WASHINGTON’DAKİ SENARYOLAR
AK Parti Ankara Milletvekili Reha Denemeç ve AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikte Washington temaslarının ardından basın toplantısı düzenleyen Egemen Bağış ise Bazı gazetecilerin, Washington’da basına kapalı bir toplantıda bazı kişilerin çeşitli senaryolar üzerinde fikir yürüterek, “Irak’ın kuzeyindeki PKK elebaşılarının yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin seçimde AK Parti’nin işine yarayacağını” söylediğini aktarması üzerine Bağış, “Bu iddiaları dile getirenlerin, o toprakların ekmeğini yemiş olduğunu düşününce iğrenç buluyorum. Şiddetle kınıyorum. Bunlar siyaset üstü” dedi. Bağış, bu tür iddiaları dile getirenlerin “hain” olduğunu söyledi. Bir başka soru üzerine de Bağış, “Herhangi bir vatandaşımızın hayatına kasteden her türlü girişimi kınarım. Bunlar ayıptır. Özellikle de demokratik olduğunu iddia eden bir ülkede” diye konuştu ve bu tür senaryolar üzerinde çalışmanın hiç kimsenin haddi olmadığını söyledi. Washington’da bazen “Türkiye uzmanı” olduğunu iddia eden bazı düşünce kuruluşu yetkililerinin, AK Parti’nin “gizli gündemi bulunduğu veya İslamcı olduğu” gibi iddiaları ortaya attığını belirten Bağış, AK Parti’nin, Türkiye’nin laikliğine “en az diğer partiler kadar” önem atfettiğini ifade etti. Türk askerinin Irak sınırındaki hareketliliğine ilişkin bir soru üzerine Bağış, Türk Ordusu’nun 30 yıldır Irak’ın kuzeyinde gerek gördükçe PKK’ya karşı sınırı geçtiğini söyledi. Bağış, Türkiye’nin öncelikle kendi sınırları içinde önlemler aldığını belirtti, ancak bunun sınırdan sızmalara seyirci kalınacağı anlamına gelmediğini ifade etti. Bağış, “Türkiye, PKK’yı başından defetmek için aynı kararlılığını bütün kurumlarla eşgüdüm içinde sürdürecek” dedi. Egemen Bağış, görüştükleri Amerikalı yetkililere, “Meksika sınırından sızan teröristler, San Diego’ya mayın döşeyip yarbaylarınızı öldürse ne yapardınız” benzeri sorular sorduklarını anlattı. ABD Başkanı George Bush’un, Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin lideri Mesud Barzani ile telefon konuşmasına ilişkin bir soru üzerine Bağış, “Ben bu konuşmayı, PKK terörüne son vermek için ABD’nin atmakta olduğu adımlar çerçevesinde değerlendiriyorum” dedi.
Fettullahçılardan Türk Ordusuna başka iftira:Derin devlet bilinçli olarak PKK terörünü arttırıyor
Dün cemaat medyasında çalışan eski bir arkadaşım aradı:
- “Korkunç bir rezilliğe şahit oluyorum..”
Hayırdır dememle devam ediyor:
- “Bu kadarına da artık pes diyorum. Aşağılık fısıltılar yayıyorlar.”
Ne gibi fısıltılar?
- “Tek kelime ile alçaklık. Neymiş efendim, terör AKP’yi engellemek için derin devlet tarafından bilinçli bir şekilde yaratılıyormuş. Daha açık ifadeyle patlayan mayınların derin devlet tarafından patlatıldığını söylüyorlar. En önemlisi bunu her tarafa kitleler halinde yayıyorlar.”
Ben şaşırmadım.
Öyle çünkü siyasal İslamcılarla, kendilerine cemaat diyen o menfaat güruhlarını iyi tanıyorum..
Aslında ben değil toplumun önemli bir bölümü bunları biliyor da hafızalar zayıf.
Onlar değil midir, dar-ül harp deyip devleti talanı cihat görenler.
Onlar değil midir, amacıma erişmek için papaz elbisesi bile giyerim diyenler.
Onlar değil midir mukaddes dinimizi ve şanlı peygamberimizi siyasi ve ticari ranta dönüştürenler.
Bir başka şey, samimilerini tenzih ederim ama kendilerine cemaat diyen o kesimlerin önemli bölümü dış istihbarat birimlerinin kontrölündedir…
Hayır bu bir yakıştırma ya da komplo teorisi değil, o cenahta 10 küsür yıl yönetici olarak görev yapmış biri olarak bilgilerimin ışığında söylüyorum.
Dolayısı ile o cenahın böyle söylentileri yaymasını, işini yapıyor diye değerlendirmek gerekiyor.
Bu olayla altı çizilecek husus, Siyasal İslamcı çevrelerde paniğin uç verdiğinin ortaya çıkmasıdır.
Evet AKP seçim öncesinde destek bağlamında; ABD tamam, AB tamam, İsrail tamam, TÜSİAD tamam, masonlar tamam, medya tamam derken ilahi takdiri dikkate almamış olacak ki tamam olmayan bir şey zuhur etmiştir.
Evet herkesin bir hesabı var da Yüce Yaradanın da bir hesabı vardır.
20 küsür yıldır Türkiye’nin belası olan PKK alçaklığı şimdi ülke güvenliğiyle paralel olarak AKP’nin de yolunu kesmiştir.
Bu öyle bir kesmedir ki AKP’li üst tabaka artık şehit cenazelerine bile alınmamakta, dün büromuzun önünde şahit olduğumuz gibi bakanların makam araçları bile caddelerde protesto edilmektedir.
Evet geldiklerinde sıfır noktasında devralıp umursamaz ve tavizkar politikaları ile cesaretlendirdikleri PKK ihaneti bugün toplumu ve devleti tehdit eder bir noktaya gelince şimdi bundan seçim sonuçlarını etkiler diye ürkmeye başladılar..
Neymiş efendim; kan üzerinden politika yapılamazmış.
Neymiş efendim; şehit tacirleri varmış.
Yetmedi, el altından, kundaktaki bebeleri bile gülümsetecek komiklikte bu terörü derin devlet yapıyor fısıltıları.
Vallahi Kurtuluş Savaşı sürecinde İngiliz emperyalizmi ile işbirliği yapıp Türke kefen biçen Şeyh Sait bile böylesi bir rezilliğin içinde olmadı.
Hayır Türkiye’nin öncelikli düşmanı Barzaniler, CIA’lar, Mossadlar, Sarkozy’ler değil, onların Türkiye’deki acentaları yani bu malum güruhtur…
Burak Erdoğan’ın aldığı çürük raporu
ASKER DEĞİL AHMET, YAN GELİP YATMIŞ!… Çarşamba, 30 Mayıs 2007 İmdat Aslan Faks: 217 02 06
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; “ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR!…” dediğinde, seksen milyon şaşırıp kalmıştık!… Sayın ERDOĞAN kimi yatarken görmüştü de, bu şekilde bir fikre sahip olmuştu diye…
Hepimizde çok iyi biliyoruz ki, askerlik Sayın ERDOĞAN’ın fikir sahibi olduğu gibi, hiçte öğle yan gelinip yatacak bir yer değildir. Peki Sayın ERDOĞAN’ın etrafında askere ÇÜRÜK RAPORU alıpta gitmeyen birileri olabilirmiydi?! Sayın ERDOĞAN’ın bilinç altında bu kişi yada kişiler olabilirmiy di?! Sayın ERDOĞAN bu sözü söylerken, muhatap olarak büyük oğlu Ahmet Burak ERDOĞAN’A söylemiş olamazmıydı?!…
Adı: Ahmet BURAK .
Baba Adı: Recep TAYYİP.
Ana Adı: Emine.
Doğum Tarihi: 04.07.1979
Medeni Hali: Evli (23.02.2001)
Askerlik Durumu: ÇÜRÜK…
Rize Güneysu Askerlik şubesine kayıtlı Ahmet Burak ERDOĞAN, 2000 yılında KASIMPAŞA DENİZ HASTANESİNDEN verilen rapor ile ÇÜRÜĞE ayrılıyor.
Rapora göre, Ahmet BURAK ERDOĞAN’ın hastalığı TESTİS KANSERİ!…
Uzman hekimlerin verdiği bilgiye göre, testis kanseri TEDAVİ EDİLEBİLİR bir rahatsızlık. Burası çok önemli, çünkü ÇÜRÜK RAPORU, asker adayı açısından ancak iş görme gücünün %60’ını yitirmesi durumunda veriliyor. Tedavi edilebilir hastalıklardaysa durum farklı. Hastalığın tedavi edilmesinin ardından kişi, askere alınıyor.
Bu bilgilere ulaşan ve haftalık yayın yapan ULUSAL bir dergi, farklı kaynaklardanda bu bilgilerin doğru olduğunu teyit ettikten sonra, yetinmeyip 2 Mayıs 2007 tarihinde Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’A yolladığı yazılı soruya herhangi bir cevap alamıyor. Daha sonra Başbakanlık Basın Müşaviri Sayın Akif BEKİ’ye telefon ile bu konu hakkında bilgi istenildiğinde “kişisel hayatı” ilgilendirdiği gerekçesi ile cevap verilemeyeceği söyleniyor…
Daha sonra askere testis kanseri olduğu için gitmeyen ve ÇÜRÜK RAPORU alan Ahmet Burak ERDOĞAN ne gariptir ki bir yıl sonra 23.02.2001 tarihinde gönül rahatlığı ile evlenebiliyor…
Yani 2000 yılında Kasımpaşa Deniz Hastanesinde Sedyeye YAN GELİP YATARAK, babalar gibi ÇÜRÜK RAPORUNU almış.
Oysa hepimizde biliriz ki Türk Milleti askere gitmeyeni yarım adamdan sayar, çürük rapora ihtiyacı olan bile onuruna yedirip de bu raporu almak istemez, sakat ise sakatlığını saklar.
Fakat gelin görün ki o yıllarda babası İstanbul Büyükşehir, Belediye başkanı olan Ahmet Burak ERDOĞAN yaşıtlarından farklı düşünmüş!…
Şu meşhur, her birisi 4-5 milyon dolar eden gemi sahibi Ahmet BURAK bundan 9 yıl öncede 1998 tarihinde İstanbul Şişlide de bir çoğumuzun hatırlayacağı şarkıcı Sevim TANÜREK adlı bir bayana spor otomobili ile çarpmış ve onun ölümüne sebebiyet vermişti. Bunun üzerine iki yıl sonra ÇÜRÜK RAPORU alacak Ahmet Burak o günlerde İngiltere de dil öğrenimi için yurtdışına gitmişti…
Acaba Ahmet BURAK askere gitseydi ŞIRNAK da mayına basarak şehit olduğunda Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN şehitlere yakıştırdığı “KELLE” tabirini oğlu içinde kullanabilirmiydi?!…
Yada Sayın Emine ERDOĞAN her şehit anası gibi, “VATAN SAĞOLSUN” diyebilirmiydi?!…
Bunların ne diyeceğini elbette ki bilemeyiz!…
Fakat bildiğimiz bir şey var ki, Sayın BAŞBAKAN çok haklı.
“…Asker değil, fakat birileri ve özellikle de büyük oğlu Ahmet YAN GELİP YATMIŞ!…
Burak Erdoğan’ın çürük raporu
Ey sevgili millet!
Ey büyük millet!
Binlerce yıllık tarihinde; senin çocukların vatan ve millet uğruna can verirken yöneticilerin çocukları zevkü sefa içinde yaşadı.
Ey büyük millet! Sen tarihte nice devletler kurdun. Kurduğun devletin başına geçenler; seni dışladılar; yabancıları kucakladılar. Yine de oluk oluk senin çocuklarının kanı aktı; akıyor da.
Daha geçen günlerde 6 yavrumuz yine can verdi. Uçsuz bucaksız dağlarda, dağların kovuklarında hainleri ararken canlarından oldular. Yüzlercesi gibi; binlercesi gibi…
Sizler bu vatan uğruna can verirken; sizi şu sıralarda yöneten kişi; ‘Askerlik yan gelip yatma yeri değildir!’ diye fetva verdi. Yani; ‘Ölürlerse ölsünler!’ dedi.
Ölen çocuklarımızı, şehit olarak değil değil de ‘Kelle’ diye takdim etti.
AHMET’İN CANI TATLI
Bilmiyordum; öğrenince şoke oldum: Hain tuzaklarda şehit olan çocuklarımıza ‘Kelle’ diyen Başbakan Erdoğan; büyük oğlu Ahmet Burak’a; çürük raporu almış.
2000 yılında…
Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nden…
Böylece Ahmet Bey; askere gitmekten kurtulmuş.
Gerçi Türk milleti; askere gitmeyeni yarım adam sayar; çürük raporu almayı onuruna yediremez; sakat ise sakatlığını bile saklar ama; bizim aslan gibi delikanlımız Ahmet Burak farklı düşünüyormuş…
Gitmiş; ben sakatım veya hastayım demiş ve raporunu almış.
Şimdi dikkat sevgili okurlarım:
Aydınlık Dergisi’nin haberleştirdiği bu olaydaki ayrıntılar önemli. Eğer kişi hasta ise; bunun tedavi edilebilir durumda olması, askerlik yapmayı kaldırmıyor. Yani kişi ancak tedavi edilemez bir hastalığa yakalandı ise askere alınmıyor.
Buradan soruyorum: Acaba Ahmet Burak; böyle kötü durumda mıdır? Hiç istemem; Allah Ahmet Burak’ı böyle çaresiz bir hastalıkla boğuşturmasın.
Askere gitmemenin ikinci yolu da şu: Asker adayı muayene sonucunda iş görme gücünün yüzde 60′ını kaybetmiş gözüküyorsa o da askere alınmaz.
Bunun anlamı şudur: Askere alınmayan insan; tedavi edilemez durumda ciddi bir sakatlığı bulunan kişidir.
Bunu da Ahmet Burak için asla dilemeyiz.
Zaten kendisi de aslan gibi bir delikanlıdır…
Sekiz sene önce otomobil kullanırken; Şişli’de ünlü şarkıcı Sevim Tanürek’e çarparak ölümüne sebep olmuştur. Bu da gösteriyor ki o otomobil kullanmaktadır ve yüzde 60 iş göremez durumda sakat birisi değildir. Gerçi kötü niyetliler; bu olayın altında çapanoğlu aradılar; Ahmet’i suçsuz çıkartan Adli Tıp uzmanı; şimdilerde Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nde genel müdür yardımcısı yapıldı ama ben bunu tamamen bir tesadüf kabul etmek istiyorum ve o kapıyı hiç açmıyorum.
Bugün Ahmet Burak Erdoğan, milyonlarca dolarlık iş kapasitesine sahip şirketleri yönetmektedir. Bir gemisine 4-5 milyon dolar civarında değer biçilmektedir. Böyle başarılı yeni sınıf işadamımızı kimse onulmaz hastalar veya sakatlar sınıfına sokamaz, kimse de ona o gözle bakmaz; bakamaz.
Öyleyse; Ahmet Burak neden sakat raporu almıştır?
Acaba askere alınırsa; Şırnak’ın Gabar Dağları’nda görev yapan jandarmanın yanına gönderileceğini mi düşündü?
Orada PKK’nin kurduğu ve uzaktan kumanda ile patlattığı bir mayına çarpacağından mı korktu?
Yok; o bütün bunları göze aldı da anası Emine Hanım mı karşı çıktı?
Emine Hanım; ‘İstemem; ben oğlumu o dağlarda PKK’ya yem yapamam!’ diyerek kocası Tayyip Bey’in yakasına yapışıp ağladı mı?
Yoksa, Ahmet gerçekten o kadar kötü durumda mı?
Bunu öğrenmek istiyoruz…
Çünkü o; başbakanın oğludur…
Benim bu sorularım; özel hayata müdahale değildir. Çünkü Yargıtay kararları ile kesinleşmiştir ki; siyasetçinin özel hayatı olamaz. Siyasetçi; bu alanı seçerken sorgulanmayı baştan kabul etmiş birisidir. Sayın Başbakan’ın muhalif yazarlara açtığı ve yargının reddetttiği davalarda bunun gerekçeleri uzun uzun anlatılmıştır.
Sayın Başbakan; lütfen sorularıma cevap verin… Cevap vermez iseniz; o çürük raporu hakkında; kafamızda ‘çürük rapor’ kuşkusu doğacak.
Demokrasi’nin Yıldızları
HEM gazetelerdeki, hem billboard’lardaki ilan çok dikkatimi çekti.
İlanı, ilk kez duyduğum Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı vermiş.
Parasal yönden güçlü olduğu anlaşılan vakfın amacı AKP’yi desteklemek.
Bu garip ilanın büyük spotu “Demokrasinin Yıldızları”.
Hemen altında şunlar yazıyor:
“Onlar, Atatürk’ün açtığı demokrasi yolunda bayraklaşan liderler!
Onlar, demokrasi ufkunda parlayan yıldızlar:
Türkiye’nin gökkubbesinde, milletimizin kalbinde…”
Kim bu yıldızlar?
Hemen altta Adnan Menderes, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları...
En önde Tayyip Bey, hemen yanında Özal, en sonda da Menderes görülüyor.
İlanın en dibinde ise hem eski Meclis’in, hem de şimdiki Meclis’in fotoğrafları ile vakfın amblemi var.
* * *
Tarih sırasına göre ilk lider Adnan Menderes.
Rahmetli Menderes’in başbakanlığını anımsayanlar, o dönemin demokratik açıdan karnesinin pek parlak olmadığını bilirler.
O dönemde devlet radyosu (tek yayın kurumuydu) iktidarın sesi haline getirilmişti. Muhalefete yer verilmezdi.
Anamuhalefet lideri İsmet İnönü seçim gezilerinde engellenir, taşlı, sopalı saldırılara uğrardı.
Yine o dönemde hükümet, gazetelere sık sık sansür uygular, muhalefetin açıklamalarının basılmasını yasaklardı.
Son dakika yasakları yüzünden gazetelerin bazı bölümleri beyaz çıkardı.
Demokrat Parti iktidarı, Meclis’te kurduğu “Tahkikat Komisyonu” ile muhalefeti ortadan kaldırmayı bile planlamıştı.
İktidarı eleştiren gazeteciler, sürekli cezaevine girerlerdi.
İşte ilana göre demokrasinin yıldızlarından biri olarak ilan edilen Menderes’in dönemi böyleydi ve demokrasiyle pek ilgisi yoktu.
* * *
Turgut Özal dönemini yaşadık. O dönemde de Türkiye’nin nasıl keyfi yönetildiğini hepimiz anımsarız.
Demokrasinin değil de sürekli “kafayı kullan, köşeyi dön” felsefesinin işlendiğini de çok iyi biliriz.
Gelelim demokrasinin son yıldızı Recep Tayyip Bey’e…
İktidardan şikáyet eden vatandaşları azarlayan, “Ananı da al git” diye kovan bir demokrasi yıldızıdır Erdoğan.
İnsanları “Bizden, bizden değil…” diye ayıran ve ona göre davranan…
İhaleleri kendi yandaşlarına veren…
Özelleştirmelerde devlet mallarını mahkeme kararlarını bile çiğneyerek “baba baba” satan…
Yargı, üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri ve bürokrasiyle kavga eden…
Şehitlere gösterilen tepkiler için “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyebilen…
İşte böyle bir demokrasi yıldızıdır Recep Tayyip Erdoğan…
NOT YORUM
Bu ayıp kökten çözülmeli
ONLAR canlarını bu ülke için veriyorlar.
Onların cenazelerine yapılan saygısızlık asla affedilemez.
Bundan böyle tüm şehitlerimizin cenazeleri askeri uçakla gönderilmeli.
Ne yaparsak yapalım onlara olan borcumuzu ödeyemeyiz.
Vatan onlara daima minnettardır.
Bilmeden Konuşan
BAŞBAKAN konuştu: “Türkiye’deki 5000 terörist halledildi mi ki, Kuzey Irak’taki 500 teröristle uğraşalım…” Birincisi, devletin elindeki resmi rakamları bilmiyor.
Türkiye’de dağlarda gezen silahlı terörist sayısı çok daha az. İkincisi, Kuzey Irak’taki sayı çok daha fazla. İç ve dış gezilerden fırsat bulup önüne getirilen raporları okuma zahmetine katlansaydı, bunları söylemezdi. (Abdullah Gül, Kuzey Irak rakamını dün 3500 olarak açıkladı! Hangisine inanacağız?)
Peki Başbakan niçin böyle konuşuyor?.. Çünkü ABD ve AB, bizim iktidara emrini çoktan verdi:
“Kuzey Irak’a girmeyin.” Beyefendinin eli kolu bağlı. Başka ne desin! Zaten Barzani bile dün Kuzey Irak’tan desteğini iletti: “Erdoğan’ın sözleri doğru ve yerinde bir tespittir.”
* * *
İki günde iki şehit daha verdik. Binbaşı Murat Özyalçın ve Uzman Onbaşı Cihan Kızıltaş. “PKK ile savaşta subaylar nerede” diye yazı döktürenlerin kulakları bir kez daha çınlasın! Şimdi siz siz olun, örneğin bugün Binbaşı Kızıltaş için İstanbul’da Levent Camisi’nde düzenlenecek cenaze töreninde sakın protesto gösterisi yapmayın, slogan atmayın.
Çok ayıptır! Camide böyle gösteri olur mu! Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir! Zaten slogan atanlar hakkında hükümetimiz soruşturma başlattı. Böylece yasalarda olmayan yeni bir suç oluşturuldu!
Türkiye’de miting meydanlarında, “Camiler kışlamız, müminler askerimiz, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz” diye bağırıp oy avcılığına soyunmak serbesttir!
Ama şehit cenazelerinde hükümeti protesto etmek ayıptır, günahtır, yakışıksızdır!
Geçmiş yıllarda camilerden çıkan kalabalıklar türban gösterisi yaparken ayıp, günah ve yakışıksız değildi. Oralarda hiç kimsenin tahriki yoktu! Geçmişteki Recep Tayyip Erdoğan o zaman ağzını açıp o gösterileri durdurmaya çalışmıyordu. Jeton, şimdi oklar yön değiştirince, şehit cenazelerinde düştü.
Evet! Siz siz olun, şehit cenazelerinde “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diye haykırın ki, hükümet zor durumda kalmasın… Tam tersine, hükümeti alkışlayın. Bugünden başlayarak “Allah sizi başımızdan eksik etmesin, daha nice şehitlere inşallah” diye bağırın!..
Bazıları yıllar boyunca siyaseti camilerde yaptı. Müslümanları, inançlı insanları kandırdılar. Hep birlikte malı götürdüler, iktidar bile oldular.
Şimdi şehit cenazelerinde sergilenen içten protestolar karşısında şaşkına döndüler!
Milletin tepkisi için “camide siyaset olmaz” diye ağlaşıyorlar. Günaydın bayım, günaydın!
ATATÜRK’Ü ÖRNEK VERENE BAK!
İKTİDARIN yazılı ve görsel basında açık destekçisi olan bazı tipler, şimdi hükümetin çaresizliğini, aymazlığını, yabancı ülkelerin karşısında çekmiş olduğu teslim bayrağını unutturmak için Atatürk’e sığınıp o doğrultuda yazılar döktürüyorlar:
“Efendim 1923 yılında, Misak-ı Milli sınırlarına dahil olduğu halde Atatürk Musul’a asker gönderemedi… Çünkü İngilizlerle savaşması gerekirdi ve bunu göze alamadı. O yüzden Musul, Irak’ta kaldı.”
Bunları yazarak hükümete ve Başbakan’a -işin içine Atatürk’ü katarak- destek vermeye kalkışıyorlar.
Kuzey Irak operasyonunun Türkiye için büyük risk olduğunu kabul edenlerdenim. Ancak 1923 yılındaki Türkiye ile şimdiki Türkiye farklıdır. O zaman savaştan yeni çıkmış, yıpranmış, harap durumda bir ülke idik. Gücümüz kuvvetimiz sıfıra yakındı. Hangi ordu İngilizlerle savaşıp Musul’u alacaktı?
Daha da önemlisi, o kararı biz yabancı güçlerin etkisiyle almadık. Türk devletinin ve Atatürk’ün haklı değerlendirmesi idi. Maceraya girecek gücümüz yoktu. Şimdi koskoca Türkiye Cumhuriyeti var, güçlü ordusu var… Ama hükümet yabancıların güdümünden çıkamıyor. Aradaki fark günümüzde budur.
Kaldı ki, sonraki yıllarda Atatürk’ün Hatay’ı nasıl alıp Türk toprağı yaptığını da hiçbirimiz unutmadık.
Yabancıların güdümünde geçirdiğimiz, onların emrinde ve hizmetinde olduğumuz, onların direktiflerinden çıkamadığımız şu ortamda bunlar Atatürk’e sığınmasın, onu örnek göstermesin. Hele Atatürk’ün amansız karşıtları, Recep Tayyip Erdoğan’ı aklamak uğruna Atatürk’ün adını bile ağızlarına almasın.
Kimse yutmaz.
“AB reformları” Uğruna
TÜRKİYE gergin günler yaşıyor. Her gün kaldırılan şehit cenazelerinde kitleler hükümeti ve Arınç’ı protesto ediyor. Arınç, hükümete ve kendisine yönelik tepkileri dile getirenler için basın toplantısı düzenleyip “Aynı sözleri misliyle (fazlasıyla) kendilerine iade ediyorum” diyor…
Ve hadiseyi mahalle düzeyine indirmeyi başarıyor! Hani mahallede kavga eden çocuk kendisine sövene “Ben de senin…” der ya, aynen öyle! Devlet yönetiminin hangi düzeye düşürüldüğünün, kimlerin elinde kaldığının somut örneğidir.
* * *
Bugünkü konumuz bu değil. Şimdi konumuza geleyim.
AKP iktidarı 2002 Kasım ayında ülke yönetimini devraldığında, Türkiye’de terör yoktu. O beğenmedikleri koalisyon hükümeti terörü bitirmişti. Abdullah Öcalan yakalanmış, yargılanmış ve cezası kesilmişti.
Peki sonra ne oldu, nasıl oldu da bu bela yeniden fışkırdı? Sevgili okuyucularım, bu sorunun yanıtını bilmiyorsanız, ya da unuttu iseniz, belleğinizi lütfen tazeleyin.
AKP ile birlikte ABD ve AB ilişkileri yoğunlaştı. AB bizim iktidara “üyelik vaadinde” bulundu! Bizimkiler bu olaya balıklama atladı; çünkü o zaman “özgürlükler(!)” tam olacak, AB ilkeleri doğrultusunda din baronları, din tüccarı siyasetçiler tümüyle rahatlayacak ve üstelik Türk Ordusu bir kenara itilecekti.
“Fikir ve ifade özgürlüğü” ile birlikte “her alanda özgürlük” bu AB‘nin olmazsa olmaz kuralı idi. Örneğin bölücülük, Kürtçülük propagandası yapmak serbest bırakılmalı idi… Ve bırakıldı!
Yasalar değiştirilmeli, güvenlik güçlerinin yetkileri elinden alınmalı, bütün mekanizmalar suçluların lehine çalışmalıydı… Ve gerçekleşti! Bunları çok özetle yazıyorum; çünkü bu köşede uzatacak kadar yer yok.
ABD ve AB‘nin her dediği bire bir yapıldı. Güneydoğu’ya AB heyetleri sevk edildi. O bölgelerde yoğun propaganda başlatıldı.
Medyamızın bir bölümünde “özgürlük rüzgárları” estirildi. Kürtçülük, bölücülük özendirildi. Yasalarımız AKP iktidarı tarafından bu doğrultuda değiştirildi. Ülkenin düzeni altüst edildi.
Güvenlik güçleri kentlerde ve kırsal kesimde, ama özellikle Güneydoğu’da yıllarca feryat etti:
“Yetkilerimizi geri verin. Sadece terörle değil, kapkaç, hırsızlık gibi adi suçlarla bile baş edemez duruma geldik.”
Kentlerde polis küstü, köşesine çekildi. Dikkat ediniz, Türkiye’nin dört bir yanında, bu yeni yasalar sonrasında korkunç boyutlara varan suç patlaması yaşandı ve yaşanıyor.
Güneydoğu’da ise bu boşluklardan yararlanan terör yeniden hortluyordu… Hem arkalarında AB desteği vardı, hem de güvenlik güçlerinin yetkileri budanmıştı.
Gözaltı süresi kısaltıldı. Özel timler bölgeden çekildi. Sanık yakalandığında ifadesi bile alınamıyor, serbest bırakılıyordu. Üst ve araç araması yapılamıyordu, önceden izin alınmalıydı. Operasyon yapmadan önce bile validen izin almak gerekiyordu. İnsanlarımızın canını ilgilendiren bu gibi konular için sırf AB’nin gözüne girebilmek amacıyla, bir yığın formalite getirildi.
AKP iktidarı hatasını anladığında ise iş işten çoktaaan geçmişti. Dış güçlerin emrine giren iktidar AB’den dışlandı ve nasihat aldı. Daha da önemlisi, geliyorum diyen terör adım adım büyüdü ve ne yazık ki bugünkü aşamaya gelindi.
Bunları, dış güçlerin emrine girmeyi, ülkemizin bu yüzden her alanda çok büyük belalarla yüz yüze geleceğini burada defalarca, hatta sizleri bıktırmak pahasına yazdım. Duvardan ses geldi, bizi yönetenlerden gelmedi!
Şimdi hepsi, her açıdan pişman. AB’nin oyununa gelenler şimdi kara kara düşünüyor.
Dostları ilə paylaş: |