Şia Fıkhında Cihad
Biliyoruz ki İslam dininde cihad var. Cihad birkaç şeyde söz konusudur. Biri iptidai cihaddır; yani eğer diğerleri (gayr-i Müslim ve) özellikle müşrik olurlarsa, onlarla düşmanlık geçmişi olmasa bile İslam dini şirki ortadan kaldırmak için Müslümanların onlara saldırmasına izin vermektedir. Bu cihadda, mücahidlerin buluğ çağına ermiş olmaları, akıllı ve hür olmaları şarttır ve bu cihad sadece erkeklere farzdır; kadınlara farz değildir. Bu tür cihada masum imamın veya imam tarafından atanan kişinin izni şarttır. Şia fıkhı açısından bu cihad ancak masum imam veya şahsen masum imam tarafından atanan kişinin huzurunda caizdir. Yani Şia fıkhı açısından günümüzde şer’i bir hakimin de böyle bir cihada girişmesi caiz değildir.
İkinci cihad, İslam’ın hakimiyeti altındaki bir yerin düşman saldırısına uğraması, yani savunma yönü olan cihaddır. Şöyle ki düşman İslam beldelerine hakimiyet kurmak veya İslam topraklarının bir bölümünü işgal etmek ya da İslam topraklarına hakimiyet kurmak değil, kişilere istila etmek, gelip bir takım kişileri esir edip götürmek ister veya saldırarak Müslümanların mallarını herhangi bir şekilde almak -veya geceleyin baskını düzenleyip veya günümüzde olduğu gibi gelip zorla maden ve diğer kaynaklarını alıp götürmek veya Müslümanların haremine, namusuna, evlatlarına ve çocuk çocuğuna tecavüz etmek ister. Velhasıl mal, can, toprak veya Müslümanlar bakımından saygın olan bir şeye düşman saldırısına uğrarsa, bu durumda kadını erkeği, hürü ve kölesiyle bütün Müslümanların bu cihada katılmaları farzdır.[21] Bu cihada İmam veya İmam tarafından atanan kişinin izni şart değildir.
Bu söylediklerim fakihlerin kendi ibaretleridir; “Muhakkık” ve “Şehid-i Sanî”nin ibaretini size tercüme ediyorum.
“Muhakkık”ın “Şerayi” isminde bir kitabı var. Bu kitap Şia fıkhının kesin metinlerindendir. Şehid-i Sanî şerhederek “Mefahimu’l-Efham” adını vermiştir; çok güzel bir şerhtir. Şehid-i Sanî de Şia fakihlerinin ileri gelenlerinin başında yer aldığı söylenebilir.
Bu konuda masum imamın izni şart değildir diyorlar. Tıpkı günümüzde Müslümanların topraklarını İsrail tarafından işgal etmesi gibi. Bu durumda kadın ve erkeğiyle, hür ve kölesiyle, uzak ve yakınıyla bütün Müslümanlara savunma denilen bu cihada katılmak farzdır. Bu savunma masum imamın iznine bağlı değildir. Arzettiğimiz gibi “uzak, yakın tüm Müslümanlara.” Diyorlar ki: Bu cihad sadece toprakları, malları, canları ve namusları saldırıya uğrayan kişilere değil, bu saldırıdan haberi olan her Müslüman’a farzdır; ancak insan saldırıya uğrayanların kendilerini savunmada yeterli olduklarını, yani düşmanın zayıf, onların ise güçlü olduklarını ve yardıma ihtiyaçları olmadığını bilirse başka. Fakat kendi varlığına ihtiyaç olduğunu bilirse farzdır. Onlara yakın oldukça bu farz da şiddetlenmekte, yani müekked farz olmaktadır.
Üçüncü çeşidi de cihad gibi olmasına rağmen genel cihad değildir. Özel cihaddır. Hükümleri genel cihadlarla farklıdır. Genel cihadın kendine has bir takım hükümleri vardır. Bu hükümlerden biri şudur: Bu cihada öldürülen herkes şehiddir; gusül verilmez; resmî cihada öldürülen kişiyi gusül vermeden üzerindeki elbiseyle ve kanlı vaziyette defnederler.
Şehidlerin kadı dusan üstündür
Bu günah yüz sevaptan üstündür
Üçüncü kısma da “cihad” diyorlar. Fakat tüm hükümleri cihad gibi değildir. Sevabı cihad gibidir; bu cihada ölen de şehiddir; o da şu ki, eğer biri İslam’ın hakimiyetinde değil, fakirlerin hakimiyet alanında olan ve bulunduğu alan diğer bir grup kafir tarafından saldırıya uğrayan, onların arasında bulunan kendisinin de ölme tehlikesi bulunan, -örneğin Fransa’yla Almanya arasında savaş çıktığı sırada Fransa’da bulunan bir kişi gibi- esasen onlardan biri olmayan bir kişinin bu durumda vazifesi nedir? Böyle bir kişinin vazifesi herhangi bir şekilde canını korumaktır. Canını koruması bilfiil savaşa katılmasına bağlı olduğunu, savaşa katılmazsa canının tehlikeye gireceğini bilirse, içinde bulunduğu muhitin derdini paylaşmak için değil, kendi canını kurtarmak için savaşması gerekir; bu sırada ölürse şehid sevabını alır; nitekim İslam dininde her ne kadar üzerindeki elbiseyle ve gusül verilmeksizin defnedilmesi gibi konularda şehid hükmüne sahip olmasa da şehid ve mücahid gibi bilinen bunun dışında diğer yerler de vardır. Bunlardan biri, saldırgan Müslüman olsa bile insanın can, mal veya namusuna tecavüz etmek isteyen bir düşmanın saldırısına uğramasıdır; örneğin insan evinde uyuduğu bir sırada bir hırsız -hatta Müslüman bir hırsız ve Hacı Kelbasi’nin dediği gibi[22] gece namazını kaçırmayan bir hırsız- gelerek evdekilere saldırıp mallarını götürmek isterse, bu durumda insan malını savunabilir mi? Evet; öldürülme ihtimali de var diyorsunuz. İnsan yüzde on ihtimal verse bile, yüzde on ihtimalle canını koruması fardır insana. Fakat burada malı koruma söz konusu olduğu için yüzde elliye kadar da ilerleyebilir; fakat mal dışında bir tehlike söz konusuysa, örneğin namus veya can tehlikesi söz konusu olursa yüzde yüz öldürüleceğine emin olması durumunda da savunması ve savaşması gerekir. “O, beni öldürmek istiyor; ben ne yapabilirim ki?” dememelidir. Hayır; o öldürmek istiyor; bu durumda sen daha önce davranıp onu öldürmelisin. Yani direnmelisin; “o öldürmek istiyor; o halde ben neden bir şey yapayım; ben niye katılayım?!” dememelisin.
Azgınlık Çıkaranlarla Savaş
Yukarıda değindiğimiz üç türlü cihad dışında iki cihad daha var. Bunlardan biri azgınlık çıkaranlarla savaştır. Yani Müslümanlar arasında iç savaş çıkacak olur da, bir grup diğer gruba zorbalık yapmak isterse, bu durumda diğer Müslümanların birinci derecede vazifesi onlar arasında barış sağlamak, aracı olmak, barışmaları için çaba harcamaktır. Fakat buna rağmen bir taraf azgınlık yapar, hiçbir şekilde barışmaya razı olmazsa, bu durumda zulme uğrayan grubun lehine azgın gruba karşı savaşmak herkese farz olur. Bu hüküm Kur’an-ı Kerim’in apaçık nassıdır:
“Eğer inananlardan iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şâyet biri ötekine saldırırsa Allâh’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.”[23]
Bunun bir örneği, insanların zamanlarının adil imamına karşı baş kaldırmasıdır. O, adil ve hak imam olduğu ve bu da ona karşı baş kaldırdığı için, bunun değil, onun haklı olduğu varsayılmıştır. Dolayısıyla onun lehine ve bunun aleyhine savaşmak gerekir.
Bunun bir örneği de -bu konuda fakihler arasında biraz kısmen ihtilaf vardır- iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak için kanlı kıyamdır. O da bir merhaledir.
Dostları ilə paylaş: |