Şems-i tebriZİ'Nİn eseri



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə33/39
tarix20.11.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#32406
növüYazı
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   39

Dedim ki: Bu gece, kendisine söz vermiş olduğum Hıristiyanı ziyarete gideceğim. Biz Müslümanız, o kâfirdir dediler, bize gel! Dedim ki: C gizliden Müslümandır. Çünkü teslim makamındadır. Halbuki sizde teslim yoktur. Müslümanlık ise teslimdir. Dediler ki: Sen gel teslim, sohbet ile olur. Benim yönümden hiç bir perde ve hicap yoktur. Bismillah, tecrübe ediniz!

(M.289) Öteki, "Biz Adem'i mükerrem yarattık, onu denizde, karada taşıdık," anlamındaki âyetlerden konuşmak istedi. Sus dedim, bu âyetten nasip yoktur, sözü ağzımdan kaçtı. Kara nerede, sen neredesin? Sormak istedim, benden sen ne soracaksın? Ne itiraz edeceksin? Ben mürid tutmam, dedim. Bana çok ısrar ettiler, sana mürid olalım, bize hırka ver dediler. Kaçtım, arkamdan bir konak mesafeye kadar geldiler. Getirdiklerini oraya döktüler. Faydası olmadı, oradan uzaklaştım. Ben kendime bir şeyh edineyim ki, onunla tartışayım. Yoksa her şeyhi kâmil sanan müritleri istemiyorum.

O günü bir toplantıda o şeyh ile cenkleştim, ona soğup saydım, ses çıkarmadı. Başını kırdım, yine sustu. Başka biri, yuvarlanıyor, yüzünü yere sürerek bana doğru geliyordu. Ona yanlış, yanlış, dediler. Nihayet mazlum falandır ki, bu kadar sabretti, katlandı. Beni bırakın, dedi, ben yanlış hareket etmiyorum. Gerçekte mazlum budur. Onun bu hararetli konuşması üzerine bir feryat kopardılar. O kafasını kırdığım şeyh ileri yürüdü, gülümsüyor, yuvarlanıyor ve nara atıyordu. Şimdi bu halin amel ile ne ilgisi var, riyazat ile, perhiz ile ne ilgisi var? Her kim, şu hali riyazattan bilirse, maksattan daha çok uzaklaşır. Bu yolda atılacak adımın hangi adım olduğunu bilemez.

Nefsini bilen mutlakaRabbini de bilir,buyurmuştur. Adı emmare, yani emredici olan o nefis ben de, mutmainne (kanmış) durumuna geldikten sonra, ne gam! Bütün âlemden korkusu yoktur onun.

Şiir:

Diyorsun ki, göz yaşların niçin gül rengine boyandı?



Mademki sordun neden olduğunu dosdoğru anlatayım sana.

Sevdanın kanlı yaşı gönlüme dökülüyor, sonra,

Başımda coşkunlaşarak gözlerimden taşıyor.

Mısra:


Ey bedenine hizmet eden gafil!

Onun hizmetinde daha ne kadar uğraşacaksın?

Derler ki bu mısra Ebülalai Maarri'nindir. O kadar da değil; onun sözü kuvvetli şahsiyetlerin söyledikleri sözler den değildir. Nasıl ki Hakîm Senayî buyurmuştur.

Beyit: (M. 290)

İrfanım öyle bir mertebeye yükseldi ki

Bilgisiz olduğumu şimdi anladım.

Onun bu sözünden bir şey kokusu geliyor, çünkü ona bir şey gösterdiler. O da benim baştan sonuna kadar söylediğim bir şey olmadığını bildi. Hakkın çehresi, onu arayanlar için insanlık ışığıdır, işte bunlar gelirler, gelirler, yalnız kendilerini görürler, ne oluyor diye merak ederler. Kendilerine bakarlar, bir kul'dan bakarlar.

Musa Aleyhisselâm, o ışık içinde bayıldı düştü. Biri, biz seni bilemedik, dedi. Yani nefsimi bilemedim demektir. Sana kulluk edemedim, yani nefsime kulluk edemedim anlamınadır.

Birinin eline bir definenin planı geçmişti. Falan kabristandan dışarı çıkınca arkanı falan büyük kubbeye çevireceksin, yüzünü doğuya döneceksin, oku yaya koyarak atacaksın, okun düştüğü yerde bir hazine saklıdır, deniliyordu Adam gitti, oku attı, her ne kadar aradı ise de bulamadı. Bu haberi padişaha ulaştırdılar. Ne kadar uzağa ok atabilen okçular varsa toplandılar. Oklarını sınadılar. Fakat yine bir şey çıkmadı. Padişaha döndükleri zaman ona şöyle ilham olundu. Biz, yayı çek diye emir vermedik, dedi. Kendisi gelerek oku yaya koydu, ok hemen önüne düştü. İnayet erişince iki adım sonra maksada erişebilirsin.

Dilencinin o sevinci, bu sene açlıktan öleceği hakkında bir şikâyeti olmadığındandır. Şaka değil, bu sene yüz dinar bulur, sevinir ama o nazlı Şehzade ki devlet ve varlık içinde doğmuştur, ihtişam içinde büyümüştür, fakirin bu sevincine o güler. Dünya halkının hali ve yücelik peşinde koşanların akıbeti şuna benzer. Rüstem beyaz dev'e demişti ki: Tenimi dağ başına göm, kemiklerim yücelerde kalsın ki, ünümü işitenler hakaret gözü ile bakmasınlar.

Biri hafızlar halkasında otururken ansızın vecd'e tutuldu, halbuki bu adam şer ve kötü işlerle tanınmış, kovucu bir insandı. Ailesi olsun yabancılar olsun elinden kan ağlıyorlardı. Zincirini kımıldattılar, candan ve (M.291) cihandan geçti, feryada başladı. Ey aile efradı! dedi, benim artık insanlarla alışverişim kalmadı. Elinizi eteğinizi benden çekin. Ailesi dedi ki: Biz senin bu kadar zahmetlerini çektik, bir gün böyle bir saate kavuşmak umudu ile bekledik. Asıl kötülük zamanlarında sana yakın idik, şimdi senden nasıl ayrılalım? Adamcağız, artık, dedi, bana hac seferi görünüyor. Bu sevdanın baskısı altında hiç sabrım kalmadı, hemen yola çıkmalıyım. Önce gerçi dileği yerine gelmedi. Çöl yolunu tutmuş, bir kervana katılmıştı. Adam yolda bir kanlı ishale tutuldu. Sık sık deveden iniyor, temizleniyordu. Nihayet biraralık kervan geçip gitti. Hasta kendine gelince, kervanı gitmiş buldu. Hemen yerinden fırlayarak can korkusu ile yola koyuldu. Koşarken yolda bir ağaç dikeni ayağına saplandı, yerinde kalakaldı. Ağlamaya, yalvarmaya başladı. Ey dost, diyordu, elime yapış. Artık benim için hac ümidinden bahsetmeye bile takat kalmadı. Bunu sana anlatmaya ne lüzum var! Adam korku ve ıstırap içinde bir saat kendinden geçiyor, bir saat da yalvarmakla vakit geçiriyordu. Gece yaklaşınca umutsuzluktan, yalvarmadan da takati kesilmişti. Umutsuzluk gittikçe artıyordu, karanlık, karanlık üstüne çökmüştü. Bu arada karşıdan çölün koyu perdesi arasından bir insan belirdi. Hah! dedi, bu ya Hızır olacak ya llyas Peygamber. Kendisine yaklaşınca bir anda ona doğru koştu. Kendi kendine diyordu ki, bu yürüyüş insan yürüyüşüne benzemiyor. Belki de Allah'a yakın meleklerden biri olmalı. Ey Ulu Allahm! dedi. Bu ergin kul hürmetine şu umutsuzluk saatlerinde elimden tutuyorsun! Uzatmayalım, gelen adam eliyle zavallının ayağını oğuşturdu, sağalttı, onu sapasağlam kervana yetiştirdi. Adam o anda iki elini o kurtarıcının eteğine vurdu. Diyordu ki: Allah hakkı için yemin ederim ki, seni seçkin insanlardan kılmış, bu ululuğu ve kudreti sana vermiştir. Sen kimsin? O eteğini çekti ve beni bırak, dedi. Nihayet şu cevabı verdi. (M.292) Ben, vaizlerin kürsüde, imamların mihrapta, çocuklann kitapta okudukları ve Allah'ın, "Kıyamet gününe kadar lanetim üzerine olsun" dediği kimseyim, Şeytan, işte böyle bir kimseye, gerçek inanç bekleyenlere de böyle garip cilveler, acayip haller görünebilir; halka da böylece yayılır. inanan bir kimse herhangi bir şahıs hakkında, ta atadan dededen ve hayatının ilk çağlarından beri, Allah sevgisi nuru ile yetişmiştir diye zan beslerse, "Adem henüz su ile toprak arasında iken, ben Peygamber idim" buyuran Hazreti Muhammed (S.A.) hakkında beslesin.

Bayezid, hacca gittiği zamanlarda daima yalnız gitmek isterdi; uygunsuz bir kimse ile yol arkadaşlığı yapmak istemezdi. Bir gün kendinden daha önce yola çıkmış olan bir yolcuya rastladı. Ona bakınca yürüyüşü hoşuna gitti. Kendi kendine acaba bu adamla yoldaşlık yapayım mı? diye düşündü; hiç olmazsa şu yalnız yürümek âdetini terk ederim". Çünkü çok hoş bir arkadaşa benziyor. Şu iyi arkadaşla Hak rızası için dost olayım. Sonra görüyorum ki öyle bir arkadaşın yoldaşlığı, yalnız başına yolculuk yapmaktan daha zevkli olacaktır, işte böylece hangi tarafı seçeyim diye kendi kendine hayal kurarken, baktı ki o adam yüzünü geri çevirdi. Önce, bak gör ki, ben seni arkadaşlığa kabul ediyor muyum? dedi ve başını önüne eğdi. Gönlünden geçen gizli düşünceleri anlatan o şahıs acele ile oradan uzaklaştı.

Harzemşah'a dediler ki: Halk ekmek pahalılığından, kıtlıktan feryat ediyor.

Niçin? dedi.

Bir okka arpa ekmeği iki akçeye satılıyor. Bu kadar para kimde var, dediler.

İki akçe nedir ki dedi.

İki akçe şu kadar para eder, dediler.

Şah cevap verdi: Vah vah bu ne cimriliktir, utanmıyorlar mı bunlar

Ona göre ucuzdu, ona göre bir açın karnını doyurmak için senin bütün mülkünü veririz demek çok ağır gelecekti. O bundan korkuyordu, bir kere bütün karınları doyurursam bu kadar mülkü nereden bulayım, uzun ömür gerek ki bunu bir daha elde edeyim, diyordu.

Şimdi din bahsinde de böyle olur. Bir sıfat, bir makam halka korku verir. Ama ona göre kolaydır her şey. Onun yayını semalar bile çekemez. Nasıl ki Kuran'da "Biz emaneti yerlere ve göklere gösterdik, onu yüklenmekten kaçındılar, insan yüklendi," (72/33) buyurulmuştur. Bu ilâhî işarete göre, yerler ve gökler bile, bu emaneti taşımak bizim işimiz değildir, dediler. Çünkü onların (M.293) gözleri başarı kazanmakta değildir. Bunlar deselerdi ki: Eğer yay sert ise onu biz nasıl elimize alabiliriz. Bizim ardımızda biri vardır ki, bunu ancak o çekebilir, işte o görüş ve Hakka dayanma kuvveti, ancak Hazreti Muhammed'e ve ona uyanlarda olabilir.

Şimdi bu insan Muhammed'in veya İsa'nınsıfatını anlatıyor. Yahut büyüklerden birinin vasıflarından bahsediyor, onların halinden, sırlarından söz açıyordu. Birine coşkunluk geldi, keşke dedi onu göreydik. Öteki, ey ahmak! dedi. Onların vasıflarından bahseden bu zatı niçin görmüyorsun? Belki de bu odur, ama yüzünü kapamıştır.

İbrahim Peygamber yüzünü öyle bir şeye çevirmişti ki, Hak yolu değildi. Ama bizim ilk görüşümüz onu nasıl geçebilir? Her kimin sıfatı ilk defa gözümüze ilişse o bir şey söylemese bile biz cefa yönünden kendi kendimize o neye yarar, deriz. Yüzünü rıza yönüne çevirse, henüz rıza mertebesine erişmemiştir. Yüzünü Allaha çevirse henüz Allahın halkasına ulaşamamıştır. Ama yüzü o tarafa çevirmekle, ulaşmak aynı şeydir. Halka karşı yavaş yavaş yabancı ol! Çünkü Hakkın halk ile hiç bir yoldaşlığı ve ilgisi yoktur. Bilmem ki onlardan ne elde edebilir? Bir kimseyi neden kurtarır veya neye yaklaştırabilirler? Nihayet sen peygamberlerin yolunu tutmuşsun, onların ardından yürüyorsun. Peygamberler halk ile pek az düşüp kalktılar, onlar Hak ile ilgilendiler. Gerçi görünüşte halk onların çevresinde toplanmıştı.

Peygamber sözlerinin yorumlamaları, açıklamaları vardır. Olur ki, git derler ama, o git işareti, gerçekte gitme manasındadır. Eğer biri bir din adamına alicik dese bu küfürdür, o halde dervişcik diyenler hakkında ne söylersin! Bunlar, "Yoksulluğum benim kıvancımdır," sözündeki hikmetten bir koku almamış olanlardır. Yoksa nasıl olur da, fakircik. dervişcik diye onları küçümserler. Ne küfürdür bu! Sonra cehennemin, "Geç ey mümin! şüphesiz senin nurun benim ateşimi söndürecek," demesi ne kadar ibret vericidir.

Ebû Ali Sina yarım filozoftur. Tam filozof Eflatun'dur aşk davası eder insaf et ki makbul olasın! Bu naklolunmuş sözlerdendir. Gerektir ki başbuğluğundan vaz gecesin!

(M.2 4) Çocukluğumda bir kitapta bir hikâye okumuştum. Şeyhin biri can çekişirken çok ıstırap çekiyordu. Müridleri, ona inananlar çevresini kuşatmışlardı, istiyorlardı ki, şehadet getirsin; Allahtan başka Allah yoktur desin. Şeyh yüzünü onlardan öte tarafa çeviriyor, onlar o tarafa gittikleri zaman da bu tarafa dönüyor; çevresindekiler ısrar ettikçe, yalvardıkça hayır diyordu, söylemiyorum. Müridler arasında feryat ve figanlar yükseliyor, ah diyorlardı, asıl bu saatte şehadet getirmek lâzım, bu ne iştir başımıza gelen? Bu ne karanlık iş, halimiz ne olacak? Allah'a yalvararak ağlaştılar. Şeyh kendine geldi ve sordu: Ne oldu size, bu ne hal? Müridler meseleyi anlattılar. Şeyh, benim bundan haberim yok, dedi. Ama yanıma şeytan gelmişti. Elinde bir bardak buzlu su olduğu halde etrafımda dolaşıyordu ve soruyordu: Susuz musun? Evet, dedim. O haldeAllah'a ortak koş ki şu suyu sana vereyim, dedi. Ben de ondan yüz çevirdim. O bu tarafa geldi yine aynı şeyi söylüyordu, yüzümü yine ondan çevirdim.

Şiir:


Gündüzleri senin yüzünden gözlerimden inciler saçılır.

Geceleri sabaha kadar gözlerim semalarda dolaşır.

Kanımı dökersin diye beklemiyorum belki,

Döner misin diye o umutla bekliyorum.

Bu da doğrudur, ama Allah kullarının, has kulların vakitleri geldiği zaman şeytan onların etrafında dolaşmaya nasıl cesaret edebilir? Melek bile onların çevresinde hesap ile dolaşır. Nasıl ki, Hazreti Ömer, (Allah ondan razı olsun) şeytanın bir gözüne vurarak kör etti derler. Bu açıktan görünmez ama buradaki mana başkadır. Onların bildikleri bir sır vardır. Gerçi şeytan cismi olan bir varlık değildir. Nasıl ki hadiste, "Şeytan, Ademoğullarının kan damarları içinde dolaşır," buyurulmuştur.

Bir gün şeytan, Hazreti Ömer'e geldi. Ya Ömer! dedi, gel de sana garip bir şey göstereyim. Onu mescide götürdü. Ya Ömer! Şu kapının yarığından bak dedi. Ömer baktı, ne gördün? dedi; bir kişi namaz kılıyor, öteki mesci din köşesinde uyuyor. Ayağını çekti ve dedi ki: Ya Ömer, seni Hazreti Muhammed'e uymakla (M.29) aziz kılan ve seni benden kurtaran Ulu Allah hakkı için, eğer ondan korkmasam, onu düşünmesemşu namaz kılan adama öyle bir is yaparım ki, onu aç köpek un dağarcığına yapmaz!

Bu şeytanı hiç bir şey yakmaz, ancak Allah erlerinin ark ateşi yakar. Niceleri birçok riyazatlar yaparlar, onu bağlayamazlar: belki daha kuvvetli olur. Çünkü o şehvet ateşinden yaratılmıştır. Ateşe nur yaraşmaz. Nasıl ki cehennem, Nurun ateşimi söndürdü," diye feryat eder. Der ki: Ben bir sivrisineğin bile benim yüzümden ezilmesini ve incinmesini istemem. Halbuki o hem Allah'ı, hem de onun kullarını incitir.

Henüz bizim konuşmaya gücümüz yetmiyor, keşke dinlemeyi bilseydik. Tam olarak söylemek, tam dinlemek gerektir. Gönüllerde sevgi var, dillerde sevgi var, kulaklarda sevgi var. Az bir ışık varsa şükredince artar. Şükretmek hal dili ile olursa, "Allahm bize eşyayı olduğu gibi göster" der. Ve cevap gelir: "Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım şiddetlidir." (K. 3/7)

Ben gelmiştim, sana karşı beslediğim son derece sevgim dolayısıyle başka bir vakit gizlice şeyhin yanına varalım diyecektim. Sen de şu şiiri söylüyordun:

Başkaları ile içki derneğine, bağ sefasına gitsem bile

Hiç kimsenin sevgisini gönlümde saklayamam.

Evet güneşten ayrı düşen insan, Güneş yerine karşısında mum yakar.

Kendi kendime dedim ki: O gecedir, Güneş battı diyor. Ben görüyorum ki, Güneş batmadı, Güneş yerinde duruyor. Biri ötekine sordu: Falan kişi olgun bir adam mıdır? Babası çok faziletli, olgun bir adamdı, dedi. Ama ben babasını sormuyorum, kendisini soruyorum. Adam tekrar şu cevabı verdi: Babası çok olgun adamdı, işitmiyor musun, ne söylüyorum? deyince, sen işitmiyorsun. Ben senin sözünü işittim, işitmeseydim ne sorduğunu bilmezdim, dedi.

Rubai: (M. 296)

Gel! Tekrar gel ki, olduğundan daha ileri gidesin!

Bu güne kadar olmadınsa şimdi olasın!

Savaş zamanında bir can ve cihan değerdin.

Barış zamanında bak ki nasıl oluyorsun?

Vaizin önünde öğüt vermek hanendenin karşısında şarkı söylemek olmaz. Meğerki büyük üstat olmalı. Ona, bu perde gariptir, ama sana açılmamıştır, dense, dinler. Yüzünü bize çevirirsen gönül açıklığı seni bekliyor! Açılan her perdeden, beliren ışıklar sizin tarafınızdan gelir. Her ne zorluk görürsen kendi noksanından bilmeli, bu zorluk bendendir demelisin! Allah, kulu ile, onun değeri nispetinde ilgilenir. Kul ne yaparsa Allah da öyle yapar; bununla beraber bütün güzel şeyler ve bütün hoşa gidecek şeyler hazırdır.

Biri, dünya sevgisinden bahsediyordu; halbuki kendisi de aynı sevgide idi. Nihayet dünya sevgisi, dünyanın içindedir. Eğer bu çocuğu bana verirlerse onu öyle yetiştiririm ki, ne onu istesin, ne de bunu. Görenler, bu melektir, bu insan oğlu değildir desinler. O benden badem istese, yüzüne bir tokat vururum: Aç isen işte ekmek, yoksa saçmalama derim. Kedi bir yere pisleyince nasıl pisliği ona gösterir sonra yüzüne sürerlerse ben de öyle yaparım.

İnsanın gıdası ekmektir. Zaman zaman çorba ile et de olur. Üst tarafı oyuncaktır. Küçük yaşta iken seni düşkünlüğünden kurtarayım ki, büyüdüğün zaman oyunun ne olduğunu anlayasın. Onu böylece kısa bir zaman içinde yetiştirirsem, çok acayip bir insan olur. Ölünceye kadar hasta olmaz. Emirsiz ağzına bir lokma komaz, parmakla ağzından çıkarırlar. Çünkü böyle olmazsa büyüdüğü zaman kendi bildiğine göre hareket eder, öğüt kâr etmez. Meğer ki onu öldüresin veya ölünceye kadar dayak atasın. İşte şu sert tavsiyeden maksadım ancak nefsin terbiyesidir. O başını nereden kaldırırsa kaldırsın, artık öfke yönünden bir şey yapamaz.

(M. 297) Adamın biri toprağı kazıyordu, başka biri geldi, bu sağlam toprağı niçin harap ediyorsun diye çıkıştı. O yapmakla yıkmak ne demek olduğunu bilmiyordu. Toprağı harap etmesen, yüzünü gözünü yırtmazsan o zaman harap olur. O yırtıp kazmak toprak için bayındırlıktır. Yoksa ekin bitmez. Yolcu, derisinin açık mesamelerinden ter çıkıncaya kadar üzüm yer. Başka bir şey yerse onu zorlukla yakar. Onun terle dışarı çıkması zor olur. Tıp budur. Hikmet ve bilgi sahibi Yüce Allah'ın katından imdat olmasaydı velilerin işi nasıl olurdu? işleri belki kırk bin yılda düzelmezdi. Yirmi misli daha ömür sürseler bile yine yetmezdi.

Başka peygamberlerin bin senede elde edemediklerini Hazreti Muhammed (S.A.) en kısa bir süre içinde elde etti. Hikmet ve bilgi sahibi Allah katından ona kudret verildi.

Dışarı çıkalım, şu bıyıkları kestirelim. Savaşa gitmeyeceğiz ki, kâfirler bıyıklarımızdan korksunlar. Ama içimizdeki kâfirlerin her birinde bu kıllar sayısınca birer mızrak çeksen yine korkmazlar, fakat benimki öyle değil. Benim nefsimin işi çoktan beri sona ermiştir.

Biri benden sordu. "Halkın en kötüsü, tek başına yiyendir," sözündeki sırrın mânası nedir? Bu mânayı halka anlatmak çok güçtür dedim. Kur'an'da sözü geçen secde edenler acaba hangileridir? Önce gelmiş geçmiş peygamberler değildir. Bunlar, Yüce Peygamberimizin yoldaşları ve onlara uyanlar da değil. Hattâ dört yüz kırk veli de değil.

İçimde bir müjde var, pek acayibime geliyorîBu kimseler ki o müjdeyi almadan sevinç içindedirler, her birinin başına altın taç giydirseler bile gerektir ki razı olmasınlar. Biz bunu ne yapacağız? desinler. Bize o iç aydınlığı, gönül sefası gerektir. Keşke her neyimiz varsa hepsini alsalardı da ancak hakikatte bizim olanı bize verselerdi, desinler.

Çocukluğumda bana, hep tasalısın? diyorlardı. Sana elbise mi lâzım, yoksa paran mı yok?Keşke dedim üstümdeki elbisemi de alsalar. (M. 298) Sofunun biri şöyle demişti: Karnımı üç bölmeye böldüm. Üçte ikisini ekmek, üçte birini nefes için ayırdım. Başka bir sofu da ben midemi ikiye böldüm, yarısı ekmek, yarısı da su için, nefes lâtif ve hafif şeydir, demiş. Bir üçüncüsü de şöyle demiş: Ben karnımı ekmekle doldurayım da, su lâtiftir üstünde kalır. Nefes de ister bunun üstünde kalsın ister kalmasın.

Şimdi bunlar birer sır söylüyorlar. Biz ise içimizi sevgi ile dolduralım da başka bir şeyimiz olmasın, diyoruz. Vahy, latif bir şeydir. O kendi yerini kendi yapar eğer ona can lazımsa gelir, dilerse gider. Acaba bunlar bu Allah sevgisi yolunda neler neler biliyorlar? Allah ki, semaları yarattı, yeri yarattı, bu âlemi meydana çıkardı. Onun sevgisini, onunla konuşuyor ve onu dinliyormuş gibi, kolay zannediyorlar. Bu tutmaç suyu mudur ki getiresin de içesin ve bitiresin.

Eyyub Peygamber (Allah'nın selât ve selâmı ona olsun) bedenini kemiren kurtlara o cihetten sabrediyordu ki, o sayede devlete erişti. Derler ki, iki yüz bin kurt ve böcek onu ısırıyordu. Ben saymadığım için bunların sayılarını bilmem. Sanki saymışlar da ona göre söylüyorlar! Kurtlardan biri yere düştü mü onu alır, tekrar yarasının üzerine koyarmış. Güneş ışığında vücudunun bir tarafından bakılınca öteki tarafı görünürmüş.

Calinos hekim bu âlemi bilir ve tanırdı ama öteki âlemden haberi olmadığı için söz açmazdı. Eğer ölmezsem, derdi, beni bir katırın karnına koysunlar ki onun arkasından şu cihanı seyredeyim. Ama ölmek bana daha hoş gelir. Nasıl ki, haydudun biri oğlunu pek üzüntülü buldu; oğlana üzüntüsünün sebebini sordu, şu cevabı aldı: Bir delikanlıyı öldürdüm; belinde bir kemer gördüm içi altın doludur sandım. Meğerse bir tanecik pul varmış. Babası yerinden sıçrar, kuvvetli üç tokat vurur. Onu öldürmek ister. Ey kancık evlât! der. O kendisi ölmek isteseydi onu biraltına bile öldürmezdim!

Gemiciler de, geminin yükü ağır olunca, bakarlar ki, kaba saba bir adam var, omuz vurarak denize atarlar. Bu ne? diye aşağıdan bir ses gelince hiç derler suya bir parça şarap düştü. Bildiğiniz bütün bu şeyleri söylemeyin. İsa' nın sıfatını söyleyin. Hazreti Muhammed'in (S.A.) sıfatını söyleyin. Siz hep bildiklerinizi söylüyorsunuz. (M. 299) Kul gerektir ki Allah'yı görsün, görsün ki nasıl olur, ne türlü aşk oyunları oynar. Sanki göklerin ve yerin Allahsı ile sevişir, onu görür. Şu halde biz ne iş yapalım? İhlas (bağlık) perdesi arkasından bir ışık sıçradı, duvarda yansılandı.

Gönüle vuran ışık başkadır, duvara vuran ışık daha başka. Hakkın nefesi beliriyor; elbette secdeye kapanır. Bıçak öylesine keskinlik gösterir ki, Hint kılıncı bile ona yetişemez, Hümameddin daima insanlar nazarında hoş görünür. Yüzünden saçılan o niyaz ve ihlâs ışığı beni doyurmuyordu. Ona bakarken birçok engel araya giriyordu. Anladım ki, o ötekilerin tarafındandır, onun tarafından değil. Nihayet o engeller aradan kalktı. Aradan epeyce bir zaman geçti. İşte insan böyle bir zamanda ondan ayrılıp gitmenin neler kaybına sebep olacağını bilemez. "Allah onlara azap vermedi, sen de onlarla birliktesin" hikmeti gereğince bu kadar azap ve ayrılık içinde olunca Allah nasıl seninle birlikte olur?

Meğerse surette seninle nifak halinde olsun. Yoksa bu gönül karanlığı azapların en beteridir.

İsfahan'da ekmeği demir çivilerle satarlar. Akıllı olan satıcılar, ekmeği ye, çiviyi pabucuna vur, derler. Zır deliler de, çiviyi alnına çakmalı, ekmeği de tabutla beraber satmalı, derler. Tabutu ne yapayım? diyenlere de bir gün ölecek değil misin, lâzım olur, derler. Aşırı konuşurlar, çünkü orada ekmek pahalıdır.

Ulu Allah, "Bizim yolumuzda savaşanlara elbette yollarımızı gösteririz" (K. 29/69) buyurmuştur. Bu âyeti ister başından sonuna kadar oku, istersen sonundan başına doğru. Nasıl okursan oku. Yani yollarımızı kendilerine göstermiş olduğumuz müminler, bizim yolumuzda savaşanlardır, şeklinde de okuyabilirsin; netice aynıdır. Maksat Allah yolunda savaştır. Yoksa bu yolda savaşanlar, gerektir ki bizim kılavuzluğumuz olmadan yürüsünler. O zaman bizim onlara yol göstermemiz nasıl olur? Derler ki; Peygamberin dilinden söylenmemiş doğruca Allah yönünden söylenmiş olan, "Bizim yolumuzda savaşanlar," denilmesinden maksat bedenimizin görünürdeki savaşı ve hizmetidir. Onlara yollarımızı gösteririz buyurulmasmdan kasıt da ruhlarımızın veya gerçek inancımızın yollarıdır. Biri sırasız oruç tutar; Pazar, Perşembe ve karışık günlerde aç durur. Nefsin sırtına bin ki, oruç tutuyorum diyebilesin. Nefsine şiddetli davran ki, onu günün birinde Müslüman edesin! Peygamber, "Halk ile onların akılları (M. 300) derecesine göre konuşunuz,"buyurmuştur. Sizin aklınız derecesine göre dememiştir.

Biri sordu: Peygamberlik nedir? Peygamberliğin iç yüzü nedir? Peygamberlik kapısı nasıl kapandı? Yoksa insan oğulları mı kalmadı? Bir başkası ibahat yani her şeyi serbest ve mubah saymak ne oluyor? dedi. işte "Halk ile akılları derecesinde konuşun" diye buyurulmasının yeri burasıdır. Şeyh Muhammed'in sohbeti sırasında, falan hata etti, falan yanıldı gibi sözler çok geçerdi. Bir aralık onun da hata ettiğini gördüm. Zaman zaman bunu kendisine anlatırdım. Başını önüne eğer ve derdi ki: Oğlum sen kuvvetle dağı kamçılıyorsun, dağı. Benim bunda hiç bir maksatım, dileğim yok. Ama her defasında bunlar gibi yüz bin söz tekrarlanır dururdu. Bazan öyle bir hal içinde bulunurdu ki, onu hikâye ettiği vakit ben o makamda nasıl durabildiğini kendisine anlatırdım. Meselâ bir gün şu bahse dalmıştık, diyorduk ki: Peygamber sözü olan hadisin, Kuran'da bir benzeri olursa işte o hadis gerçek hadis sayılır. O bir hadis anlatıyor ve soruyordu: Bunun benzeri Kuran'ın neresindedir? O sırada ben kendisine garip bir hal geldiğini görüyordum. Onu, içinde bulunduğu o ayrılık âleminden cem âlemine yani birlik makamına getirmek istiyordum. Sorularını uygun sözlerle oyalıyordum. Buyurmuş olduğunuz bu hadis, gerçek hadis midir, değil midir, bunda ihtilâf vardır diyordum. Bilginler tek bir insan gibidir", anlamına gelen hadise benzeyen âyetlerin Kuran'ın neresinde olduğunu sorduğum zaman derhal cevap verir, "Şüphesiz müminler kardeştirler," (K. 30/10) ve ayrıca "Sizi ancak tek bir nefisten yarattık" (Lokman sûresi, 27) anlamındaki ayetlerden örnekler söyler, sonra yine kendi âlemine dalardı. Bilirdi ki, benim maksadım soru sormak değildi. Benim maksadım neydi? Bana, ey oğul! derdi, kamçıyı kuvvetli vuruyorsun. Daima oğul! diye hitap ederdi ve gülerdi. Yani burada oğul hitabının ne yeri var demek isterdi.


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin