"Sivil" yargısız infazlarda imam ve cemaat
Baskın Oran
Çarşamba gecesi çalışmaya başlamadan önce televizyonu bir açıp koalisyon haberlerine bakayım dedim. Ses resimden önce geliyor ya, oynayan filmde biri gırtlağını parçalarcasına haykırıyor:
"Geberteceğiz onu! Bize engel olursanız, içerde gebertecekler onu! İlk gecesinden gebertecekler!"
Bu arada ekran aydınlandı. Film falan oynamıyordu. Kamera, küçük bir çocuğa tecavüzden sanık birini linç etmek isteyen kalabalığı ekrana yansıtmaktaydı.
Evet, şimdi başımıza Yargısız İnfaz'ın bir de bu versiyonu çıktı. Suç işleyen kişi içeri atılıyor, yargılanacak, ama yargılanamıyor. Çünkü, başka mahkumlardan korumak için tek kişilik hücrede tutulan sanık orada "intihar" etmiştir...Sadece son 15 günde tam 3 kişi böyle "kendini" asıyor. Bazen bir kemerle, bazen çarşafla, bazen de "montunun astarı"yla...
Bakın, size yılların tozlandırdığı bir olayı belleğimden çıkarıp anlatayım da, "kemer"le intihar vs. nasıl olurmuş, daha iyi canlandırabilesiniz gözünüzde.
Yıl 1972. Eşim Samiye dürterek uyandırdı. "Kapı vuruluyor, bak bakalım bu saatte kimdir?". Saate baktım, üç buçuk. O sırada kapıya yine sert darbeler. Kalktım, delikten baktım, karayağız üç kişi. Sordum, "Emniyetteniz" dediler. Kimliklerini sordum, gösterdiler. Açtım kapıyı. "Bir konuda ifadenize başvurmak için Merkez'e kadar gideceğiz" dediler. Çaresiz giyindik, çıktık.
Ankara Emniyet Müdürlüğünün 7. katında kemerime ve ayakkabı bağlarıma kadar üzerimdeki herşeyi alıp bir torbaya koydular. Neden alıyorsunuz, diye sordum, "İntihar etmeyesin diye" dediler. "Yahu," dedim, "bu saatte karımın koynundan alıp getiriyorsunuz, ben niye intihar edeyim?". Kural böyleymiş.
Penceresiz bir odaya soktular. Kapısı da muhkem. Adamlardan biri sordu: "Sağ tarafına mı yatarsın, sol tarafına mı?" Hiç düşünmemiştim. O anda, her nedense, sol tarafta kalbim olduğunu düşündüm. "Sağıma yatarım" dedim. (Ondan sonra, bir doktor bunun anlamsız olduğunu söyleyene kadar, tam 20 yıl sağıma yattım!). Odadaki tek eşya, üzerinde "TC Ziraat Bankası" yazan bir tahta sıra. Ona sağ elimden kelepçelediler. İntihar etmeyeyim diye...
Olayın bundan sonrası konumuzu ilgilendirmiyor. İlginçtir, belki başka bigün anlatırım. Çok kısaca: Beni bir olayın tanığı olarak ifade vereyim diye götürmüşler!
Kıssadan hisse: Tanık bile "intihar"dan böyle korunuyorsa, sanıklar nasıl "intihar" edebiliyor, üstelik cezaevinin nezaretten çok daha sıkı koşullarında? Dahası, çok dikkatle uygulanan bir cezaevi kuralıdır: Tahliyesi gelen kişiyi, "Gelip alacaklar, birkaç saat daha kalayım" diye yalvarsa bile derhal kapıdışarı ederler. Kazara başına bişey gelir de sorumlu oluruz, diye.
Ama "intihar" ediyor işte, kardeşim! "Devlet güçleri" tarafından gözaltına alınan yüzlerce kişinin ortalıktan ebediyen kaybolduğu ve eleştirilerin ayyuka çıkması üzerine Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın "Gözaltına Alınanlardan Haber Alma" bürosu kurduğu, yargısız infazların gırla gittiği bu ülkede çok mu tuhafınıza gitti? İmam yellenirse, cemaat çok daha kötüsünü yaparmış.
Kimilerinin homurdandığını duyuyorum:
1) "Efendim, 4 yaşındaki çocuğun ırzına geçen canavarı sen nasıl savunursun? Bu adam ölmemeli de kim ölmeli?"
Kimseyi savunduğum falan yok. Sadece "yargılanmak" hakkını savunuyorum. Gözü dönmüş bir sanığın, gözü dönmüş bir güruh tarafından linç edilmemesini savunuyorum. Üstelik kalabalıkların, hele bugünkü Türkiye'de gözünün dönmesi için fazla şey gerekmiyor. Aynı güruh, bir başkasını Fenerbahçe yada Galatasaray için bağırdı diye de linç edebilir; nitekim az mı etti? Milli Piyango olması şart değil, bigün rahatlıkla "size de çıkabilir". İmam böyle yapmaya devam ettikçe.
Üstelik, sözünü ettiği 3 kişiden yalnızca biri çocuklara tecavüzden sanıktı. Diğer ikisinden biri uyuşturucu kuryesi bir gardiyan, diğeri 4 Bulgar'ı öldürmekten sanık biri.
2) "Efendim, bu insanlar korkudan ve vicdan azabından intihar etmiş olamazlar mı?"
İdam cezasına evet diyorsunuz yada hayır diyorsunuz, bu ayrı mesele, tartışmaya son derece açıktır. Ama, eğer bu olaylara intihar diyorsanız, aile terbiyemi bozdurmadan size güle güle, Allah selamet versin.
Güle güle deyince aklıma geldi. Bu tatsız yazıyı hoş bir fıkrayla bitirelim:
İşadamı, işleri darmadağan eden güzel ama beceriksiz sekreter kızı işten çıkaracak, nasıl söyleyeceğini bilemiyor, sonunda sormuş:
"Sen seks'i sever misin?"
Sekreter kız sevinçli, hafif kızararak, "Evet efendim!" demiş.
"Peki, seyahatı da sever misin?"
Kızın gözleri parlamış: "Evet efendim, çok!"
"Peki öyleyse, s..tir git!".
Dostları ilə paylaş: |