Dalkavukluk – içten olmayan iltifatlarda bulunurlar. Övgü ve dalkavukluk farklıdır; bir kişinin sahip olmadığını bildiğimiz değerleri o kişiye atfedersek, bu dalkavukluk olur. Dalkavukluğun genellikle kötü ve bencil bir yapısı vardır.
İkiyüzlülük – Düşünceleriyle söyledikleri oldukça farklıdır. Düzenbaz ve hilekârdırlar.
12:3,4 Tanrı’nın gerçek kutsalları, yıllardır Rab’bin, tanrıtanımaz dalkavukları susturmasını beklerler. Tanrı kendi ilkeleriyle övünen kişileri susturacaktır. Başkalarının ne düşündüğüne aldırmaksızın istedikleri her şeyi söyleme konusundaki özgürlükleri sona erecektir.
12:5,6 Yoksul ve çaresizlerin iniltilerine yanıt olarak, Rab “harekete geçeceğini ve özledikleri kurtuluşu vereceğini” vaat eder (Gelineau). Vaatleri kesinlikle yerine gelecektir. O’nun vaatleri paktır. Toprak ocakta eritilmiş, yedi kez arıtılmış gümüşe benzer. Başka bir deyişle, Tanrı’nın sözleri bilinen en saf gümüş gibidir. Bu sözlerde aldatmaca, dalkavukluk veya herhangi bir hata bulunmaz. Bütünüyle güvenilirdirler.
12:7 Bu nedenle imanlı, bu kötü kuşaktan korunmak için Rab’be döner – yalnızca saldırılardan korunmak için değil, saldırılarla birlikte gelen her tür ödün ve karmaşadan kaçınmak için de Rab’be sığınır.
12:8 Son ayet, “bu kuşağın” bir tanımıdır: Her yanda sinsice dolaşan, alçaklığı yücelten ve erdeme dudak büken kötü kuşak. Bu, Süleyman’ın Özdeyişleri 30:11-14’te tanımlanan kuşakla aynı özellikleri taşımaktadır:
Babalarını lanetleyen, annelerine değer vermeyen, kendilerini temiz sanan, ama kötülüklerinden arınmamış kibirli bir kuşak vardır. Herkese tepeden bakarlar. Dişleri kılıca, çeneleri bıçağa benzeyen bu kuşak, yoksulları yutup yeryüzünden yok etmek ister.
13. Mezmur: Daha Ne Kadar Sürecek?
Şu sözler Davut tarafından dört kez tekrarlanır: “Ne zamana dek?” Düşmanı (belki Saul) tarafından amansız bir biçimde izlenen Davut, Tanrı’nın savaş arabasını geciktirenin ne olduğunu merak ediyordu. Onu ezen dört ağır yükten özgür kılacak olan yardım hiç gelmeyecek miydi?
Sanki Tanrı onu unutmuştu.
Tanrı’nın iyiliğinin kendisinden esirgendiğini düşündü.
Her gün büyük bir bunalım yaşıyordu.
Kaybeden tarafta olmanın ezikliğini yaşadı.
13:1-4 Tanrı, Davut’un içinde bulunduğu kötü durumu göz önüne almalı ve başına gelebilecek felaketlerden kurtulması için bir an önce yardım göndermeliydi. Bu felaketlerden ilki Davut’un ölümü, ikincisi ise düşmanının zafer kutlamasıdır. Rab Davut’un yaşamını değiştirmezse, düşmanları bir süre sonra onu yenilgiye uğratacaklardı.
13:5,6 Sonuç şimdiden belliydi. Mezmur yazarı yanıtın gecikmeyeceğine inanıyordu. Rab’bin merhametine güvendiği için, düşmanından kurtuluşunu kutlayacağını biliyordu. Kurtuluşunu beklerken, Rab’bin sınırsız sevgisi için ezgiler söyleyebilirdi.
Bu mezmur çoğumuza Tanrı tarafından gönderilen denenmeler gibidir: Bir iç çekişle başlar, ama bir ezgiyle sona erer!
14. Mezmur: Akılsızın İman İkrarı
14:1 Akılsız kişi, Tanrı’nın olmadığını düşünür. Bir Tanrı olmasını iste-mez ve bu nedenle de Tanrı’nın varlığını inkâr eder. Bu akıl dışı bir tutumdur. Her şeyi bilen Tanrı’nın önünde şu iddiada bulunur: “Ben her şeyi bilirim. Benim bilgimin sınırlarının ötesinde bir tanrının var olabilmesi mümkün değildir.” Bu tutumunu, her yerde olduğunu iddia etme konusunda da sürdürür, “Ben aynı anda her yerde olabilirim. Tanrı’nın benim bilgim olmaksızın evrenin herhangi bir yerinde var olabilmesi mümkün değildir.” Bu düşüncedeki kişi, evrenin büyüklüğü, gezegenlerin hareketlerindeki şaşırtıcı zamanlama, yeryüzünün yaşamı devam ettirme konusundaki uygunluğu, insan bedeninin karmaşık tasarımı, insan beyninin müthiş yapısı, su ve toprağın olağanüstü özellikleri gibi yaratılıştaki mucizelere kayıtsız kalır.
Örneğin, bir an için yeryüzünün yaşam için oluşturduğu mükemmel düzeni ele alalım. Henry Bosch aşağıda verdiği örneklerle, Tanrı’nın harika tasarımına işaret etmiştir:
Yeryüzü, kendi ekseni etrafında saatte yaklaşık 1610 kilometrelik bir hızla döner. Eğer bu dönüş hızı saatte 161 kilometre olsaydı, hem gündüzler hem de geceler on kat daha uzun olur, gezegenimiz zamanla ya yanar, ya da donardı. Bu tür koşullar altında bitkilerin yaşaması da elbette imkansızlaşırdı!
Eğer yeryüzü ay kadar küçük olsaydı, yerçekimi gücü, insanın ihtiyaçları için gerekli atmosferi sağlama konusunda çok zayıf kalırdı. Ama yeryüzü eğer Jüpiter, Satürn ya da Uranüs kadar büyük olsaydı, o zaman aşırı yerçekimi hareket etmeyi neredeyse imkansız kılardı. Eğer gezegenimiz Venüs kadar güneşe yakın olsaydı, sıcak dayanılmaz olurdu. Güneşten Mars kadar uzak olsaydık, her gece en sıcak bölgelerde dahi kar yağar, buzlanma olurdu. Eğer okyanuslar şimdiki boyutlarının yarısına sahip olsalardı, bildiğimiz yağmurun yalnızca dörtte biri yağardı. Okyanuslar sekizde bir daha büyük olsalardı, yıllık kar ve yağmur miktarı dört katına yükselir, yeryüzü geniş ve kimsenin yaşamadığı bir bataklığa dönüşürdü.
Su sıfır derecede katılaşır. Eğer okyanuslar bu ısı karşısında donsalardı felaketle karşılaşırdık. Çünkü o zaman kutup bölgelerinde eriyen buz miktarının den-gesi bozulur ve buzullar yüzlerce yıl kalkmazdı! Rab böyle bir felaketi engel-lemek için, deniz suyunun donma derecesini değiştirmek amacıyla tuz koydu.14
Aklı başında bir gözlemci, bütün bu olanların bir rastlantı sonucu gerçekleştiği olasılığını kabullenemez. İşte bu nedenle Kutsal Kitap ateistlerin akılsız olduklarını söyler. Ahlâksal yönden akılsızdırlar. Söz konusu olan zekaları değil, ahlâksal konulardaki düşünceleridir.
Tanrı bu akılsızların çürümüşlük içinde olduklarını düşünmektedir. Bir insanın iman ikrarı ve davranışları arasında yakın bir ilişki vardır. Tanrı inancı ne kadar zayıfsa, ahlâksal yönden de o kadar zayıf davranışlar sergiler. Tanrıtanımazlık ve bilinmezcilik, neden ya da sonuç açısından ahlâksal yönden çürük bir yaşamla bağlantılıdır. Barnes şöyle yazar:
Tanrı’nın olmadığı inancının temeli, genellikle kötü bir yaşam sürme arzusundan kaynaklanır. İnsanlar yoksulluk içindeki hayatlarında bir dayanak bulmak ve gelecekteki ceza korkusundan uzaklaşmak için böyle bir yaşam sürdürmeyi benimserler.15
14:2,3 Rab göklerden, Adem’in soyundan olanların Tanrı’yı arayarak bilgece davranıp davranmadıklarını görmek için yeryüzüne bakar. Ama hem doğası hem de davranışları nedeniyle insan bir günahkârdır. Eğer kendi başına bırakılırsa, asla Tanrı’yı bulamaz. İnsanın Tanrı’ya ve kurtarışına duyduğu ihtiyacın farkına varmasını sağlayan, yalnızca Kutsal Ruh’tur.
Pavlus Romalılar 3:10-12’de bu mezmurun ilk üç ayetinden, günahın bütün insanlığı ve var olan her şeyi etkilediğini göstermek için alıntı yapar. Davut, buradaki mezmurda, bütün insan soyunu değil, Tanrı’yı tamamen inkâr edenlerle doğrular arasındaki zıtlığı işaret etmektedir. Gerçek ve diri Tanrı inancından dönenler, bu imansızlardır. Ahlâksal açıdan çürüktürler. Tanrı, iyilik yapan bir tek kişi bile bulamaz.
14:4 Suç işleyenlerin bilgisizlikleri, Tanrı’nın halkına olan davranışlarından anlaşılır. Tanrı’nın yoksulları nasıl koruduğunu ve günahı nasıl cezalandırdığını bilselerdi, imanlıları asla ekmek yer gibi yemezlerdi! Eğer Tanrı’nın iyiliğini ve ciddiyetini bilselerdi, yaşamları için dua ederlerdi.
14:5,6 Rab masumların yanında olduğundan, kötüler büyük dehşete düşecektir. İmanları nedeniyle yoksullarla daima alay etmişlerdir. Ama şimdi, inkâr ettikleri Tanrı’nın kendisine ait olanların sığınağı olduğunu anlayacaklardır.
14:7 Mesih’in Siyon’dan halkını kurtarmak için geleceği gün, büyük bir gün olacaktır. Mesih’e ait Yahudi kutsallar tek gerçek Tanrı’yı inkâr eden ulusların esaretinden kurtarıldıklarında, İsrail’in sevinci çok büyük olacaktır.
15. Mezmur: Tanrı’nın Seçtiği Adam
15:1 15. Mezmur’un konusu, Tanrı’nın seçtiği kişidir. Mezmurda söylenmese de, Tanrı’nın Egemenliği’ne girebilmenin koşulu, yeniden doğmaktır. Hiç kimse yeniden doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliği’ne giremez. Yeniden doğmak iman yoluyla, lütufla gerçekleşir. Bunun, insanın kendi çabalarına dayanan işlerle asla ilgisi yoktur.
Tek başına ele alındığında bu mezmur, kurtuluşun insanın karakterine ya da soylu davranışlarına bağlı olduğunu ima eder gibi görünür. Ama Kutsal Yazılar’ın tamamı ele alınarak değerlendirildiğinde kurtaran iman, yalnızca kutsal bir yaşamla sonuçlanan iman anlamına gelebilir. Yakup’un mektubunda söylediği gibi, Davut burada, gerçek imanın bu mezmurda tanımlanan türdeki iyi işlerle sonuçlandığını söylüyor.
Mezmurda, Siyon halkının erdemlerinin ayrıntılarına yer verilmemektedir.
15:2 Siyon halkı her şeyden önce dürüst bir yaşam sürer. Dürüst kişi sağlam bir ahlâka sahip, dengeli bir yaşam süren kişidir.
İkinci olarak, Siyon halkı doğru olanı yapar. Kimseyi incitmeyen, huzurlu bir yaşama sahip olmaya özen gösterir. Kötü bir yaşam tarzını benimseyerek yeryüzünde kalmaktansa, kusursuz bir yaşam sürerek gökyüzüne gitmeyi tercih eder.
Gerçeği yürekten söyleyen bu kişiye güvenilebilir. Yalan söylemektense ölmeyi yeğler. Sözü senettir. ‘Evet’i evettir, ‘hayır’ı hayırdır.
15:3 İftira etmez. Komşularının dedikodusunu yapmaz. Kimseye söv-mez.
Komşusuna kötülük etmez. Bütün arzusu yardım etmek, teşvik etmek, öğretmektir. Bir dostuyla ilgili kötü konuşulduğunu duyduğunda, dedikoduyu o anda sona erdirir. Duyduğunu asla başka birine aktarmaz.
15:4 Ahlâksal yargıları bozulmamıştır. Günah, doğruluk, karanlık, ışık, kö-tü ve iyi arasında ayrım yapabilir. Kötü insanın tanrıtanımazlığı karşısında ses-siz kalmaz. Kendisini, iman ailesinin tüm bireyleriyle özdeşleştirir; onlara saygı duyar.
Vaadini, zarar göreceğini bilse bile yerine getirir. Örneğin, bir imanlı, evini yüz bin liraya satmak için anlaşabilir. Ancak kağıtları imzalamadan önce, evini büyük bir şirkete yüz elli bin liraya satabileceğinin farkına varır. Ama ilk alıcıya söz vermiştir. Bunun üzerine kontratı imzalayarak sözünü tutar.
15:5 Tanrı adamı parasını faize vermez. Bu, Tanrı halkından birine faizle para verilmemesi gerektiği anlamına gelir. Musa’nın yasasında, bir İsrailli diğer uluslardan olan birine faizle para verebilirdi (Yas.23:19, 20), ama aynı şeyi bir Yahudi kardeşine uygulaması yasaklanmıştı (Çık.22:25; Lev.25:35-37).
Yasa altında yaşayan Yahudiler bu ilkeyle yönlendirildiklerine göre, lütuf al-tında yaşayan Hıristiyanlar’ın da aynı ilkeler doğrultusunda yaşaması gereklidir!
Doğru kişi, suçsuza karşı rüşvet almaz. Adaletin sapmasından nefret eder. Eski bir deyiş olan, “Her şeyin bir bedeli vardır” görüşünü onaylamaz.
Bu çağda ve sonsuzlukta Tanrı için yaşayan kişinin özellikleri bunlardır. Bunlar üzerinde derin düşünün. Böyle bir yaşam tarzını benimseyenler, Tan-rı’nın önünde asla sarsılmayacaklardır!
16. Mezmur: Dirilen Mesih!
16. Mezmur’u anlamanın anahtarı, Petrus’un Elçilerin İşleri 2:25-28’de, Mesih’in dirilişine işaret etmek için, 8-11a ayetlerinden yaptığı alıntıdır. Şimdi anahtarı deliğe yerleştirelim ve harika Kurtarıcımız’ın ölümünden hemen önce Babası’na ettiği duayı dinleyelim.
16:1,2 Mesih, bütünüyle Tanrı’ya bağımlı olan mükemmel insan olarak, tek sığınağı Olan’a kendisini koruması için feryat eder. Yeryüzündeki otuz yıllık yaşamı boyunca Kurtarıcı, Tanrı’yı yalnızca Rab’bi olarak tanımakla kalmamış, O’nu sevinçle yaşamını yöneten tutkusu olarak benimsemiştir. “Senden öte mutluluk yok benim için” sözleri, Kurtarıcı’nın günahsızlığını inkâr etmez, ama Mesih’in bütün doyumunu Tanrı’da bulduğunu gösteren dokunaklı bir tanıklıktır. Bu tanıklık mezmur yazarının 73:25’deki tapınmasıyla aynı anlama gelir: “Senden başka kimim var göklerde? İstemem senden başkasını yeryüzünde.”
16:3 Tanrı’nın, Mesih’in yaşamının merkezi oluşu, O’nun ülkedeki kutsallara saygı duymasını engellemez. Aslında ikisi arasında çok canlı bir bağlantı mevcuttur: Tanrı’yı sevmek, O’nun halkını sevmektir (1Yu.5:1, 2). Rab İsa, kutsallarını biricik zevki olarak görür ve onları yeryüzünün soyluları olarak kabul eder. Tanrı’nın eski kutsallarından birine ait benzer bir tanıklığa bakalım:
Yola çıktığım ilk günden itibaren şu ana kadar, ölümlü ve günahlı bir varlığın görebileceği iyiliğin en büyüğünü gördüm. Paydaşlığım yeryüzündeki üstün kişilerle oldu ve onların her biri, bütün güçleriyle Rab uğruna nezaket göstermek için uğraştılar.16
16:4 Başka bir tanrıya tapınan kişiler, gerçek Tanrı’ya tapınanlarla zıtlık içindedirler. Başka ilahların ardınca koşulması, kaçınılmaz bir üzüntü verir. Bu kişilerin üzerine gelen en büyük yargılardan biri, belki de tapındıkları şeye benzemeleridir. Tanrı’nın Kutsal Oğlu onların kan sunularını kabul etmez. Onlara ya da putperest törenlerine hoşgörü gösterdiği sanılmasın diye, adlarını bile ağzına almayacaktır.
16:5,6 Kendi kişisel yaşamına gelince; Mesih’in seçtiği pay, kâsesine düşen, Rab’dir. Bütün varlığıyla Tanrı’da dinlenir. Payına düşen sınırları koruyan, Rab’dir. Baba’nın, yaşamının her ayrıntısını nasıl bilgece ve harika bir şekilde tasarladığını düşündüğünde, harika mirasla karşılaşır. Eğer Tanrı’yla paydaşlık içinde yaşıyorsak, bizler de yaşamlarımızı düzenleyen Tanrı’yı övebiliriz. Yakınmalarımız, Tanrı’nın bilgeliğine, sevgisine ve gücüne duyduğumuz güvenin eksik olduğunu gösterir.
16:7 Mesih burada Rab’bi, bütün yaşamı boyunca sağladığı rehberliği, danışmanlığı ve sadakati için över. Uykusuz geçen gecelerde, dua edip Tanrı’nın sözü üzerinde derin düşünmüştür. Mesih’in bu deneyimi, Tanrı halkının yaşamlarında ne kadar da sık tekrarlanır!
Heyecanlı bir halk ozanı,
Işık oğulları arasında
En tatlı ezgisini söyleyecektir:
“Bunu, gece öğrendim.”
Baba’nın evini, dalgalanan bir şükran
Ve sevinç ezgisi doldurur.
Bu ezginin ilk provası,
Karartılmış bir odanın gölgesinde
Hıçkırıklarla sarsılarak yapılmıştı.
– Yazarı bilinmiyor.
16. Mezmur’un diğer ayetleri, Pentikost Günü’nde, Petrus tarafından, Mesih’in dirilişine işaret etmek için kullanılmıştır:
O’nunla ilgili olarak Davut şöyle der: “Rab’bi her zaman önümde gördüm, sağımda durduğu için sarsılmam. Bu nedenle yüreğim mutlu, dilim sevinçlidir. Dahası, bedenim de umut içinde yaşayacak. Çünkü sen canımı ölüler diyarına terk etmeyeceksin, kutsalının çürümesine izin vermeyeceksin. Yaşam yollarını bana bildirdin; varlığınla beni sevinçle dolduracaksın.”
“Kardeşler, size açıkça söyleyebilirim ki, büyük atamız Davut öldü, gömüldü, mezarı da bugüne dek yanıbaşımızda duruyor. Davut bir peygamberdi ve soyundan birini tahtına oturtacağına dair Tanrı’nın kendisine ant içerek söz verdiğini biliyordu. Geleceği görerek Mesih’in ölümden dirilişine ilişkin şunları söyledi: ‘O, ölüler diyarına terk edilmedi, bedeni çürümedi.’ Tanrı, İsa’yı ölümden diriltti ve biz hepimiz bunun tanıklarıyız. O, Tanrı’nın sağına yüceltilmiş, vaat edilen Kutsal Ruh’u Baba’dan almış ve şimdi gördüğünüz ve işittiğiniz gibi, bu Ruh’u üzerimize dökmüştür (Elç.2:25-33).
Şimdi Petrus’un vurguladığı noktalar üzerinde duralım (bizler bölümdeki bu noktaların çoğunu asla bir araya getiremezdik):
1. Davut Mesih’ten söz ediyordu (25. ayet). Davut’un bedeni halen Yeruşa-lim’deki bir mezarda olduğundan, Davut kendisinden söz ediyor olamazdı.
2. Mezmur yazarı bir peygamber olarak Tanrı’nın, Mesih’i, egemenlik süreceği zamandan önce dirilteceğini biliyordu.
3. Davut bu nedenle, Mesih’in canının ölüler diyarında kalmasına Tanrı’nın izin vermeyeceğini, Mesih’in bedeninin çürümeyeceğini bildirdi.
4. Tanrı Mesih’i gerçekten diriltti ve Pentikost Günü’nde yaşananlar, O’nun Tanrı’nın sağına yüceltilmiş oluşunun sonucuydu.
Bu açıklamayı aklımızda tutalım ve mezmurun kapanış ayetlerine göz gezdirelim.
16:8 Mesih her şeyden önce, gözünü Rab’den ayırmadığını söyler. RAB, uğruna yaşadığı Kişi’dir. Asla kendi isteğiyle hareket etmemiştir; yaptığı her işte Babası’nın isteğine itaat etmiştir.
“Sağımda durduğu için sarsılmam.” Kutsal Yazılar’da bu sözcük şu anlamlara gelmektedir:
Güç (Mez.89:13).
Güvenlik (Mez.20:6).
Onur (Mez.45:9; 110:1).
Mutluluk (Mez.16:11).
İyilik (Mez.80:17).
Destek (Mez.18:35).
Buradaki anlamı güvenliktir.
16:9,10 Tanrı’nın sürekli ilgi ve korumasından emin olan Kurtarıcı, geleceğe güvenle bakar. İçi sevinçle doludur. Yüreği coşmakta, bedeni güven için-dedir. Tanrı’nın canını ölüler diyarında bırakmayacağından, bedeninin çürü-mesine izin vermeyeceğinden emindir. Diğer bir deyişle, Mesih ölümden diril-tilecektir.
Ölüler diyarı sözcüğünün açıklanması gerekir. Bu sözcük Eski Antlaşma’da mezardan söz edilirken kullanılan sözcüktür. Çünkü ölüler diyarı ifadesi, bedenden ayrı olma durumunu tanımlar. Yeni Antlaşma’da, ölülerin ruhlarının bulunduğu yeri ifade eden Grekçe sözlükle aynı anlamdadır. Coğrafi bir konumdan çok, ölünün konumunu belirtir – kişiliğin bedenden ayrılışı. Ölüler diyarı sözcüğü, imanlı ya da imansız, ölen herkesin konumunu tanımlamak için
kullanılırdı. Öte yandan Yeni Antlaşma’da aynı anlamı taşıyan Grekçe sözcük, yalnızca imansızlar için kullanılır. Ölüler diyarı kesinlik taşımayan bir sözcüktü. Ölümden sonraki yaşam konusuna açıklama getirmezdi. Aslında ifade ettiği anlam, bilgiden çok belirsizlikti.
Yeni Antlaşma’da bütün bunlar değişir. Mesih, Müjde aracılığıyla yaşam ve ölümsüzlüğü açığa çıkartmıştır (2Ti.1:10). Bugün bizler, imansız biri öldüğünde, bedeni mezara giderken, ruhunun ve canının ölüler diyarı olarak adlandırılan bir sıkıntı durumuna geçtiğini biliyoruz (Luk.16:23). Bir imanlının bedeni mezara giderken, ruhu ve canı Mesih’le birlikte olmak üzere cennete gider (2Ko.5:8; Flp.1:23).
Kurtarıcı, “Canımı ölüler diyarında terk etmeyeceksin” dediğinde, Tan-rı’nın bedensiz kalmasına izin vermeyeceğini önceden bildiğini açıklıyordu. Ölüler diyarına gitmesine rağmen, orada kalmadı.
Tanrı çürüme sürecinin gerçekleşmesine izin vermedi. Mesih’i korumak için gerçekleştirilen mucize aracılığıyla, Mesih’in cansız bedeni üç gün üç gece boyunca çürümekten korundu.
16:11 Son ayette kutsanmış Rabbimiz, Tanrı’nın kendisine yaşam yolunu (ölümden tekrar yaşama dönme yolu) göstereceğinden emindir. Bu yol kendisini sonunda Tanrı’nın huzuruna, cennete geri götürecektir. Orada sonsuza dek bol sevinç ve mutluluk olacaktır.
17. Mezmur: Çözümü Zaman Alan Bilmece
Yaptığımız hata sonucu acı çekerken, vicdanlarımız bize cezalandırılmamız gerektiğini söyler. Ama çektiğimiz acının yaptığımız herhangi bir hatayla ilişkisi olmadığında, durum farklıdır! Petrus’un da söylediği gibi, “Doğruluk uğruna acı çekmek” Tanrı çocuğu için çözümü zaman alan bir bilmecedir.
Davut da bundan payını almıştı. Ama bu konuda yapılması gerekeni biliyordu. Davasını Adil Yargıç’ın önüne götürdü. O’nun davasına adaletle bakacağından emindi.
Davut zaman zaman kendisini savunuyor gibi görünmekte, doğruluğunu yüksek sesle duyurmaktadır. Günahsız olduğunu ve kusursuz bir hayat sürdüğünü düşünmektedir. Ama durum kesinlikle böyle değildir. Davut, yaşamı boyunca günah işlemediğini ileri sürmez. Söylemek istediği, yalnızca o anki koşullardır. Düşmanlarının nefretini uyandıracak bir şey yapmadığını söylemektedir.
Davut’un davasını şu şekilde açıklayabiliriz:
17:1,2 “Rab, davamı dinlemeni istiyorum. Çünkü bu haklı bir davadır. Söylediklerimi dikkatle dinle, çünkü bana haksızca zulmediliyor. Feryatlarım her şeyi dürüstçe anlatır. Yargı kürsünün önünde aklanmak istiyorum. Davamda haklı olandan yana karar ver.”
17:3-5 “Yüreğimi yoklarsan, ışıkta olduğu gibi karanlıkta da beni denersen, düşmanın beni rahatsız etmek için geçerli bir nedeni olmadığını anlayacaksın. Gerçeği dürüstçe ifade ediyorum. Senin sözlerine uyarak şiddet yollarından kaçındım. Kendi gücüme değil, senin buyruk ve vaatlerine güvenerek, senin yollarını tuttum. Ayağım hiç kaymadı. Fırsatım olduğunda bile, düşmanlarıma şiddet uygulamaktan kaçındım.”
17:6,7 “Şimdi davamı sana getiriyorum. Sana adalet için yalvarıyorum. Beni işitip yanıtlayacağından eminim. Sana sığınanları düşmanlarından sağ eliyle kurtaran sensin. Şimdi koşarak sana gelirken, harika sevgini bana çok özel bir şekilde göster.”
17:8-12 “Beni gözbebeğin gibi koru – gözbebeği; kirpikler, gözkapakları, kemik oyuğu. Ani bir refleksle kalkan el tarafından nasıl da özenle korunur” (F. B. Meyer). Beni şefkatli kanatlarının gölgesinde gizle. O zaman çevremi saran kötülerin saldırısından korunurum. Çok iyi bildiğin gibi, yağ bağlamış yürekleri acımadan yoksundur. Ağızlarından bana yapacaklarını anlatan korkunç laflar kusuyorlar. İzimi buldular ve çevremi kuşattılar. Son ölümcül darbeyi vurmakta kararlılar. Avını parçalamak için sabırsızlanan, pusuya yatan aç bir genç aslan gibiler.”
17:13,14 “Rab, beni savunmak için kalkıp gelmelisin. Onların başlarını eğ, önlerini kes. Kılıcınla canımı o kötü adamların elinden kurtar. Onların düşündükleri yalnızca bu yaşamda neler elde edecekleri. Onlara gereğinden fazla maddesel bereket verdin. Çocukları yer doyar, artanı torunlarına bile kalır.
17:15 “Varsın istedikleri her şeye sahip olsunlar. Ben maddesel hazinelerden çok ruhsal hazinelere ilgi duyuyorum. Yüzüne aklanmış biri olarak bakmak bana yeter. Senin benzeyişinde dirildiğimde doyacağım.”
E. Bendor Samuel, 15’inci ayetin, 1.Yuhanna 3:2’deki her unsuru içerdiğine işaret eder:
Üstün doyum: 1.Yuhanna – ...henüz bize gösterilmedi. Ancak...
Mezmur – doyacağım.
Büyük bir 1.Yuhanna – O’na benzer olacağız.
değişim: Mezmur – Uyanınca suretini görmeye doyacağım. (Benzeyişinde uyanacağım).
Geniş görüş: 1.Yuhanna – O’nu olduğu gibi göreceğiz.
Mezmur – yüzünü göreceğim.17
Ayrıca 1.Korintliler 15:51-55 ve Vahiy 22:4’e bakınız.
18. Mezmur: Mesih’i Ölümden Dirilten Güç
49’uncu ayet, Romalılar 15:9’a, Rabbimiz’i işaret ederek aktarılmış olduğundan bu gerçek, mezmurun Rab İsa Mesih hakkında olabileceğine dair ipucu verir.
Bunun için uluslar arasında sana şükredeceğim, adını ilahilerle öveceğim.
Daha dikkatli bir araştırma haklı olduğumuzu gösterecektir. Mezmurun tamamı Rab İsa Mesih hakkındadır. Ölümünü, dirilişini, yüceltilmesini, ikinci gelişini ve görkemli Krallığını canlı bir biçimde tanımlar.
Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde bize Kurtarıcımız’ın dirildiği anda görünmeyen dünyada gerçekleşen muazzam savaşın böylesine canlı bir anlatımı verilmemiştir. Bu konuya daha sonra tekrar değineceğiz.
18:1-3 Rab, sevgili Oğlu’nun dualarını işitip yanıtladığı için ilahi, övgüyle başlar. Tanrı’nın gücünü, sağladığı güvenlik ve kurtarışı tanımlamak için kullanılan anlatım biçimine dikkat edin: Gücüm... kayam… sığınağım... kurtarıcım... kalkanım, güçlü kurtarıcım, korunağım.
18:4-6 Ölüm, acı çeken Kurtarıcı’ya hızla yaklaşmaktadır. Çabucak değişen resimler, kendisini ölüm iplerine dolanmış, yıkım sellerinin bastığı biri olarak tanımlar. Karşısına ölüm tuzakları çıkmış, ölüler diyarının bağlarıyla sarılmıştı. Böylesine umutsuz bir durumda yapacak bir tek şey vardı: Tanrı’ya dua etmek. Mesih, ölümden kurtarılmasını istemedi; ölümü O’nun dünyaya geliş amacıydı (Yu.2:27). Ricası, ölümden diriltilmekti. “Yeryüzünde olduğu günlerde kendisini ölümden kurtaracak güçte olan Tanrı’ya büyük feryat ve gözyaşlarıyla dua etti, yakardı...” (İbr.5:7).
Derin sıkıntı içindeki Mesih, duasının işitilip yanıtlandığından emindi. Mez-murun geri kalanı, İmmanuel’in Getsemani ve Golgota’dan yükselen feryatla-rının, Her Şeye Gücü Yeten’in ordularını nasıl seferber ettiğini açıklar. “Ses ince ve tek kişiye aittir” der F.B.Meyer, “Ama yanıt, yaratılışı sarsar.”
Dostları ilə paylaş: |