Şevki koca



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə4/29
tarix23.10.2017
ölçüsü1,17 Mb.
#12022
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29

I. BÖLÜM

ŞEVKİ KOCA’NIN



BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ YAZILARI

Anadolu Kızılbaş Süreklerine Dair Etnolojik Tespitler


(Sofyan Sürekleri)


Şevki Koca


Bu konuya ilişkin ilk ciddi çalışma, Budunbilim uzmanı, merhum Naci Kum Baba Erenler tarafından gerçekleştirilmiştir. Naci Kum, hicri 1314 (1869) yılında, Seydişehir’de dünyaya gelmiştir. Üsküp’lü Süleyman Türabi Baba’dan Yalvaç’lı Topal Tevfik Baba’nın rehberliğinde, Bektaşiyye nasbı almıştır. Daha sonraları, salih Niyazi Dedebaba’dan babalık icazeti temin etmiştir. Çalışmalarını, ilk kez Anadolu’nun Nom ve Sürceklerine Dair Notlar başlığı altında, 1939 yılında İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen 18’inci Beynelminel Antropoloji ve Prehistorik Arkeoloji Kongresinde sunmuştur. (Bakınız. Tebliğler Kitabı, Ankara 1939: 340) Esasen, Fakirin de bu sütunlarda yapmak istediği, merhum Naci Kum Erenlere didaktik katkıdan başka bir şey değildir.

Öte yandan, Anadolu Kızılbaş süreklerinin süreç ve analizlerine ilişkin birçok araştırmada da mevcut olup, Prof. F. Köprülü, A. Gölpınarlı, V. Lütfü Salcı, Samih Rıfat, Doç. Dr. Bedri Noyan ve Turgut Koca gibi uzman isimlerce, konuya ilişkin oldukça zengin argümanlar, dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. Bugüne değin, değinilen konularda tekrara düşmemek üzere, (retorikel düzlemde) konuya birkaç başlık çevresine indirgemek arzusundayım.

Anadolu inanç ekseninde, sömürü ve inanç istismarı öncelikle, dini motifli düşünce ve görüşlere yönelik sürdürülürken, fakir bu anlamda bir düşünsel soluklanma ihtiyacı ile bu yazıyı kaleme almış bulunmaktayım. büyük İnsanlık Kült’ünün, bir gün mutlaka o yapay ütopyasının paslı zincirlerinden kurtularak, özgür insana ve özgür düşünceye kucak açacak olduğuna dair sarsılmaz inancımla, büyük Yunus’un dediği gibi; “Söz ola Kese Savaşı” mantalitesiyle konumuza başlamak istiyorum.

Gerçeğe hü...

Tevhit nazariyesinin ameli ve şifahi karakterine değinmek istiyorum.

Sürekler


Hz. İbrahim’le başlayan tevhit yolculuğu; giderek Horasan ekolü (Maveraünnehir kanalıyla) ve Erdebil ekolü gibi iki temel felsefeye ayrılır. Daha sonraları, tarihin sosyolojik performanslarından da beslenen bu iki ekol, Anadolu siyasetlerinin ve demografik basıncın etkisiyle karşımıza, örgütlü ve örgütsüz, inanç ve disiplin alanlarıyla çıkar.

Tarik-i Bektaşiyye müntesiblerinin, bu teşkilatsız zümrelere, Sofyan Sürekleri demesinden karine, söz konusu süreklerin bir kısmı kendilerini, doğrudan Ocakzade kabul ederek İmam-ı Ali ve soyuna bağladıklarını, bazılarının da Hacı Bektaş Veli’nin varsayılan üç yüz altmış halifesinin bir çoğunu Pir addederek, ocaklar karşısında güç sağlamaya yöneldiklerini görürüz. Bu mesele, o denli içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir ki; fakir Balıkesir Vilayetinde ikamet eden, söz gelimi Kavakbaşı Köyünün Çepni (Oğuz boylarından) aşiretlerinin, tarikat hizmetlerinin, bizzat tanık olmuşumdur. Gaziantep’ten gelen Dedekargınlı dedelere gördürdüklerine, bizzat tanık olmuşumdur. (Ş. K.) Öte yanda, yine Bektaşiyye Tarikatı mensuplarının, bu zümrenin telef olmalarını arzu etmemelerinden kinaye, Sürek olsun, Çörek olsun-Ehlibeyt-i Seven olsun diye, bir darb-ı meselleri vardır, oldukça ilginçtir.



Musahiplik, Tariyk (Serdeste) ve Pençe Nedir?

Bektaşiyye müntesiplerinin Şah Hatayi’nin eseri olarak kabul ettikleri Menakıb-ül Esrar ve Behçet’ül Ahrar (Bu eserin Hatayi’ye değil, Bisati’ye ait olduğu konusunda, Fuat Köprülü ve Abdülbaki Gölpınarlı’nın ittifakı mevcuttur) isimli kitapta ve Yemini’nin Faziletname’sinde bu konularda, Cafer-i sistematiğinin ve Galat-ı İmamiy’yenin teolojik rükünleri olarak, ıstılahi normlar vardır. Özellikle, Menakıb-ü Esrar’da Miraç bahsinde bilgiler verilir. Bu bilgiler, musahiplik (kardeşlik) kurumunun teorik zeminini pekiştirmiştir. Yine, Şeyh Safi buyruğunda ve birçok Ehlibeyt şairinin nutuklarında, bu identification’a (aynı görme) yer verilir. Yine rivayetler kanalı ile, Hz. Muhammed’in çeşitli savaşları öncesi Ashab ve Ensarı kardeş (musahip) kıldığı gibi ve Hudeybiye’de Biat-ı Rıdvan gibi, ikili akidler kıldığına dair, Hadis-i Nebevi’de, hadisler mevcuddur.

Yine, Hz. Resulün miracı sonrası, Kırklar Cem’ine kabulü ve bu vasıta ile nasib erkanı anlatılırken, Ali, Fatıma, Muhammed ve Hatice’nin Tüba Ağacı altında musahip kılındıklarına dair bilgiler mevcuddur. (Bakınız. Mürg-i Dil / Şevki Koca-Nazenin Yay. İstanbul 1999: 129) Turgut Koca Baba Erenler bir nefeslerinin son dörtlüğünde şöyle buyurmaktadır.

Hü Dost
Çözemezsin bunu, üstad bulmadan

Bir gömleğe, kırk can, mihman olmadan

Doğdun bir anadan, iki baba’dan

Meded, mürvet, pirim Bali diyerek

Bir rivayet ve yorum ile de Fetih Suresinin, 10’uncu ayeti, musahiplik kurumu için hüccet (delil) olarak gösterilir. Öte yandan Anadolu’nun bir çok yerinde, adı verilmiş köy ve bir çok merkaddi bulunan, Karapürçek isimli bir Batıni Dai’sinin, Anadolu Türkmenleri arasına, bu kurumu yerleştirdiği rivayet edilir. (Kaynak: Ali Cidali (Arıcı Baba) Mustafa Kemal Paşa İlçesi, Garipçe Tekke köyünde mükin, halen sağ ve 87 yaşındadır. Ş. K.)

Öte yandan, Tasavvuf terminolojisinde dört Can’ın musahip formatından kastedilen Anasır-ı Erbaa ile tanımlanan, Toprak, su, ateş ve yel’dir ki, yaratılışın Ana’sı kabul edilen bu mevhumlar Esfel-i Safilin, yani yaşamın, başladığı ve sona erdiği en alt hikamet basamağı olarak kabul edilirler. Nitekim, ünlü şair Nazım Hikmet (Kendisi bir Bektaşi ailenin çocuğudur) Güneşi İçenlerin Türküsü adlı nefis şiirinde, Anasır-ı Erbaa’ya şöyle değinmiştir.

Bizler;

Topraktan, ateşten, sudan ve yelden doğduk

Güneşi içiriyor, çocuklarımıza karımız

Toprak kokuyor, bakir sakallarımız

Kısaca tüm Anadolu Kızılbaş Sürekleri bünyesinde bir musahiplik kurumu bulunmakta olup, musahipler yaşam boyu birbirlerinin denetçisi kabul edilerek, bununla ilgili özel bir ikrar ritüeline tabi tutulmuşlardır.

Çeşitli yörelerde, değişik isimlerde verilse de, genelde Görgü Cem’i denilen, yıllık ibra (aklanma-baş okutma) töreninde, musahip kılınanlar, yine birbirlerinin hata ve sevaplarından dolayı, doğrudan sorumlu addolunmuşlardır.

Bir diğer yandan, Tarikat-ı Bektaşiyye’nin Meydan yani (Ayn-ül Cem) kültüründe, eşler (Karı ve koca) ayni mürşidden nasib alabilirler. Ancak; ikrar töreni (nasib erkanı) sırasında eşlerden sadece biri meydan kapısı kapatılır, (sırlanır) ve diğer eşe nasib verilir. (Meydan odasında bulunan tüm canların birbirlerinin musahibi (kardeşi) sayılmasına binaen...) Karı, koca nasib aldıktan sonra, başkaları adına yapılacak ikrar (nasip) törenlerine, birlikte katılabilirler. Öte yandan, tüm sofyan süreklerinde karı ve koca ve bunları musahibi sayılan bir diğer evli çift ve bir de rehber olmak üzere, beş kişi meydana girerler ve aynı ikrar töreninde yapılan bir ritüel ile dörtlü musahip olurlar. (Bakınız: Bu konular ile ilgili detaylı bilgiler için, Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba / Bektaşilik Alevilik Nedir?-Ant-Can Yay. 1975 / İstanbul adlı kitap)



Serdeste (Tariyk)

Miraç hadisesi esnasında, İmam-ı Ali’nin Kırkları Zülfikar adlı çatal kılıcının altından geçirmesine kinaye veyahut Miraç sonu Tüba ağacının dallarını remz eden ve musahipliğe temel teşkil eden bir ritüelin gerçekleşmesine atfen, ilgili dedeler veya Tarıyki tarafından; sitem vurma, tarıyk’ten geçirme, tarıyk çalma gibi vs. isimlerle anılan bir ağaç dalı töreni vardır ki, işte bu söz konusu dal (sopa) kayın ağacından yapılmış ve bir deri kılıf yada yeşil renkli bir örtü içinde, tarıykçi tarafından muhafaza edilen, genellikle bir metre civarında, üç boğumlu bir değnek olup, Sırdeste, Serdeste, Melheb, Tarıyk, Erkan, Alaca, Tüba çeliği, Evliya, Dest-çüp gibi, değişik yörelerde yine değişik isimlerle anılmakta olup, Cennet’te olduğu varsayılan, On iki dallı, iki çatallı ve kökü yukarıda, başı aşağıda olan bir ağaçtan kinaye, Tüba isimli ağacın dallarından dolayı veya İmam-ı Ali’nin iki çatallı Zülfikar isimli kılıcından karine ile yad edilir.

Kayın ağacı; Eski Türklerin mitolojik (esatiri) otantiğinde özel bir önem kazanmış ise de, Baha Said Bey, totem ağacın türünün kayın değil, Hüş ağacı olduğu konusunda ısrarlıdır. (Bakınız: Türk Yurdu Dergisi, Cilt: 4, No: 22, 1926) öte yandan, bazı mutasavvıfı görüşlere göre; Kayın sözcüğünün, ikame (yerine) anlamına gelen Kayın’den üretilerek (kayınpeder, kayınvalide, gibi) geldiği ifade olunmaktadır, burada Nur suresi 35’inci ayette geçen Şeceret-ü Mübareke’ye atıf ile misyon telakki edilen ve Altın sülale telmihiyle, Hz. Muhammed’den kızı Hz. Fatıma vasıtasıyla torunlarına devir olan, ilahi hilafetin yerine Kaim anlamında bir epope (destan) vasıtasıyla torun Ağacına ait remiz ve simge taşımaktadır. Yine, söz konusu Tüba Ağacının da; İnsan ve onun yüz hatları olduğu konusunda mutasavvıfiyetinin icması bulunmaktadır. (Cennetten kasıt Anne karnıdır ve insan doğum öncesi burada, başı aşağıya, ayakları yukarıya gelecek şekilde yatmakta olup, bacakları iki çatalı ve vücudundaki öğeler Oniki dalı simgelemektedir.) (Bakınız. Mürg-i Dil / Şevki Koca, Nazenin Yayınları, İstanbul 2000, Miraç bahsi)

1) Tariyk Öncesi Okunan Tercüman



Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin