V.DEĞERLENDİRME: TÜRK SİYASAL KÜLTÜRÜNÜN KRİZLE OLAN İLİŞKİSİ
Siyasal kültürün krizle olan etkileşimi, ikinci bölümdeki modelde iktisadî, siyasal ve toplumsal olarak üç boyutta incelenmiştir. Üçüncü bölümün başında Türk siyasal kültürü, seçilmiş öğeleri bağlamında, açıklanmıştır. Bu son başlık içinde yukarıda anlatılan siyasal kültür öğelerinin her üç boyutu ele alındıktan sonra, genel bir değerlendirme yapılacaktır.
Türklerin, Orta Asya’daki iktisadî yapılarıyla ilgili tartışmalı ve sonuçları pek de belirgin olmayan görüşler bulunmaktadır. O günkü iktisadî yaşamın bugüne etkisi yok denecek kadar azdır. Bu noktadan hareketle, bugünü açıklamak için daha yakın geçmişe bakmakta yarar vardır. Türk siyasal kültürünün iktisadî yapıyla olan ilişkisi bağlamında, Osmanlı mirası ve onun oluşum süreci, bugüne etkisi bakımından oldukça büyük önem taşımaktadır. İslamiyet’e ve Anadolu’ya geçişle birlikte, Türk topluluklarının iktisadî yapısı da değişmiştir. Osmanlı’nın tarihsel koşulları gereği biçimlenen Osmanlı iktisadî düzeninin en önemli belirleyicisi onun toprak düzenidir. Askeri bir klasik imparatorluk özelliği gösteren devlet, sistemini özel mülkiyetin gelişmesini önlemek üzerine oturtmuştur. Tüm iktisadî kurumlar ve örgütlenmeler bu temel amacın mantığıyla işlemektedir. İktisadî ilişkiler bakımından kendi içine kapalı olmayan imparatorluk, bu düzenini güçlü olduğu oranda koruyabilecektir. Batı’nın kendi yaşam kürelerini değiştirmesi olarak tanımlanabilecek modernlik, Osmanlı’nın değişmezlik üzerine kurulu düzeninin tersi yönde gelişmektedir. Dışa açık bir iktisadî yapısı olan imparatorluk, gücü eridiği oranda bu durumdan etkilenmiş; etkilendikçe de gücü azalmıştır.
Bu bağlamda, modernleşmenin ve onun bir bakıma hem nedeni hem de sonucu olarak yeni iktisadî yapının, Osmanlı’nın ilişkili olduğu dünyanın dengesini değiştirdiği söylenmektedir. Bu durum bir kriz anıdır. Sistem olarak bir yöne doğru evrilmektedir ve bu bir süre sonra çeşitli biçimlerde hissedilecektir.
Osmanlı’nın bu ilk krize yanıtı, Batılılaşma olmuştur; ancak bu noktada tam bir kriz etkisi oluşmamış, kriz yaratan öğe Osmanlı için patolojik bir duruma dönüşmüştür. Osmanlı içinde olduğu coğrafyanın yeni düzenine karşı, bir yanıt geliştirmekte zorlanmaktadır. Buna hem iç hem de dış etkenler neden olmaktadır. Osmanlı’nın genel yapısı nasıl ki bu yeni oluşuma zıtsa; XIX. Yüzyılın Avrupa’sındaki istikrarsızlıklar da Osmanlı’nın “krizi” çözmesini zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda iktisadî yapı, yarı-sömürge biçiminde oluşmaktadır. Bu yeni oluşuma, kriz çözücü bir özellik yüklenebilir; ancak bu dengenin kaynağı aslında “dengesizlik” olduğundan böyle bir sıfatlandırma çok iyimser olmaktadır.
Osmanlı bu dönemde yaşadığı krizi yarı-sömürge bir ülke durumuna gelerek müzminleştirmiştir. Bir başka bakış açısına göre kriz, sınır evresini aşmış ve ölümcül sona doğru yaklaşan müzminleşme evresinde kalmıştır.
İşte bu noktada, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Cumhuriyet, krizi nihaî olarak çözen, bir başka anlatımla yeni bir dengeye oturtan andır. Aynı zamanda krizin en yoğun hissedildiği süreçtir. Çünkü Cumhuriyet, yeni dengenin ilk aşamasıdır.
Şekil-5: İktisadî Krizin Türkiye’deki Etki Biçimi
İktisadî yapıya dıştan gelen etki ilk olarak, iktisadî yapının temelini değiştirmemekte; onun yerine iç mekanizmalarına yeni unsurlar eklemekte ve onu tanınmaz bir biçime sokmaktadır. Bu patolojik bir durumdur. İktisadî yapı, eski bazı unsurları korurken, aynı zamanda yeni iktisadî yapının kendi iç krizlerini de hissetmektedir. Dönüşüme neden olmasa da yapının kendisinden kaynaklanan çelişkilerden oluşan krizlerle, yapının uyumsuzluğundan kaynaklanan gerçek yapısal krizler bir arada yaşanmaktadır. Şekildeki C noktası, iktisadî yapının iç işleyiş mekanizmasını simgelemekte ve bu durumu betimlemektedir.
İktisadî yapı değişmese de etkisini siyasal ve toplumsal alana ihraç etmektedir. Bir krizi hisseden seçkinler bunu nereden kaynaklandığını anlamasalar da bir dönüşümü gerçekleştirmek misyonunu üstlenmektedirler. Bu bağlamda, iktisadî bir kaygıyla bunu yapmadıklarından dolayı da siyasal alana yönelerek devleti dönüştürme yolunu tutmaktadırlar.
Siyasal alana ilişkin en önemli öğelerden biri devlettir. Devlet, hükmettiği toplumla ilişkisini ideolojisi aracılığıyla sağlamaktadır. İdeoloji toplumca, ne kadar içselleştirilse o oranda devlet varolan yapısını (statüko) sürdürebilmektedir. Ancak devlet de her toplumsal kurum gibi belli bir toplum düzeni içinde yer almaktadır. Düzenin koşulları değişiklik gösterdiğinde, devlet de ister istemez bu duruma kendini uydurmak zorunda kalacaktır. Egemenlik gibi bir üstün iktidarı elinde tutan devletin, bu yeni oluşuma direnmesi de o oranda güçlü olmaktadır; ancak bu direnç değişen koşulların krize yakınlıkları ile ters orantılıdır. Krizin oluşmaya başladığı böyle bir süreç, devlet için çözümü ertelemekten başka bir anlam ifade etmemektedir.
Osmanlı Devleti de kendi düzeninin krize sürüklendiğini fark ettiğinden beri bunu çözmeye çalışmıştır. Ancak Osmanlı’nın çözüm araçları o denli yeni sistemle uyuşmamaktadır ki varolan yeni sistemin ne olduğunu dahi uzun süre algılayamayacaktır. Bir antik imparatorluk mantığına sahip ve siyasal gelişmeye kapalı yapısı Osmanlı’yı, bunun tam tersi bir yapıya doğru evrilmesini engellemiştir. Öyle ki yeni sorunlara çözüm için geliştirilen formüller eski zihniyetin üzerine bina edilmiştir.
Kamusal alanın oldukça dar olduğu ve siyasal alanın neredeyse olmadığı bir siyasal yapının siyasal kültürü, yerel düzeyi aşamamaktadır. Ancak şehirlerde uyruk olmaya yönelik bir bilinç söz konusudur; ama uyrukluk sunacak bir siyasal yapı yoktur. Tanzimat ile birlikte bu yapı oluşturulmaya çalışılmış, Osmanlılık kimliği yaratılmaya çalışılmıştır. Ancak bu anakronik bir uğraştır; çünkü imparatorluk mantığı artık yok olmak üzeredir.
Devlet dış siyaset aracılığıyla ömrünü uzatsa da sonunda bir yıkıma uğramış ve yeni sorunları çözecek yeni yapıya sahip bir devlet kurulmuştur. Cumhuriyet yönetimi, değişmesi gereken, ama buna direnen iktisadî yapıyı; kendisinin de yaşayabilmesi için gerekli olan yeni bir yapıya doğru itmiştir. İktisadî yapı devleti yaratmadığından, devlet yaşayabileceği iktisadî yapıyı oluşturmuştur. Yalnız şunu belirtmekte yarar vardır ki bu noktada bir seçim yapmak olanaklı değildir. Her ne kadar yeni iktisadî yapı oluşmamış olsa da dış etkenlerden ve tarihsel duruşu nedeniyle devlet, yeni dengeye doğru hızla ilerlemektedir. Bir başka deyişle yapılan, taşları yerine oturtmaktır. Ancak bu devletler için çoğunlukla ihtilal yoluyla olmaktadır.
Şekil-6: Türkiye’de Devletin Yapısal Dönüşümü
Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı üzere cumhuriyetin ilanı, eski dengenin devletini yeni dengeye taşımıştır. Her ne kadar bu oluşum, toplumun kendi iç dinamikleri yerine, dış etken tarafından dayatılan bir sürecin sonucu olmuşsa da sonuçta içinde bulunulan sistemle uyumludur. Ayrıca toprak yönetiminin bozulması ve imparatorluk bilinci bir iç dinamik olarak ele alınabilir. Ancak bunlardan ilki hiçbir zaman krizi ölüm evresine sokacak bir boyuta ulaşmamış, ikincisi ise zaten olumsuz bir dinamik olmaktadır.
Toplumsal etki, toplum içindeki gruplar ve bunların değişmesi yönüyle ele alınmaktadır. Toplumsal alandaki değişme ise sosyo-psikolojik etkilerle hissedilmektedir. Örneğin, anomi ve yabancılaşma kavramları bunu ifade etmektedir. Toplum kendi içinde belli gruplara belli roller vermiştir. Toplumun düzeni değişmeye başladığında, bu gruplar öncekine göre yeni veya farklı konumlar elde etmektedir. Böylelikle yeni sınıflar ortaya çıkmaya başlamaktadır.
Kendi iç dinamikleri ile değişimi yaşamayan Osmanlı’da, bu görevi seçkinler ya da aydınlar adı verilen, devlet yönetiminde görev alan ve padişahın otoritesinden görece kurtulan bir grup üstlenecektir. İktisadî köken olarak, burjuvanın tersine devletin tam içinden olan bu yeni sınıf, devletin kurtuluşunu toplumu ve devleti dönüştürmekte görmüştür.
Ancak bu çabalar zamanla seçkin ve halk ayrımına doğru gitmiş, seçkinler halkla karşı karşıya gelmişlerdir. Osmanlı içinde halk, her olumsuzluğu devletle ilişkilendirdiğinden, devlet içinde yer alan bu sınıf, bu inancı daha da pekiştirmiştir. Böylelikle tepki düzenin mantığına olmasa da temsilcilerine yönelmiştir.
Halkın yanı sıra bu dönemde devletten görece bağımsızlaşan ve mülk edinen ara sınıflar da devletle çatışma içindedir.
Kurtuluş Savaşı ve ardından gelen cumhuriyet, seçkin grubu ile ara sınıfları iş birliğine itmiştir. Böylelikle Osmanlı’da devleti zorla kendi rotalarına sokmak isteyen sınıf, bunu iş birliği içinde bu kez kendi yapabilecektir.
Şekil-7’den de anlaşılacağı üzere diğer alanlara seçkinlerin etkisi, eski denge ile malul olmaktadır; çünkü dönüşüm işlevini üstlenen seçkinler, aslında aynı zaman da statükoyu da temsil etmek gibi paradoksal bir durum sergilemektedir.
Şekil-7: Türkiye’de Toplumsal Alanın Etkisi
Ulusal ekonomi uygulaması, ilk aşamada eski düzen içinde kalsa da koşullar değişince, yeni düzenin yapısına ayak uydurmuştur; ancak buradaki önemli nokta iktisadî yapının seçkinler eliyle oluşturulduğudur. Her ne kadar ara sınıflardan söz edilse de bu onların seçimi değildir. Siyasal alandaki etki en azından görüntü olarak, iktisadî alana göre çok daha belirgindir. Tanzimat ile yasallığın meşruiyet kaynağı olması anlayışı ve meşruiyetle gündeme gelen anayasa hareketleri, Kurtuluş Savaşı dönemi ve sonrasına yol gösterici olmuştur.
Yukarıda yapılan açıklamalar sonucunda Türk siyasal kültürünün krizlerle olan ilişkisinin; iktisadî boyut olarak bir uyum sorunu yaşadığı, siyasal boyutta devletin toplum içindeki yerinin yeni dengeye göre bir türlü oturmadığı, toplumsal boyutta da seçkinlerin toplum üzerindeki etkisinin toplumdaki sınıflaşma hareketleri ve iktidar ilişkileri içinde öne çıkması biçiminde olduğu söylenebilmektedir İkinci bölümün sonunda ulaşılan genel bir etkileşim alanını, tüm anlatılanlar ışığında Türk siyasal kültürüne uyarlanarak, Türk siyasal kültürünün krizle etkileşimi şu şekilde şemalaştırılmıştır:
Şekil-8: Türk Siyasal Kültürü ve Kriz Etkileşimi
Dış etki sonucu, krize giren iktisadî yapı, bir süre patolojik bir süreç yaşamıştır. Toplumsal alanı harekete geçiren bu rahatsızlık, seçkinler tarafından -doğaları gereği- algılanamamıştır. Ancak sonraki dönemler için cumhuriyet seçeneğini güçlendirmiştir. Sonuç olarak Cumhuriyet, bu aşamaların sonucu siyasal alanı oluşturmuştur. Siyasal alan da iktisadî alan konusunda tercihini yapmıştır. Böylelikle Türk siyasal kültürü bu aşamaların sonucu oluşmuştur. Kriz olan bir dönem, siyasal kültürün değişmesine neden olmuştur. Yeni siyasal kültürün oluşumu krizin bittiği yerde başlamıştır.
Dostları ilə paylaş: |