Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nu'aym bin Abdullah'a rastladı.Ona, “Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum.” edi. Onun, “Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun. Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir. Ona birşey olmasın diye titremektedirler. Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!” sözleri üzerine, Hz. Ömer kılıcına sarıldı: “Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim.” dedi.
O da “ Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Sa'îd'in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular. Sen önce kendi yakınların ile uğraş!” deyince, onları öldürmek niyeti ile evlerinin yolunu tuttu.
“Müjde yâ Ömer!” 19.7.2006
Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuştu. Hz. Ömer’in eniştesi Sa'îd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hz. Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı.
Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hz. Habbâb'ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar.
Hattâboğlu Ömer, “Siz de O'nun sihrine aldanmışsınız!” diyerek, Hz. Sa'îd'i yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma'nın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:
- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu'cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen de bundan dönmeyiz.
Sonra yüksek sesle Kelime-i şehâdeti okudu. Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle, “Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın.” dedi.
Kardeşi Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi. Ömer bin Hattâb güzel okurdu. Tâhâ sûresini okumaya başladı. Kur'ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma'nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı. “Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O'nundur” (Tâhâ: 6) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Biraz daha okudu. “Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma'bûd yoktur. En güzel isimler O'nundur” (Tâhâ: 8) meâlindeki âyet-i kerîmeyi de dinledikten sonra dedi ki: “Hakîkaten, ne kadar güzel, ne kadar doğru.”
Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi: “Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir” buyurdu. İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu.”
Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer'in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen;
- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi.
Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu. Resulullahı görmek üzere hemen yola koyuldu.
“Yol verin, içeri gelsin!” 20.7.2006
Resûl-i Ekrem efendimiz, Hz. Erkâm'ın evinde Eshâbına nasîhat ediyordu. Hattâboğlu Ömer'in geldiği, Erkâm'ın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı. Hz. Hamza dedi ki:” Ömer'den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum.”
Resûlullah efendimiz de “Yol verin, içeri gelsin!” buyurdu.
Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb'ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı. Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü. Temiz bir kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi.
Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı: “Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim: “Biz niçin gizleniyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız. Allahü teâlânın dîni, Mekke'de, hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım.”
Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hz. Hamza'ya bakıyorlardı."
Hz. Ömer'in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hz. Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh!
Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı. Donup kaldı. Hz. Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki: “Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer'im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!”
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar.
Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı.
“Boynumuz kıldan incedir!” 21.7.2006
Hazreti Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi. Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur.
Bir gün at satın almak istedi. Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi. Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı. Hz. Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı. Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti. Kâdî, “ At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?” diye sordu. Hz. Ömer, “Hayır, ben denemek için koşturdum.” deyince, “Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi. Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz.” hükmünü verdi.
Hz. Ömer; “Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir” deyip atın bedelini verdi.
Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar. İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu.
Hz. Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân'a, “Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?” diye sorunca şunları söyledi: “Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk. Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi. Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi. Siz azîz, biz zelîl olduk.”
Hz. Ömer, Enes bin Mâlik'e sordu: “Ne yapalım bunu?” Cevap verdi:
“Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır. Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler. Öldürmememiz lâzımdır. Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin.”
Hz. Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi. Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti. Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep Hürmizân'ın hayatını bağışladı.
Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu. Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi. Hz. Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı. Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu. Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi.
“Şerefi başka yerde aramayın!” 22.7.2006
Şam yolculuğunda, Hz. Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı. Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi. Yerine kölesini bindirdi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti. Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer'i de köle zannediyordu. Bunu gören ordu komutanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:
- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.
Hz. Ömer buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder.
Bu şekilde şehre girdiler. Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü. Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz. Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti…
Halîfe Hz. Ömer, başka bir zaman yine Şam'a gidiyordu. Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildi. Bunun üzerine, “ Şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur.”
Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:
- Sen ne dersin?
- Resûlullahtan işittim. “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu.
Halîfe de; “Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu” deyip, Şam'a girmediler.
Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava ya'nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar.
“Bir yol takip eden üç kişiyiz!” 23.7.2006
Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hz. Ebû Bekir'e tayîn edilen maaş kadar ücret alıyordu. Bu şekilde bir müddet devam edildi. Daha sonra, Hz. Ömer, geçim sıkıntısına düştü. Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bazıları toplanıp, bu durumu görüştüler. Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendisine söyliyerek maaşını artırma teklifinde bulundu.
Hz. Ali, bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum. İnşâallah kabûl eder. Gidip teklifi bildirelim, dedi. Bu arada, Hz. Osman söz alıp buyurdu ki:
- Ömer'in hak ve adâlette ne kadar ta'vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim. Bunu, kızı Hafsa teklif etsin!
Hz. Hafsa babasının yanına varıp teklifi bildirince, çok hiddetlendi.
Sonra kızı Hz. Hafsa'ya sordu:
- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?
- İki tane renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cum'a hutbelerini bunlarla okurdu.
- Peki yediği en iyi yemek neydi?
- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi.
- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?
- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar, altımıza yayardık. Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.
Daha sonra Hz. Ömer buyurdu ki:
- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi. Kalanı ile yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim. Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim. Ve bununla yetineceğim.
Resûlullah efendimiz, ben ve Hz. Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O'na kavuştu. Sonra üçüncüsü yola koyuldu. Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz.
“Daha ne duruyoruz?” 24.7.2006
Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı. Onların zarar görmemesi için, her türlü tetbiri alırlardı. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır.
Meselâ, Halîfe Hz. Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışına konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular. Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü.
Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf'ı da yanına alarak sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.
Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına anlattı. İnanamadılar:
- Sen yanlış görmüşsündür. Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur.
- Sizin gibi önce ben de inanamadım.
- Sonra nasıl inandın?
- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Câmiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum. “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi.
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı.
Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:
- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?
Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.
“Bu gence hüsn-i zannım var!” 25.7.2006
Hazreti Ömer zamanında bir genç, namazım kılmış, evine dönüyordu. Yol üzerinde bulunan bir evin önünden geçerken, bir kadının "Bana yardım edene, Hak teâlâ da yardım etsin," diye feryâd ettiğini işitti. Genç bu feryadı duyunca, kadının feryadının sebebini sordu. Kadın: "Bir koyun kaçırdım, tutamıyorum, bana yardım et," dedi. Genç bu söze inanıp evin bahçesine girdi.
Gence aşık olan bu kadın, kapıyı kilitleyip gencin ayaklarına sarılarak yalvarmağa başladı: "Ne zamandan beri senin derdinle yanıyorum, bana hiç vefa etmiyorsun. Sana ancak bu hileyi yaparak kavuştum," diyerek genci kuvvetle tuttu. Genç, yine kadına iltifat etmedi, yüzüne bakmadı. Kadın genci çok övdüğü hâlde, genç yine kadının yüzüne bakmıyordu. Kadın, " Yâ bana yaklaş arzumu yerine getir veya feryâd eder bütün mahalle halkını buraya toplarım, rüsvay olursun," dedi.
Genç, Âhirette rüsvay olacağıma burada olurum, dedi. Genci hiçbir yolla aldatamıyan kadın, feryâd etmeğe başladı. Bütün mahalle halkı evin etrafına toplandılar.Mahalle halkı içeri girip, genci dövüp, hattâ başını birkaç yerden yarıp, ellerini bağlayarak, Hz. Ömer'in huzuruna getirdiler.
Kadın da oraya gelmiş, feryadı ayyuka çıkıyordu. Hz. Ömer, devamlı camide gördüğü için bu genci tanıdı. "Yâ Rabbi! Bu gence hüsn-i zannım vardır. Resûlünün hürmeti için beni bu zannımdan döndürme!" diye düâda bulundu. Sonra gence, "Senin hakkında iyi düşünürüm. Bu çirkin işi senin yapacağım zannetmiyordum. Korkma, yakın gel, Hak teâlâ doğru kullarının yardımcısıdır," buyurdu.
Genç, "Bu kadın bana bir kaç yıldır âşık olmuş. Çok kere haber gönderdiği halde razı olmamıştım. Sonunda bir hileyle beni evine çağırdı. Ondan sonraki hadiseleri de birer birer anlattı.
Hz. Ömer, kadını yanına getirtti. Hz.Ömer'in heybetine dayanamayıp, her şeyi olduğu gibi anlattı. Hz. Ömer, kalkıp, gecin ellerini çözüp, mendili ile başının kanını silip bağladı. Allahü teâlâ'ya hamd olsun ki, Resûl-i Ekrem'in "Ümmetimden, kardeşim Yûsuf aleyhisselâmın kendini Zeliha'dan sakladığı gibi, yabancı kadınlardan muhafaza eden Sıddıklar çıkacaktır" hadis-i şerifi bizim zamanımızda bu gence nasib oldu." buyurdu. Gencin sırtını okşayarak hayır dua etti.
“Öbür aya çıkabilecek misin?” 26.7.2006
Hazreti Ömer halife iken bir bayram gelmişti. Herkes çocuklarına yeni elbiseler alıyordu. Hz. Ömer'in oğlunun elbisesi eski idi. Bayram günü çocuklar, eski elbiseli olan halifenin çocuklarıyla alay etmeğe başladılar. Hz. Ömer'in oğlu, ağlayarak babasının yanına geldi. Hz. Ömer, oğluna şefkat edip acıyarak, Beytü'l-mâlın eminini çağırdı. Oğlunun ağlama sebebini anlattıktan sonra, gelecek ayın maaşından bir miktar vermesini istedi.
Beytül-mâl emini, "Yâ Emire'l-mü'minin, yaşayacağınızı muhakkak biliyor musunuz ki, hak etmediğiniz paradan istiyorsunuz?" dedi. Hz. Ömer: "Allahü teâlâ'dan başka kimse bilemez," buyurdu. "O zaman Yâ Halife! Yaşayacağınızı bilmedikten sonra, ne almanız size yakışır, ne de bizim vermemiz makûl olur," dedi. Hz. Ömer, söylediğine pişman olup, Beytül-mâl emininin sözünü beğendi, hayır duâ buyurdu. Allahü teâlâ çocuğunun kalbine bir yolla teselli verip, her biri safâyı kalb ile gittiler…
Bir gece Hz. Ömer Medine-i Münevvere' de geziyordu. Bir evden gelen konuşmalara kulak misafiri oldu. Bir kadın kızına, "süte biraz su kat," diyordu. Kız, "Emirül-müminîn süte su katmayınız buyurmamış mıydı?" dedi. Kadın, "Emir burada yok," dedi. Kız, "Hz. Ömer burada yok ise, Rabbi bizi görür," dedi.
Hz. Ömer o evi işaret etti. Evine gelip oğluna, senin için bir kız buldum, onu sana alayım, buyurdu. Ertesi günü kadının evine gitti. Kızım oğluma ver, buyurdu. Kadın, "Bunu kalbimden dahi geçirmeğe cesaretim yoktu," dedi. Hz. Ömer, "Kızının bir sözü çok hoşuma gitti. Onun için geldim," buyurdu. O kızı oğlu Asım'a aldı. Âsım'ın kızından Abdülaziz oldu. Abdülaziz'in oğlu Ömer bin Abdülaziz halife oldu. Onun zamanında da kurd kuzu ile gezerdi.
Hz. Ömer’in veciz söyleri şoktur. Buyurdu ki: "Sâdık arkadaşlar bulun ve onların arasında yaşayın. Dürüst ve samimi arkadaşlar, darlıkta yardımcı, genişlikte süs ve zinetdirler. Dostunun sana düşen işini güzel bir şekilde gör ki, lüzumunda, sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Düşmanlarından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emin olanları seç. Emin olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır. Kötü insanlarla düşüp kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrım verme ifşa ederler. İşlerini Allah'dan korkanlara danış ve onlarla istişare et."
Veciz sözleri 27.7.2006
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
"İyilik kolay bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder."
"Şiddet göstermeksizin kuvvetli, zayıflık göstermeksizin yumuşak ol."
"Çok gülenin heybeti azalır. Şaka yapan eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan onunla tanınır. Çok konuşan çok yanılır, hataya düşer. Böyle kimsenin hayası azalır. Hayası azalan şüpheli şeylerden az kaçınır."
"Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık (fakirlik) ve bolluk (zenginlik) günlerimin hiçbirine aldırış etmedim."
"Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce tartınız."
"Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır."
"Alay, şaka ve mizah etmekten kaçınınız. Zira insanın şerefini kırar, vakarını azaltır."
"Ahmakla arkadaşlık etmekten kaçın. Çünkü, ekseriya, sana iyilik yapayım derken zararı dokunur."
"Tevbe edenlerle oturun, onların kalbleri yumuşak olur."
"Yemekten sonra misvak kullanmak iki hizmetçi kullanmaktan iyidir."
"Mescidler yer yüzünde Allahü teâlâ' nın evleridir. Mescidde namaz kılanlar Allahü teâlâ'nın misafirleridir. Ev sahibine, ancak misafirine hizmet düşer."
"İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır."
"Allahü teâlâ başkasına acımayana acımaz, affetmeyeni affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez."
"Tevbe'den maksad günahı bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir. Şükürden maksad, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir."
"İnsanın elbisesini temiz kullanması şerefi icabıdır."
"Dinini bilmeyen tüccar pazarımızda satış yapmasın."
"Mescidde oturan kimse, Allahü teâlâ' nın huzurunda bulunuyor demektir."
"Helâlin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik."
"Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allahü teâlânın merhametine kavuşsun."
"İstiğfar her derde devadır."
“Sen bu da'veti kabûl et!” 28.7.2006
Hazreti Osman, Müslüman olmadan önce ticâretle uğraşırdı. Zengin bir tüccârdı. Cemiyette, sevilen, sayılan bir kimseydi. İ'tibârı yüksek idi. Hz. Ebû Bekir'in de arkadaşı, yakın dostu idi. Önemli işlerinde ona danışır, onun fikrini alırdı. Câhiliye devrinin pisliklerine bulaşmadı.Müslüman olmasını şöyle anlatır:
Benim firâset sahibi olan bir teyzem vardı. Hastalandığında ziyâretine gitmiştim. Bana, “ Yâ Osman! Sen öyle biri ile evleneceksin ki, ne o senden önce bir erkek görmüş olacak, ne de sen ondan önce bir kadın görmüş olacaksın. Bu kız çok güzel olup, sâliha biridir. Ayrıca bu kız, Peygamber kızı olsa gerek.” dedi.
Benim hayretler içinde kendisine baktığımı görünce konuşmasına şöyle devam etti:
- Merak etme, O kimseye cenâb-ı Haktan vahiy gelmeye başladı. Sen O'nu bulmakta güçlük çekmiyeceksin!
- Ey teyzem, hep sır olan şeyler söylüyorsun. Beni meraklandırıyorsun. Sözlerini biraz açarak beni meraktan kurtar.
- Muhammed bin Abdullah'a peygamberliği bildirildi. Artık halkı hak dîne da'vete başladı. Çok zaman geçmez ki, sen O'nun dînine girer kurtulursun. O'nun dîni, bütün âlemi aydınlatacaktır.
Her önemli mes'elede fikrini aldığım, Hz. Ebû Bekir'e koştum. Teyzemin söylediklerini kendisine aynen bildirdim. Bana dedi ki:
- Teyzen doğru söylemiş. Yâ Osman, sen akıllı adamsın. Hiç görmiyen, işitmiyen, fayda veya zarar veremiyen şeye nasıl tapınılır? O nasıl ilâh olarak kabûl edilir?
- Yâ Ebâ Bekr, doğru söylüyorsun. Ben de bu mantıksızlığın farkındayım. Fakat çâre bulamamıştım.
- Merak etme, artık bize hak yolu gösteren zât geldi. Ben kendisinin peygamber olduğuna inandım, îmân ettim. Gel seni de huzûruna götüreyim, sen de îmân et!
Beraberce Resûlullahın huzûruna vardık. Bana buyurdu ki:
- Yâ Osman, Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe da'vet eder. Sen de bu da'veti kabûl et! Ben bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.
Resûlullahın, güleryüzle gâyet samîmî bir şekilde yaptığı bu da'vet üzerine, hemen büyük bir şevkle kelime-i şehâdet getirip, Müslüman oldum.
“Herkes dostunun yanına varsın” 29.7.2006
Hz. Osman, çok cömert idi. İyilik yapmayı, muhtaç kimselerin ihtiyaçlarını görmeyi çok severdi. Güzel hâllerinden dolayı, Resûlullah efendimiz kendisini çok severdi.
Peygamber efendimiz, Eshâbının ileri gelenlerinden çoğunun bulunduğu bir toplantıda, sohbet ederken, “Herkes dostunun yanına varsın” buyurdu. Herkes sevdiği arkadaşının yanına gitti. Peygamber efendimiz de, Hz. Osman'ı yanına alıp, “ Sen, dünyada ve âhırette benim sevdiğimsin.” buyurdu.
Hz. Âişe anlatır:Resûlullah efendimiz, bir gün istirahat ediyordu. Bu sırada Hz. Ebû Bekir içeri girmek için izin istedi. İzin verilip içeri girdi. Resûlullah hiç hâlini değiştirmedi. Sonra, Hz. Ömer izin alıp içeri girdi. Yine hâlini değiştirmedi. Uzanmış vaziyette iken onlarla sohbet ettiler.
Daha sonra, Hz. Osman kapıya gelip içeri girmek için izin istedi. Peygamber efendimiz oturdular. Hz. Osman'ı bu şekilde kabûl ettiler. Ben sordum:
- Babam Ebû Bekir ve Hz. Ömer içeri girdiklerinde hiç hâlinizi bozmadınız. Fakat Hz. Osman içeri girince, oturdunuz. Bunun sebebi nedir?
- Meleklerin hayâ ettikleri bir kimseden ben nasıl hayâ etmem.
İbni Mes'ûd hazretleri anlatır:
Bir gün gazâda, Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitti, asker sıkıntı içerisindeydi. Resûl-i ekrem bu hâle vâkıf olunca, “ Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızık gönderecektir.” Buyurdu.
Hz. Osman bu sözü işitince, “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru çıkar” diye düşünüp, yiyecek bulmaya çalıştı. Bu rızkın gelmesine sebep olmak ve Resûlullahı memnûn etmek istiyordu. Bir yerde dört deve yükü yiyecek buldu. Bunu yüksek fiyatla satın alıp, Resûlullahın huzûruna getirdi. “Osman'dan Allahü teâlânın Resûlüne hediyedir.” dedi.
Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp, şöyle duâ ettiler:
- Yâ Rabbî! Osman'a çok ecir ver.
Dostları ilə paylaş: |