XX. Yüzyıl başlarında büyük ölçüde tarıma dayanan, dünya pazarına ve yabancı sermayeye açılmış bir yapı gösteren Osmanlı ekonomisinin, diğer çevre ülkelerinden en önemli farkı hiçbir zaman resmen ve tamamen sömürgeleştirilememesi ve tarımsal yapılarda küçük ve orta ölçekli köylünün göreli ağırlığıdır.55 Bu yapı bağımsızlığını tam olarak yitirmemiş bir merkezi yapıyla birleşince Osmanlı’nın iktisadî mirası ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyet yönetimi, iktisadî taban olarak Kurtuluş Savaşı sırasında oluşan üçlü ittifakın kısıtları dahilinde iktisadî yaşamı düzenlemiştir. Bu dönemde kentsel bir işçi sınıfı yoktur. Bağımsızlık hareketini sürükleyen asker/sivil bürokrat kadro, sahip olduğu ulus-devlet ideolojisi ile geniş köylü yığınlarına dayanan bir köylü hareketi yaratmak istemiştir. Müslüman-Türk toplulukların zenginleşen öğeleriyle kurulan siyasal bağlantılar, savaştan sonrada yeniden düzenlenecek iktisadî ve dolayısıyla da siyasal yapının belirleyicisi olmuştur.56 Ayrıca bu dönemde, Kurtuluş Savaşı sırasındaki belirsiz tutumları sonucu, Ankara’dan soğuk bakılan -diğer eşrafa ve tüccara göre çok daha güçlü olan- İstanbul burjuvazisi de özellikle Cumhuriyet ile birlikte bu sürecin içine dahil olmuştur.57
Cumhuriyet kadrosu, iktisadî alandaki egemenliği Lozan Antlaşması ile sağlamıştır. Buna göre, kapitülasyonlar kaldırılmış Düyun-u Umumiye’ye son verilmiş, kabotaj hakkı alınmış ve gümrük egemenliği kabul edilmiştir.58 Bu dönemde uygulanan politikalar, radikalizmden öte pragmatizme yöneliktir. Amaç, ulusal bağımsızlığı yeniden kurmaktır.59
Cumhuriyet döneminde siyasal rejim, kapitalist mülkiyet düzenini korumakla birlikte, devletin iktisadî yaşama yoğun bir biçimde müdahale etmesinin gerekliliğine de inanmıştır. Bu durumun nedeni Y. S. Tezel’e göre, Anadolu’daki toplumsal yapının köklerinde olan “düzenleyici devlet” anlayışıdır ve bu anlayış Cumhuriyet döneminde “dayanışmacı” ve “halkçı” biçimlere bürünerek resmi ideolojinin temel öğesi olmuştur. Bu ideoloji toplum içindeki sınıflar farkları kabul etmemekte, Kurtuluş Savaşı’ndaki birlikteliği sürdürmeye çalışmaktadır.60 Atatürk’ün 1931 yılındaki bu doğrultudaki sözleri, 1935 yılında CHP parti programına alınmıştır:
“Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdi ve içtimai hayat içinde iş bölümü itibarıyla muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camia telakki etmek esas prensiplerimizdendir. Çiftçiler, küçük sanat erbabı ve esnaf, amele ve işçi, serbest meslek, sanayi erbabı, tüccar ve memurlar, Türk camiasını teşkil eden başlıca çalışma zümreleridir.”61
İktisadî gelişme konusunda, hızlı sanayileşmeye önem verilmektedir. Türkiye’nin mamul madde dışalımı yapan ve hammadde ihraç eden durumu, Cumhuriyet kadrolarını rahatsız etmektedir. Osmanlı aydını, Ş. Mardin’e göre kapitalizme geçmenin gerekliliğine inanmakta; ama Osmanlı ile Avrupa arasındaki dengesiz ilişkiden de yakınmaktadır. Osmanlı’yı giderek yarı-sömürge haline getiren “liberal” iktisat politikalarına olan tepki, İttihat ve Terakki’nin izlediği ulusal ekonomi politikalarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun yolu da onlara göre, devlet destekli Türk girişimcilerin yaratılmasından geçmektedir. Bu temel nokta 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’nde de benimsenmiştir.62
Amacı, uygulamaya konulacak iktisat politikalarının hükümet ile toprak sahipleri, tüccarlar ve sınırlı sayılarına rağmen sanayiciler arasında uzlaşma sağlamak olan İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen “Misak-ı İktisadî ve Çiftçi, Tüccar, Sanayi ve İşçi Gruplarının İktisadî Esasları” adlı kararlar -işçiler dışındakiler- dikkatle uygulanmıştır. Kongrede alınan karaları ve bazı uygulamalar şöyledir:63
-
Yabancı sermayeye karşı olunmadığı; ancak belli koşulların saklı olması kaydı belirtilmiştir.
-
Sanayi ile ilgili olarak; koruyucu gümrük tarifesi ve dış ticaret politikası uygulanması, sanayi kredi bankası kurulması, vergi bağışıklıklarının sağlanması, 1913 Teşvik-i Sanayi yasasının kapsamının genişletilmesi ulaşım kolaylıklarının sağlanması kararlaştırılmıştır
-
Çiftçiyle ilgili olarak; iç bölgelerle limanları bağlayacak demiryollarının yapılması, tütün tekelinin kaldırılması ve ekiminin serbestleştirilmesi, tarım makinelerinin gümrükten muaf tutulması, öşürün kaldırılması ve asayişin sağlanması kararlaştırılmıştır.
-
İşçilerle ilgili olarak; sendika kurma ve grev yapma hakkının tanınması, asgari ücret, sigorta, yıllık izin gibi sosyal hakların sağlaması kararlaştırılmıştır.
-
Tüccarla ilgili olarak; deniz taşımacılığında yabancılara tanınan ayrıcalıkların kaldırılması, yabancı sermayeyle birlikte ortaklıklara gidilmemesi, devletin tüccarlara yardımcı olması ve merkez bankası kurulmasına karar verilmiştir.
1923 yılında egemen olan iktisadî düşünce sitemi doğrultusunda, bireylerin zenginleştirilmesi ile bir ulusal sermaye yaratılacak; böylelikle de Türk sermayedarları aracılığıyla ülke kalkındırılacaktır. Nüfusun %80’inin tarımda çalıştığı, azınlıkların denetimindeki bir dış ticaretin yaşandığı, Lozan’ın devlet gelirleri üzerinde kısıtlayıcı hükümlerinin olduğu bir dönemde, uygulanması zor politikaların benimsenmesini, dış konjonktür ile ülkenin iç koşullarının zorlaması olarak görülmektedir.64
1923-30 arası uygulanan bu politikalar65 1930’lu yıllara dek sürdürülmüştür. Baştan beri devletçi yan taşıyan ekonomi politikaları, hem 1929 krizinin etkisi hem de sanayileşmenin gerçekleşmemesinden ötürü değişime uğramış ve devlet doğrudan üretici olarak iktisadî yaşama girmiştir. Amaç değişmemiş; fakat yöntem farklılaşmıştır.66 İzmir İktisat Kongresi ile hem Batılı devletlere hem de içerideki egemen güçlere bir mesaj verilmiştir. Dönemin güçlü siyasal kadrosunun bu stratejik duruşu sergilemesine rağmen, örneğin, devlet bütçesi gelirinin 1/3’ü oluşturan öşürün kaldırması, iktisadî güç odaklarının gücünden kendilerini kurtaramadıklarını göstermektedir. Ayrıca bu dönemin liberal politikalarındaki bir etken de Lozan Antlaşması’nın devlet müdahalesini engeller hükümleridir. Bu dönemde sanayi şirketlerine yapılan yatırımlar içinde yabancı sermayenin payı, Türklerin payının tam iki katıdır.67 Zorunluluklarla beraber, bu gelişmeye hükümetin yabancı sermayeye karşı takındığı olumlu hava da neden olmuştur.68
1929 Krizi, liberal politikaların başarısızlıklarıyla birleşince, devletçi politikalara geçmenin ortamı oluşmuştur.691930-1950 dönemi devletçi iktisat politikaların uygulandığı bir dönem olmuş, 1950’de iktidarın değişmesiyle daha liberal bir dönem yaşanmış, 1960’la birlikte planlı ekonomi modeli benimsenmiş, devlet bu kez planlayıcı role bürünmüş ve sanayileşme ivme kazanmıştır. 1980’li yıllardan itibaren ise liberal bir sürece girilmiştir.
Bu ekonomi politikalarındaki değişimi, Cumhuriyetin ekonomik yaşamdaki temel krizi belli yöntemlerle çözmesine bağlı olarak açıklamak olanaklıdır.
Dostları ilə paylaş: |