BEKTAŞİLİK ARASTIRMACILIĞININ BÜYÜK İSMİ ŞEVKİ KOCA’YI KAYBETTİK Ayhan Aydın
Sohbetine, muhabbetine, bilgisine, görgüsüne hayran olduğumuz; varını yoğunu Bektaşilik araştırmaları için harcayan bir can dostumuzu daha kaybettik; hem de yine kendisi gibi genç bir yaşta örnek kişiliğiyle ve onlarca araştırmasıyla bu topluma çok büyük hizmetleri olan Baki Öz hocamızdan tam bir yıl sonra.
O geldiğinde Dergi’de güller açardı, çiçekler bahçesine inerdik tüm çalışanlar, hem feyz alır, hem bilgilenir, hem bambaşka alemlere giderdik. Sınırsız bir zeka, felsefi bir derinlik vardı anlatılarında; varlık, yokluk, Tanrı, insan, sevgi, dostluk... her konudan bahsederdik...
Tadına doyulmaz sohbetinden çok yararlandığımız eşi bulunmaz bir hatip, bilgisini tüm topluma aktarabilen kadirşinas, alçakgönüllü dünya varlığından; malından, mülkünden elini ayağını çekmiş bir dervişti o. Dervişlik en zor Bektaşilik kurumu. Elbette insanlar baba olur, sonra halifebaba olur, daha sonra dedebaba olup, mürşitlik makamına çıkabilirler ama onların hepsinden önce gerçek bir muhip olmak gerekir. Bu ulu, büyük yola talip olmak gerekir. Tabi gerçek bir hizmet eri olmak için de dervişlik şarttır, Bektaşilik’te. O belki de dünyanın en bilgili dervişi olarak aramızdan ayrılırken sevenlerini yaralayarak, çok üzerek gitti, sonsuzluk alemine.
Örnek kişiliğiyle, nurlu yüzüyle, ışıklı fikirleriyle, tevazusuyla, her şeyden öte Harabati ehli olmasıyla, Melami kimliğiyle, kalender yapısıyla örnek bir Bektaşi, örnek bir aydın, örnek bir yazardı.
Yayınladığı birbirinden önemli eserlerinde, çok titiz bir işçi gibi, bir inci işçisi gibi kılı kırk yaran bir titizlikle Bektaşi terminolojisini özenle kullanan, bu alanda uğraşanların kimi zaman girmeye cesaret edemedikleri alanlara giren; tüm dünyadaki Bektaşi dergahlarının tarihleri ve buralarda hizmet veren babaların yaşamları hakkında en doyurucu bilgileri bizlere aktaran, yayınladığı kitapla Yeniçerilerle Bektaşilik arasındaki ilişkiye farklı bir acıdan bakan, Bektaşi Babalarının nefeslerini derleyen, bugüne kadar yaşamış tüm Bektaşi babalarının resim ve fotoğraflarını bir araya getirme uğraşısı veren; Osmanlıca’ya çok hakim, İngilizce bilen, Eski Türk Dillerine ilgisi olan eşi bulunmaz bir araştırmacı yazarımızdı O.
30 Temmuz 1953 yılında İstanbul’da doğan; çok ünlü Bektaşi babalarından Turgut Koca’nın oğlu olan Şevki Koca, İTÜ Makine Mühendisliği Bölümünü bitirdikten sonra özel bir şirkette uzun yıllar mühendis olarak görev yaptı. Şevki Koca emekli olduktan sonra da zaman zaman bu alanda da çalışmalara devam ediyordu. Çok geniş bir entelektüel çevresi olan Turgut Koca bugün Bektaşi camiasında çok sevilen bir insan olmanın ötesinde birçok yabancı dil bilen, Bektaşiliğin kurallarını sıkı sıkıya uygulan bir inanç önderi olarak da tanınıyordu. Şevki Koca babasından aldığı mirası çok güzel bir şekilde değerlendirerek bu topluma birçok şey verdi, vermeye çalıştı.
Şevki Koca bir dönem Nazenin Yayınlarını kurarak büyük özveriyle yayıncılık da yaptı. Fakat toplumun da duyarsızlığı nedeniyle gerekli desteği bulamadı.
Değerli yazarın yayınladığı eserler şunlardır; Es Seyyid Halife Turgut Koca Baba Divanı, Melami-Bektaşi Meteforunda İrşad Paradikmaları Mürg-i Dil, Halikasnas Bohem Neyzen Tevfik Külliyatı, Yeniceri Ocağı ve Devşirmeler, Odman Baba Velayetnamesi Velayetname-i Şahi Gö’çek Abdal.
Önceki gün fenalaşarak hastaneye kaldırılan, kurtarılamayarak beyin kanaması sonucu hayata gözlerini yuman Şevki Koca, İzmir’de ünlü Bektaşi Babalarının ve sevenlerinin katıldığı bir cenaze töreninden sonra Buca Yeni Mezarlık’ta defnedildi.
5 Mayıs’da geçermiş olduğu beyin kanaması sonucu yaşamını yitiren Şevki Koca için 6 Mayıs Salı günü Buca Şirinyer’de yapılan cenaze merasiminde aynı zamanda Bektaşi ritüelleri de uygulandı. Cenazeye Mustafa Eke Dedebaba; Teoman Güre, Hasan Asuman, Fikri Öztanır, Nevruz Taci Akpınar Halifebabalar; Muharrem, Aslan, Bahri, Elmas, Tahsin, Haşim, Haydar Babalar; Cem Vakfı, Cem Dergisi, Cem Radyo adına Ayhan Aydın; Araştırmacı/Yazar Dursun Gümüşoğlu , Doğan Derviş, Ali Derviş, Limontepe Cemevi Dedesi Cemal Sevin ve yöneticileri ile birçok derviş; Şevki Koca’nın kardeşleri; Şeref Koca, Av. Nakiye Güre ve eşi Prof. Dr. Ataman Güre ile Şevki Koca’yı seven kadın/erkek birçok insan katıldı.
Cem Vakfı, Cem Dergisi, Cem Radyo olarak tüm Alevi/Bektaşi camiasının başı sağ olsun diyoruz.
İnsan öğüten, tüm değerlerini çarcur etmeyi adete bir başarı sayan bir zihniyetin hakim olduğu ülkemizdeki devlet yönetim anlayışı değişmelidir, bu ilkel kafalar değişmelidir. Gecesini gündüzünü, varını yoğunu insanlık için; yurdu için, insanı için harcayan Şanlı Şerefli Türk bayrağının daha yücelmesi ve yükselmesi için çalışanlar; bu ülkenin tarihini, kültürünü, inancını toparlayıp, devleti daha güçlü kılıp, yüce Türk milletine hizmet etmekten başka hiçbir ama hiçbir amacı olmayan insanlarımıza devleti yönetenler sahip çıkmalıdır.
Artık Alevi, Bektaşi, İlerici, Devrimci ayrımı yapmadan Devleti yönetenler bu ülkeyi canları kadar seven gerçek araştırmacıların, aydınların, yazarların elinden tutmalıdır. Devletin milyarlarca dolarlık sermayesi bazı haysiyetsizlerin elinde yok edilirken; devleti devlet yapan unsurları araştıranlara kaynak yok, yardım yok, para yok; sürünmek var, genç yaşta ölmek var! Be hey, be hey onursuz, devlet adamı zırhına bürünen zavallılar!; saltanatınız nereye kadar devam edecek! Nereden güç alıyorsunuz bir bilsek de, bir hamle de biz zavallı ölümlüler yapıp, kalelerinizi yıksak, kendini ölümsüz sananların saraylarını dağıtsak elimizdeki güllerle; olmaz mı?
ŞEVKİ KOCA İZMİR’DE TOPRAĞA VERİLDİ
Özellikle Bektaşilik üzerine yapmış olduğu ciddi çalışmalarla tanınan araştırmacı/yazar Şevki Koca dün toprağa verildi.
Önceki gün fenalaşarak hastaneye kaldırılan, kurtarılamayarak beyin kanaması sonucu hayata gözlerini yuman Şevki Koca, İzmir’de ünlü Bektaşi Balalarının ve sevenlerinin katıldığı bir cenaze töreninden sonra Buca Yeni Mezarlık’ta defnedildi.
Bektaşiliğin inançsal ve kültürel boyutlarıyla, Bektaşi tarihi üzerine yayınlanmış birçok kitabı ve onlarca bilimsel makalesi bulunan; en son Çağatay Lehçesiyle Osmanlıca olarak yazılmış orijinal, Odman Baba Velayetnamesi Velayetname-i Şahi Gö’çek Abdal isimli eseri yayınlanan ünlü yazar; Kültür Bakanlığı Yayınları arasında çıkacak ve yaşamış tüm Bektaşi Babalarının fotoğraflarının yer alacağı büyük boy bir antolojiyi bitirme uğraşısı içinde, 50 yaşında Hakk’a yürüdü.
Buca Şirinyer’de yapılan cenaze merasimine; Cem Vakfı, Cem Dergisi, Cem Radyo adına Ayhan Aydın; Mustafa Eke Dedebaba; Teoman Güre, Hasan Asuman, Fikri Öztanır, Nevruz Taci Akpınar Halifebabalar; Muharrem, Aslan, Bahri, Elmas, Tahsin, Haşim, Haydar Babalar; Araştırmacı/Yazar Dursun Gümüşoğlu, Doğan Derviş, Ali Derviş, Limontepe Cemevi Dedesi Cemal Sevin ve yöneticileri ile birçok derviş; Şevki Koca’nın kardeşleri; Şeref Koca, Av. Nakiye Güre ve eşi Prof. Dr. Ataman Güre ile Şevki Koca’yı seven kadın/erkek birçok insan katıldı.
Cem Radyo olarak tüm Bektaşi Alevi camiasının başı sağ olsun diyoruz.
Geleneksel Metinler Gün Işığına Çıkıyor!
Tarik-i Nazenin olarak da bilinen Bektaşiliğin çeşitli dönemlerde yaşanan baskılara karşın, nesilden nesile sürerek günümüze ulaşabilmesinin en önemli nedeni acaba neydi? Kimi zaman gizliden gizliye süren gelenek Balım Sultan Erkanı’nın kurum ve kurullarını yaşatırken, medrese ulemasının müdahaleleri, zaman içerisinde farklı Bektaşilik yorumlarının doğmasına yol açtı. Tarikat bunun yanısıra modern zaman ideolojilerinden de oldukça etkilendi ve farklı görünümler yaratıldı. Günümüzde tarikat geleneğini izleyenler, bütün bu değişimlerin yanısıra tarikat içi güncel gelişmelerden ve tartışmalardan da etkilenerek yaşamayı sürdürüyorlar. İki yıldır İstanbul’da faaliyetlerini sürdüren Nazenin Yayınları bütün bu tartışmaların içerisinde. Geleneksel Bektaşi metinlerini okuyucuyla buluşturabilmek için çalışmalarını sürdüren Yayınevi, önümüzdeki aylarda Arnavutluk’ta doğup ABD’de hayata gözlerini yuman Recep Ferdi Baba’nın “Bektaşi Mistizismi”, Müslütakimzade’nin, “Hz. Ali Divanı”, Güvahi’nin “Pendname” ve Haşim Baba’nın “Varidat Şerhi” gibi eserlerini yayınlamaya hazırlanıyor. Yayınevi’nin kurucusu Şevki Koca üç yıl önce Hakk’a yürüyen Turgut Koca Halifebaba’nın oğlu. 1953 yılında İstanbul’da doğan Koca, Pertevniyal Lisesi’nin ardından, “siyasal nedenlerle aralıklı da olsa”, İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitirdi. Özel bir şirkette 15 yıl imalat müdürlüğü görevini sürdüren Koca, daha sonra arıtma sistemleri kur’an bir firmada şantiye şefliği yaptı. 25 yıl sonra mesleki kariyerine noktayı koydu ve kurduğu yayınevinde Bektaşi Kültürüne ilişkin eserler yayınlanmaya başladı. Dedesi Hüseyin Kazım Baba’dan kalma el yazması kitaplar, Servet-i Fünün, Muhibban koleksiyonları arasında büyüyen Şevki Koca tam bir kitap tutkunu, babasının da etkisiyle, küçük yaşlardan itibaren okumaya merak sarmış. Şehzadebaşı’nda şimdiki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bulunduğu yerdeymiş evleri. Kramozof kardeşleri henüz ilkokul sıralarında okuyan Koca, Eski Türkçe okuyup yazmayı ise evde babasından öğrendiğini anlatıyor. Dönemin pek çok ünlü yazar, edebiyatçı ve şairin sık sık evlerine gelip gittiğini, babası ile uzun sohbetler ettiklerini anlatan Şevki Koca, bu sohbetlerin kendisi için bir okul olduğunu vurguluyor; “Babam farklı kültürlere, farklı dillere ilgi duyan, Arnavutça, Sırpça, İngilizce, İtalyanca, Fransızca, Arapça, Farsça bilen, Türkçe’nin Hakaniye (Çağatayca) lehçelerine vakıf gerçek bir entelektüel idi. Bir zamanlar ünlü şair Can Yücel’den Latince derslerini dahi aldığını hatırlıyorum. Can Yücel Bektaşi idi. Hüseyin Erdekut Baba’nın mürşidinden nasib almıştı. Rehberliğini; Atatürk dönemi milletvekillerinden, Denizli Kazak Abdal Dergahı postnişini Hacı Hüseyin Mazlum Baba’nın yaptığını biliyorum. Hasan Ali Yücel, oğlu Can Yücel’i, İngiltere’de rühban okullarından birine, Papaz olması için değil, Latince’yi öğrensin diye yollamıştı! O yıllarda genç bir adam olan Can Yücel’in yanı sıra evimize gazeteci İlhan Bardakçı, Ref’i Cevad Ulunay, Burhan Felek, tarihçi Abdülbaki Gölpınarlı, Reşat Ekrem Koçu, Musikişinas Arif Sami Toker yine gazeteci İzmir’li Daniş, Cahid Albayak, Şevket Rado gibi popüler isimlerle, Büyük Nutuk’ta ismi geçen Adanalı Ekrem Ramazanoğlu, Yusuf Fair Ataer gibi ünlü Bektaşi Babalarının gelerek, edebi sohbetler yaptıklarını hatırlıyorum. Gölpınarlı ve R. Ekrem Koçu Bektaşi olmasalar da, Tasavvufu ve bu çevreyi seven insanlardı. “Anne tarafım Romanya’dan olup, baba tarafım aslen Kosova’dan olmasına rağmen fakir ile birlikte tam altı göbek İstanbul’luyuz” diyen Koca, tarikata görece geç intisabını şu sözlerle açıklıyor;
“Ailemizde Kosova Meydan savaşından bu yana Tarikat-ı Bektaşiye’ye mensubiyet var. Büyük dedem Şevki Bey, Bektaşiliğinin yanı sıra İttihat ve Terakki’nin Manastır Bölge Komutanıydı. Hem dedelerimizden, hem babamdan bize intikal eden büyük bir birikim vardı. Bektaşilikte görenek, bilinen baskıların da etkisiyle çoğu zaman yazılı eserlerle değil sözlü kültürle, şahıslarla temsil edilmiş ve yaşatılmıştır. Korkulur yazı yazmaktan! Ailemizden bize intikal eden bu birikimin ailemizin son büyük ferdi ile gitmemesi gerektiği kanaatindeydim. Şüphesiz Tarikat-ı Bektaşiye, Şevki Koca olsa da yürür, olmasa da! Ama bu bireysel intikallerin yansıması için o bireyin kimliği de önemlidir. İçeriden yansıtabilmenin hem güzel hem de olanaklı olacağı kanaatine vardığımdan babamın vefatı sonrası Tarikat-ı Bektaşiye’ye intisap ettim.”
Bektaşiliğin çeşitli dönemlerde siyasal baskılar nedeniyle değişimler yaşadığını, Sünnileştirme çabalarının zaman zaman etkili olduğunu kaydeden Koca, bu çabaların “müteşerri” diye bilinen yorumları yarattığını söylüyor.
“İkinci Mahmud, Yeniçeri katliamıyla birlikte Bektaşiliği de yasakladı ve Seyit Nebi Dedebaba zamanında Hacı Bektaş Dergahı’na Mehmet Sait Efendi adında bir Nakşi Şeyhi atandı. Mehmet Sait Efendi zaman içerisinde Bektaşileşmiştir ama Nakşice bir Bektaşilik ekolünün de başlatıcısı olmuştur. Bektaşiliğin ayin ve rütüellerini düzenleyen, tarifleyen geleneksel Balım Sultan Erkannamesi’ne, Nakşibendilikten alınma bazı kaideler eklemiştir. Erkan üzerinde yaptığımız bazı versiyonlarda çalışmalarda bunları farkettikçe ayıklıyoruz. Mesela Halife Ömer’e, Osman’a selamlar filan var içinde. Bektaşiliğin rühuna, özüne aykırı bir takım yorumlar var. işte bütün bu toplam müteşerri dediğimiz Bektaşilik yorumunu oluşturuyor. Yani Şeriattan etkilenen zihniyeti temsil ediyor. Bu müteşerri zihniyet sonraki yüzyılda dahi büyük çekişmelere sebep olmuş. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba ile Perişan Dedebaba birbiri ile tartışmış bu yüzden. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba müteşerri yoruma mecbur kalmıştır. Perişan Dedebaba ise Harabati denilen ama aslında Kadim Balım Sultan Erkanı olarak niteleyebileceğimiz Bektaşiliğin orijinal geleneğinin savunucusudur. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’nın izlediği yol ise 1876’dan sonra Derviş Sıtkı İstanbul İmparatorluğunun o günkü şartlarına göre hazırladığı erkanname’ye dayanır. Derviş Sıtkı o dönemde Şahkulu Sultan Dergahında Fransızca, İngilizce bilen çok kültürlü bir derviş idi. Düşünün, bir dervişe erkanname hazırlatıyorlar. Ama o dönemi içinde haklılar. Başka çaresi yok. Çünkü siyasetçilerle ilişkili tek kişi o. Osmanlının o dönemdeki yeni yapısını çok iyi biliyor. Mesela Yeniçeri gülbanklarını erkannameden çıkartmış. Çünkü Yeniçeri gülbankları başa iş açıyor. Halbuki orijinal Balım Sultan Erkannamesi, “Erkanname-i Bektaşiyan ve Kavanin-i Yeniçeriyan” diye geçer. Bir tane bende var, bir tane Vatikan Kütüphanesinde MS4105 no ile kayıtlı olduğunu duydum. Orijinalde Yeniçeri Teşkilat esasları ve Bektaşi kanunları içiçedir. 1826’dan sonra 1873’te Abdülmecit zamanında Şahkulu Dergahı ile beraber diğer Bektaşi tekkeleri açılmaya başlandığında Derviş İstanbuli, erkannameyi ayıkladı. Yeni duruma uygun bir Bektaşilik yazılmak zorundaydı. Şu anda tüm babalarda bulunan erkanname bu erkannamedir. Siyasal üst yapıya uygun bir şeyler yapmaya çalışmış İstanbuli. 1970’lerle 1900’ler arasında Mehmet Ali Hilmi Baba taraftarları “müteşerriyiz biz. Şeriat var bizde” dediler. Eski erkannameye sadık kalanlara ise “harabatisiniz” denilmiş. “Harab etmişsiniz kendinizi” Turgut Baba işte bu sözünü ettiğimiz Harabati Bektaşiliği, yazılı olarak değil ama uygulamada sürdürmüş. Bize yönelik bir suçlama ve aşağılama içerse de bizler Harabatiliği sıkı sıkıya benimsemişiz. “Kaybedenler kazanacaktır” diyor İsa Peygamber. Ve “insanlar uykudadırlar, öldükleri zaman dirilirler” diyor ayeti kerime.
İstanbuli müteşerri değildi. Sadece o günün siyasetine uygun onunla çatışmayacak biçimde redakte etti erkanı. Hilmi Baba da müteşerri değildi ama ardından gelenler Hilmi Baba’yı bu ekolün temsilcisiymiş gibi öne çıkardılar. 1924 yılına gelindiğinde ise Yusuf Fahir Ataer Baba bunlara tepki olarak Şiilik yapmaya başladı. Onlar da Ali Naci Baykal Dedebaba’yı tanımadılar. Ali Ulvi Baba, Yalvaçlı Topal Tevfik Baba ve diğerleri ayrı bir grup oluşturdular Naci Baykal’a karşı. Yani refleksler hep yanlışa itti. Onun dışında Arnavut Milliyetçiliğine bulaştı Bektaşilik. Orada kendi sistematiğini kurdu.
Bir tek Recep Ferdi Baba (Ergirili) Türkiye’ye bağlılığını muhafaza etti. Ali Naci Baykal’a muhalefet etti ama Dedebaba’nın Türkiye’de olması gerektiğini savundu. Amerika’ya yerleşti ve rest çekti Arnavutluk’taki Bektaşilere; “siz Arnavut milliyetçiliği yapıyorsunuz. Bektaşiliği Arnavutluğun resmi dini olarak algılıyorsunuz” dedi. Bütün bu tartışmalar Turgut Baba’nın Bedri Noyan’ı tanımasıyla büyük oranda duruldu. Tahmin ediyorum Turgut Baba Erenler Harabatilikte Müteşerrilik arasında bu kesişme noktasını buldu. Uygulamada harabatilik yaptı ama söylemde bu kavşak noktasını buldu. Çünkü müthiş bir biat oldu ondan sonra. İntisap sayısı çok arttı. Örgütlenme hızlandı.”
Bektaşi geleneğindeki ayrımları böylece özetleyen Şevki Koca, kadim Balım Sultan Erkanı’nın yaşatılması gerektiğini savunuyor. Bu nedenle, evlenmemeyi esas alan mücerret erkanı ile nasip aldığını belirten Koca, Türkiye’de Cumhuriyet sonrası bu geleneği hayata geçiren belki de ilk Bektaşi olduğunu belirtiyor.
“Çünkü bazı kelamları edebilmem için, Harabatilik’ten bahsedebilmem için, mücerret olmam lazım. İlmiyle hal kesbetmeyen cahil sayılır. Yoksa şeytani bir bakış açısı olur o. Hem bir takım sözler edeceksiniz ama hiçbir sorumluluğunuz olmayacak taşın altında. Fakir, bir tarafa savrulmamanın peşindeyim. Bir doğru çizginin, düz çizginin devamını arzuluyorum. Başkası buna bakıp, vaziyet alsın. Oportünizme gitmek istemiyorum. Bu çizgi ise yedi yüzyıldır süren Harabati gelenektir. Yani 1876’dan önceki Bektaşiliktir. Bu çizginin hayata indirgenmesinden yanayım. Modern hayatla uyumlu olmalı ama özünü hiç bozmadan yapabilmeliyiz bunu. Sözgelimi eskiden yerde yeniliyormuş, şimdi masada yiyoruz. Dergah sistemi kapalı, hizmeti bacılar yapıyor. Derviş, elektrik süpürgesini mi alıp gelecek babanın karşısına. Ama bu demek değil ki ferraş tercümanı olmasın.
Ferraş tercümanı da duracak. Ne ille de atalım, ne de ille de kalsın diye dayatmamak lazım. yeri geldiği zaman kullanırsın. O şart yoksa kullanmazsın, ama durur. En azından zihnimizdeki kütüphanede durur. Babamın Hakk’a yürümesinden sonra çevremizden, Bektaşiliğin teorik boyutlarıyla gelişimi için fakirin gerekliliği konusunda bir mutabakat oluştu. Bir zorluk olmadı o anlamda. Nevruz Akpınar Halifebaba’dan nasip aldım. O da babamdan hizmet görmüştür. Dervişlik rehberliğimi de Mustafa Sebati Derviş yaptı. Bir sene sonra da dervişlik verildi. Babalık sarfı nazarı konusunda böyle bir komuoyu oluşsa da, fakir bu aşamada pratik faaliyetler bakımından hem erken görüyorum, ikincisi de bir de o ilmi, yaşamına hakikaten indirmek gereken bir süre olması lazım. velhasıl dört senedir nasipliyim, iki senedir de dervişim. Halen erkana yönelik bir çalışmam var. Bektaşiliğe nasıl bakmak gerektiği konusunda çalışmalarım var. Bektaşi geleneğine uygun, düşünsel yapısına uygun bir değişime evet, ama bu değişim, Hacı Bektaş Veli ile Ahmed Yesevi ile gelen kültüre, köklerimize o ulu çınara uygun ve evrensel açılımı olan bir değişim olmalı. Siyasal iktidarla ilişkilerinde daima sivil bir kimlik.
Ama laikliğe, cumhuriyete, demokrasiye, üniter yapıya karşı bir kamp değil. Devletin resmi formatının karşısında kültürel bir rekabetin sürdürülmesinden yana bir kimlik olmalı.”
Şevki Koca’nın Nazenin Yayınları için hazırladığı ilk kitap Mürg-i Dil “Melami Bektaşi Metaforunda İrşad Paradigması” adını taşıyor. Bunu Turgut Koca Divanı ile Yeniçeri Ocağı “Öndeng Songung Gürgele” adlı yeni bir çalışma izledi. Halen Murat Açış’la birlikte Neyzen Tevfik ile ilgili bir biyografi hazırlayan Koca, “Halikarnaslı Bohem” adlı eserin, Neyzen’i felsefi kimliğinin yanısıra tarikat kimliği ile tanıtacağını bu yönüyle ilgi çekeceğini umduklarını belirtiyor. Sırada Gedai Divanı ve Bektaşi Fıkraları var. 19. ve 20’nci yüzyıl Alevi-Bektaşi şairlerinin nefeslerinden örneklerle biraraya getirileceği bir başka proje, Şeyh Bedrettin olayının bütün boyutlarıyla ele alınacağı kitap ve Hasan Sabbah’ın ilk kez Türkçe’ye çevrilecek Batıni Kur’an tefsiri de yayınevinin yıllık programı arasında yayınlanacağı günü bekliyor.
Cem Dergisi, Mayıs 2000
Dostları ilə paylaş: |