Собрание сочинений: в 30 томах. Том 14. Стихотворения и статьи на турецком



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə6/8
tarix03.01.2019
ölçüsü0,63 Mb.
#88914
1   2   3   4   5   6   7   8

Çemberleri kırarak


Kalktım yine ayağa.

 

Yine istiyorlar eğmeye,



Ama ellerinden gelmez:

Yaş iken eğilmeyen

Kuruyunca eğilmez.

 

ON KİŞİ

(4-33)

 

Yurdum için “Kalûbala”dan beri



Yapılan savaşlara katıldım.

Çok türlü silah yarası aldım,

Paramparça olup dağıldım.

İki saç telim bir yere gelmeden

Hep kalbim çarparak

Döndüm, doğduğum topraklara.

Şimdi kalan azalarım,

Kopan kollarım, bacaklarım,

Kesilen başım,

Kimi yuvarlanıp, kimi sürünerek,

Yavaş yavaş bir yere toplanıyor.

Anayurdum yardıma çağırırsa,

On parmağım on kişi olur,

Ve yeniden doğrulurum.

 

BİLMEDİM

(4 – 36)


 

Bilemedim,

Yüreğimden uçup giden sevginin

Gözlerinden yaş olup akacağını.

 

Bilemedim,



O selin gelip gölü basacağını.

Şimdi nasıl huzur bulurum.

 

Bilemedim,



Sevginin dağ suyu gibi akıp

Bulut olup geriye döneceğini.

 

Oy, bilemedim,



O bulutun omuzuma konup

Fısıltıyla değil,

Gürültüyle haber söyleyeceğini.

 

BAYRAK İLE ORAYDA*

       (6-155)

 

İnsan, insan olmaya çalışarak



Yaşıyor yerde.

Kumaş parçasını bayrak yapıp

Kaldırıyor yükseğe.

 

Yiğitlik, güzellik simgesiyle



Yasamışlar onu.

Temiz, güzel renklerle

Boyamışlar onu.

 

Bayrak, halkın niyeti,



Çehresidir halkın.

Millî orayda kanadıdır,

Canıdır bayrağın.

 

Bayraksız, oraydasız



Yoktur devlet.

Bunları hatırlayıp

Olun millete, tarihe mukayyet.

 

Karaçay’ın oraydası



Hem bayrağı Bengüdağ**.

Bengüdağ bayrağımız,

Bengüdağ** oraydamız:

 

“Sen göklere erişen zirvesin



Kafkas dağlarının içinde.

Cam gibi parlıyor

Ebedî buzların üstünde.

 

Beyaz kürkün var üzerinde,



Yazın kışın hep giyersin.

Hava soğumaya başlarsa,

Tipi yapmayı seversin.

 

Güzel, sakin olsa da gün



Durmak bilmez fırtınaların.

Yaz da kış da erimez

Doruğundaki buzların.”***

 

* Orayda: marş, millî marş



* * Karaçay’ın simgesi olan Mingitav (Bengüdağ) ın çifte zirveli

      silüeti kastediliyor.

*** Burada kastedilen Mingitav (Bengüdağ), ünlü Karaçay şairi İsmail Semen’in aynı isimli şiiridir ve Bilal Laypan buraya üç kıtasını aldığı  bu şiirin Karaçay’ın millî marşı olmasını öneriyor.

           

                        ÖLÜMÜ SEVERİM

   (4-11)

 

Ölümü severim ben,



Vaktinde gelirse.

Ram olan insanı

Yiğitçe alırsa.

 

Ölüm kaderin bir işi,



Zahmet de olsa anlanır.

Sorulmadan verilen can

Sorulmadan alınır.

 

Doğmasak da ölmesek de



Adettir, gelene gitmek.

Biz konuk değil konakbayız,

Hayata kapı açan.

 

HEPSİNİ GÖSTEREN

  (4-14)

 

Yıldızın sevimliliği sende,



Ayın sevimliliği sende,

Yerin sevimliliği sende,

Sorun bakalım, ne var bende?

 

Onların hepsini gösteren,



Onları yakın eden,

Aşkın sevimliliği de bende.

 

 

SENİN HAKKINDA



  (4-17)

 

Senin hakkında öyle haberler aldım...



Gacırdatıp kayayı ısırasım geldi.

Bıçağı alıp elime, koşasım geldi.

Örtüldü, örtüldü iki kapım,

Sevgi kapılarım kapandı.

Benim sevdiğim nasıl yanıldı,

Beni seven nasıl yanıldı?

 

Sana boş görünen şey



Ruhuma çok dokundu.

Sevginin kayasından

Yuvarlandı geyik yavrusu.

 

Sana da ona da kaldırmam



İntikamın kanlı bıçağını.

Bilek gücüyle tutamazsın

Hoşça kal derse, kıvancını.

 

Sevgi kayasının yüksekliğini



Ondan yuvarlanan bilir.

Sen ey sevgi, insana

Sadece sevinç için veril.

 

ARADIĞIM ÖZGÜRLÜK

  (4-53)

 

Kader, sen sakla beni



Haksızlığa baş eğmekten.

Ben hayatı sevsem de

Az mı çektim elimden.

 

Yok, henüz bir yerde,



Benim aradığım özgürlük.

Bu yüzden yüreklerde

Yer etmiş hep ikilik.

 

Olsaydı böyle özgürlük,



Değişirdi derler, bugünkü hal.

Olmazdı bu dünyada

Kaygı, kavga, sınır, kural.

 

Ama böyle bir özgürlük,



Yağmur gibi inmez gökten.

Oturtmak gerek onu

Her insanın kalbinde.

 

Uğraşalım devler gibi



O günü getirmek için.

Sakınmasın her insan,

Hem fikir hem bilek için.

 

ALLAH’TAN DİLERSEN ÇOK DİLE

       (7-154)

 

Ahrette ödemek şartıyla, borca



Allah verseydi bana bol akça:

Hasetlerin, açgözlerin gözlerini

Çıkarırdım ve akçanın bir kısmını

Doldururdum onların göz çukurlarına.

 

Kalanını, Allah veren akçanın,



“Allah” diyen dimağlara verirdim,

Sonra nasıl değişirdi her şey, görürdün.

 

Ama, Allah’tan diliyorsak bir şey,



Eğlenmeyelim dostlar, ahça-bohça diye,

İsteyelim hepimiz, iman ile aklı,

Bunların üstüne de isteyelim nasibi.

 

Bizde olsaydı keşki, üçünün birliği...



Ama Allah kime ne vereceğini

Kendisi bilir. Verdiğini biz uğura

Sayalım da edelim hamdü sena.

 

ANNEMİ ANARKEN

            (4-82)

 

Annemin dokuduğu bu siyah yamçı,



Koruyor beni rüzgârda, soğukta.

Ama garip anam yatıyor kendisi,

Yalnız başına bu kara toprakta.

 

Onun verdiği güzel Karaçay diliyle



Okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum.

Dua ediyorum, zikir ediyorum.

Garip anama bunlardan ne fayda?

 

Her şeyi borçluyum anama,



Yaşamım, ruhum borçludur derinden.

Bana hayat verdi de çekip gitti,

Ölsem kalsam da ne gelir elimden?

 

Yaramazdım, kimseyi dinlemezdim,



Koşup gezerdim kendi kendime.

Yonga idim, göçmendim, dağlıydım.

Canına tak mı etti bilmem,

Bana şöyle demişti anam:

“Lâyıksın anasız büyümeye...

Ama üzülüyorum yine de.”

 

O biliyormuş meğer, bunun zorluğunu,



Ana gidince anlarmış, insan bunu.

“Sen nasıl olursan babana anana,

Senin balan da öyle olur sana”.

 

Derdi garip, sıkılınca canı,



Az mı üzdüm bu sevdiğim insanı.

Geçen günler dokunuyor bana...

Bugün bile duası, dileği boynumda,

Koruyor beni, veriyor güç...

 

Affımı, rızasını istiyorim bugün:



Ya Rabbi! Duamı sen ona eriştir,

Yattığı yeri nur pınarına bitiştir.

Kendi sevdiklerine haldaş eyle,

Cennet ehline Sen yoldaş eyle.

 

Ya Rabbi! Günahlarımı bu dünyada ödet.



Ahirette anamla cennette bir et.

 

Anama yapamadığım iyiliği,



Ana dilime yapayım.

Arayıp uğraşıp, ona yeni bir söz

Bir güzel söz katayım.

 

Başka ne yapayım,



Tanrım öğret.

Aşındı, tükendi,

Ama durmadı

Garip yürek.

 

ÖZDEN YURDUDUR KAFKAS

(7-5)


                  

Çeçen börü Dudaların Cahar

Senin hayrın hepimizi tutar.

Sana benzer nice yiğitler çıkar.

Birleşen güç zulmü yıkar,

Özgür olur Kafkas.

 

İtleştirmek için uğraştılar börüyü,



Savaştılar kaç yıldır, kaç asır :

Her yere yaymaya yalanı, ölümü,

Yok etmeye yetişen genç dölüyü.

Ama onların dediği olmaz.

 

Hainleri arayıp buldular,



Amantişler’e altından diş vurdular* ;

Başımıza baş edip üstümüze saldılar,

Böyle böyle tüm gücümüzü aldılar.

Ama diz çökmeyecek Kafkas.

 

İt gâvurlar anlamıyor bir şeyi:



Yenecek güç vardır zorluğu, işkenceyi.

Özden yürek köle sezimine yenilmez,

Allah diyenler iblislere yenilmez.

Gök kuppeye yakındır Kafkas,

Özden yurttur Kafkas,

Özdenlerin yurdudur Kafkas,

Nartların yurdudur Kafkas,

Gök gürlemesi gibi bir türküdür Kafkas,

Börülerin yurlarıdır Kafkas.

06. 01. 1995

 

* Amantiş (ler): 1828’de Rusya’nın Karaçay’ı işgali sırasında onlarla işbirliği yapan yerli hainin adı. Burada çoğul olarak kullanmış. [Y.N.]



 

ALLAHIM TÜKENMEZ GÜÇ VER

                   (4-76)

 

Ben bilirim kendimi, kendime



Nasıl dost, nasıl düşman olduğumu.

Kaç kez ölüp dirildiğimi

Kendim bilirim.

 

En sevdiğim iki can vardı:



Biri girdi kara yere,

Biri gitti ere.

Gözüm gönlüm karardı.

 

Ben şiirin kazak börüsü...



Aşındı, inceldi zaman derisi.

Zorbalaştı insan teğrisi...

Kimim ben?

 

Hayır, ben boş, güçsüz



Nasipsiz bir insanım.

İnsan değil insancığım.

Ama canım çıkmadan,

Karaçay benliğimi atamam,

Haksızlığa, zulme tapamam.

Gerekirse Karaçay’a

Deri bile olurum.

 

Kabre giren cennetmekân olsun,



Ere giden talihli olsun.

Karaçay’dadır ölenin kabri.

Karaçay’dadır o kızın evi.

 

Bu nasip. Kalbimi ferahlattı.



Benim gibi sevsin Tanrı yurdumu.

Şefkatle baksın Karaçay’a dönerek,

Halkım yaşasın, sevinci acısını örterek.

 

İşte Bengüdağ, Kuban. İşte ağaç, taş.



Allahım Sen ver tükenmez gücü,

Karaçay için yaşamayı, ölmeyi.

 

ANAMIN KABRİ BAŞINDA

       (4-74)

 

Kimi ağlamaya, kimi görmeye,



Geldiler insanlar, dursuz duraksız.

Dayanmaya çalıştım, yüksünseydim

Üzülürdüm orada uçsuz bucaksız.

 

Bu gece, gecenin bir vaktinde,



Çıkıp geldim taze kabrine,

Ruhum kazak börü gibi uluyarak,

Sessizlikte çocuk gibi ağlıyarak.

 

Kara yazgın göründü gözüme,



Sağlığını, yaşamını bize verdin.

Engel olamadık hastalığına, ölümüne,

Hangimizden ne hayır gördün?

 

“Allah” sözü düşmedi ağzından,



Hepimize kaygılanıp durdun.

“Gâvur ilinde kalan küçük oğlum”

Diye, bu dünyadan uçdun.

 

Gözden uzakta, ağlaya ağlaya,



Allah’tan rahmet diliyorum.

Kökü kesilmiş narin kavak gibi

Kabrinin yanında hüzünle titriyorum.

 

İKİ DÜNYANIN ARASINDA

       (6-79)

 

Dünya yataktan geniş.



Ama bazı bazı

Yatak dünyadan geniş.

Sevgi ise her vakit

Arşu âlâya erişmiş.

 

Gökten daha fazla,



Sinlerdeki ay ile yıldız.

Tümünü anlıyorum artık.

 

Yıldız taş da, taş yıldız da boş,



Yıldız gözler kapandıktan sonra.

Dilek, dua, şiir, mısra da boş,

Verilen süre dolduktan sonra.

 

Beni seven erde.



Ben seven kabirde.

İki dünyanın arasındayım ben.

 

Bir dünyadan öbürüne,



Geçiyor büyük de, küçük de

Kalbimin içiyle.

 

Aşındı kalbim benim,



Tükendi yüreğim benim.

 

Ozan İsmail ile



Kâzım Hacı da

Bekliyorlar beni.

Alan ülkem Arhız da,

Yeni yetme bir kız da,

Tutuyorlar beni.

 

İki dünyanın arasında



Şaşkın şaşkın dikiliyorum.

 

Burada sözü geçen Ozan İsmail, ünlü karaçaylı şair İsmail Semen, Kâzım Hacı da yine ünlü malkarlı şair Kâzim Möçü’dür. [Y.N.]



 

ŞARKI OKUYOR ZURİYAT BOTAŞ

       (6-16)

 

İnsancıklardan, insanlardan soğuyup



Taş kesilmişti kalbim, taş.

Ama şarkı okuyunca Zuriyat Botaş,

Dokunsam değecek kadar yakın oldu bahar.

 

Güneş tutulup açılmış gibi oldu yeniden,



Tükenen ay aydınlanıp doldu yeniden.

Yıldız gökten düşecekmiş gibi baktı,

Zuriyat’ın nağmeleri kalbime aktı.

 

Yerin nefesiyle, göğün nefesi beraber



Gür makamıyla onun nağmesi beraber.

Ömrümce duymadım böyle bir avaz,

Gül bahçesini okşayıp geçti ayaz.

 

Ebemkuşağından örülen nağmedir,



Zuriyat Botaş’ın güzel çehresi.

“Allahım ver” dedim onun muradını,

“Koru”, halkıma gerekli bu kabiliyeti.

 

Bu hangi halktan, hangi yurttan diye,



Hayran kaldılar, onu dinleyenler.

Karaçay yurdundan, Karaçay’dan, diye

Gurur duydum Newyork’da, İstanbul’da

 

Çok karaçaylı Zuriyat’ı dinleyip



Biz de halkız, insanız dediler.

İşte bunun için sağol Zuriyat,

Devlerin yapamadığını yaptın, gördüler.

 

                VERİRİM



              (4-36)

 

Ben veririm, güzel kız sana,



Alıp gökten yıldızları.

Kar altından kardeleni,

Yalnız “hayır” deme bana.

“Evet” desen de, sözünü

Sadaka verir gibi söyleme.

Gençlik yıllarımızı kendimize,

Davacı yapma, ne olur uzatma.

 

Baksak da yıldızlara,



Kardelenler gibi ecelliyiz.

Mühleti uzatmanın yararı ne?

Bu, olacak iş olduktan sonra.

 

Dallarına seviniyor,



Kendisi de henüz genç kavak.

Ondan ibret alarak

Biraz aklımızı toplasak.

 

Kavak gitse de budağı kalsa,



Ölüm yok ya orada...

Gençlik var, yeşillik var

Kalbi çarptıran arada.

 

Karanlık da var, sen de varsın,



Yıldız gibi kaya başında.

Korkmam yolun taşından,

Yıldızlara erişen kavaklar,

Korkarak sağ kalmaz yıldırımdan.

 

BEN NASIL BİRİYİM ?

                   (7-27)

 

Kıznöker¹ ne de sağdıç



Olmadan yaşayıp gidiyorum.

Gençlik hareketlerine katılmadım.

Yaşıma hürmeten, başa geç deseler,

Ben tamada² olmasını beceremem.

 

Ben hayvanı usulünce kurban edip,



Kesip, yüzüp, içini temizleyip,

Parçalarına ayırıp, ülüşleyip

Tahtaya dizmesini öğrenemedim.

Toyda düğünde öncü olamadım.

 

İnsan huyunu bilmem ben,



Hayvan huyunu bilmem ben.

Babam gibi hayvan gütmedim,

Koş³ tamadası nasıl olurum ben?

Biraz ot biçmesini becerirdim, ama

Tırpan tutmasını hiç denemedim.

Ot toplayıp öbek bile yapmayan ben,

Cemaat önderi nasıl olurum?

 

Başsağlığı dilemeyi bilmem.



Cemaatle mezarlığa gidip,

Ölünün nasıl gömüldüğünü, Kabrin nasıl kazıldığını,

Ne okulduğunu, ne yapıldığını

Bilmiyorum. Bir şey bilmiyorum.

 

“İt gibi dolaşan, it gibi ölür”.



Cenazem nerde kalacak kim bilir?

Kendi halkımdan evlenseydim,

Halkımla birlikte olsaydım,

Bilirdim ben de, bilmem gerekenleri.

 

Şimdiki çocuklar neyi bilecek?



Ben yine de dilimi biliyorum.

Onlar bunu da bilmeyecek!

 

Kendim ettim kendime kötülük.



Bu şiir defterime yazılanları

Açacak bir genç çıkar mı?

Talihime, talihine bakar mı?

 

¹ Nöker: arkadaş, yoldaş. Kıznöker: Karaçay töresinde evlenen genç kıza, düğün sırasında refakat eden sıhrî akrabalardan bir delikanlıya verilen unvan.



² Tamada: önder, başçı, önde gelen, itibarlı kişi.

³ Koş : müşterek hayvancılık yapılan çiftlik.

 

KARAÇAY’DA

            (4-6)

 

Güreş tutuyor dağlı çocuklar...



Allah korusun yenilmekten...

Ayıptır yenilgi, dağlarda,

Kenetlenmiş kolları, bu sebepten.

 

Bügün bile gözümün önünde,



Cesurluk kamanın ucu gibi...

Yürüyorum, mutluluk yüreğimde,

Dağ köyümün kıyısından girerek.

 

Yaşlılar her zamanki sohbetlerinde:



“Biz bunlardan üstündük” derler.

Alınları kaya kovuğuna benzemekte,

Çok görmüş, çok yaşamış devler.

 

Yürüyorum. Yolun iki yanında



Çit ören, duvar ören dağlılar.

Selamün aleyküm, kolay gelsin

Taş üstünde yaşayanlar, avullular.

 

Kayalar mağrur bakar vadilere,



Gümüş rengi vadi suları da öyle.

Bu pekliği, pehlivanlığı seziyorum,

Hep dağ yollarını adımladığımda.

 

Taşlar-dağlıcıklar, kayalar-dağlılar.



Bilmek istersen onların birlikteliğini,

Bir taşı kaldır. Taş taşı oynatır...

Öyle tutarlar, dağlılar bir birlerini.

 

Allah korusun kaya göçüğünden,



Taş düşmesinden de korusun Hüda.

Dağlarda büyük konuşacağını sanma,

Yoksa seni bekler bin türlü bela!

 

Huzur içinde yürüyorum köyümde...



Kulaklarımı tüm vadiye açarak.

Karşıma çıkanları selamlıyorum,

Yalın ayaklı çocukları ayıplayarak.

 

Ölsem de kalsam da burada olayım,



Ne olsam da dağlarda bulunayım.

Beni doğurdu, büyüttü burası,

Halkım, seninle hep beraber kalayım!

 

GÖRÜYOR MUSUN ?

                   (4-7)

 

Görüyor musun güneşin doğuşunu,



Aşk gibi al renge boyanarak.

Hep bana gülümsesin gözlerin,

Yanakların da hep bana kızararak.

 

Bembeyaz karı utandırıp duruyor



Yemyeşil sarıçamın budağı.

Sana hep sevgiyle açılıyor

Seven kalbin sevgi dolu kucağı.

 

Görüyor musun ayın doluşunu,



Yıldızlarla yanar yürekler.

Oy dudakların, senin dudakların

Dağlarda olgunlaşan çilekler.

 

Nasıl da özlem doluyum sana



Kimseye demesem de açıktan.

İlgi duymazsan, garip kalbim

Sahipsiz tazı gibi ulur açlıktan.

 

Güneş vuruyor önce tepelere,



Sonra da vadinin taşlarına.

Lâyık değilsem de istiyorum,

Gülümseme sakın başkalarına.

Görüyor musun genç kavağı,

Yaralamışlar her yanını.

Her şeyden korkarım senin için,

Bana ver de saklayım canını.

 

Kim olsa da bakar bir tarafa...



Can taşıyanın gelir bir gün eceli.

Bilinmez yarının ne getireceği,

Uzatıp durmayalım bu mühleti.

 

Dağ suyunun şırıltısı gibi sözün



Kalbinden kalbime geçiyor senin.

Çolpan gözlüm, elma yanaklım,

Sensin benim en güzel nasibim.

 

SENİ GÖRDÜM

(3-244)

 

Yol şaha kalkıp



Ayaklarını yıldızlara dayadı.

Göğe sığmadan yanan güneş

Su kovasına sığıverdi.

 

Kalbimi eline aldın da



Yeni doğan bebek gibi,

Yıkayıp severek

Öpüp yerine koydun.

 

Dünyanın en temiz yağmuru,



Gözlerinden gönlüme yağdı.

Güvercinlerin gölgeleri

Güvercin olup yükseldiler.

Ağaçların gölgeleri,

Ağaç olup dikeldiler.

 

Yıldırım yıldırıma çarptı,



İkisi birden yandılar.

Ebemkuşağı belini doğrulttu da,

Sırtına umudu bindirdi.

 

Önü sonu olmayan zaman,



Ucu bucağı olmayan mekân,

Balçık bulaşmış, nur ışığı-Adam.

Selam verdiler. Seni gördüm.

 

NEREDE YAŞASAM DA

            (4-28)

 

Orada, dağlarda kar yağdı,



Burada da değişti gün.

Bahar çimeni gibi bahar karına,

İyice bak, sen benim için.

 

Kar yerine yağıyor yağmur,



Burada kışın adeti böyle.

Doğduğu yerden iyisi var deyen,

Yalan söyler kendi kendine.

 

Ama bu yerin insanları,



Bu yerlere bağlanmışlar.

Sulanıp yeşeren yerleri

Ağaç bahçeleri yapmışlar.

 

Özgürüm, nerede yaşasam da,



Ama dağlıyım, dağlı kaldım.

Gidip Bengüdağ’ın koynundan,

Sımsıkı kucaklar gibi oldum.

 

KUL HÜVALLAHÜ AHAD

                                   (7-148)

 

Eskiden çok gözüpektim,



Bir deli fişektim.

Rahat huzur bilmeyen,

Bir aygır yürektim.

 

Kurda ya da kısrağa



Şaha kalkıp kişnerdim.

Gece gündüz durmadan

Onları düşlerdim.

 

Bedende ruh yokmuş gibi,



Korku gelmezdi aklıma.

Bedensiz gibi şimdi ruh,

Titriyorum kendi başıma.

 

Şu işe bir bakın,



Korkuyorum ben canıma.

Korkunun geldiği yana,

Gideyim de alayım yara.

 

Canım boğazımda titreyerek



Durmaktansa ömürboyu,

Çıkıp gitsin bu canım.

İstedim bugün ölmeyi.

 

Düşman nerede?



Şehitlik yolu

Bugün bana açılsın.

Korkak canım düşmana

Ok-top olup saçılsın.

 

Ben en büyük düşmanı,



Ölüm korkusunu yendim.

Diğer düşmanlar boş,

Ben yiğitlere özendim.

Yurttan kaçıp gitti düşman,

Kaldım sağ, gönlüm sınmadan.

Allah gitmedi kalbimden,

Kızıp soğumadım kendimden.

 

En güçsüz, korkak bir can



İdim ben dağlarda.

Saklamadım kendimi,

Halkım için kavgada.

 

Ölüm o kadar zor değil,



Korkakların dediği gibi.

İnsancıkların korktuğu gibi,

O kadar zor değil ölüm.

 

Bana açılan göklere,



Bakıp gülümseyerek, rahat

Ölüyorum. Her şey boş, tek gerçek:

“Kul hüvallahü ahad”.

           

                    YOL

                    (6-58)

 

1

Kestiler, yeşil ağaçları



Çamını, meşesini,

Her türlüsünü.

Yeni yolu

Buradan


Geçirmek için.

 

2



Yuvarlayıp, kesip

yanyana döşeyip

Yolu da

Ağacın kendisiyle

Yaptılar.

 

3



Tabiata,

Kapı


Açık dururken

Pencereyi kırıp,

İçeri girdiler.

Nereye böyle?

Durunuz!

 

1



Kestiler yaşlı, genç,

Kadın diye

Ayırmadan.

Burada,


Yeni hayat,

Yeni toplum

 Kurmak için.

 

2



Ölülerin üzerine

Yaptılar yolu,                          

Yeni yolu,

Nasip (!) yolunu.

 

3

Cehennemin



Büyük kapısına,

Cennet, diye

Yazdılar.

Altındakiler de:

“Hoşgeldiniz!”

Nereye böyle?

Durunuz!

 

4



Duymuyorlar.  

Kulakları sağır olanlar.

“Hannas” diye bağırıyor İblis.

“Buradayım” diye

İnsan kalbinden çıkıyor avaz.

SOSYO-POLITIK KONULU YAZILAR

 

КARAÇAY TÜRKLERİNİN BÖRÜYLE (KURTLA) İLGİLİ TÖRELERİ

 

Bilal  LAİPANOV*

 

Kurt (gizli adı Canlı) diğer Türk milletlerinde olduğu gibi Karaçay Türklerinde de önemli bir yer işgal ediyor. Kurt köpek cinsinden olmasına rağmen, köpek gibi insana itaat etmiyor, altın zincir ve gümüş yemlik yerine hüriyeti tercih ediyor. Kendisi acıksa da gönlü her zaman toktur. Karaçay Türkleri de Yüce Allah'tan başka kimseye itaat etmeden yaşamak istedikleri için asırlarca zorluklar çekmişler. Buna rağmen insan sayısı az olsa da sayısı çok olan milletler arasında eriyip kayıp olub gitmemiştir, yüksek dağlara tutunarak benliklerini, bağımsızlıklarını korumuştur. Avrupa'nm en yüksek dagı olan ELBRUS (Karaçayca Mingi Tau) dağın eteklerinde hala hayata devam ediyorlar. Karaçay Türklerinin Alan devletini ilk olarak Cengiz Han imha etmeye çalımıştı. Ama Alan devletini yok eden Timur'lan olmuştur. Bunlar tarihte açıkça gösterilmiştir. Ama kader Karaçayları bundan sonra da denemeye devam etmilştir.



Bin sekiz yüz yirmi sekizinci yılın iki kasım tarihinde üç generalin yönetimi altında Rus Çarının Ordusu Karaçay topraklarına tecavüz etmiştir. Hasauka adlı bölgede gerçekleşen savaşta Karaçay erkeklerin büyük kısmı canını vermiştir. Böylece Karaçay feshedilmiştir. O tarihten bu yana yüz onbeş sene Karaçay Türkleri dillerini, dinlerini yok ederek assimile etmeye çalışmışlar. Ama yapamamışlar. Ruslar için onlara boyun eğmeyen, diz çökmeyen millet lazım degildi. Rusları ilgilendiren stratejik anlam taşıyan Karaçay'ın cennet gibi topraklarıydı. Bundan sonra 1943 (bin dokuz yüz kırk üç) yılını 2 kasım tarihinde Stalin'in rejimi Karaçay Türklerini zorla Orta Asya'ya sürgüne göndermiştir. Allah'a bin şükürler olsun 14 sene sonra Kruşevin döneminde Karaçaylılar yurtlarına geri dönebilmişler.

Bugün bile Karaçayları rahat bırakmıyorlar. Kurt milletler için, boyun eğmeyen milletler için her zaman hayat kolay değildir. 1940 (bin dokuz yüz kırk) yılarında Kafkasya'dan ilk sürgüne gönderilen Karaçaylar olmuştur. Daha sonra Çeçen ve İnguş, sonrada malkarlar olmuştur.

Bin dokuz yüz doksan senelerinde İnguş milleti tekrar baskı altında kaldı. Bugün bile Ruslarla Çeçenler arasında savaş devam ediyor. Karaçay-Çerkez Cumhuriyetinde Karaçay Türklerine karşı pis oyunlar devam ediyor.

 

* Gazeteci-Yazar. ("As-Alan " Derginin ve "Üyge İgilik"(Eve İyilik) Gazetin Baş Redaktörü Bilal Laypan(ov).)

 

Kabartay-Malkar Cumhuriyetinde de Malkar Türkleri baskı altındadırlar. Ne on dokuzuncu asırda ne de yirminci asırda kurt halklar rahat olmamışlar. Yirmi birinci asırın ne getireceğini İnşallah göreceğiz. Şu anda bizim oluşturduğumuz yalnız kurtlardan bir birlik kurmalıyız. Kurt milletler birikmeden gerçek hayat, gerçek hürriyet, gerçek zafer olmayacaktır. Türk Dünyanın sembolü Bozkurt bizi sürekli birikmeye davet ediyor.



 

II

 

İslam dinini almadan önce Karaçay Türklerinde çocuk doğuracak olan hanımlar kurt dişini yanlarında taşımışlar. Bunun anlamı ise cesur erkek çocuğun doğmasını arzuladıklarından. Erkek çocuk doğduğunda ise beşigin dört köşesine dört kurt resmi koymuşlar. Bin dokuz yüz kırk senelerinde Orta Asya'ya sürgüne gitmeden önce Karaçay evlerde ahşap yatakların dört köşesine ahşaptan oyarak kurt simalarını yerleştirmişler. Bunları bugün bile Karaçay yaşlıları anlatıyorlar.



Bin dokuz yüz altmış senesinde yüz yirmi yaşında vefat eden Tambiy Cüsüb'ün anlattıkları bugüne kadar küçük oğlunda saklanmıştır. Onun anlattıklarına göre: "Eski dönemlerde büyük cesurluk yaparak, yurdunu koruyarak şehit olanları kurt şeklinde yapılan sedyede cenazeyi mezarlığa götürmüşler. O cenaze sedyesini bin dokuz yüz senesine kadar kullanmışlardı". Bugün bile dağlarda yaşlıların elinde elle tutulacak kısımları kurt kafası şeklinde yapılan bastonları görmek mümkündür.

Bin dokuzyüz kırk senesine kadar mahkemelik olan adamlara, şahitlere, gerçeği söylemeleri için ellerine kurdun kirişini tutturarak yemin ettirmişler.

Kendi gözlerimle gördüğüm şeyleri anlatıyım. Birkaç sene önce bir gün köyde koyunlarımız otlaklardan dönmediler. Akrabalarımızla aradık ama bulamadık. Eve döndüğümde annem "Gidin kurdun ağzını bağlayıp gelin" diye beni dayıma gönderdi. Annemin kardeşi Noruy bıçağı kından çikarıp ters çevirip bıçağı ve kını birbirine bağladı. Ne dua ettiğini bilmiyorum ama bu hareketleri yaparken dudakları bir şeyler fısıldıyordu. İki gün sonra koyunları bulduk. Koyunların bir çoğuna kurt burnuyla vurarak sakatlamıştı ama ağzını açamadığı için koyunlarda eksik yoktu. Annem beni "Git kurdun ağzını açtır" diyerek tekrar dayıma gönderdi. Noruy zavallı dua edip bagladığı bağı çözüp bıçağı kına yerleştirdi. "Böyle yapmazsam kurt ağzını açamayacak, açlıktan ölecektir. Günah" dedi. Ben büyüklerin bu yaptıkları konusunda ne düşünmek gerektiğini hala bilmiyorum. Hala hatırladıkça şaşırıyorum. Bu "kurt ağzını bağlama", "kurt ağızını açma" törelerini hala Karaçay köylerde görmek mümkündür.

 

III



 

Karaçay-Malkar Türklerinin ünlü yazarları, şairleri olan Semen İsmay'ilin, Möçü Kyazim'in, Kuli Kaysın'ın eserlerinde kurda (canlıya) çok deger verilmiştir. Karaçay masallarında ise kurdun yeri ayrıdır ve çok önemli yer alır. Kurtla ilgili efsaneler, şiirler karaçay folklorunda, edebiyatında çoktur. Bu kısa konuşmamın sonunda Bozkurda ithaf ettiğim şiirlerimi dile getirmek istiyorum. (Bu şiirleri Türkiye Türkçesine çeviren "Birleşik Kafkasya" dergisinin baş redaktörü Yılmaz Nevruz.)

 

KAZAK BÖRÜ (Yalnız kurt)

 

Uluyorum ben kazak börü,



Yapa yalnızım ben.

 Kaplan yürekli azat nesil

Neredesin sen?

 

Dögüştüm ben kazak börü,



Yara izlerim çok,

görürsünüz.

Ümit sizdedir genç nesil,

Siz birlik olmayı bilirsiniz.

 

Ovadan dağa, dağdan ovaya



 Koşarak indim, koşarak çıktım.

 Huzur vermeden yaşadım yağıya,

Tek başıma nicesini yıktım.

 

Kendinden yapılan çividir



 O sert agaçları yaran.

Kendi itlerimizdir

Benim kalbimi ikiye ayıran.

 

***



 

Ben bir kere köye girdim

Gözlerimde şimşekler yanarak.

Zincirli kardeşlerimi gördüm,

Bana atıldılar havlayarak.

 

 



En cesur ite yaklaştım ben:

-Yazik boynundan takılıp

Böyle mi kalacaksın sen,

O mujik efendine tapınıp?

 

-Benim zincirim gümüşden



Başkalarınınıki de demirden

Altın zincirli olacağım

Kurtarırsam efendimi börüden.

 

Diye havladı, ürüdü, atıldı,



 Ama zinciri bir yere takıldı.

"Altın!" diye salyaları saçıldı.

Ama kul olduğunu sezemedi

.

Efendisi çıktı evden,



 İt beni gösterip söyledi:

-Silah at, ya da bırak beni,

Börüyü bitirelim diye, gürledi!

 

O kovaladı ben kaçtım,



Köy görünmez oldu uzakdan.

Sonra dönüp birden geriye

Aldım altıma, tutup bogazından.

 

O yalvardı, yakardı:



-Kesme, dedi, sağ bırak beni.

Altın zincir senin olsun,

İt hayatına dön dedi.

 

Ben onu iyice daladım,



 Sonra biraz duraladım.

Sürüyüp avlusuna götürdüm,

Bir acayıp şeyler gördüm:

 

 



***

 

İtlerle doluydu avlu.



 Onlar Ak evin sahibinin

Ayaklarını yalıyordu,

Kuyruk sallayıp havlıyordu.

 

Her biri can atıyordu



Gümüş yalağa yaklaşmaya,

 Gümüş zincirle koklaşmaya.

Başladılar dalaşmaya,

Altın zincir için yarışmaya.

 

Boğuşun bakalım, kim yıkarsa,



Gümüş zincire o bağlanacak.

Kazak börüyü kim haklarsa

Altın zincir de onun olacak.

 

Mücadele yine başladı:



Birbirlerini yolup dalaştılar,

 Alt alta üst üste kaynaştılar,

İbretle seyredip durdum onları.

 

Dayanamayıp girdim araya:



Zincir altın gümüş de olsa

Ne fark eder sizin için.

Ona bağlanacak olduktan sonra.

 

Börü-it birlik olalım,



Uğraşalım, kurtulsun yurdumuz.

Azatlık için vuruşalım,

Yetsin artık kul olduğumuz!

 

 



***

 

Hemen itler birleştiler:



Bu kan akıtmak istiyor,

 Bizi kandırmayı düşlüyor.

Dalayalım kazak börüyü,

Devletin sağ gözü olalım

 Altın zincir, kemik alalım.

 

Hayır dedim! Ben kendimi



Dalattıracak degilim size.

Bana sataşan birinizi

Getirdim, örnek alın kendinize!

 

Ben bağlanıp büyümedim.



Boynuma zincir değmedi,

 Börü kimseye baş eğmedi.

 

Ama siz itsiniz, kölesiniz.



Ak evin sahibini yalayın,

Onun ayak yolunu saklayın.

Ben gidiyorum, yolum başka.

 

***



 

Gittim ben azat börü.

Tasmalılar birsiniz hepiniz.

Ümit sizdedir genç nesil,

Siz birlik olabilirsiniz.

 

Uluyorum ben kazak börü,



Ahdim var Tanrıyla, göklelerle.

Yerimiz az değil, amma

Dar yürekliler binlerle.

 

Özgürlüğü değişmem



Doyduğum yere, rahata.

Ölsem de baş eğmem

Yer yüzünde bir mujığa!

Çok boğazı koparırım

Keskin dişlerim düşene kadar.

Her zorluğa katlanırım

Genç nesil yetişene kadar.

 

Ona sıkılan kurşuna



Göğüsümü siper ederim.

 Özgürlüğün, azatlığın

Timsali olup giderim.

 

Tanrısını unutan varsa,



Yüzülecek onun derisi,

 Diyorum. Mingitau'un tepesinden

Ben, Alanyurt'un börüsü.

 

Sahte padişahlan, hainleri



Malkar'dan, Karaçay'dan kovarız.

Biz Alan isek, Adam isek

Alan devletimizi yine kurarız.

 

 



Karaçay-Malkar Türklerinin tarihini içeren "As-Alan" dergisini sizlere hediye ediyorum.

Türk Dünyasının birleşmesinde düzenlenen bu tür kurultayların anlamı çok olduğunu anlıyor ve bu kurultayı düzenleyenlere, bu işte emek sarfedenlere kalpten, bütün içtenliğimle teşekkür ederim. Sağ olun.



 

 

Uluslararası Türk  Dünyası Halk Edebıyatı Kurultayı: Bildiriler, 26-28 Mayıs 2000 = Symposium on the Turkish (Turkic) World’s folk Literature :



Papers / - Ankara: Kültür Bakanlığı, 2002; ISBN 975-17-3060-0;

Bilal Laypanov. KARAÇAY TÜRKLERİNİN BÖRÜYLE (KURTLA) İLGİLİ TÖRELERİ (525-531s.)

 

БИЛАЛ ЛАЙПАН УЛУНУ* КУРУЛТАЙДА СЁЗЮ

 

KUZEY KAFKAS KARAÇAY TÜRKLERİNİN KÜLTÜRÜ

BAĞIMSIZLIK YOLUNUN TEMELİ

 

(Türkiye тürkçesine аktaran Ufuk TAVKUL**)

 

Selamünaleyküm Değerli Türkler!



Hürmetli Kardeşlerim!

 

Birbirimizi görmek mutluluktur. Fakat “Kasım Ayının İkinci Günü” Karaçay Türkler'inin acısı iki katı daha fazladır. “2 Kasım”ı söylemeden geçemeyeceğim.



2 Kasım 1828 tarihinde Hasavka Savaşı ile Rus İmparatorluğu Karaçay'ı zorla kendi topraklarına katmış olmasına rağmen, 1943 yılına değin, 115 yıl boyunca savaşı sürdürmüş; ancak Karaçay'ı Rus yapamamış! Hristiyan yapamamış! Asimile edememiştir! Yine “Kasım Ayının İkinci Günü” bu kez 1943 tarihinde Rus Komünist İmparatorluğu, Türk ve Müslüman Karaçay Halkını Ana Yurdundan söküp, Orta Asya'ya sürüp, 558 parçaya ayırıp darmadağın etmiştir! Fakat onlar Özbek, Kırgız, Kazak Türklerinin içinde Karaçay aslını kaybetmeden 1957 yılına kadar yaşamış ve Kafkasya'daki Ata Yurduna geri dönmüşlerdir. Ata Yurda dönmelerine rağmen onlara devlet olma hakkı verilmediğinden, bugün yurdumuzda yurtsuzlar diye yaşıyoruz!

Karaçay Türkleri – Karaçay Halkı, Kafkasların en eski halklarından biridir. Antropolojik yönden Kafkas ırkındandır. Tarihte bilinen eski “Koban Kültürünü” meydana getiren kavimlerdendir. Koban kültürünün en parlak dönemi ise günümüzden üç bin yıl önceye dayanmaktadır. Kafkasya binlerce yıldan beri Türk Kavimlerinin yurdu olmuştur. Tarih, etnografya, arkeoloji ilimleri Karaçay Türklerinin ve onların atalarının beşbin yıldan beri Kafkasya'da yaşadıklarına şahitlik etmektedir. Kaziy Laypan, İsmail Mızı, Hanafiy Bici, İbrahim Şaman, Soslanbek Bayçora, Mahti Curtubay gibi bilim adamları bu görüştedir.

Türk Dili, yüzyıllardan beri Kafkas Halklarının “ortak dili” olmuştur. 1922-1923 yıllarında Dağıstan Cumhuriyeti'nin Yönetimleri Moskava'ya yazdıkları mektupta Türk Dilinin yüzyıllardan beri Kafkasya'da ortak dil olduğunu, Rus dilinin Rus İmparatorluğu'nun dili olması sebebiyle, Karaçaylıların, Dağıstan'ın Türk Dilini kabul ettiğini bildirilmişti. Böylece Türkiye'den öğretmenler çağrılıp Kuzey Kafkasya'da ders verdirilmişti. Fakat, 1930'lu yıllarda, bu fikri savunan Kafkasyalıları «Pantürkist» olmakla suçlayıp, yok etmeye başladılar. 1936-1937 yıllarında Latin Alfabesini kaldırıp, yerine Rus Kril Alfabesini yerleştirdiler. Bu siyasi hareketin ne şartla yapıldığı belliydi:

1. Arap Alfabesinden, Kuran Harflerinden ayırarak, halkı İslâm Dininden, müslümanlıktan ayırmaya çabaladılar.

2. Latin Alfabesinden ayırarak, Türkiye'den Türkçülükten ayırmaya uğraştılar,

3. Kril-Slav Alfabesini yerleştirerek, halkları Ruslaştırmayı, asimile etmeyi amaçladılar.

Böylelikle 1930'lu yıllara kadar Kafkas Halklarının ortak dili olan “Türkçeye”, onunla birlikte Türk ve Müslüman Kafkas Halklarına zulmün en ağırı uygulanmaya başladı. 1930'lu yıllarda Türkçenin Kafkas Halklarının ortak dili olması kaldırıldı.

1943 yılında Kafkasya'nın Türk ve Müslüman Halkı Karaçaylılar sürgüne gönderildi. Ondört yıl süren sürgünde eziyet çekip, yurtsuz kalsa da, İslâm Dinimiz ve Allah'ın koruduğu Karaçay-Türk Dilimiz, halkımız tarafından muhafaza edildi.

Dünyada her şey değişiyor, dünya kendiside değişiyor. Ancak Rusun emperyalist, şovenist asimilasyon siyaseti hiç değişmiyor. Rus Çarlık İmparatorluğunun İki Başlı Kartalı uçarak gelip bugünkü “demokrat” Rusya'nın başına konup, doğuya da, batıya da uğursuz bakışlar fırlatıyor.

Çarlık Rusyası, Karaçay da dahil olmak üzere, başka milletleri, başka yurtları zorla, silah gücüyle kendisine kattı. Çarlığın milli siyaseti şöyleydi; “Rus olmayan halkların devletlerini kökünden yok etmek! Kültürlerini yok etmek! Ana dillerini yok etmek! Gelişmesine izin vermemek! böylece en sonunda Ruslaştırmak!” (Rusya Komünist Partisinin 10. toplantısının dökümanlarından).

Komünist Partisi, Çarlığın o günkü Kafkas Halklarına karşı beslediği niyeti açıklarken, keşke kendisi o “Halkları” korumaya çalışsaydı. Tam tersine “Komünizm” Çarlıktan daha büyük bir felaket olarak çıktı dünyanın karşısına. Komünist İmparatorluğu Karaçay'ı yediden yetmişe esir edip, Orta Asya'ya sürdü.

Bugünkü “demokrat” Rusya ise, çarlığın ve komünistlerin çektirdikleri eziyetleri düzeltmek yerine, halklara yeni eziyetler çektirmeye uğraşıyor. Önceden eziyet çektirdiği halklardan şimdi korkuyor. Rusya Silahlı Kuvvetlerinin “sürgüne gönderilmiş halklardan  orduda  silah kullanma eğitimi gören birliklere asker alınmaması emri”  buna şahittir. Onların ikisini de ben “Üyge İgilik” adlı gazetemde yayımladım.

Rusya Kara Kuvvetleri Komutanı Karaçay asıllı Vladimir Mahamedoviç Semenov'un gerekçe gösterilmeden görevden alınması buna şahittir! Rusya pasaportlarından “milliyet” hanesinin kaldırılması buna şahittir! Hristiyan propagandası yapmak amacıyla, Karaçay dilinde yazılmış İncil ve Hristiyanlık kitaplarının binlercesinin Karaçay köylerinde bedava dağıtılması buna şahittir!

Yirminci yüzyıl sona eriyor. Fakat Rus imparatorluğu basın ve yayın yolu ile, asker ve silah gücü ile, dilimizi, dinimizi yok etmeye çalışıyor. Batılı Hristiyan Devletler bu duruma aldırmasalar da, Türkiye'nin bize aldırmaması kabul edilemez...

Rusya Kafkasya'yı silah zoruyla kendisine katıncaya kadar Karaçay, Büyük Türk Dünyası'nın bir parçası idi. Rusya'ya katıldığından beri dışarı açılan sınırları kapatılıp, kendi başına kaldı. Onun büyük Türk Milletinden olduğu, kökünün çok derinlere uzandığı unutturulmaya çalışıldı...

İki yüzyıldan beri, O'na söyledikleri şu oldu: “Karaçay! Senin toprakların yüksük kadardır! Dilini dağlardan çıkınca kimse anlamaz! Senin yarının yoktur! Ne kadar çabuk Rus olursan senin için o kadar iyidir!”

Oysaki! Kafkasya'nın ezelden beri “Türk Dilli” bir “Türk Yurdu” olduğundan!  Bu dili, Karaçayların Dilini! Yani Türkçeyi! Dünyada iki yüz milyon İnsanın  konuştuğundan! Ve Karaçay'ın İstanbul'u kendi başkenti olarak kabul ettiğinden! Türkiye'de gezmek için Karaçaylılar için bir rehbere ihtiyaç olmadığından! Bir iki sözle keşke bahsedilse idi...

Rus İmparatorluğu bizi yutup asimile etmek istedi! Rahat yutabilmek için bir halkı; Karaçay, Malkar diye ikiye böldü! Onları başka halklarla birleştirdi ve birbirine düşürdü!

Karaçay 1943 yılında sürgüne gönderilinceye kadar kendi özerk bölgesine sahipti. Okullarda birinci sınıftan yedinci sınıfa kadar bütün dersler Karaçay Türkçesinde veriliyordu. Rus Dili ve Edebiyatı yabancı dil olarak okutuluyordu. Bugün ise, Karaçay-Çerkes Cumhuriyetinde Karaçay Dili ve Edebiyatı Dersi yabancı dil olarak okutulmaktadır. Bütün dersler Rusça verilmektedir.

1991 yılında Karaçay-Çerkes Bilimsel Araştırmaları Enstitüsünde çalışan Karaçaylı Bilim Adamları ayrımcılığa dayanamayarak, ayaklanmışlardı. Ne için?

- 40 yıl boyunca o enstitü tek bir Karaçaylıya “Master” yada “Doktora” yapma imkânı tanımadı. Karaçay Biliminin gelişmesine engel oldu. Birer bahane ile Karaçaylı Bilim Adamlarını işten attı.

- Bilimsel yazıların Karaçay Türkçesi ile yazılmasına izin vermedi. Karaçay Bilim Adamlarını isyan ettiren işte bu davranışlar oldu. Moskova'dan gelen komisyonlar bile Karaçay Bilim Adamlarının haklı olduklarını kabul ettiler. Fakat iş, Karaçay Bilim Adamlarının enstitüden kovulmalarıyla sonuçlandı. Bağımsızlığımız, her şeyimiz işte buna göredir!

Karaçay Yazarlar Birliğinin toplanabileceği bir binası yoktur! Karaçay ressamlarının çalışacağı bir atölye yoktur! Sürgüne gönderilinceye kadar yedi gazete çıkan Karaçay'da bugün haftada bir kere yayımlanan tek bir gazete vardır! Karaçay dilinde çıkan bir dergi yoktur!

Sürgüne kadar Karaçay Bölgesinde yılda 16 ders kitabı, 58 Edebî Kitap yayımlanırken , bugün hemen hemen hiç kitap çıkmamaktadır! Okullarda çocuklar komünistlerin zamanında yayımlanan kitapları kullanmaktadırlar. Onlarda ise ne yazdığı bellidir!

Çarlık İmparatorluğu Karaçay Türklerini “2 Kasım 1828” tarihinde Havaska Savaşında yenip kendisine kattı. Komünist İmparatorluğu, yine Kasım Ayının İkisinde, “2 Kasım 1943” yılında Karaçay Türklerini yurtlarından sürdü. Bugün de “sahte demokrat” Rusya İmparatorluğu, Karaçay Türklerinin (Stalin tarafından ortadan kaldırılan) Özerk Cumhuriyet Haklarını geri vermeyerek: Kültürünü! Dilini! Dinini ortadan kaldırmaya! Açıkçası milliyetini yok etmeye çalışıyor!

Bu durumda biz Allah'a, kendimize ve Türk Dünyasına güveniyoruz!

Fakat Türkiye'nin bize gereken önemi vermemesi bizi üzüyor!

Biz, Kafkasların ve Avrupa'nın en yüksek noktası olan MİNGİ TAVUMUZ - Elbruz Dağının eteklerinde yaşayan Karaçay-Malkar Türkleri olarak şuna inanıyoruz:

İnşallah Türk dünyası birleşecek ve gelişecek!

Biz yılmadan çalışırsak, Türkiye Cumhuriyeti de bize yardım ederse, Türk Dili, Kafkasya'da eskiden olduğu gibi, Kafkasyadaki Türk Halklarının ortak dili olur.

Kafkasya'dan, Karaçay'ın karlı dağlarından en sıcak selam ve hürmetlerimle!

 

*Karaçay Yazarlar Birliği Genel Sekreteri,



Moskova-RUSYA FEDERASYONU

** Devlet Arşivleri Uzmanı, ANKARA-TÜRKİYE

Düzenleme: www.AfyonKaracay.com

 


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin