b. Hâcib Mushafî ile ilişkileri
Mushafî, devletin hizmetine daha yeni girmiş böyle genç birinin yönetimde kendisine ortak olarak vezir atanmasını oldukça yadırgamıştı. Halbuki kendisi III. Ab-durrahman ve oğlu Hakem devirlerinden beri bu devletin yükünü çekmiş ve problemleriyle uğraşarak gelmişti.31 İbn Ebî Âmir ise kısa zamanda yükseldiği vezirlik makamında, devlet içindeki gücü ve nüfuzuyla Mushafî'nin iktidarını tehdit eder hale gelmişti. Görünen o ki, İbn Ebî Âmir'in halife ile arasında, yani devlete tek başına hükmetme emeli önündeki önemli engel Mushafî idi ve bu yüzden onu ortadan kaldırması gerektiğine inanıyordu.
Berberi asıllı hâcib Mushafî, İbn Ebî Âmir karşısında bazı dezavantajlar taşıyordu. Bunlardan en önemlisi o, insanlarla dostluk kurma yeteneğine sahip değildi. Sonradan görme olmasının da etkisiyle Kurtuba'nm seçkinleri gözünde küstah, kibirli, tahammül edilmesi zor biri idi ve soylu bir aileden gelmediği için de hakir görülüyordu. Ayrıca, zimmetine para geçirme ve devletin önemli mevkilerine akrabalarını getirerek imtiyaz ve iltimas sağlama imtihanlarından dolayı dürüstlüğünden de ciddi olarak endişe duyuluyordu. Hâcib olduğunda bu kusurunu düzeltmek istediyse de, bir devlet adamında bulunması gereken vasıflardan mahrum olması ve kararsızlığı yüzünden bunu başaramadı. Önemli meselelerde daha zeki, kurnaz ve atak olan İbn Ebî Âmir karşısında ikinci planda kaldı ve karar mevkiinde olan genellikle İbn Ebî Âmir oldu.32 Gerçekte İbn Ebî Âmir Mushafî'ye karşı görünürde saygılı davranıyor, fakat arkasından onu her konuda engelliyor ve onun kararsız kişiliğinden yararlanarak her fırsatı kendi hâkimiyeti yolunda değerlendiriyordu. Nitekim, bütün vezirler kendisini destekliyordu.33 Mushafî ise, İbn Ebî Âmir'i en iyi arkadaşı olarak görüyordu. Mushafî'yi asıl korkutan, orduda büyük nüfuz sahibi Endülüs süvari birlikleri
-
Nüveyri, XXIII, 403; Ibnü'l-Hatib, A'mâl, s. 60; İbn Haldun, IV, 147.
-
Nüveyri, XXIII, 402; İbn Hazm, s. 79; Abdülvâhid el-Merrâküşî, s. 72-
74; İbn Izârî, II, 254-259; Makkarî, II, 396; Dozy, s. 467-468;
P.Chalmeta, "AI-Mansur", E?, VI, 431.
-
Ibnü'l-Ebbâr, s. 268-269; İbn Izârî, II, 264; Dozy. s.476-477.
-
Ibnü'l-Ebbâr, s. 269; İbn Bessâm, IV, 62; İbn Izârî, II, 264; Ibnü'l-
Hatib, A'mâl, s. 60.
-
İbn Izârî, II, 254 vd; Makkarî, II, 402-403.
-
İbn Bessâm, IV, 62.
-
Makkarî, II, 420 vd.
komutanı ve Medînetüsâlim (Medinaceli) Valisi olarak Hıristiyan ispanya sınırında Müslümanları'n hudut komutanı olan Gâlib b. Abdurrahman en-Nâsıri idi.
Gâlib, Mushafî'yi sevmiyor ve onu zaman zaman tahkir de ediyordu. Katıldığı sayısız savaşta kazandığı şöh-retiyle gururlanan Gâlib, hayatında hiç kılıç çekmemiş böyle birinin hâcib olmasına çok kızıyor ve bu yüksek makama kendinin lâyık olduğunu açıkça söylüyordu. Mushafî de onu, Hakem'in vefatından sonra Hı-ristiyanlara karşı ülke müdafaasında kusurlu ve gevşek davranmakla itham ediyordu. Üstelik, ülkenin en güçlü komutanı Gâlib'in davranışları ve bu düşünceleri sebebiyle çok geçmeden bir ayaklanmaya teşebbüs etmesi ve hâcibi devirmesi ihtimali de zayıf görünmüyordu. Böyle bir durumda Mushafî'nin Gâlib'e karşı koyması ise imkansızdı. Bu tehdidi farkeden Mushafî, vezirlerine ve özellikle İbn Ebî Âmir'e danıştı. Onlardan aldığı Gâlib ile dostluk kurma tavsiyesine uydu ve İbn Ebî Âmir'in kendisine yaptığı arabuluculuk teklifini de kabul etti. Zira, İbn Ebî Âmir o sırada ikinci seferine çıkmak üzereydi. Ancak İbn Ebî Âmir, hakimiyetin zirvesine erişebilmek için rakiplerini uzlaştırmak yerine, kurnaz davranarak onları birbirine düşürmeye karar verdi.
Öncelikle menfaatlerini samimiyetle koruyacağına dair güven verdiği Mushafî'ye, kontrol altına alınır bahanesiyle Gâlib'e "zü'l-vizâreteyn" unvanı verilmesi fikrini kabul ettirdi. Bu müjdeyle 977 yılında çıktığı ikinci seferinde İbn Ebî Âmir, Mecrît'te (Madrid) Gâlib ile görüşerek onu memnun etti. Ona, Mushafî'yi bulunduğu makama lâyık olmayan biri olarak gördüğünü söyleyerek sevgisini kazandı. Aralarında sıkı bir dostluk kuruldu. Bundan sonra hâcibi birlikte düşürmeye karar verdiler. Kaştâle'de Mola (Mula) kalesine saldırarak beraberce zafer kazandılar. Kurtuba'ya yine muzaffer olarak dönen İbn Ebî Âmir, Gâlib'in tavsiyesi ve etkisiyle başkent Kur-tuba valisi olmak isteyince, Mushafî'nin oğlu Mu-hammed'in yerine bu göreve gelmesi hiç de zor olmadı. Ayrıca bu seferin etkisiyle sarayda ve halk nezdinde itibarı ve şöhreti daha da arttı.34
Eski valinin şehirde huzur ve güven ortamını sağlayamaması sebebiyle evlerinde rahat olamayan halka, özledikleri asayiş ve huzuru İbn Ebî Âmir sağladı. Bu konuda aldığı sert tedbirler etkili oldu. Nitekim vali, suç işleyen kim olursa olsun affetmeyeceğini, suçlu bulunan oğlunu ölmesine neden olacak şekilde kırbaçlatarak ispat etmişti. Öte yandan, gelişen olaylar karşısında
34 İbn izâri, II, 265-266; Ibnü'l-Hatîb, A'mâl, s. 61; Chejne, s. 40-41.
oldukça tedirgin olan fakat elinden birşey gelmeyen Mushafî, mevkiini muhafaza için tek umut olarak ne pahasına olursa olsun Gâlib'i kendi tarafına çekmeyi görüyordu. Hemen Gâlib'e mektup yazarak ona çok cazip tekliflerde bulundu ve kızı Esma'yı kendi oğlu Osman'a istedi. Bu teklifleri samimi bulduğu için içindeki nefreti bir kenara atarak teklifleri kabul eden ve evliliğe rıza gösteren Gâlib'i, durumu derhal farkedip tedbir alan İbn Ebî Âmir caydırdı. Kendi aralarındaki dostluğu ve Mushafî ile arasındaki münafereti Gâlib'e hatırlattıktan başka, kızını da soylu bir kişi olarak kendisine vermesini ve şerefli bir evliliğe razı olmasını istedi. Bunun üzerine hata ettiğine hükmeden Gâlib Mushafî'ye red, İbn Ebî Âmir'e ise olumlu cevap verdi ve muhteşem bir düğünle evlilik gerçekleşti.35
Bundan sonra üçüncü seferine çıkan İbn Ebî Âmir, Tuleytula (Toledo) yolunda ordusunu kayınpederinin ordusuyla birleştirdi. 978 yılında binlerce Tuleytula bölgesinde bazı kaleler fethettiler. Talemenka şehri çevresindeki bazı yerleri aldılar. Kurtuba'ya yine Hristiyan liderler, askerler, halktan pekçok esir ve ganimet ile dönen İbn Ebî Âmir'e halife tarafından Gâlib'inkine denk "zü'l-vezareteyn" unvanı verildi ve maaşı hâcib maaşı olan aylık seksen dinara çıkartıldı.36 Kendisini yapayalnız bulan Mushafî'nin, II. Hakem zamanında emrinde olan Sakâlibe'nin de desteğini kaybettikten, daha doğrusu Sakâlibe'nin saraydaki nüfuzları kırıldıktan sonra artık hiçbir etkinliği kalmamış ve yakında başına gelecek kötü sonun farkında olarak çaresiz tevekkül içinde bekliyordu. Nitekim çok geçmeden Halife Hişâm İbn Ebî Âmir'i Ca'fer'e ortak olarak hâciblik görevine getirdi. Kısa süre sonra da halifenin öfkesine maruz kalan Ca'fer başta kendisi, oğullan ve yeğenleri görevlerinden alındılar ve unvanlarını kaybettiler, itham edildikleri suçlamalar mahkeme edilene kadar tutuklanarak mallarına el konuldu. Daha sonra Medînetü'z-Zehrâ'daki devlet hapishanesine götürülen sanıkların duruşmaları devlet şurası önünde yapıldı. Çeşitli olaylardan dolayı suçlu bulunan sanıklar, günlerce süren duruşmalar esnasında ve yayan gidiş gelişlerde iyice yorgun düşmüşlerdi. Mahkeme sonunda canı bağışlanan Mushafî, gözden düşmüş biri olarak bundan sonra hep perişan halde yaşadı ve nihayet, bilinmeyen bir şekilde öldü. Boğulduğu veya zehirlendiğini söyleyen tarihçiler de vardır.37
-
İbn Izârî, II, 266-267.
-
İbn izârî, II, 267.
-
İbn Bessam, IV, 62; İbn izârî, II, 256, 267-272;.Ibnü'l-Hatib, A'mâl, s.
61; İbn Haldun, IV, 147; Makkarî, II, 402-403; Na'naî, s.429 vd.
Anlaşılacağı üzere, Mushafî tutuklandıktan sonra hâciblik vazifesi, hudut (sügûr) komutanı Gâlib'in de desteğiyle İbn Ebî Âmir'e verildi.38 Böylece, sırasıyla pekçok önemli mevkileri tırmanarak gelen İbn Ebî Âmir, insanların sevgisini, halifenin güvenini, halifenin annesi Subh'un ve ünlü komutan Gâlib'in desteğini kazanmış birisi olarak, devletin resmen ikinci ve halifeden sonra en önemli makamı olan hâciblik makamına erişmiş olu-yordu.39
B. HÂClB el-MANSÛR BlLLAH 1. iç Siyaseti
İbn Ebî Âmir, kayınpederi Gâlib ile birlikte, devletin en yüksek otoriteye sahip kişileri olarak ülkeyi yönetiyorlardı.40 Ancak kargaşa bitmek bilmiyordu. Daha çocuk olan halifenin etkisiz bir durumda ve yardımcılarının vasiyeti altında olmasından başka, hâcib İbn Ebî Âmir'in Subh ile olan dostluğundan huzursuzluk duyarak tenkitlerini dışa vuran Kurtubalılar, bu duygularını isyana çevirmek istediler. Bu meyanda II.Hişâm'ı devirmeyi ve yerine III.Abdurrahman'm torunu Abdurrahman b. Ubey-dullah'ı getirmeyi hedefleyen bir suikast tertip ettiler. Bu hareketin liderliğini, II.Hişâm'ın tahta geçmesini engellemeye ve yerine Mugîre'yi getirmeye çalışmasıyla bilinen Cevzer yapıyordu. Cevzer, Abdülmelik b.Münzir ile işbirliği yaparak suikastı planladı. Suikastçılar arasında bazı kadınlar, âlimler ve şâir Ramâdî gibi edebiyatçılar da bulunuyordu. Cezalandırılan eski vezir Mushafî'nin arkadaşı ve en kötü günlerinde bile ona sadık kalmış kimselerden olan şâir Ramâdî, Mushafî'nin düşüşünde başrolü oynayan İbn Ebî Âmir'e amansız bir kin besliyordu, intikam alma özlemiyle hâcibi hicvedici pekçok şiir yazmıştı. Suikastçılar başkent valisi Ziyad b.Eflah'm da kendilerine katılmasıyla komplonun başarıya ulaşacağından emindiler.
Suikastı artık sarayda görevli olmasa da halifeye yakın olabilen Cevzer gerçekleştirecekti. Planlanan günde vali, şehrin diğer tarafındaki ikâmetgâhına gitmek üzere saraydan ayrıldı. Bu sırada Cevzer saraya girmek için muhafızlara ricada bulundu ve huzura çıkması kabul edildi. Hadımağası Cevzer, halifenin kabul odasına girer girmez halifeyi hançerlemek için atıldı. Fakat odada bu-
-
Nüveyri, XXIII, 403.
-
Nüveyri, XXIII, 404, İbn Izârî, II, 272-275; Dozy., s. 478-487.
-
Nüveyri, XXIII, 403.
lunan Ibni Arûs suikastçinin üzerine çullanıp onu etkisiz hale getirerek emelini gerçekleştirmesine izin vermedi. Komplonun başarısız olduğunu ve Cevzer'in tutuklandığını öğrenen vali Ibni Eflah hemen saraya döndü. Ancak, Ibni Arûs onu tedbirsizliğinden dolayı kınadı ve suikastçıların suç ortaklarından olmakla suçladı. Vali, olabildiğince kendisini mazur göstermeye ve niyetini gizlemeye çalıştı. Kendisiyle ilgili şüpheleri dağıtmak için büyük çaba göstererek, şüpheli görülen herkesin derhal tutuklanıp Cevzer ile birlikte Medînetü'z-Zehrâ hapishanesine gönderilmesini sağladı.41 Suikastçılar büyük bir ihanetle suçlanarak mahkemeye çıkarıldılar. Sonuçta İbn Eflâh'ın teklifiyle Abdurrahman idam edildi. Büyük ihtimalle Cevzer de aynı cezaya çarptırıldı. Şâir Ramâdî ise hâcibin affı sonucu sadece müşâhade altına alındı. Hâcib, suikast planına katılanlar arasında eski hukukçu arkadaşlarının da bulunduğunu öğrenmişti. Onlar, hâcibin felsefeye fazla merak sardığını, dolayısıyla sünni çizgiden saptığını yaymaya çalışıyorlardı. Zira felsefe müslümanlar arasında hüsnü kabul görmemişti. Hâcib onları haksız çıkarmak ve aleyhinde oluşan kötü imajı yıkmak için münevver bir halife olan II.Hakem'in kurdurmuş olduğu büyük kütüphanedeki ulemanın yasak ettiği ilimleri ihtiva eden bütün kitapları yaktırmakta tereddüt etmedi.42 Böylelikle o, fa-kihleri yatıştırması yanında, felsefenin düşmanı ve dinin koruyucusu olduğunu ipsat etmişti. Ayrıca hâcib, dindar görüntüsünü pekiştirmek için Kur'ân nüshalarını çoğalttı ve gittiği her yerde yanında taşıdı. Böylece dindarlığıyla meşhur olmayı başardı.43
Bundan sonra o, büyüdükçe idareyi eline almak isteyen halifeyle uğraşmaya başladı. Çünkü onun idarede kendisine ortak olmasını, diğer bir deyişle işlerine karışmasını istemiyordu. Halife Hişâm günden güne rüşd yaşına yaklaşıyor, zekâ bakımından olgunlaşıyor ve yönetim işlerini öğreniyordu. Halife yerine hâcib ile birlikte yönetimi elinde bulunduran anne Subh da bu durumdan endişe duyuyordu. Probleme çare olarak, halifeyi saraya kapattılar ve uzlete çekilmesini sağladılar. Sarayın kapılarına adamlarını yerleştirerek onun her hareketini kontrol altında tutmaya özen gösterdiler. Onu cariyelerle, şarkıcılarla eğlenceye teşvik ederek ahlakının
-
Dozy., s. 488-490; E.Levi-Provençal, "Mensur", lA, VII, 303; Daha
fazla bilgi için bk. E.Habib Mutlak, el-Hareketü'l-lugaviyye fi'l-Endelüs,
Beyrut 1967, s.92.
-
İbn Izârî, II, 292-293; Dozy., s.490-491, E.Levi-Provenşal "Mansur"
l A, VII, 303.
-
İbn izârî, II, 288.
bozulmasma, akli melekelerinin bulanmasına ve yönetimi eline alma iradesinin kaybolmasına sebep oldular.44 Garib olan o ki, zeki bir kadın olmasına rağmen anne Subh, hâcibin yönetimde tek adam olma hırsıyla hareket ettiğini anlayamadığı için, oğlunun hakkına haciz koyma suçuna iştirak etmesinin sonuçlarını farkedememiş ve saray içinde hâcibin temel dayanağı olmayı sürdürmüştür.
Hâcib, genç halife ile diğerlerinin yönetim işlerine karışmalarını engellemek, başka bir deyimle bağımsızlığını güçlendirmek amacıyla, Kurtuba'da halife sarayında bulunan devlet işlerini idare müessesesini, yani hükümet merkezini kendine göre daha uygun başka bir yere nakletmeyi düşündü. Bu amaçla 979 yılında, Abdurrahman en-Nâsır'ın yaptırmış olduğu hükümet merkezi olan Medînetü'z-Zehrâ'ya benzer şekilde kendine has bir şehir yaptırmaya başladı. Yer olarak Vâdi'l-Kebîr (Gu-adulkivir) Nehri kenarını seçti ve şehrini "el-Medînetü'z-Zâhire" diye isimlendirdi. Orada kendisi, vezirleri ve üst düzey memurları için büyük bir idare merkezi kurdu. 981 yılında şehrin ve merkezin yapımı tamamlandığında ailesi ve kendisine tabi insanlarla birlikte oraya taşınıp yerleşti. Silahları ve techizatlarıyla birlikte bütün ordusunu ve bütün mallarını oraya nakletti. Divanlar ile birlikte bütün idari birimleri yani devlet dairelerini oraya aktardı. Ardından bütün il ve eyaletlere mektuplar göndererek, devlet adına toplanan tüm vergilerin kendi şehrine taşınmasını, eyalet yöneticilerinin kendisiyle muhatap olmalarını ve ihtiyaç sahiplerinin kendisine gelmeleri gereğini duyurdu.45 Şimdi Hâcib İbn Ebî Âmir için sırada, iktidarını sağlamlaştırma yolunda tek ciddi engel olarak önünde duran Gâlib'i ortadan kaldırmak vardı. Ayrıca o, Avrupa'nın en büyük ve en güçlü devleti olan Endülüs'ün şanını daha da yüceltmek ve gücünün devamını temin etmek arzusundaydı. Fakat bunun için orduyu düzenlemeye ve tamamen hakimiyeti altına almaya ihtiyacı vardı.
Mevcut ordu daha çok Endülüslü Araplardan müteşekkil olduğu için her iki amacına da uygun değildi. Sınırlardaki askerleri göreve çağırması ise geleneklere
-
Abdülvâhid el-Merrâküşî, s. 74; İbn izârî, II, 276; İbnü'l-Hatib, A'mâl,
s.65-66; İbn Haldun, IV, 147-148; Dozy., s. 492; E.Levi-Provençal,
Hişâm'ın bu durumda kendisini dine ve ibâdete adadığını kaydeder,
s. 223-224.
-
İbn izârî, II- 275-277; Ibnü'l-Hatîb, A'mâl, s. 62; E.Levi-Provençal,
Histoire de l'Espagne Musulmane, Paris 1950, s. 222-223;
C.Sanchez-Albomoz, s.335-356; Cnejne, s. 40-41; M.Abdullah İnan,
Dev/etü'l-islâm fi'l-Endelüs, Kahire 1988, II, 535-536.
uygun değildi ve zaten sınırdaki asker sayısı da yeterli değildi. Araplar'dan oluşan ordunun yetersiz kalması ise, onların rahatlık ve iklimin tesiriyle gevşeyerek savaşçılık ruhundan uzaklaşmalarına bağlanmaktadır. Böyle bir orduyla parlak zaferler kazanamayacağını ve kendisine karşı bütün orduya güvenebilecek durumunda olan Gâlib'i yenemeyeceğini çok iyi bilen hâcib, gayesini gerçekleştirmek için tamamen kendisine bağlı olacak yeni ordu birlikleri kurmaya karar verdi. Bu maksatla yüzünü el-Udve'ye çevirdi ve bu eyalette yeni bir siyaset gütmeye başladı. Endülüs ordusu o zamanki yapısına göre askerleri ülke içinden temin ediyordu. Devamlı ve paralı askerlerin sayısı da çok değildi.
Hâcib'in ise yeni ücretli askerlere ihtiyacı vardı. Bu sebeple o zamandan itibaren hayatının sonuna kadar kuzey el-Udve Berberiler'inden gönüllü asker topladı. Bu icratını kolaylaştıran olayların gelişim seyrinde, hâcibin daha başkadı ve genel müfettiş olarak Afrika'da bulunduğu sırada ve sonra vezir iken yaptığı bazı uygulamaları vardı. O zaman İbn Ebî Âmir, uzak ve çorak o bölgelerin Endülüs için bir yük olduğuna inanarak oralardan askerleri tahliye etmiş, yalnız Afrika'da Cebel-i Tarık boğazısının anahtarı konumunda olan Sebte'yi tam teşkilatlı bir garnizon haline getirip elinde tutmuştu. Ülkenin geri kalan bölgelerinin yönetimini ise, Kurtuba'nın lafzî hakimiyeti altında küçük mahallî beylikler halinde bırakmış, bu yöneticileri hediye ve ihsanlarla kendisine bağlamaya özen göstermişti. Bu durum daha sonra el-Udve açısından tehlikeli gelişmelere sebebiyet verdi. Savunma açısından bölgenin kendi haline terkedildiğini gören Abbâsîler'in Ifrikiye ya da el-Udve Genel Valisi Bu-lukkin b. Zîrî 979 yılında el-Udve'yi işgal etti. Endülüs Emevî halifesine bağlı yerli idarecileri Sebte kalesine sığınmaya mecbur etti. Ancak İbn Zîrî'nin bu zaferi İbn Ebî Âmir'in planını bozmamış, aksine gelişmesini sağlamıştır. Sebte'ye sıkıştırılan Berberiler, sahip oldukları herşey yağmalandığı için çok zor durumda kalmışlar ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaz bir duruma gelmişlerdi. Bu durumda Hâcib'in eline büyük bir fırsat geçmişti. Ber-beriler'den heran hizmete hazır büyük bir süvari birliği oluşturabilirdi. Bu fırsatı değerlendiren hâcib, onlara kendi hizmetine girmeleri halinde tüm ihtiyaçlarının karşılanacağını ve kendilerine yüksek maaşlar verileceğini bildirdi. Teklifi kabul eden Berberiler Endülüs'e geldiler. Hâcib, amacına ulaşmak için bu haris insanların her türlü isteklerini karşıladı ve böylelikle onları minnet duyguları ile kendine bağladı. Arapça'yı tam konuşama-
dıkları için uğradıkları hakaretlere karşı bile onları koruyordu.
Hâcib, paralı olarak tuttuğu bu Berberi birliklerden başka, aynı zamanda kuzey Ispanya'daki Hristiyan Liyûnlular'dan (Leon), Kaştâleliler'den ve Neberra'lılar-dan (Navarra) paralı asker toplayıp birlikler oluşturdu. Hâcib'in nezaketi, cömertliği ve yaptığı her işte adaletli davranması yüzünden bu yeni askerler ona tam manasıyla bağlanarak bayrağı altında toplandılar. Kendi ülkelerinde yoksulluk ve zulüm altında olan bu Hristiyan askerlerin Hâcib'e bağlanmaları kısa sürede ve samimi olmuştu. Önceleri Hâcib'in Hristiyan birlikler konusunda ciddi endişeleri vardı. Onları kendisine bağlayabilmek amacıyla bazı yeni uygulamalar getirdi. Hangi dinden olursa olsun bütün askerler için Pazar gününü tatil günü olarak ilan etti. Ayrıca bir Hristiyan ile bir Müslüman arasında herhangi bir anlaşmazlık çıktığında tercih hakkı Hristiyan lehine kullanılacaktı. Bu gibi müsamahakar icraatları sayesinde onları da kendine tam sadık askerler haline getirdi.47
Öte yandan, daha önce II. Hakem zamanında orduya hakim unsur durumundaki Slavlar'ı İbn Ebî Âmir, daha vezir iken Hâcib Mushafî ile birlikte bertaraf etmeyi başarmıştı. Slavlar'dan muhalefetin başı durumundaki Dürri'nin öldürülmesinden sonra Cevzer ve Faik de tamamen etkisiz hale getirilmişlerdi. Onlardan Benu Birzal gibi çoğunu da çeşitli ihsanlarla kendi safına çekmeyi bilmişti.48 Bu arada Berberiler'den özel bir koruma birliği de oluşturmuştu.49 Slavlar'dan çok çekmiş olan Kur-tubalılar bu sonuca çok memnun olmuşlardı. Dolayısıyla bu başarısı halk nezdinde İbn Ebî Âmir'e itibar kazandırmıştı. O, mutlak hakimiyet hırsıyla daha vezir iken elde etiği bu asken atandaki başarasmı, olaydan kısa süre sonra 977 yılında çıktığı birinci ve ikinci, 978 yılında da üçüncü seferi vesilesiyle elde ettiği ordu komutanlığı esnasında her türlü ikram ve ihsan yollarını kullanarak orduya kendisini sevdirmekle süslemiş, kazandığı parlak zaferler sayesinde ise tüm Endülüslüler arasında meşhur olmuştu. Bütün bu kazanımlara ilaveten, şimdi Hâcib olarak orduyu istediği şekilde güçlü yapıya kavuşturmak için reformlar yapıyordu.
Hâcib, gönüllü ve daha çok paralı Berberi ve Hristiyan askerlerle büyüttüğü ordu içinde eskiden beri var
-
İbnü'l-Esîr, Fi-Kâmil fî't-târih, Beyrut 1979, IX, 32; İbn Bessâm, IV,
65; İbn İzârî, ü, 278 va., ^93-294: İbn Haldun, IV, 146-147; Makkarî,
II, 417 vd.; Dozy., s. taZ ;»5; Chejne, s.40-41; E.Levi-Provençal,
"Mansur", lA, 303.
-
Dozy., s. 495-496; VVasserstein, s. 41-42; Na'naî, s. 426 vd.
-
İbn İzârî, II, 262-264; İbn Haldun, IV, 147; Makkarî, II, 397.
-
İbn Bessâm, IV, 60.
olan, ancak şimdi hakimiyeti yabancı askerlere kaptıran Arap asıllı birliklerin teşkilat yapısında değişiklikler yaptı. Önceden beri ordu süvari ve piyade birlikleri kabile sistemine göre düzenleniyordu. Hâcib bu durumu değiştirerek hangi kabileden olduklarına bakılmaksızın Arap askerleri farklı birliklere dağıttı. Bu köklü değişiklikle o, kabile reisleri olan asillerin nüfuzuna son verdi. Eskiden olduğu gibi artık kabilecilik ruhunun zayıfladığı bir ortamda yaptığı için önemli bir tepki görmeyen bu yeni düzen sebebiyle kabile sistemi tarihe karışmıştı. Böylece, emrinde sağlam ve güçlü bir orduya sahip olan Hâcib, Hıristiyanlara karşı geleneksel mücadeleye bıraktığı yerden tekrar başlama imkan ve şartlarını hazırlamış oluyordu. Ancak, evvela askeri teşkilatının değişmesinden rahatsız olan ve yönetimde kendisine ortak olduğu için işlerine karışarak muhalefet eden kayınpederi Gâlib'i ortadan kaldırmaya karar verdi. Her ne kadar Mushafî'nin azledilmesi ve kendisinin devlet yönetimi zirvesine çıkmasında Gâlib'in büyük desteği olmuş ise de artık yolunun üzerinde bir engel teşkil ediyordu. Gerçekten de Gâlib, Hâcib'in icraatlarından bazılarını onaylamıyor, özellikle halifenin saraya kapatılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Zira kendisi III.Abdurrahman'ın yetiştirdiği bir asker olarak ateşli bir hanedan taraftarıydı. Dolayısıyla, Hişâm'ın âdeta bir suçlu gibi hapsedilmesinden dolayı üzgün ve kızgın du-rumdaydı.50
Daha önce verildiği gibi Hâcib, Gâlib'e karşı harekete geçebilmek için güvenebileceği güçlü bir orduya ihtiyacı olduğunu bildiğinden, yeni büyük paralı birlikler oluşturup orduya yeni bir düzen vererek, kendisine sadık güçlü ve büyük bir orduya sahip olmuştu. Bundan sonra ise, bütün ailesi ve teşkilatıyla birlikte 981 yılında yeni merkezi Medînetü'z-Zâhire'ye taşınmış ve hükümet merkezini oraya nakletmişti. Böylece Endülüs Emevî Devleti tarihinde ve İbn Ebî Âmir'in hayat hikayesinde farklı bir devreyi oluşturacak olan dönem başlamış oluyordu. Zira Hâcib, bütün ülkeye hakim ve ordunun efendisi olmuştu. Bu pozisyonuyla o, Abbasî halifelerinin zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkan ve ülkeye hâkim olan Bağdat'taki Emîru'l-Ümerâ'ya benzetilmektedir. O vakitten sonra Hâcib, ömrünün sonuna kadar devletin yegâne hakimi olmuş ve ülke yönetimine damgasını vurmuştur. Vefatından sonra da iki oğlu kendisinin resmi varisi olarak aynı şekilde hâciblik görevini yürütmüşlerdir.51
-
İbnü'l-Hatîb, A'mâl, s.62; Dozy., s. 496.
-
Nüveyri, XXIII, 404; İbn Hazm, s. 196; İbnü'l-Ebbâr, s. 269.
Komutan Gâlib, Hâcib'in orduda yaptığı değişikliklerin maksadını anlamıştı ve bu yüzden onunla olan ilişkilerini kesmeye kararlıydı, iki eski dost ve müttefik arasında başgösteren bu münâferet, bir gün Hâcib ordusuyla kuzey ispanya'ya sefere giderken Mentîşe (Mentesa) kalesine geldiğinde Gâlib'in kendisini davet ettiği ziyafet sonrası çıkan tartışmaları esnasında iyice günyüzüne çıktı. Gâlib onu fena halde azarlayınca Hâcib de ona aynı şekilde karşılık verdi ve Gâlib hiddetle, "sen bir köpeksin! En yüksek otoritenin kendinde olduğunu sanıyorsun ve hanedanı yıkmayı tasarlıyorsun!" diye bağırdıktan sonra kılıcını çekerek Hâcib'e saldırdı. Araya giren görevliler Hâcib'i kurtardılar. Ancak İbn Ebî Âmir yaralanmıştı. Bu durum karşısında dehşete kapılan Gâlib'in kendini kale kulesinden aşağıya attığı, fakat şans eseri bir çıkıntıya tutunarak ölmekten kurtulduğu .anlatılmaktadır.
Olaydan sonra aralarında bir savaş olması kaçınılmaz görünüyordu. Kısa süre sonra Gâlib, kendisini halifenin haklarının koruyucusu ilan etti. Ordunun bir kısmı kendisine katıldı ve ayrıca Liyûn'dan da destek birlikler sağladı. Hâcib de kuzey Afrika'dan özellikle Zenâtîler ile Berberîler arasında büyük yeri ve etkisi olan büyük komutan Cafer b. Ali b. Hamdûn el-Endelüsi'yi yanına davet etti. İbn Hamdûn beraberinde iyi yetişmiş kalabalık Berberi birlikler olduğu halde Endülüs'e geldi ve Hâcib'in ordusuna katıldı. Hâcib onu çok iyi karşıladı ve Kurtuba'nm en muazzam köşklerinden olan Kasru'l-Ikab'da ağırladı. Ayrıca onu vezir rütbesine terfi ettirmesi Berberiler'i etkiledi ve yeni pekçok Berberi kıtaların Endülüs'e gelerek Hâcib'in ordusuna katılmasına sebep oldu.52 Elbette ki, Gâlib bunun anlamını pek iyi kavrıyordu. Artık çatışma başlamıştı. Aralarında geçen bundan sonraki mücadelelerde ileri gelen saray mensuplarından bazıları hayatlarından oldular. Gâlib'in sonunu hazırlayan ve problemi sona erdiren çarpışma, Ibn.Ebi Âmir'in komutasındaki dahili ordu (Cüyûs-hadrû) ile Gâlib'in komutasındaki Liyûnlu birliklerce desteklenen sınır ordusu (Cüyûşu's-sügûr) arasında ve Şentbecent (San Vincente) kalesi yakınında, 981 yılında meydana geldi. Savaş esnasında durum Hâcib'in aleyhine cereyan etmekteydi. Çünkü Gâlib, hayatı savaş meydanlarında geçmiş cesur bir asker ve parlak bir komutandı. Ancak, bu esnada meydana gelen olay, sonucu bir anda değiştiriverdi. Bir şansızlık eseri Gâlib, atından düştü ve daha sonra öldü. Bunun üzerine askerleri dağıldı. Dolayısıyla Hâcib de savaşı kazanmış oldu. Bu savaşta, Emevî hanedanı destekçisi olup Hâcib'e muhalefet eden
52 İbn Haldun, IV, 147; Dozy., s. 498-499.
pekçok komutan öldürülmüştü. Bunun dışında. Gâlib'in müttefiklerinden olan ispanyol asilzadelerinden bazıları da hayatlarını kaybetmişlerdi. Bunlar arasında Neberra kontu Ramiro da vardı.53
Gerçek şu ki Şentbecent savaşı, İbn Ebî Âmir'in hükümet ve saltanatı tamamen eline geçirmesi önünde kalmış tek engel olan Gâlib'in ortadan kalkmasına sebep olmuştu. Bu nedenle artık mutlak yönetici olarak Hâcib, halife unvanında başka her türlü hakimiyet alametlerine sahip olmak için önce 981 yılı Liyûn seferi dönüşü Kur-tuba'da "el-Mansür Billah" lakabını kullanmaya başladı. Sonra Cuma hutbelerinde adı halifeninkinden sonra anılmaya başlandı. Hilafete ve devlete has bütün payeleri aldıktan sonra artık, huzuruna kabul edilen herkes, hatta vezirler ve şehzadeler bile onun elini öpmek ve önünde eğilerek selam vermek zorundaydılar. Böylece İbn Ebî Âmir, sadece "halife" unvanından başka herşeyde halifeye denk bir makamda bulunuyordu. Hayatının en şerefli ve en güçlü ikbal dönemini yaşıyordu.54 Hatta bu sırada halife unvanını almak arzusuyla fakîhlerden Mu-hammed İbn Zerb, Ebu Amr Ibnü'l-Mekvî ve el-Usaylî'yi; özel adamlarından da İbn Ayyaş, İbn Futays ve Übeyy'i toplayarak onlara konuyu danıştı. Çoğunluğun tasvip etmemesi ve böyle bir teşebbüsün olumsuz sonuçlara yol açacağını söylemesi üzerine bu fikrinden vazgeçti.55
Artık Mansûr'un kudretine karşı konulamazdı. Hiçbir rakibi yoktu. Ancak, şimdi değilse de ileride tehlike ar-zedebileceğine inandığı birisi vardı. O da ünlü komutan Cafer b.Hamdûn idi. Halbuki Gâlib ile mücadelesinde Cafer'den çok yararlanmıştı ve pekçok Berberi birliklerin kendisini desteklemesini sağlamıştı. Fakat, iktidar veya saltanatın mevcut ve muhtemel tehdit-tehlike arzeden kişi ve odakları yok etme şeklinde ifade edilebilecek evrensel prensibi gereği Hâcib, Ca'fer'i ortadan kaldırmakta kararlıydı. Sarayında düzenlediği bir ziyafete onu davet etti. Şarabı fazla içmesini temin ederek bayılmasını sağladı. Gece yarısı evine getirilirken yolda iki Tucîbî askeri tarafından 22 Ocak 983 yılında öldürüldü. Mansûr, suikastten haberdar olmadığını söyleyerek olaydan üzüntü duyduğunu göstermeye çalıştı.56
-
İbn Hazm, s. 94-95; İbn izârî, II, 278-279; İbnü'l-Hatib, A'mâl, s. 62-
65; Dozy., s. 497-499; E.Levi-Provençal, s. 224-228; C.Sanchez-
Albornoz, s. 357-359; Gâlib ite ilgili geniş bilgi için bkz., A.Huici Mi
randa, "Gnâlib b.Abd AI-Rahmân", E?, II, 997-998; inan, II, 537-540;
Na'naî, s. 435-437.
-
Nüveyri, XXIII, 404; İbn Hazm, s. 196; Abdülvâhid el-Merrâküşî, s.
74-75; İbn İzârî, II, 279-280; İbnü'l-Hatîb, A'mâl, s.65; Dozy., s.511-
512; E.Levi-Provençal, s.228; Wasserstein, s.40-41.
-
İbn Hazm, s. 86-87.
-
İbn izârî, II, 279-281. 283-284; İbnü'l-Hatib, A'mâl, s.65; Haldun.
s.147; inan, II, 542; Na'nal, s.438.
Bu olaydan birkaç sene sonra, yukarı sınır bölgesindeki Sa-rakusta'da (Zaragoza), Kurtuba hakimiyetinde özerk şekilde Emîr Abdullah devrinden beri hüküm süren Tucîbî Haşimoğulları lideri Abdurrahman b.Mutarrif et-Tucîbî, ilk zamanlarında selefi gibi özerk yapıyı muhafaza etmişti. Fakat, Hâcib'in istibdat politikası ve ülkeyi merkezi yönetim ile idare etmede ısrar etmesi, hatta bu politikasını hile ve öldürme dahil her yolla uygulaması Ab-durrahman'ı endişelendirmişti. O, bir gün sıranın kendisine de gelebileceğini ve atalarından kendisine miras kalan toprakları ve saltanatının Kurtuba tarafından alı-konabileceğini düşünmeye başlamıştı. Mansûr'un siyasetinden endişesi ve korkusu arttığında kendisini daha güçlü hissetmek için, aynı düşüncede olan Tuleytula Valisi Emîr Mervanî ile anlaşma yaptı. Aynı şekilde Mansûr'un oğlu Abdullah da bu iki valiyle bir olup, Mansûr'un yönetimine muhalif olanlara destek ifade eder şekilde Sarakusta'da iyi muamele görüyordu. Ancak Mansûr, ülkenin dört bir yanındaki casusları vasıtasıyla durumun farkına varmakla gecikmedi.
Önce oğlu Abdullah'ı güzel vaadlerle yanına davet ederek gözlem altına aldı. Sonra Mervanî'yi Tuleytula valiliğinden normal yolla aldı ve evinde oturmaya mecbur etti. O sene, yani 989 yılı yazında adeti olduğu üzere kuzey ispanya'ya sefere çıktığında Abdurrahman, Vadi'l-hıcâre (Guadalajara) şehri yanında sefere katılmak için adamlarıyla birlikte kendisini karşılayarak bağlılık arzetti. Bu sırada Mansûr, bölge halkından bazılarının kendisine arzettikleri Abdurrahman hakkında şikâyetlerini bir nevi mezalim mahkemesi reisi olarak dinledikten sonra, Ab-durrahman'ı valilikten azletti ve yerine bölgedeki Tucîbî halkın güvenini kaybetmemek için onun oğlunu tayin etti. Bundan kısa süre sonra Kurtuba'ya döndüğünde ise, gözü önünde Abdurrahman'ın öldürülmesini emretti. Böylece Mansûr, önünde tehlike arzeden birini daha ortadan kaldırmış oluyordu.57 Bundan daha önemlisi, olaydan bir yıl sonra yani 990 yılında Mansûr, kendisine sadakatinden şüphe ettiği oğlu Abdullah'ı ortadan kaldırmayı planladı ve bunu gerçekleştirdi. Ancak, bu yaptığı cinayet, halkın gözünde onun büyük bir cani addedilmesine neden oldu. Böylece etrafa saldığı korku daha da büyüdü.58 Mansûr, gerçek bir hükümdar olarak Endülüs'ü yönetirken, bu hakimiyetin kendisinden sonra
-
İbn Izârî, II, 282; E.Levi-Provençal, s. 232-233; inan, II, 548-552;
Na'nal, s.438-440.
-
İbn izârî, II, 284-285; Dozy., s.506-507; C.Sanchez-Albornoz, s.359-
361; inan, II, 550; Na'naî, s.440.
da ailesi fertlerine ait olması için 991 yılında oğlu Ab-dülmelik'i kendi makamına vâris olarak veliahdı ilan etti. Aynı zamanda Hâcib unvanıyla birlikte ordu başkomutanlığını ve diğer hakimiyet alametlerini oğluna devretti. Diğer oğlu Abdurrahman'ı da vezirliğe getirdi.59 Bu icrââtı gösterir ki Mansûr, Endülüs kanun ve geleneklerinde olmadığı halde kendisini resmen hâciblik makamı üstünde yani, bir Emîr veya Emîru'l-Mü'minîn olarak görüyordu. Asıl düşüncesi, kanuni olarak hilafet makamını ele geçirmekti. Ancak, bunu kabullenmeleri mümkün görünmeyen Kurtubalılar'dan çekindiği gibi buna teşebbüs etmedi. Bundan sonra kendisine "el-Melikü'l-Kerîm" diye hitab edilmesi yanında tazimde herkes birbiriyle yarışır oldu.60
Bu arada, icraatları sebebiyle Mansûr'a düşman kesilen Subh, oğlunu da Hâcib'in aleyhine çevirmeyi başarmıştır. Subh, Afrika valisi Zîrî b.Atiyye'den yardım istediğinde Mansûr, Hişâm'ı kendisini bütün devlet işlerini deruhte etmeye yetkili kıldığına dair bir ferman vermeye ikna etti. Ayrıca Hişâm'ın önünde oğlu Abdülmelik'in yürüdüğü bir resmi geçit töreni düzenleyerek güç gösterisi yaptı. Dolayısıyla Subh'un devrim planını boşa çıkardı ve onun tüm servetine el koydu. Yani, Hişâm ve ailesinin birikmiş tüm malları, hilâfete ait sayıldığı ve ancak Mansûr tarafından korunabileceği fetvasıyla Medînetü'z-Zâhire'ye taşındı. Bu işi, Mansûr'un oğlu Abdülmelik uyguladı.61 Politikadan elini çeken Subh da kendisini şiire adadı. Böylece Mansûr, yolu üzerinde hiçbir engel bırakmamış, hepsini ortadan kaldırmış ve ülkeyi tam bir mutlakıyetle yönetirken işine karışabilecek hiçkimse sağ kalmamıştı.62
Dostları ilə paylaş: |