri cehalet ve ufuklarının darlığını ortaya koyan ilkelerden biri de şu sözleridir: Esasen amel imanın bir parçasıdır. Sadece “Eşhedu en la ilahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden Resulullah” demekle Müslüman olunmaz. Müslüman namazını kılar, orucunu tutar, şarap içmez, kumar oynamaz, zina etmez, yalan konuşmaz ve bütün büyük günahlardan sakınırsa, bu durumda İslam’ın başındadır. Müslüman bir yalan söylerse esasen kafir olur, necis olur ve böyle bir kişi artık Müslüman değildir. Bir defa gıybet yapar veya şarap içerse İslam dininden çıkar. Büyük günahları işleyenleri İslam dininin dışında bildiler. Sonuçta dünyada sadece kendileri Müslüman bildiler; -sanki diyorlardı ki- şu gök kubbesinin altında bizden başka Müslüman yok. Hariciler bunun gibi bir takım ilkeler belirlediler kendilerine.

İyiliği emredip kötülükten sakındırmanın farz oluşu, bunun hiçbir şarta dayanmayışı, her zalim imamın karşısında kıyam edilmesinin gerekliliği Haricilerin ilkelerinden biri olduğundan ve Ali’yi (a.s) da kafir saydıkları için “Ali’ye karşı kıyam etmekten başka bir seçenek kalmadı” dediler. Böylece ansızın şehrin dışında çadır kurup resmen baş kaldırdılar. Baş kaldırmalarında da çok katı ve sert ilkeleri izliyorlar, diyorlardı ki: Diğerleri Müslüman değiller; Müslüman olmadıkları için onlardan kız alamayız; onlara kız da vermememiz gerekir. Onların kestikleri hayvanların etlerinden yemek haramdır. Onların kasaplarından et almamalıyız; dahası, onların kadın ve çocuklarını öldürmek caizdir.

Şehrin dışına çıktılar. Diğer insanları öldürmeyiş caiz bildikleri için insanları öldürüp mallarını yağmalamaya başladılar. Acayip bir durum oldu. Resulullah’ın (s.a.a) bir sahabesi hamile eşiyle birlikte geçerken ondan Ali’den beri olduğunu söylemesini, uzak durmasını istediler. Sahabe bunu kabul etmeyince onu öldürüp eşinin de karnını mızrakla yırttılar; siz kafirsiniz dediler. Aynı kişiler bir hurmalığın yanından geçerken (hurmalık, onların malını saygın bildikleri bir kişiye aitti) biri elini uzarak ağaçtan bir hurma alıp ağzına koydu. Bunun üzerine onun başına öyle bir bağırdılar ki Allah bilir. Müslüman kardeşinin malına mı tecavüz ediyorsun dediler.

Hz. Ali’nin (a.s) Haricilere Karşı Tutumu


Haricilerin işleri öyle bir yere vardı ki Ali (a.s) gelerek onların karşısında karargah kurdu. Artık serbest bırakılamazlardı. İbn-i Abbas’ı gidip onlarla konuşmak için gönderdi. İşte orada İbn-i Abbas gelerek şöyle dedi: Çok ibadet nedeniyle alınları nasır bağlayan, ellerinin için devenin dizleri gibi olan kişiler gördüm. Zahidane eski elbiseler giymişlerdi. Çok ciddi ve kararlı bir çehreleri vardı. İbn-i Abbas’nın gitmesinin  bir yararı olmadı. Ali’nin (a.s) kendisi gidip onlarla konuştu. İmam’ın konuşmaları etkili oldu. O on iki bin kişiden sekiz bini pişman oldu. Ali (a.s) aman bayrağı diye bir bayrak dikip o bayrak altında toplananların güvencede olduklarını söyledi. Bunun üzerine bu sekiz bin kişi geldiler; fakat dört bini hayır, imkansızdır dediler. Ali de alınları nasır bağlayan görünüşte dindar olan bu riyakârların boynuna kılıç bırakıp tümü kılıçtan geçirdi. Onlardan on kişiden fazlası kurtulamadı. Bu kurtulan on kişiden biri dindar görünümlü riyakâr Abdurrahman b. Mülcem’di.

Ali’nin (a.s) Nehcu’l-Belaga’da bir cümlesi var -olağanüstü bir kişidir Ali. Aslında Ali’nin (a.s) yüceliği burada ortaya çıkmaktadır- diyor ki: “Fitnenin gözünü ancak ben çıkardım. Benim dışımda kimse bu fitnenin -dindar görünümlü bu riyakârların fitnesinin- gözünü çıkaramazdı; benden başka kimse bunların boynuna kılık bırakmaya cüret edemezdi.”  Çünkü sözde dindar olan bir topluluğu ancak iki kesim öldürebilir: Biri İslam ve Allah’a inanmayanlar; Yezid taraftarlarının İmam Hüseyin’i (a.s) öldürmeleri gibi. Ancak kendileri de Müslüman olan bir kesimin bu topluluk karşısında bir şey söyleyip bir şey yapma cüreti göstermesi öyle sıradan herkesin yapabileceği bir iş değildir. Aslan gibi biri olmalıdır; onların İslam dünyasında doğuracakları tehlikeyi hisseden Ali’nin (a.s) basireti gibi bir basirete sahip olmayı gerektirir bu iş (Ali’nin kendi sözlerinden anlaşılan hissetti şeyi şimdi açıklayacağım). Onlar bu taraftan Allah’ı zikredip Kur’an okuyadursunlar Ali de o taraftan kılıç sallayıp onları param parça etsin! Bu iş, Ali’nin basireti gibi bir basiret ister. Buyurmuştur ki: Hiçbir Müslüman, Resulullah’ın (s.a.a) hiçbir sahabesi onlara karşı kılıç çekme cüretini bulamazdı kendinde; fakat ben onlara karşı kılıç çektim; kılıç çektiğim için de iftihar ediyorum. Buyuruyor ki, “Zulmet denizi dalgalanıp zulmet dalgası yükseldikten sonra ben bu fitnenin gözünü çıkardım.[11] Kuduzluk baş alıp gidiyordu.” Bu cümle çok ilginçtir. Köpek kudurunca ve avam diliyle delirince, özel bir hastalığa yakalanır. Bu hayvan bu hastalığa yakalanınca tanıdıkla yabancı, sahibiyle sahibi olmayan arasında fark gözetmez, hiç kimseyi tanımaz. Karşılaştığı her insan veya hayvanı ısırır, dişlerini bedenine geçirir ve sonra ağzının salyasından bu hastalığın mikrobu karşı tarafın kanına geçer; bir süre sonra o da kuduz olur. Yani kuduz bir köpek bir atı ısırırsa, o at bir süre sonra kuduz olur; yine bir insanı ısırsa, o insan da bir süre sonra kuduz olur. Ali (a.s) buyuruyor ki bu kutsal görünümlü kişiler kuduz köpek gibi olmuş ve kuduz köpekler gibi kime temas ediyorlardıysa onu da kendileri gibi kuduz yapıyorlardı. İnsanlar bir köpeğin kuduz olduğunu gördüklerinde ısırıp diğerlerini de kuduz yapmaması için herkes kendisine onu idam etme hakkını verdiği gibi ben de bu kuduz köpekleri görüp onları idam etmekten başka bir çare kalmadığı, aksi durumda taşıdıkları kuduz hastalıklarını İslam toplumuna bulaştıracakları, İslam toplumunu katılık, sertlik, aptallık ve cahillik bataklığına gömecekleri sonucuna vardım. Ben İslam’ı tehdit eden bu tehlikeyi hissediyordum. Onlar hakkında zulmet, şek ve şüphe dalgası yükselip, kuduzlukları artıp, günden güne diğerlerine bulaştıktan sonra bu fitnenin gözünü ben çıkardım; benim dışımda hiç kimse böle bir şeye cüret edemezdi.



Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin