ŞEHİTLERİMİZ KIYMETLİDİR
ŞEHİTLERİMİZE SAHİP ÇIKMAK
TÜRK ULUSUNUN EN KUTSAL GÖREVİDİR..
Sevgili dostlarım , 1990’lı yıllarda Iğdır -Kars yöresinde Hudut Tabur Komutanlığım sırasında yaşadığım sıkıntı ve üzüntü verici olaylar içersinde beni en çok etkileyen, öç alma duygularımı kamçılayan üç müessif olayı dilimin döndüğünce siz değerli dostlarımla paylaşmak istiyorum.
İlkinde, 06 Ekim 1991 yılında taburumun Tuzluca –Iğdır Hudut Bölük Komutanı olan Üsteğmen Hakan Özkaner, Kağızman Demir kapı mevkiinde Teröristlerce pusuya düşürülerek, eşi Hülya ve yeni doğmuş kızı Ceren’in gözünün önünde hunharca şehit edilmişti.İnsanları son derece etkileyen , bu gün bile tazeliğini muhafaza eden müessif olayı bire bir yaşayan kişi olarak, üzerimizde oynanan oyunların bilinmesi maksadıyla siz dostlarımın hafızalarını tazelemeyi görev addediyorum..
(……) 1991’ in ağustos ayında her ikimizde görev yerimize yeni atanmıştık..Hatta ben atanma tebligatını aldığımda Denizli tugay komutanlığında görevli iken, Denizlili olması nedeniyle şehre geldiğinde kendisiyle yakınlaşmış ve kader birliği yapacağımız bölge hakkında derinlemesine görüşmüştük. Oldukça tedirgin olduğunu,Tekirdağ -Hayrabolu’da görevli iken teröristler tarafından sürekli tehdit
edildiğini , kısacası sıkıntılarını dile getirmişti. Daha sonra tehlikelerle dolu birliğimize ( Rus-Ermeni-PKK-vb .tehlikelere maruz kalınan 80 km. hudut hattı) ben Tabur, o ise Bölük Komutanı olarak katılmıştık.
Bidayette eş ve çocuklarımızı götürmeyerek bölgeyi, ayağımızı basmadık yer bırakmayacak şekilde öğrendik. Almanya’da çalışan eşi Hülya uçakla İstanbul üzerinden aktarmalı olarak Erzurum hava alanına ineceğinden bana
“ müsaade ederseniz eşimi karşılamak üzere Erzurum’a gidebilir miyim ” talebinde bulunduğunda , her ikimizin de birliğimize katılalı henüz 1,5 ay olmasına rağmen ,sivil kıyafetli olmasını , silahını yanına almasını ve istendiği takdirde kullanılmak üzere Iğdır DSİ. Bölge müdürlüğünde mühendis olduğunu belirten sahte kimlik düzenlendiğini , yola çıkmadan önce mutlaka alması gerektiğini belirterek eşini karşılayabileceğini söyledim.
Bütün verilen emirleri yerine getirdiğini tespit ettiğimde , yol emniyetini alarak Erzurum’a intikalini sağladım..
Önünde yoğun çalışma günleri olacağı düşüncesiyle de Erzurum Ordu Evinde bir iki gün eş ve çocuğu ile hasret gidermesinin uygun olacağını ve daha sonra müsait bir zamanda haberli ve emniyetli şekilde birliğine geri dönmesini emrettim.
Ancak müessif olayın gerçekleşmesinden sonra yapılan tahkikat neticesinde, teröristlerin zamanında hem bölge insanına, hem de bölgede mevcut iletişim ve işletme vasıtalarına hakim olduğunu, hedeflenen herkesin telefonlarına girilerek yapılan konuşmaların dinlendiğini öğrenmiştik..
“Bölgede herkes gündüz kuzu gece ise kurt oluyordu”. Değerli dostlarım, tecrübelerle sabit olan bu cümle benim için büyük anlam ifade ediyor. Ne olmuştu da , birlikte kurtuluş savaşında tarih yazdığımız yurttaşlarımızı kendimize düşman etmiştik?.. Ne acıdır ki, zamanında ülkeyi yönetmeye soyunanlarca bilinçli olarak hizmet götürülmeyerek kaybedilen Türk vatandaşlarını kazanmak , vatana ve millete yararlı bireyler haline getirmek de her zaman olduğu gibi biz askerlerin görevi olmuştu ..
Zor ve uzun zaman alacak olan bu meşakkatli görevi yüklenmesi gerekenler bu zaman içersinde acaba Türkiye’mizin birlik ve beraberliği, huzur ve güveni için nasıl bir politika izlemişlerdir?.. Görülen ürpertici tablo ortada olduğuna göre….Önümüzdeki tablonun karanlık olduğu ve daha da karanlık ortama çekileceği acı bir gerçektir. Ne gibi yanlışlık yapılmıştı da ülkemiz acınacak, sözüne itibar edilmeyen konuma getirilmişti.. Ülke yönetimine soyunan kişilerin yanlış politikaları ile bunca potansiyel güç maalesef ülke yararına kullanılamadığı gibi kaybedilmesine de göz yumulmuştur....
Yine kendi içimdeki sıkıntıları siz dostlarımla paylaşmaya dönecek olursak:
Kimseye güven duyulmayacak bir bölgede yaşıyorsunuz.. Sanki size düşman olan yabancı bir ülkedesiniz...Üsteğmen H.Özkaner bir ara Telefonda bölüğüne “ ben yarın Iğdır Tuzluca’ya hareket edeceğim haberiniz olsun” şeklinde bildiride bulununca , teröristler başta Tuzluca belediye Başkanı ile irtibata geçiyor, (Eşi Hülya Özkaner’in, Belediye Başkanının olayla ilgili olarak nasıl faaliyette bulunduğuna dair ifadesi arşiv kayıtlarında mevcuttur. Bu konulardan dolayı anılan zatla ilgili aramızda geçen ve mahkemeye intikal etmiş konu arşivimde mevcuttur.. ) daha sonrada telefon hattına saplama yapılarak , aracın hangi koltuğunda seyahat edeceğine varıncaya kadar Iğdır turizm şirketinden bütün ip uçları temin ediliyor..
Araç, teröristlerce Kağızman Demir kapı mevkiinde durdurulduğunda , her türlü tedbir alınmasına rağmen şoförle yapılan Kürtçe konuşmanın sonucu araca giren terörist, direk 17ve18 numaralı koltuklarda oturan sivil kıyafetli ve sahte kimlikli Üsteğmen Hakan Özkaner ve ailesinin aşağıya inmesini istemiş ve bizleri derin acılara sürükleyen o müessif olay meydana gelmiştir...
O gün bu gündür yaşanılan sayısız üzücü olayların içinde ,beni en çok etkileyen ve kamçılayan, intikam duygularımı galeyana getiren olay, kahraman Hakan Özkaner’in şehit edilmesi olayı olmuştur...
Olayın olduğu 06 Ekim 1991 den itibaren her gün uykumuzdan, ailemizden ve her türlü sosyal münasebetlerden feragat ederek gerçekleştirdiğimiz büyük ve kapsamlı operasyonlar sonucu Hakan Özkaner’i hunharca katledenlerin dördü , benim harekat kontrolümde Güney Doğulu kahraman Mehmetçiğimin (…sakın şaşırmayınız, onlar kazanılırsa en yakın ve güvenilen dostunuz olurlar ve kahramanlık örneği verirler.) makineli tüfeğinden ateşlenen mermilerle imha edilerek intikamımız alınmıştır....
Öldürdüğümüz teröristlerin resimlerini eşi Hülya Özkaner’e gösterdiğimde “evet bunlardı” demesiyle tattığımız buruk mutluluk; ne yazık ki yıllarca irtibatı muhafaza ettiğim ailesini teskin ve teselli etmeye ve vatanından ve ailesinden hunharca koparılan o kahraman askerleri geri getirmeye, yetmiyor.. Bu gün dahi aynı acıyı yüreğimden atmış değilim. Kaldı ki evlat acısı yaşayanların duyduğu büyük sıkıntıyı kelimelerle anlatabilmemiz mümkün müdür?
İki yıl boyunca verdiğimiz mücadelelerden, çektiğimiz sıkıntılardan sonra okulu nedeniyle bizlerden uzakta yaşayan kızım, yazmış olduğu mektubunun bir yerinde, “Terör belasının yüksek yoğunlukta yaşandığı bir dönemde , hayatı idame ettirme güçlükleri nedeniyle insanların istifa edip gitmediği, yoğun savaşların verildiği bölgeye, hiç tereddüt etmeden gittin. Bu nedenle seninle iftihar ediyorum.Bende burada anne ve baba hasreti çekmek pahasına da olsa ,sizleri mahcup etmeden var gücümle çalışıp başarılı olacağımın sözünü veriyorum” ifadesi beni hayata bağlamakla kalmamış, aynı zamanda var olan gücüme güç katmış, intikam duygularımı kabartmış ve birliğimle birlikte azimle , korkmadan mücadele etmeme imkan sağlamıştır..
****
Bu üzücü olayın üzerinden henüz üç ay bile geçmemişti ki, benim gibi ülke insanını da derinden etkileyen ikinci olay , 26 Şubat 1992 yılında gerçekleşen “Hocalı katliamı” , İnsan oğlunun yapmasının düşünülemeyeceği vahşette bir katliam örneği olarak ta tarih sayfalarına geçmiştir.. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde ki Hocalı yöresine, eski Sovyet Silahlı Kuvvetleri'ne ait bir Alay gücünün desteği ile, Ermeni Silahlı Kuvvetleri ( Nemesis-Asala-PKK vb. ile takviyeli) tarafından düzenlenen saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ü katledilmiştir.
*****
Beni yürekten yaralayan üçüncü müessif olayla ilgili olarak, sizi aşağıdaki isimlerle baş başa bırakıyorum. Umarım bu isimler size bir çağrışım yapıyordur dostlarım..
1-İbrahim ERTEN (Konya) Mustafa YILMAZ (Konya)
Erkan KAÇAN (Konya) Mevlüt ÖZKAN (Konya)
Hilmi ŞAHİN (Konya) Ali ARAR (Konya)
İlyas UYAR (Konya) Hüseyin ÇELİK (Denizli)
Ahmet APAK (Denizli) Ercan ÇOBANOĞLU (Denizli)
Mustafa KOÇANOĞLU (Denizli) Baki UMUTLU (Denizli)
Şeref TAY (Denizli) Mehmet ÖZTÜRK (Denizli)
Hasan GÜLTUTAN (Hatay) Mehmet TURA (Adana)
Şenol CANSIZ (Samsun) Cavit YAMAN (Samsun)
Nihat ODABAŞI (Kastamonu) Ramazan AKKAYA (Kastamonu)
Uğur BOZACI (İstanbul) Ünal KALAFAT (İstanbul)
Ahmet ARAN (Manisa) Haydar ASLAN (Trabzon)
Murat ELİBOL (Çanakkale) Aydın KUZEY (Çanakkale)
Adem ZONGUR (Kırıkkale) Musa SARIGÖZ (Osmaniye)
Murat MENTEŞ (Bolu) Hikmet ÖZDEMİR (Malatya)
Abdullah KARA (Antalya) Birol İrfan ASKAR (Afyon)
33-Selahattin AYSAN (Isparta)
33 KAHRAMAN ASKER !!!
33 kişinin ismini okudunuz. Bu kahraman isimler, 24 mayıs 1993 günü üzerlerine 1570 adet keleş mermisi sıkılarak (her birine ortalama 50 mermi) katledilen, 33 silahsız 20 yaşlarında gencecik vatan evlatlarının ad ve soyadlarıdır.
Evet bu 33 rakamını ömrünüzün sonuna kadar unutmayacağınızı bilerek şimdi aşağıda yaşananları okumanızı rica ediyorum..
YER: Elazığ-Bingöl Karayolu Bilaloğlu Mevkii
YIL: 24 MAYIS 1993
33 vatan evladının şehit olduğu 12 yıl önceki katliamdan sağ kurtulan üç asker, yaşadıklarını anlattı. Malatya’dan iki sivil midibüse biniyorlar. Hepsi sivil giysili, üniforma ve postalları çantalarında. Hiçbirinde silah yok, kendilerine refakat eden tek bir askeri personel de. Saat 18.00. Bingöl’e 10 kilometre var.
Dağlık, dar bir yol. Birden silah sesleri yankılanıyor. İlk virajı geçtiklerinde, 50 PKK’lının karşı yönden gelen Bingöl Tur’a ait bir otobüsü durdurup, çoğunluğu terhis olmuş ya da dağıtıma giden sivil erlerden oluşan 50 yolcuyu esir aldığını görüyorlar. Şoföre bağırıyorlar; ‘Geri dön!’ Şoför oralı olmuyor. Zaten 4 saatlik yolda 3 mola vermiş...Otobüsün kapısını, ‘Orada ben yoktum’ diyen Şemdin SAKIK, o zamanki adıyla ‘Parmaksız Zeki’ açıyor.
OSMAN PARTAL ANLATIYOR
Trabzonluyum. İki midibüsteki toplam 50 askerden biriydim.
Van’daki birliğime gidiyordum. Yol boyunca gereksiz molalar veren şoför, bir ara lastik patladığını söyleyip durdu.Lastiğin patlamadığını, krikoya dokunmadığını gördüm.
Aksın altına girdiğinde birileriyle konuşma yaptığını duydum.
Galiba telsizle konuşuyordu.
Şemdin SAKIK, ‘Eylem planlanırken buradan askerlerin geleceğini bilmiyorduk’ diyor.Yalan söylüyor. Çünkü ilk otobüsün en ön koltuğunda oturuyordum. Yolumuzu kestiklerinde şoförün kapısını bizzat SAKIK açtı. Toprak rengi üniforması vardı üzerinde, aynı renk kasketi ters takmıştı. Omzundaki tüfeğin namlusu yere bakıyordu. Şoföre, diğer otobüsün nerede olduğunu sordu.‘Arkada, geliyor’ cevabını aldı. İki dakika sonra diğer otobüs düştü pusuya.
Yani bizi bekliyorlardı.
DOĞULU - BATILI DİYE AYIRDILAR…
Gece yarısına kadar teröristlerle yürüdük. Mola verildiğinde niçin kaçırdıklarını, amaçlarını sorduk.‘TC ateşkes ilan edince, iki gün içinde sizi serbest bırakacağız’ dediler. Saat 01.00 sularıydı. Sakık’ın talimatıyla tek sıra olduk. Şemdin Sakık nereli olduğumuzu sorup, Doğulu - Batılı diye bizi iki gruba ayırdı. Sakık, doğulu olmayan benim de içinde olduğum 34 kişinin eğitim kampına götürülmesini söyledi. Dağda koşar adım yürümeye başladık. Bize eşlik eden teröristler sürekli değişiyordu. Toplam 300 kişiydiler. Bir köye gittik. Kapısını çaldıkları evlerden başka teröristler çıkıp gruba katıldı. Kimi terörist evlere gidip istirahat etti. Bir ahıra soktular bizi öldürmek için. Sonra vazgeçtiler. Tekrar yürümeye başladık.
Sabahı göremeyeceğimi düşünüyordum. Yıldızlara son kez bakıp annemi, babamı, köyümü düşündüm. Bir ırmaktan geçerken su içtik. Dağ yoluna çıktık. Davranışları sertleşti. Durdurdular. Saat 03.00 sıralarıydı.Yolun kenarına dizilmemizi, kol kola girip sıklaşmamızı istediler. Yanımdaki arkadaşıma ‘Devrem bizi vuracaklar’ dedim.
DEVREMİ ÖLÜ GÖRÜNCE BAYILDIM…
Sinirden titriyordum. Kalaşnikof, Bixi ve Kanvasların emniyetlerini açtılar. Sonumuzun geldiğini anladım, kelimeyi şahadet getirip kendimi yere attım.Taramaya başladılar. Dizime bir mermi isabet etti. Vurulanlar üzerime düşüyordu. Kafamı koruyordum. Hepimizin öldüğünden emin olmak için yüzlerce mermi yağdırdılar. Gittiklerini, seslerin uzaklaşmasından anladım. Altı yedi arkadaşım sağdı henüz.Diğerleri paramparçaydı. Can çekişenler, hırıldayanlar, ağlayanlar, inleyenler... Su istiyorlardı.‘Anne, anne’ diye bağırıyorlardı. Öldüğümü zannediyordum.Kendimi çimdikledim, ölmemişim.Devremin beyni parçalanmıştı..
Bizi yan yana dizip 1570 mermi sıktılar…
Ayılınca şehit arkadaşlarımı sırt üstü çevirdim.Dokunduğum her uzuv elimde kalıyordu. beyin, ayak... Yardım aramak için yukarı doğru koşmaya çalıştım. Kan kaybediyordum. Asfalta çıktım, bir kamyonla yakındaki Elmalı Karakolu’na gittim. Olanları anlattığımda dinleyen jandarmalar ağlamaya başladı. Helikopter, tanklar geldi. Şehitleri aldık. Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu.Yani silahsız erlerin her biri için 50 mermi kullanmışlardı..
****
Evet, bu güne kadar çok sayıda güvenlik mensubumuz şehit olmuş ve vatandaşlarımız katledilmiştir.. Ama silahsız katledilen 33 vatan evladını ve şehit edilen bunca insanımızın acılarını ömrümüz boyunca içimizde bütün canlılığı ile hissetmediğimiz takdirde aydınlığa , huzur ve güvene ulaşmamız mümkün görülmemektedir..
Atalarımızın, bağımsız ve huzurlu yaşayabilmemiz adına verdiği büyük mücadeleleri hiçbir zaman unutmamalıyız. Maalesef 30 yıla yakındır yoğun mücadelelerin verildiği vatanımızda , bir takım malum yetkililerin, , yazar - çizerlerin, silahlı kuvvetleri yıpratmak, şehit olanların kemiklerini sızlatmak, yakınlarını üzmek adına eylem ve söylemlerine şahit oluyoruz..
Yine kahraman şehitlerimize dönecek olursak.14 yıl aradan sonra katledilen Vatan evlatları için, katledildikleri yere nihayet bir anıt dikilmiştir. Şehitlerimize bu kadar mı uzak kalınır , ey!!ülke ve insan idaresine soyunanlar!!
Emperyalist güçlerin insan deposu olarak kullandığı Anzak’ların ( Y.Zelanda-Avustralya), kandırılarak getirildiği Çanakkale’de, kaybettikleri vatandaşları için gerçekleştirdikleri şehitlik abideleri, her yıl gelerek şehitlerine gösterdikleri saygı ve sevgi bizlere bir şey ifade etmiyor mu?
Çanakkale de yaşayan yurttaşlarımızın bile yaşanmış olaylara ne kadar kayıtsız kaldığını anlamanız için o yöreye gitmenizin yeterli olacağı kanısındayım.... Neden tarihimize, bu kadar kayıtsız kaldık? Eğitim, Adalet , Emniyet ve Sağlık gibi hayati değerlerimiz neden ve kimler tarafından nasıl çökertildi?..,
Aşağıda kaleme almaya çalıştığım sapkınlıklar ışığında sorumun cevabını bulacağınızı biliyorum..
Mutlu,sağlıklı ve özgür yaşamamız için şehit ve gazilik mertebesine ulaşan insanımıza neden kayıtsız kalıyoruz ve ölü toprağını üzerimizden atamıyoruz anlamak mümkün değildir?
Ancak 14 yıl sonra dahi olsa Bingöl’e yapılan anıta yolu düşenlerin o kahraman şehitlerimizi anmalarını gönülden diliyorum.
Yine şehitlerimize dönersek,
Değerli dostlarım, unutulmak ne kadar acıysa, hatırlanmakta tüm yaşanmış acıların ilacı, can siper hane mücadele edenlerin yüreklerine serpilmiş su ve bir nebze ailelerinin acılarının dindirilmesidir..
Ben kaybettiğim şehit Üsteğmen Hakan Özkaner’in yakınlarından bu güne kadar uzaklaşmış ve irtibatı kesmiş değilim.. Yaptıklarımı , duygu sömürüsü olur düşüncesiyle anlatacak da değilim..Çünkü o benim için hem kutsal ve hem de Allah’la aramda kalması gereken görevdir.Hepimiz şehitlerimize ve acılı ailelerine böyle yaklaşmalıyız diye düşünüyorum...
Hiç şüphesiz savaşlarda en korkulan güç “ölümü göze alan güçtür.” Böylesine vatanperver insanımızın unutulmasına imkan vermemek ve her zaman yanlarında olduğumuzu hissettirmek en önemli görevimiz olmalıdır. Bu düşüncelerle aşağıdaki acı ve fakat gerçekleri seyrederken ahlakın tüm dünyada çürüdüğünü, bozulduğunu ve Türkiye’nin de yaşatılan çirkinliklere ayak uydurduğunu bilerek tepki göstermeliyiz..
Ben, zorlu geçen yaşamım boyunca, bu Dünya’da dostumuzun olmadığını , içimizdeki bazı vatan hainlerinin desteği ile emperyalist ülkelerin gizli ve kirli emellerini, milli hedef ve menfaatlerini , en kısa zamanda gerçekleştirmek azminde olduğu ilkesini çok iyi öğrendim. İnsan yaşamının büyük bir çoğunluğunun savaşlarla geçmiş olduğu göz önüne getirilirse , bundan sonra ki yaşamından bizlere pek huzur ve mutluluk getireceği söylenemez..
Öyle zannediyorum ki Dünya’da bu ilke hiçbir zaman değişmeyecektir..Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur ve olmayacaktır da !!...
Yine ben,gözünü para hırsı bürümüş malum kurumların, ahlaksızlığı teşvik edici ve genç neslin geri kalmasını , olaylardan bir haber olarak yetişmesini hızlandıran aşağıda ki yayınlara, insanımızın özellikle tepki göstermesini yürekten öneriyorum.
İnsanların tüyler ürperten olaylara bu kadar kayıtsız kalabilmesinin, aşağıda üzerimize giydirilmeye çalışılan kirliliklerle çok yakından alakası vardırdiye düşünüyorum..
Atatürk’ün Türkiye’yi emanet ettiği böylesine mükemmel genç nüfusun; vatanperver duygulardan mahrum , Atamızın ilke ve devrimlerinden uzak, ahlaksızca yayınların seyrine kapılmış ve dolayısıyla da ülkemizin parçalanıp yok edilmesine gözlerini kapayan bir toplum haline getirileceği korkusunu taşıyorum..
Üzülerek söylüyorum ki,böylesine aktif gücü , kendi çıkarımıza kullanmadığımız takdirde parçalanıp bölünmemiz ve hatta tarihten silinmemiz gerçekleşecektir diye değerlendirmekteyim..
..
Geriden gelecek neslin huzur ve güveni için ölümü hiçe sayan şehitlerimizi, her karışında binlerce Şehidin yattığı bu güzel Vatanımızı ve rengini şehit kanından almış bayrağımızı bir an olsun unutmadan bizden sonraki çocuklarımıza ve torunlarımıza aynı güzellikte verebilmenin andını içtiğimizi tüm Dünya’ya göstermeliyiz..
Haydi şimdi albayrak923@hotmail.com ile internette dolaşan görüntülerle ülkemizde yaşanan sapkınlıkları birlikte tekrar izleyelim.
SON SÖZ NE DERSENİZ,
Böylesine çirkinliklerin, ahlaksızlıkların ,yolsuzlukların, hırsızlıkların, şehitlere saygısızlıkların yaşanmayacağı bir Türkiye için kurtuluş savaşında verilen mücadeleyi aratmayacak kararlılıkta olmamız dileği ile bütün dost ve silah arkadaşlarıma sonsuz sevgi ve saygılarımla.
Fevzi MORAY E.P.KD.ALBAY 21Kasım 2007
Dostları ilə paylaş: |