Sezuanin iYİ İnsani



Yüklə 335,59 Kb.
səhifə6/8
tarix21.11.2017
ölçüsü335,59 Kb.
#32424
1   2   3   4   5   6   7   8

Gerçekçi Keşifler
Kattrin'in gömülmesi için köylülere para verirken, Weigel cebinden çıkardığı madeni paralardan birini oldukça mekanik bir biçimde geri koydu. Bu jest neyi sağlar? Bu jest, acı içindeyken bile işkadınının hesabını yapmayı tamamen unutmadığını gösterir -para zor kazanılır. Bu küçük jest, bir keşif kadar güçlü ve anidir- insan doğasıyla ilgili, koşulların biçimlendirdiği bir keşif. Açıkta duran yığını kazıp içinden gerçeği çıkarmak, özel olanı vurucu bir biçimde evrensel olanla bağlantılandırmak, genel bir süreci karakterize eden özeli yakalamak; işte gerçekçinin sanatı budur.

Metinde Bir Değişiklik
"Gücüm yeter çekmeye; içinde pek bir şey yok zaten." sözünden sonra, önce Münih sonra da Berlin temsilinde Cesaret Ana, "Haydi yine ticarete." cümlesini ekledi.

Cesaret Ana Hiçbir Şey Öğrenmez
Son sahneye gelindiğinde Weigel'in Cesaret Ana'sı seksen yaşında görünmekteydi. Ve hiçbir şey anlamamaktadır. Sahnede yalnızca savaşla ilgili etkilere tepki verir; örneğin, arkada kalmamaya çalışır ama köylüler onu merhametsizce Kattrin'in ölümünden sorumlu tuttuklarında onları umursamaz.

1938'de, oyun yazıldığında, Cesaret Ana'nın savaşın yararsız niteliğinden ders almaktaki yeteneksizliği bir kehanetti. 1948 Berlin temsilinde bunun en azından oyunda Cesaret Ana tarafından anlaşılması isteği ifade edildi.

Bu oyunun gerçekçiliğinin izleyicinin yararına olması için, yani izleyicinin bir şeyler öğrenmesi için, tiyatro, seyircinin ana karakterle (kahraman) özdeşleşmesine yol açmayacak bir oyunculuk biçimi bulmalıdır.

Basında yayınlanan eleştiriler ve seyircilerin demeçleriyle bir yargıya varacak olursak; örneğin, Zürih'teki ilk temsil sanatsal açıdan yüksek bir düzeyde olmasına karşın, savaşı sadece küçük burjuva seyircilerin kendi yıkılmazlıklarına ve hayatta kalma güçlerine olan inançlarını sağlamlaştırıcı bir biçimde; doğal bir afet ve kaçınılmaz bir akıbetmiş gibi sergiledi. Fakat aynı derecede bir küçük burjuva olan Cesaret Ana için bile savaşa katılıp katılmama kararı, oyun boyunca açık bırakıldı. Buna göre oyun, Cesaret Ana'nın ticari faaliyetini, savaştan pay kapma arzusunu ve risklere atılmakta gözüpekliğini, başka hiçbir çıkış yolu yokmuşçasına, kusursuzca doğal ve "ebediyen insani" bir fenomen olarak sergilemeliydi. Bugünün küçük burjuvasının, Cesaret Ana'nın yapabildiği gibi, savaştan uzak kalabilmesi mümkün değildir. Ve muhtemelen, oyunun hiçbir temsili, bir küçük burjuvaya, savaşın gerçek dehşetinden ve savaşa neden olan büyük ticari anlaşmaların küçük insanlar tarafından yapılmadığı gerçeğine dair belirli bir bakıştan daha fazla bir şey veremez. Bir oyun gerçeklikten daha öğreticidir; çünkü oyun içinde savaş, deneysel olarak belirli bir bakışı sağlamak amacıyla kurulmuştur; yani izleyici bir öğrenci tavrı takınır -eğer yorum doğruysa. Seyirciler arasındaki proleterlere, gerçekten savaşa karşı harekete geçebilen ve onu yok edebilen bir sınıfın üyelerine, savaşla ticaret arasındaki ilişkiye dair bir bakış kazandırılmalıdır (bu da tabii ki oyunun doğru biçimde icra edilmesiyle mümkündür): Bir sınıf olarak proleterya kapitalizm'i yok ederek savaşı da yok edebilir. Burada, tabii ki, işin önemli bir kısmı, proleteryanın sınıf bilincinin gelişmesine bağlıdır, ki bu da tiyatronun hem içinde hem de dışında gelişen bir süreçtir.



Epik Öğe
Deutsches Tiyatrosu yorumundaki epik öğeye gelince, bunun izleri düzenlemede, karakterlerin tasvirinde, ayrıntının tam anlamıyla uygulanmasında ve tüm gösterinin hareketli ritminde görülebiliyordu. Dahası oyunu kaplayan çelişkiler hazır olarak teslim alınmamıştı, bu çelişkiler işlendi ve bölümler açıkça görülebilir olmakla birlikte, bütüne iyice yedirildi. Yine de, epik tiyatronun merkezi amacına ulaşılamadı. Çok şey gösterildi ama gösterme öğesi eksik kaldı. Yalnızca rol değişimine ayrılan birkaç provada gösterme öğesi açık bir şekilde ortaya çıkarıldı. Burada oyuncular "tatbik ettiler" yani, belirli duruş ve tonlamaları yeni kadronun oyuncularına gösterdiler ve hepsi seyircinin kendi başına düşünmesini ve hissetmesini sağlayan, şaşılacak biçimde gevşemiş, çaba sarf etmeksizin güzel ve çok dikkat çekmeyen bir nitelik takındılar.

Hiç kimse bu temel epik öğeyi kaçırmadı ve belki de bu nedenle oyuncular onu elde etmeye cesaret edemediler.



Bu Notlar Hakkında
Ümit ediyorum ki bir oyunun sergilenmesi için gerekli olan çeşitli türden araç ve fikirleri belirten bu notlar, yersiz bir ciddiyet izlenimi yaratmaz. Bu şeyler hakkında yazarken tiyatronun özünde bulunan keyifli hafifliği yazıya aktarmak güçtür. Öğretici yönleriyle bile sanatlar, eğlence dünyasına aittirler. (8)

Cesaret Ana'yı Oynamanın İki Yolu
Başrol alışılmış bir tarzda, empati uyandıracak bir biçimde oynandığı zaman, seyirciler (pek çok tanığa göre) olağanüstü bir zevki yaşar: Savaşın zorluklarıyla kuşatılmış bu kadının yıkılmaz canlılığı seyircide zafer duygusu uyandırır. Cesaret Ana'nın savaşa etkin katılımı çok fazla ciddiye alınmamıştır; onun canlılığının kaynaklarından biri, belki de tek kaynağı savaştır. Bu katılım öğesinin dışında ve ona rağmen etki, Şvayk'takine çok benzer; seyirci -elbette komik bir perspektifle- Şvayk'la beraber onu kurban etmek isteyen savaşçı güçlere karşı zafer kazanacaktır. Fakat Cesaret Ana'nın durumunda, böylesi bir etki toplumsal bir değere sahip olmaktan uzaktır; çünkü kesinlikle -dolaylı gibi görünse de- onun savaşa katkısı dikkate alınmamıştır. Etki aslında olumsuzdur. Cesaret Ana, bir anne gibi temsil edilir ve Niobe gibi o da çocuklarını felakete -bu durumda savaşa- karşı koruyamaz. Olsa olsa ticaret yapması ve bunu yapış biçimi ona "gerçekçi, ideal olmayan" bir nitelik katar; bunlar da savaşın kaderin bir oyunu gibi görülmesini engellemez. Tabii ki savaş tümüyle şeytani bir şey olarak kalır ama Cesaret Ana savaştan, yıpranmış da olsa, canlı çıkmıştır. Bunun tam tersine Weigel, seyircinin tamamen empatiye kapılmasını engelleyici bir teknik kullanarak, tüccarın ticaretini doğal değil, tarihsel bir ticaret -geçici bir döneme bağlı tarihi bir olgu- olarak, savaşı da ticaret için en iyi dönem olarak ele aldı. Burada da savaş, belirgin bir canlılık kaynağıydı, fakat Cesaret Ana'nın ölümü içtiği bu pınar kirli bir pınardı. Tüccar-ana yaşayan büyük bir çelişki halini aldı ve onu çirkinleştiren ve bozan da bu çelişkiydi. Pek çok temsilde budanan savaş alanı sahnesinde tam bir çakaldı; gömlekleri parçalamayı kabul etti çünkü kızının korku ve nefret dolu vahşiliğini görmüştü; paltolu askere sövdü ve onun üzerine bir kaplan gibi saldırdı. Kızı çirkinleştirildiğinde, hemen bir sonraki sahnede öveceği savaşı, aynı derin içtenlikle lanetledi. Böylece çelişkileri uzlaşmaz keskinlikleri içinde oynadı. Kızının (Halle şehri kurtarılırken) ona isyan etmesi, onu büsbütün şaşkına çevirdi ve ona hiçbir şey öğretmedi. Seyirciye derinden hissettirilen Cesaret Ana ve yaşamının trajedisi, bir insanı yok eden korkunç bir çelişkide yatar -yalnızca toplum tarafından uzun ve zorlu kavgalarla aşılabilecek bir çelişki. Rolün bu yolla oynanmasını ahlâki olarak üstün kılan şey, insanları -en güçlülerini bile-yıkılabilir olarak göstermesidir. (9)

[Felaket Tek Başına Zavallı Bir Öğretmendir]
Seyirci tam anlamıyla temizlenmemiş kostümlerin keskin kokusundan gına getirdi, ama bu durum neşeli atmosferden bir şey kaybettirmedi. Oyunu izlemeye gelenler perişanlıktan gelmişlerdi ve perişanlığa döneceklerdi. Sahnede, herhangi bir sokaktakinden ya da herhangi bir evdekinden daha fazla ışık vardı.

Max Reinhardt döneminden kalma yaşlı ve deneyimli sahne amiri beni bir kral gibi karşıladı ama yapıma katı gerçekçiliğini veren şey herkes tarafından paylaşılan acı bir deneyimdi. Atölyedeki terziler kostümlerin, oyunun başlangıcında sondakilere kıyasla daha zengin olması gerektiğini fark ettiler. Sahne çalışanları Cesaret Ana'nın arabasının üzerindeki çadır bezinin nasıl olacağını biliyorlardı: Başlangıçta beyaz ve yeni, sonra kirli ve parçalanmış, daha sonra biraz temizlenmiş, ama artık hiçbir zaman tam anlamıyla beyaz değildir; ve en sonunda bir paçavradır.

Weigel'in Cesaret Ana'yı oynayış tarzı sert ve kızgındı; yani, onun Cesaret Ana'sı değil, oyuncunun kendisi kızgındı. Weigel çocuklarını birbiri ardına savaşa kaptıran ve hâlâ savaştan kâr edeceğine olan inancını sürdüren bir tüccarı, güçlü ve kurnaz bir kadını sergiledi.

Birçok insan Cesaret Ana'nın, yaşadığı sefaletten hiçbir ders almadığını, en sonunda bile hiçbir şey anlamadığını söylediler. Çok azı, bunun oyunun en keskin ve en anlamlı dersi olduğunu fark etti. Kuşkusuz oyun çok başarılıydı; daha doğrusu büyük bir etki yarattı.

İnsanlar caddede Weigel'i gösterip "Cesaret Ana" diye sesleniyorlardı. Fakat Berlin-halkının -ya da oyunun sergilendiği başka bir şehrin halkının- oyunu anladığına o zaman da inanmamıştım, şimdi de inanmıyorum. Hepsi savaştan bir şeyler öğrendiklerine emindiler; kavrayamadıkları şey, oyun yazarının görüşüne göre, Cesaret Ana'nın, kendi savaşından hiçbir şey öğrenmemiş olmasıydı. Oyun yazarının ne demek istediğini anlamadılar: Savaş insanlara hiçbir şey öğretmez.

Felaket tek başına zavallı bir öğretmendir. Öğrencileri açlığı ve susuzluğu öğrenirler, ama gerçeğe duyulan açlığı ve bilgiye duyulan susuzluğu nadiren öğrenirler. Acı çekmek hasta bir adamı bir doktora dönüştürmez. Ne belli bir uzaklıktan ne de burnunun dibinde gördükleri, bir görgü tanığını bir uzmana çevirmeye yetmez.

1949'un ve takip eden yılların seyircileri Cesaret Ana'nın suçlarını, onun savaşa katılımını ve savaş ticaretinin karından pay kapma arzusunu görmediler; yalnızca onun acılara düşüşünü ve acılarını gördüler. Ve kendilerinin de katıldığı Hitler'in savaşına bakışları da şuydu: Kötü bir savaş olmuştu ve şimdi acısını çekiyorlardı. Kısacası durum tamamıyla oyun yazarının önceden söylediği gibiydi. Savaş onlara acıyı ve ondan ders almada yetersizliği getirmişti.

Cesaret Ana ve Çocukları prodüksiyonu şimdi altıncı yılında. Kesinlikle, büyük oyuncularla kotarılmış parlak bir yapım. Kuşkusuz bazı şeyler değişti. Oyun artık çok geç, yani savaştan sonra gelmiş bir oyun değil. Bugün yeni bir savaş tüm dehşetiyle dünyayı tehdit etmekte. Kimse ondan bahsetmiyor, ama herkes biliyor. Yığınlar savaş taraftarı değiller. Ama yaşam çok fazla sıkıntıyla dolu. Savaş bunları ortadan kaldıramaz mı acaba? İnsanlar son savaşta (en azından sonuçlanmasından kısa bir süre öncesine kadar) iyi bir geçim sağlamadılar mı? Ayrıca hiç başarılı savaş diye bir şey yok mu?

Cesaret Ana ve Çocukları'nı, bugün seyredenlerden kaç tanesinin oyunun uyarısını anladığından şüpheliyim. (10)

Cesaret Ana ve Çocukları Üzerine Notlar
Cesaret Ana ve Çocukları ilk olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında, Zürih'te, başrolünde olağanüstü Therese Giehse olmak üzere sahnelendi. O zamanlar Alman mültecilerin geniş bir kısmını içinde barındıran Zürih Schauspielhaus kumpanyasının anti-faşist ve pasifist eğilimde olmasına karşın temsil, burjuva basınının "Niobe trajedisi" ve "bu ana-hayvanın yürek paralayıcı hayata bağlılığı"ndan söz etmesine fırsat verdi.

Bu durum yazarı uyardı ve Berlin temsili için birkaç değişiklik yapıldı. Orijinal metin aşağıdadır.



l.SAHNE

CESARET ANA- ...Hepiniz dikkatli olun. İhtiyacınız var buna. Haydi arabaya binip yola devam edelim.

ÇAVUŞ- Kendimi iyi hissetmiyorum.

ÇIĞIRTKAN- Belki de rüzgârda miğferini çıkardığın için soğuk almışsındır.
(Çavuş miğferi kapıverir.)

CESARET ANA- Artık kâğıtlarımızı geri verin. Başkası onları sorabilir, o zaman kağıtsız kalırım. (Onları teneke kutuya koyup kaldırır.)

ÇIĞIRTKAN (Eilif'e) - En azından potinlere bir göz atsaydın. Sonra da kafa kafaya bir şeyler içeriz, yalnız sen ve ben. Param var, sana göstereyim, arabanın arkasına gel.
(Arabanın arkasına giderler.)

ÇAVUŞ- Anlamadım gitti, her zaman arkada dururum. Bir çavuş için daha güvenilir yer yoktur. Adamları şan şöhret kazansınlar diye öne atabilirsin. Akşam yemeğimin içine ettin. Tek lokma bile geçmeyecek boğazımdan biliyorum.

CESARET ANA (Ona doğru giderek)- Üzme tatlı canını. İştahını bozma. Sadece arka saflarda kalmaya devam et, yeter. Hadi, bir yudum schnapps al. Ve tasa etme.
(Arabaya gider ve ona bir içki doldurur.)

ÇIĞIRTKAN (Eilif'in kolunu tutmuştur, onu arkaya doğru uzaklaştırır.)- Öyle ya da böyle, sen batmışsın. Bir haç çektiysen ne olmuş? İkramiye olarak on gulden, bununla filinta gibi bir adam olacaksın, kral için savaşacaksın ve kadınlar seni paylaşamayacak. Sana hakaret ettiğim için bana bir tane indirebilirsin.(Birlikte çıkarlar.)
(Dilsiz Kattrin ağabeyinin kaçırıldığını görür ve kaba, acı sesler çıkartır.)

CESARET ANA- Bir dakika Kattrin, bir dakika. Çavuş kendini iyi hissetmiyor, biraz batıl inançlı da ondan. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Şimdi gideceğiz. Eilif nereye gitti?

İSVİÇRE PEYNİRİ- Çığırtkanla gitmiş olmalı. Deminden beri onunla konuşuyordu.

5. SAHNE

CESARET ANA (diğerlerine)- Ne o? Ödemiyor musun? Para yoksa schnapps da yok. Tanrı için zafer marşı çalmayı biliyorlar ama maaşlara gelince nanay.

ASKER (tehdit ederek)- Schnnapps istiyorum. Yağmaya geç kaldım. Şehri yağmalamamız için sadece bir saat izin verdiler. Komutan bir canavar olmadığını söylüyor. Duyduğuma göre belediye başkanı ona rüşvet vermiş.

RAHİP (sendeleyerek girer)- Evin içinde hâlâ yaralılar var. Köylü ve ailesi. Birileri yardım etsin. Sargı bezi lazım.
(İkinci asker onunla gider.)

CESARET ANA- Bende yok. Alay bütün sargı bezlerini aldı. Onlar için subay gömleklerini parçalayacağımı mı sanıyorsun?

RAHİP (bir daha seslenir)- Sana diyorum, sargı bezi lazım.

CESARET ANA (arabanın içini altüst edip arar) Yapabileceğim bir şey yok. Parasını ödemeyecekler, ödeyecek hiçbir şeyleri yok.

RAHİP (dışarı çıkardığı bir kadının üzerine eğilmiş halde) Niye içerde kaldın top atışı başladığında?

KÖYLÜ KADIN (bitkince)- Çiftlik.

CESARET ANA- Mal delisi bunlar. Güzel gömleklerim. Yarın subaylar gelecek ve bir tek şeyim olmayacak. (Aşağıya bir tanesini atar, Kattrin onu köylü kadına götürür.) Niye malımı paylaşacak mışım? Savaşı ben başlatmadım.

İLK ASKER- Bunlar Protestan. Sanki bok var protestanlıkta?

CESARET ANA- Dinlerini kim takar? Çiftliklerini kaybettiler.

İKİNCİ ASKER- Bunlar Protestan değil. Bizim gibi Katolik.

BİRİNCİ ASKER- Kime ateş ettiğimizi nereden bileceğiz? 
(Rahibin içeri getirdiği)

BİR KÖYLÜ- Kolum kırıldı.
(Evden bir bebeğin acı ağlaması duyulur.)

RAHİP- Kımıldama.

CESARET ANA- Bebeği çıkarın.
(Kattrin eve koşar.)

CESARET ANA (gömlekleri keserek) Parçası yarım gulden. İflas ettim. Yarasını sardığında onu kımıldatma. Belki sırtındandır. (Yıkıntılardan bir bebek çıkartıp onu uyutmaya götüren Kattrin'e) Ooo, demek bir tane daha buldun. Onu annesine hemen geri ver, yoksa bütün gün çocuğu senden almak için uğraşmak zorunda kalırım. Duydun mu? (Kattrin ona aldırmaz.) Sizin zaferleriniz bana bir sürü paraya mal oldu. Bu kadarı yeter, rahip. Çılgın gibi bezlerimle uğraşma. Dayanamayacağım artık.

RAHİP- Daha fazla lazım, kanama durmuyor.

CESARET ANA-(Kattrin'e bakarak) Bütün bu sefalet içinde mutlu mutlu oturuyor; onu hemen geri ver, annesi kendine geliyor (Sonuçta Kattrin gönülsüzce bebeği köylü kadına verirken, başka bir gömlek keser.) Hiçbir şey veremem, bana bunu yaptıramazsınız, kendimi düşünmek zorundayım. (İkinci Asker'e) Aval aval ne bekliyorsun orada, git, söyle onlara, kessinler şu müziği, zafer kazandıklarını buradan da görüyorum. Bir schnapps iç rahip, tartışma benle; yeterince bela var başımda. (Kızını sarhoş durumdaki Birinci Asker'den kaçırmak için arabadan aşağı iner.) Hayvan herif, kazandığın zaferler yetmedi mi? Dur. Parayı ödemeden bir yere gidemezsin. (Köylü'ye) Bebeğin sağlam. (Kadını göstererek) Altına bir şeyler koy. (Birinci Asker'e) Öyleyse paltonu buraya bırak, çalıntıdır nasıl olsa. (Birinci Asker sallanarak çıkar. Cesaret Ana gömlekleri kesmeye devam eder)

RAHİP-İçeride hâlâ birileri var.

CESARET ANA-Meraklanma, bütün gömlekleri keseceğim.

7. SAHNE

Anayol. Rahip, Cesaret Ana ve Kattrin arabayı çekmektedirler. Araba kirli ve dağınıktır ama yeni mallarla doludur.



CESARET ANA (Şarkı söyler)
Kimileri atlatabileceklerini sanır
Savaşı, tehlikeyi bırakıp cesurlara 
Bir sığınak kazıp saklanır
Erkenden gömer kendini mezara.
Fırtınadan kaçarken gördüm onları,
Bulmak için bir sığınak, savaştan uzak
Yetince yerin dibinde soluklandıkları
Neden kaçtıklarını ettiler merak.
(Yahudi harpıyla "Bahar Geldi"yi çalar)

12. SAHNE

KÖYLÜLER-Gitmelisin kadın. Geride yalnızca bir alay asker kaldı. Yalnız gidemezsin.

CESARET ANA- Hâlâ nefes alıyor. Belki onu uyutabilirim.
Reformasyonun devrimci şiddeti Köylü Savaşları'yla kırıldı, ki bu Alman tarihindeki en büyük felakettir. Geriye kalan, ticaret ve kinisizmdi. Dostları, müşterileri ve hemen hemen herkes gibi Cesaret Ana da -bunu oyunu sahneleyecek olanlara yardımcı olsun diye söylüyorum- savaşın tamamen ticari niteliğinin farkındadır ve onu cezbeden de budur. Savaşa sonuna kadar inanır. Yanlızca güçlü olanın savaştan yarar sağlamayı umabileceği kafasına dank etmez. Felaket kurbanlarının felaketten ders alacağını sananlar yanılırlar. Yığınlar, politikanın nesnesi olduğundan başlarına geleni bir deneymişcesine inceleyemezler, yalnızca kader gibi görürler; bir felaketten, bir kobayın biyolojiden aldığından daha fazla ders alamazlar. Cesaret Ana'nın olan biteni sonunda açıkça görmesini sağlamak, oyun yazarının işi değildir -Cesaret Ana oyunun ortasına doğru, 6. sahnenin sonunda, bazı şeyleri anlar ve daha sonra onları anlama gücünü yitirir- oyun yazarının derdi olan biteni seyircinin anlaması / görmesidir. (11)


Notlar
(1) İdil: (Ing. idyll) Kır hayatına ait ve çoğunlukla küçük şiir.
(2) Werner Hecht'ten (editör): Materialen zu Brechts "Mutter Courage", Frankfurt, Suhrkamp, 1967, s.7-9
(3) Cockaigne: Lüks ve avare bir hayat sürüten hayali ülke.
(4) Cyclorama: Sahnenin arka tarafından sarkıtılan perde.
(5) Tabula rasa: Üzerine hiç yazı yazılmamış levha.
(6) Son söz: (İng. Cue) Oyuncunun sözü karşısındakine bırakırken söylediği son söz(ler) ya da hareket(ler).
(7) İyi yürekli Samaritan: İhtiyacı olanlara nazikçe ve bencil olmayan bir biçimde yardımcı olan kimse.
(8) Mutter Courage und ihre Kinder"den. Textl Auffühbrung / Ammerkungen. Henschel-Verlag, Doğu Berlin, 1956.
(9) 1951'de yazıldı. "GW Schrifteın zum Theater"den s.895. İlk basımı Theaterarbeit'da, 1952
(10) 1954. GW Schriften zum Theater 'den s.1147.
(11) IGW Stucke'den, s.1439.


Çeviri: Kerem KARABOĞA - A. Cüneyt YALAZ
"Mimesis" adlı derginin 6. sayısında yayınlanmıştır.


ARTURO Uİ'NİN ENGELLENEBİLİR
YÜKSELİŞİ ÜZERİNE 


Gösteri İçin Yönergeler
Olayların kendilerine üzülerek atfedilen anlamı koruyabilmesi için, oyun büyük boyutlu üslupla ve tercihan Elizabethyen tiyatroya yapılacak açık geri dönüşlerle -yani perdeler ve farklı düzeylerle- sahnelenmelidir. Örneğin, aksiyon, üzerine öküz kanı renginde boya damlatılmış beyaz çuval bezinden perdeler önünde geçebilir. Bazı anlarda panoramavari fonlar kullanılabilir ve benzer şekilde org, trompet ve davul efektlerinin de kullanılmasına izin verilebilir. Maskelerden, vokal karakteristiklerden ve özgün kişiliklerin jestlerinden yararlanılmalıdır; ama saf parodiden kaçınılmalıdır ve komik öğe dehşetin açığa çıkmasını engellememelidir. Gerekli olan, en yüksek hızda ilerleyen ve panayırlardaki tarihi tablolarda da sıkça kullanılan açıkça tanımlanmış odaklardan oluşmuş üç boyutlu bir sunuştur. (1)

Notlar
1. Önsöz
1941'de Finlandiya'da yazılan Arturo Ui'nin Engellenebilir Yükselişi, Hitler'in yükselişini, ona bütünüyle aşina olan bir çevreye uyarlayarak, kapitalist dünya için anlaşılabilir kılma girişimini temsil eder. Uyaksız nazım, karakterlerin kahramanlığını değerlendirmede bir yardımcıdır.

2. Uyarılar
Bu günlerde, ölü ya da diri, büyük politik suçlularla dalga geçmenin genellikle ne uygun ne de yapıcı olduğu söyleniyor. Sıradan insanların bile bu noktada duyarlı oldukları söylenir; sadece sorgulanan suçlara kendilerinin de bulaşmış olmalarından dolayı değil, yıkıntılar arasında ayakta kalabilmiş olanların böyle şeylere gülmesinin imkânsız olmasından da dolayı. Ne de zaten açık olan kapıları, (çünkü yıkıntılar arasında bir sürü açık kapı vardır) tekrar tekrar aşındırmanın da pek iyi birşey olmadığı söylenir: ders alınmıştır, öyleyse bunu zavallı yaratıkların kafalarına kakmaya neden devam edilsin? Öte yandan eğer ders alınmamışsa, bir halkı, bir kez yeterince ciddiye almadığı bir hükümdara gülmeye yüreklendirmek risklidir, vesaire, vesaire.

Sanatın gaddarlığa kadife eldivenle yaklaşması gerektiği; kendisini, aymışlığın cılız tohumlarını sulamaya adaması gerektiği; eski lastik cop kullanıcılarına bahçe hortumunu açıklayabilmesi gerektiği; v.b. yolundaki telkinleri reddetmek görece daha kolaydır. Aynı şekilde, nüfustan "daha yüksek" bir şeyi belirtmek üzere kullanılan "halk" terimine itiraz etmek ve bu terimin nasıl da, cellatla kurbanını, iş-verenle işçiyi birbirine bağlayan şu adı çıkmış Volksgemeinshaft kavramını ya da 'bir halk olma duygusu'nu akla getirdiğini göstermek mümkündür. Ama bu, 'hiciv ciddi meselelere karışmamalıdır düşüncesi'nin kabul edilebilir bir düşünce olduğu anlamına gelmez. Ciddi şeyler hicvin özgül ilgi alanına girer.

Büyük politik suçlular bütün çıplaklıklarıyla ortaya konulmalı ve alaya maruz bırakılmalıdırlar. Çünkü onlar hiçbir şekilde büyük politik suçlular değil ama büyük politik suçların failidirler ki bu çok farklı bir şeydir.

Doğru oldukları sürece kendiliklerinden apaçık olan hakikatlerden korkmamak gerekir. Eğer Hitler'in girişimlerinin çöküşü onun bir yarımakıllı olduğunun kanıtı değilse, yükselişleri de onun büyük bir adam olduğunun garantisi değildir. Modern devleti kontrol eden sınıflar, girişimlerinde ekseriyetle her yönüyle ortalama olan insanları kullanırlar. Son derece önemli olan ekonomik sömürü alanında bile herhangi özel bir yetenek aranmaz. I. G. Farben gibi Mark milti-milyoneri bir tröst, istisnai zekâyı yalnızca sömürebileceği zaman kullanır; sömürücüler güruhu, çoğu sahip olduğu gücü doğuştan elde etmiş olan bu bir avuç insan, grup olarak belirli bir kurnazlık ve gaddarlığa sahiptirler ama eğitim yokluğunda, hatta aralarında tek tük canayakın bireylerin varolması durumunda bile hiçbir ticari engel tanımazlar. Politik meselelerini genellikle kendilerinden belirgin bir biçimde daha aptal olan insanlara hallettirirler. Bu nedenle, hiç şüphe yok ki Hitler, Brüning'den ve Brüning, Stresemann'dan çok daha aptaldı, bu arada askeri alanda da Keitel ve Hindenburg da birçok bakımdan aynı durumdaydılar. Politik hamlığı yüzünden savaşlar kaybetmiş olan Lunderdorff gibi bir askeri uzmanın, entelektüel bir dâhiden çok şimşek hızında bir müzikhol hesap makinesi olduğu düşünülüyor artık. Böyle insanlara sahip oldukları büyüklük halesini veren şey girişimlerinin kapsamıdır. Ama bu hale onları ille de o kadar etkili kılmaz, çünkü bu yalnızca, ortalıkta devasa bir zeki insanlar yığını olduğu ve bunun sonucunda da savaş ve krizlerin bütün nüfusun zekâ gösterilerine dönüştüğü anlamına gelir.

Üstüne üstlük suçun kendisinin sık sık hayranlık uyandırdığı da bir gerçektir. Doğduğum kasabadaki küçük burjuvaların Kneisel adındaki kitle katilinin saygı dolu şevkinden başka bir şey konuştuklarını duymadım ve bu nedenle onun ismini bu güne kadar unutamadım. Onun yararına yoksul yaşlı ninelere karşı alışıldık kibarlık edimleri keşfetmek bile gerekli görülmemişti: cinayetleri yeterliydi.

Genelde, küçük burjuva tarih kavrayışı (ve proleteryanınki de; şimdiye kadar farklı bir tarih kavrayışına sahip olmamıştır çünkü) romantiktir. I. Napolyon vakasında, bu Almanlar'ın yoksul imgelemini ateşleyen şey tabii ki onun Napolyon Hukuku değil, milyonlarca kurbanıydı. Kan lekeleri bu istilacıların yüzlerini süs benleri gibi güzelleştirir. 1946'da yerinde bir tabirle adlandırılan Deutshe Rundshau'da yazan Dr. Pechel adında biri, Cengiz Han için 'Pax Mongolica'nın (2) bedeli on milyonlarca insanın ölümü ve yirmi krallığın çöküşüydü' dediğinde, 'bu, bütün değerlerin yok edicisi eli kanlı istilacıyı -ama bu, gerçek doğasının yok edici olmadığını göstermiş olan hükümdarı unutmamıza neden olmamalı'- sırf halkı yönetirken güçsüz olmadığından dolayı büyük bir adam olarak yüceltti. İşte yok edilmesi gereken şey, katillere karşı gösterilen bu hürmettir. Gündelik basit mantık, bir kez asırlar arasında gezinmeye başladıktan sonra, artık korkutulup sindirilmesine asla izin vermemelidir; küçük olaylara uygulanan her şey büyüklerine de uygulanır kılınmalıdır. Hükmedenler tarafından büyük ölçekte bir düzenbaz haline gelmesine izin verilen küçük düzenbaz, düzenbazlıkta özel bir konum elde edebilir, ama bizim tarihe olan tavrımızda değil. Yine de, insan çilesini yeterince ciddi şekilde ele alırken komedinin trajediden daha az ihmalkâr olduğu ilkesinde hakikat payı vardır.



Yüklə 335,59 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin