Avrasya Etüdleri Yaz 2001, TİKA Yayınları, Ankara, 2001.
Jean-Paul Roux, Orta Asya, Tarih ve Uygarlık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001.
Salih Yılmaz, “Aral Gölü Çevre Felaketi ve Orta Asya”, Avrasya Etüdleri, Sonbahar-Kış 2000, TİKA Yayınları, Ankara, 2000.
Olivier Roy, Yeni Orta Asya ya da Ulusların Yeniden İmal Edilişi, Metis Yayınları, İstanbul 2000.
Onarbay Şamşiyev, “Özbekistan Cumhuriyeti”, Yeni Forum Dergisi, Haziran 1994.
Roger D. Kangas, “Uzbekistan: Evoling Authoritarianism”, Current History, April 1994, C. 93, No: 582
Cassandra Cavanaugh, “Özbekistan’da Muhalefete Yapılan Baskılar”, Çev. Eralp Yalçın, Yeni Forum Dergisi, Eylül 1992, cilt: 13, sayı: 280.
Donald D. Carlisle, “Uzbekistan and the Uzbek” Problems of Communism, September-October 1991.
Bağımsızlık Sonrası
Rusya-Özbekistan İlişkileri
Nâzim Cafersoy
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası / Türkiye
Giriş
1 Eylül saldırısının ardından uluslararası gelişmeler özellikle Orta Asya bölgesinde ciddi uzun vadeli jeopolitik değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Saldırılardan Afganistan’daki Bin Ladin’i ve Taliban rejimini sorumlu tutarak harekete geçen ABD, Rusya’nın sürekli “arka bahçesi ve yakın çevresi” olarak telakki ettiği Türkistan coğrafyasına doğrudan müdahale imkanı kazanmıştır. Bu durum bölgede Rusya’nın etkisinden kurtulma çabası gösteren Türk cumhuriyetlerine yeni bir fırsat yaratmıştır. Bu Türk cumhuriyetleri içerisinde özellikle Özbekistan öne çıkmıştır. Bağımsızlığın ardından Rusya ile ilişkilerinde bağımsızlığı ilk öncelik olarak belirleyen Özbekistan, 11 Eylül terör saldırısının sağladığı ortamı Rusya’nın etki alanından temelli çıkma ve bu noktada ABD’nin desteğini kullanmada en önemli fırsat olarak değerlendirmiştir.
Özbekistan’ın bu fırsatı hangi ölçüde kullanabileceği ve Rusya’nın Orta Asya’daki etkinliğinin geleceği Rusya-Özbekistan ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır. Rusya’nın Türkistan cumhuriyetlerinin nüfus itibariyle en büyüğü olan, Rusya’yla kara sınırı bulunmayan, ülkesinde Rus askeri bulundurmayan ve zaman zaman Orta Asya’da bölgesel liderlik söylemini kullanan Özbekistan’la ilişkileri bütünlükte Türkistan coğrafyasının geleceğini belirlemede esas unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. 1991 sonrası Rusya-Özbekistan ilişkilerini Rusya’nın tarihsel bölgesel egemenlik çabaları ile Özbekistan için temel unsuru olarak öne çıkan siyasi ve ekonomik bağımsızlık girişimleri ve güvenlik endişeleri bağlamında değerlendirmek gerekir. Ayrıca 11 Eylül’ün ardındaki gelişmelerin bu ilişkileri nasıl etkileyeceği üzerine değerlendirmelere de yer verilerek, bu ilişkilerin geleceğine ilişkin ipuçları da yakalamak çabası içinde olunmuştur.
SSCB Çöküşünün Ardından Rusya-Özbekistan İlişkileri
Rusya-Özbekistan ilişkilerine değinmeden önce, Orta Asya’da 1991 sonrası değişen jeopolitik gerçekler üzerinde durmak ve Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmak Rus-Özbek ilişkilerinin çerçevesini anlamak bakımından büyük önem arz etmektedir.
SSCB’nin çöküşü Orta Asya’da yeni jeopolitik gerçekleri de beraberinde getirdi. Orta Asya bölgesi artık SSCB’ye bağlı ve Sovyetlerin tek hâkim güç olduğu bir coğrafya değildi ve bölgede yeni cumhuriyetler ortaya çıkmıştı. Aslında bu durum Rus ve Sovyet lider kadrosu tarafından kabulü çok zor ve çarpıcı bir olaydı. Çünkü Çarlık Rusya’sı devlet erkanı ve Sovyet liderleri Orta Asya’yı, Rusya ve Sovyetler Birliği için büyük askerî ve jeostratejik önemi olan bölge olarak algılamışlardır. Her şeyden önce Orta Asya, Avrasya kalbgâhının güney sınırında, güneyden gelebilecek her hangi bir saldırıya karşı engel oluşturma işlevi yürütmekte; ikinci olarak da imparatorluğun doğusu ile batı arasında hayatî bağlantıyı sağlamaktaydı.1
Fakat Moskova, 1990’lı yıların başına gelindiğinde SSCB’nin çöküşü ile beraber Orta Asya’dan kendi rızasıyla çekilerek Avrasya haritasında muazzam bir jeopolitik boşluk yarattı.2 Rusya ve ardından Sovyet algılaması içinde geleneksel olarak önemli bir bölge için ilk bakışta garip bir durum olarak değerlendirilecek bu gelişmenin yaşanmasında bazı yeni yaklaşımlar etkin olmuştur.
Birincisi, Sovyet sisteminin çöküşünün hemen arifesinde Sovyet politik elitinde ekonomik endişeler öne çıkmış ve bu bağlamda Orta Asya iflasın eşiğinde olan Sovyet ekonomisi için yük olarak değerlendirilmiştir. Hatta ünlü
Rus yazarı Alexsandr Soljenitsin 1990’da Sovyet liderlerine dikkati Slav coğrafyasının geliştirilmesine yöneltmeyi ve Orta Asya’ya sırt çevirmeyi önermiştir.3 Aslında 3 Slav cumhuriyetinin (Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya) SSCB’nin hukuken dağıldığını ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurduklarını ilan ettikleri 21 Aralık 1991 tarihli girişimin gerçekleşmesinde de bu yaklaşımın etkisinin olduğu söylenebilir. Öte yandan, bu dönemde Rus ulusal çıkar anlayışına ilişkin değerlendirmelerde eski SSCB cumhuriyetlerinin yeni bir önem sıralamasını yapan yayınlar ve analizler öne çıktı. Bu anlayış içerisinde Rusya ile geniş sınırları bulunan ve büyük miktarda Rus’un yaşadığı Kazakistan dışındaki Orta Asya cumhuriyetlerinin öneminin azaldığını gösteren analizlere geniş yer verilmekteydi. Örneğin, Ağustos 1992’de, Rusya’da gayri resmî bir kurum niteliği taşıyan, fakat politik etkinlik gücüne sahip Dış ve Savunma Politikası Konseyi’nin hazırladığı “Rusya için Strateji” isimli raporda, hükümete ülkenin kilit çıkarlarının bulunduğu Kazakistan, Beyaz Rusya ve Gürcistan’la ilişkilere dikkat gösterilmesi önerisinde bulunulmaktaydı.4
İkinci olarak, 1991-1992’de döneminde Rus politik düşüncesi içinde ve devletin lider kadrosunda liberal-demokrat düşünce yükselen bir değerdi. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin SSCB lideri Mihail Gorbaçov’a karşı liberal-demokratik söylemlerle mücadele ederek Rusya’nın bağımsızlığını ilan etmiş ve bağımsız Rusya Federasyonu’nun demokratik bir gelişme çizgisini takip etmesi için demokrat ve liberal görüşlere sahip ve Batı’yla uzlaşmacı bir tavır benimsemiş Yegor Gaydar başkanlığında bir hükümeti işbaşına getirmiştir. Rusya’nın tercih ettiği yeni anlayış dış politika alanına da sıçramış, özellikle 1992’de bu alan Batı’yla entegrasyonu savunan Atlantikçilik ile Rusya’nın kendine özgün gelişme yolu olduğunu ve dış dünya görüşünün de buna uygun olarak şekillenmesini öngören Avrasyacılık arasında bir mücadeleye sahne olmuştur. Bu yaklaşım mücadelesi sırasında, yani 1992 yılında, görev başında olan Rus hükümeti ve onun Dışişleri Bakanı Andrey Kozirev yeni bağımsız ülkelere yönelik net bir dış politika geliştirememiştir.5 Kozirev’in kafasını sürekli olarak Batıyla ilişkiler meşgul ederken, eski SSCB üyesi devletlerle yeni ilişkiler kurma sorunu sık-sık gözardı edilmekte veya ertelenmekteydi. Sonuç olarak Rusya’nın 1991-1992 dönemindeki Orta Asya politikası en iyi biçimde “geri çekilme ve şaşkınlık” kavramları ile ifade edilebilir.6
Fakat Rusya’nın 1991-1992’de Orta Asya’daki etkinliğinin zayıflamasına ilişkin “geri çekilme ve şaşkınlık” değerlendirmesine temelde Rus liberal elitinden gelen bazı itirazlar da yapılmaktadır. Aslında Rusya’nın bu bölgedeki etkisinin zayıflaması konusuna farklı bir yorum getiren bu itirazlar; durumu Rus liberal elitinin dış politika anlayışı çerçevesinde açıklama çabasındadır. Bu teze göre, Rusya’nın 90’lı yılların hemen başında bölgenin kendi rızasıyla boşaltması bilinçli bir tercihti ve kısa bir süre için iktidar olan yeni Rusya liberal elitinin dış politika doktrininden kaynaklanmaktaydı.7 Bu yeni dış politika anlayışının oluşturucuları olan Rus demokrat politikacılar cumhuriyetler arasındaki derin ekonomik ilişkiler, ortak ekonomik yapı ve de aynı ruble alanı içinde bulunmanın kendiliğinden entegrasyonu sağlayacağını düşünüyorlardı. Ayrıca BDT ülkelerinin, savunma harcamalarını azaltacağını dikkate alarak, askerî işbirliğinin (özellikle ortak silahlı kuvvetlerin, Hava Savunma Sistemi’nin ve iletişimin korunmasında) sürdürülmesine büyük ilgi gösterecekleri düşünülüyordu.8 Fakat Rusya için yeni bir dış politika anlayışının gündeme getiren bu görüş Rusya iktidar çevrelerinde eski anlayışın direnişi ile karşılaştı ve Rusya’da iç dengeler nedeniyle etkinliği azalan ve daha sonra da iktidarı kaybeden liberal Başbakan Gaydar yönetimi ile birlikte gündemin dışında kaldı.
Rus dış politikasında şaşkınlık ve farklı akımların kıyasıya mücadelesi ile simgelenen birinci dönem Nisan 1993’te ilan edilen Yakın Çevre Doktrini ile sona erdi. 1993-1995 yıllarını kapsayan yeni dönem büyük güç retoriğinin kullanıldığı bir dönemdi.9 Bu anlayış büyük güç statüsünün yeniden vurgulanması, eski Sovyet mekanında tek başına egemenliği ve bu coğrafyada Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) dışında bir ortak yapılanmanın bulunmasına rıza göstermeyen bir yaklaşımı içermekteydi.10 Bu nedenle, Rusya Orta Asya’da da geleneksel sıfır toplamlı oyun anlayışına geri döndü.11
Bu dönemde Rusya’nın bölgede etkinlik kazanma çabaları özellikle, Tacikistan bağlamında etkili oldu. 1996’da Primakov’un dışişleri bakanlığı döneminde Rusya, bölgesel sorunlarda “bekle gör politikası” uygulamak ve ardından sorunlara kendinin faal rol alacağı “pragmatik çözümler” önermek ve BDT entegrasyonunu güçlendirmek çizgisini seçmiştir. Rusya özellikle, bölgede giderek artan oranda ortaya çıkan dinî radikalizm ve esasen bu faktörden kaynaklanan güvenlik tehdidinî Orta Asya’da etkinliğini artırmak için kullanmış; bunu da bölge ülkeleriyle askerî işbirliğini artırmak, BDT’nin askerî çerçevesini daha kapsayıcı boyutlara çekmek ve Şanghay İşbirliği Örgütü’nün oluşumu için meşru bir gerekçe olarak kullanmak gibi hususlarla gerçekleştirme çabasına girişmiştir. Rusya’nın bölgesel politikasında diğer önemli bir unsur ekonomi, özellikle enerji faktörü olmuştur. Rusya etkinliğini BDT çerçevesinde ekonomik entegrasyon sürecini hızlandırma çabalarının yanı sıra Avrasya Ekonomik Birliği benzeri bölgesel örgütler aracılığı sağlamaya çalışmıştır.12 Ayrıca Rusya’nın Orta
Asya’ya politikasında enerji faktörü stratejik bir araç olarak öne çıkmış ve Rusya bölgedeki enerji projelerinde en aktif aktör olarak yerini almıştır.13
Rusya’da Putin’in iktidar gelmesiyle bu ülkenin Orta Asya politikasında da önemli değişiklikler yaşandı. Putin döneminde Rusya-Orta Asya ilişkilerindeki değişim dört ana hususla ortaya kondu.14 Birincisi, Rus dış politikası, 2000 yazında kabul edilen yeni dış politika doktrine uygun olarak, güçlü bir pragmatizm duygusu ile yürütülmekteydi. İkincisi, Bağımsız Devletler Topluluğu ve onun iskeletini oluşturan Orta Asya devletleri öncelik arz etmekteydi. Üçüncüsü, ayrıntılı bir Hazar politikası belirlenmişti. Son olarak da ilişkiler çoktaraflı ve iki taraflı biçimde karakterize edilmekteydi.15 Putin döneminde Rusya’nın bölge politikası, BDT’nin ekonomik ve güvenlik alanında entegrasyonu, Rusya’nın bölge enerji projelerinde aktif rol alması ve bölge ülkelerinin güvenlik endişelerini kullanarak ikili ve bölgesel güvenlik işbirliğini derinleştirerek aktif biçimde yürütülmüştür. Yeltsin’den farklı olarak Putin yalnız Kazakistan ve Kırgızistan’ı güvenilir partner olarak değerlendirmekle kalmamış, bizzat kendisi Türkmenistan’ı (Mayıs 2000) ve Özbekistan’ı (Aralık 1999 ve Mayıs 2000) ziyaret etmiştir.16
Özetle, Rusya’nın geçen süreçteki Orta Asya politikasının geldiği nokta, ikinci büyük oyun mücadelesinde bölgesel pozisyon itibariyle ABD, Türkiye, Çin ve İran gibi aktörlere oranla daha kuvvetli bir durumda olması ve bölgesel faktörleri kullanarak etkinliğini sürdürme noktasında başarılı olmasıdır. Fakat 11 Eylül’den sonra uluslararası sistemin tamamını etkileyen gelişmeler Orta Asya’daki mevcut dengeleri de derinden etkilemiş ve bölgenin stratejik geleceğini kökünden değiştirecek yeni koşulları ve gerçekleri beraberinde getirmiştir.
Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin bu genel değerlendirmenin ardından Rusya-Özbekistan ilişkilerini özelde incelemeye geçebiliriz. Fakat bu incelemenin sağlıklı yapılabilmesi için iki ülke arasındaki ilişkileri genel ilişkiler çerçevesi ve özel durum olarak nitelendirebileceğimiz güvenlik alanındaki ilişkiler olarak iki farklı alt başlık altında ele alacağız.
A.Rusya-Özbekistan İlişkilerinin
Genel Çerçevesi
Aralık 1991’de SSCB’nin çöküşü Rusya ve Özbekistan arasından yeni ilişkiler çerçevesi geliştirilmesi zorunluluğunu beraberinde getirdi. Rus dış politikası ister genel anlamda, isterse de Orta Asya bağlamında yeni politik gerçeklerle karşı karşıya kalırken, o güne kadar dış ilişkileri Moskova’nın tekelinde bulunan Özbekistan da yeni jeopolitik gerçeklere ve bağımsız devlet olma niteliğine uygun olarak dış politika oluşturma gerçeği ile karşı karşıya kalmıştır. Rusya açısından, Özbekistan’la ilişkiler bu yeni jeopolitik gerçekler çerçevesinde ve esasen Rusya’nın Orta Asya politikasının bir parçası olarak değerlendirilmekteydi. Buna uygun olarak Rusya için 90’ların ilk yılarında Orta Asya’nın önemindeki göreceli azalma ve bu bölgede mevzilerini kaybetme süreci Özbekistan bağlamında da geçerli olmuştur.
Fakat 1993’de Yakın Çevre Doktrini ile Rusya eski Sovyet mekanında etkinliğini sürdürme kararlığını ilan edince, Özbekistan’a da özel bir önem atfedilmeğe ve Rusya Dışişleri Bakanlığı resmî belgelerinde “Özbekistan’ın tarihî, dinî, coğrafî, demografik ve ekonomik faktörler bakımından bölgenin en saygın ülkesi durumunda olduğu”17 görüşü vurgulanmaya başlandı. Rus dışişleri belgesinde “Rusya’nın Özbekistan’la ilişkileri Orta Asya’daki yeni bağımsız devletlerdeki Rus menfaatlerinin korunmasında belirleyici unsur olmanın yanı sıra, Orta Asya’da bizim menfaatlerimize uygun güç dengesinin muhafaza edilmesinde önemli rol oynamakta olduğu” ifade edilmekteydi.18 Ayrıca Rusya’nın Özbekistan politikasının ayrıntılı olarak ortaya konduğu belgede, bu ülkeyle hem BDT çerçevesinde ve hem de ikili düzeyde ilişki geliştirmenin yararlarına değinilmekte ve izlenecek dış politikanın stratejik, siyasî, güvenlik, ekonomik ve sosyal araçları konusunda önemli ipuçlarına yer verilmektedir.19
Rusya’nın Özbekistan konusundaki tavrını etkileyen ve 90’ların ortalarından itibaren Özbekistan’ın önemini artıran diğer bir etken bölgesel enerji kaynaklarını kullanmak için Moskova’nın Orta Asya devletleri ile yeni anlaşmalar yapma çabaları olmuştur.20 Öte yandan Rusya’nın tekstil bölgelerini sanayicileri ve temsilcilerinden oluşan bir grup ve Orta Asya’nın Rusya ulusal çıkarları için önemli olduğunu düşünen bazı dış politika ve askerî yetkililer bölge ile sıkı ilişkiler için lobi yapmaya başlamıştır.21 Orta Doğu uzmanı ve Avrasyacı görüşleri ile bilinen Yevgeni Primakov’un Ocak 1996’da Dışişleri Bakanı görevine atanması Moskova’nın Orta Asya’nın önemini vurgulayan Güney stratejisinde kıpırdamaları beraberinde getirmiştir. Primakov Özbekistan’ı da kapsayan ilk resmî ziyaretini Ocak-Şubat 1996 döneminde Orta Asya’ya yapmıştır.22 Fakat Primakov’un Şubat 1996’daki Taşkent ziyareti sırasında, Özbekistan mesafeli davranmış ve her iki ülke arasında yalnızca Özbekistan’daki Rus azınlığın statüsüne ilişkin bir anlaşma imzalanmıştır.23
Öte yandan yeni bağımsız Özbekistan’ın Orta Asya’nın eski kolonyal gücü Rusya Federasyonu ile ilişkileri önemli zorluklar ve dönemsel faklılıklar içermiştir. Özbekistan’ın dış politikasının esas amacı Rusya Federasyonu’nun Orta Asya’daki rolünü azaltmak olmuş
tur.24 Fakat Rusya ile tarihî geçmişinden kaynaklanan ilişkileri Taşkent’e, bu amacının gerçekleştirmesi sürecinde, Moskova ile önemli ilişkilerini kaybettirerek etnik, ekonomik ve güvenlik alanında ciddî sorunlar doğuracağı açıktı. Bu bağlamda uygulanacak dış politika yeni siyasî ve jeopolitik gerçekler ve bölgesel gelişmeler dikkate alınarak yürütülmek durumundaydı.
Başta Kerimov olmak üzere Özbekistan üst yönetim kadrosunun SSCB’nin çöküşüne hazırlıksız yakalandığı ve yeni siyasî, ekonomik ve askerî gerçeklere hazır olmadığı da bilinen bir gerçektir. Bu bakımdan Özbekistan ilk başta Rusya’yla ilişkilerini koparmadan ihtiyatlı hareket etmiş ve Rusya’nın etkisine açık olan BDT’ye üye olma konusunda acele etmiş, 13 Aralık 1991’de kendisini diğer Orta Asya devletleri ile beraber bu kurumun eşit statülü kurucu üyesi yapan BDT anlaşmasını imzalamıştır.25 Aslında bir oldu bitti karşısında biraz da reaksiyoner biçimde BDT üyeliğine imza atmanın ardından Özbekistan kısa bir dönem entegrasyon ve bağımsızlık arasında bir arayış süreci yaşamıştır.26
İlk başta Kerimov ortak para, ekonominin ortak yönetimi, BDT Merkezî Bankası ve cumhuriyetler arası serbest ticaret yapılmasının destekleyicisi durumundaydı.27 Fakat, Ocak 1992’de Özbek tarafından BDT’ye ve özellikle Rusya’ya ilişkin ilk kıpırdamalar başladı. Rus yetkililerin kendilerini Sovyet yönetiminin ve kurumlarının tek varisi ilan etmeleri ve Rusya’nın Ocak 1992’de diğer cumhuriyetleri bu arada Özbekistan’ı da dikkate almadan ekonominin liberalizasyonu politikalarını uygulamaları bu rahatsızlığın esas motifini oluşturmaktaydı. Özellikle Rus ekonomisinin liberalizasyonu süreci Sovyetler döneminde kalma bağları nedeniyle Özbekistan ekonomisini zor durumda bıraktı ve fiyatların artması Taşkent’te yaklaşık 20 dolayında kişinin öldüğü öğrenci gösterisi ile kendini gösterdi.28 Kerimov Rusya’nın bu uygulamalarıyla BDT anlaşması ve Ekonomik Topluluk anlaşmalarında yer alan eşit ortaklık statüsüne aykırı davrandığını belirtti, “bazı cumhuriyetlerin” liderlerini “emperyal tutkularından” vazgeçmeye çağırdı.29 Bu gelişmelere tepki olarak Özbekistan, BDT ekonomik kurumlarının önemini yeniden değerlendirmeye başladı. Kerimov BDT’nin para ve fiyat konusundaki karar verme mekanizmasına katılmayı sürdürdü, fakat bu kurumların yalnızca Rusya’nın tekelinde kalmasını desteklemedi.30 Rusya’nın fiyatların liberalizasyonunun koordine edilmesinde zayıf BDT kurumlarını beklemekte hevesli olmadığı açığa çıkınca, Özbekistan’ın kendi yoluyla gitmesi süreci daha da netleşti.31 Kerimov her cumhuriyetin kendi fiyat politikası olması gerektiğini deklare etti. Böylece Özbekistan, Rusya ve diğer BDT cumhuriyetlerine bağımlılığını azaltan bir ekonomi politikası izleme sürecine girdi.
SSCB’nin çöküşünün doğurduğu şoktan kurtulan, Rusya ile BDT çerçevesinde entegrasyon sürecinin yürümeyeceğini anlayan ve izlediği iç ve dış politika nedeniyle Muhammet Salih ve Abdurrahman Pulatov gibi kişilerin liderliğini yaptığı muhalefetinin sert eleştirileriyle karşılaşan Kerimov yönetimi siyasî ve ekonomik anlamda daha bağımsızlıkçı, Rusya’yla eşit ikili ilişkiler kurma çabası gösteren, Rusya’nın Orta Asya’daki rolünü küçültmeye yönelen, hatta zaman zaman onunla bölgede rekabet eden politikalar izlemeye başladı. Bu politikalar çerçevesinde, Özbekistan 30 Mayıs 1992’de Rusya ile ikili ilişkileri düzenleyen anlaşma imzalamış,32 1993’den itibaren “Türkistan Ortak Evimiz” girişimi ve 1992-1994 döneminde Tacikistan örneklerinde olduğu gibi Orta Asya’da bölgesel güç gibi Rusya’yla rekabet eden politikalar geliştirmiş, 1993’de Ruble bölgesinden çıkmış ve 13 Kasım 1993’de kendi millî parasını tedavüle sokmuş33 ve 1993’den itibaren Devlet Başkanı İslam Kerimov tarafından gündeme getirilerek Nisan 1995’de kurulan ve Rusya’yı dışarıda bırakan bölgesel örgüt Orta Asya Birliği’nin kurulmasına öncüllük etmiştir.34
Özbekistan, her fırsatta özellikle siyasî tarafı ekonomik ağırlığından daha etkin olduğuna inandığı ve kendisini Rusya ile köklü bir entegrasyona itebilecek her türlü girişimden uzak durmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Moskova’nın yeni entegrasyon kurumlarına katılma davetini, örneğin, BDT Parlamentolararası Asamblesi’ne katılmayı kabul etmemiş, uluslarüstü kurum olması gerekçesi ile BDT’ye uluslararası hukukun bir subjesi olma hakkının verilmesini ve BDT Gümrük İttifakı’na girmeyi de reddetmiştir.35 Özbekistan 1999’da Rusya’ya karşı diğer BDT üyelerine oranla daha bağımsız davranan cumhuriyetlerin oluşturduğu GUUAM’a üye olmuş, buna karşılık Rus etkinliğinin açıkça ortaya çıktığı Avrasya Ekonomi Birliği içerisinde yer almaktan kaçınmıştır.
Rusya ve Özbekistan arasında ilişkilerin diğer önemli boyutunu oluşturan ekonomi alanında ilişkiler, siyasî alandaki ilişkilere oranla daha sıkı bir nitelik arz etmiştir. Kerimov ülkenin Rusya’ya bağımlılığını azaltan ve ülkeye özgün bir ekonomik kalkınma politikası uygulamaktaydı. Özbekistan bir yandan kendisinin Rusya’ya ekonomik bağımlılığını sağlayan eski ilişkileri yeniden düzenlemekte, ticari partnerlerini çeşitlendirerek Rusya’nın bu alandaki ağırlığını azaltma çabasındaydı. Buna paralel olarak ülkenin Rusya’ya petrol bağımlılığından kurtulması yönünde çaba gösterilmekteydi. Bu çabaların sonucunda 90’lı yıların başında Rusya’dan yıllık 5,5 milyon ton petrol satın alan Özbekistan, 1996 yılında yıllık 8 milyon ton petrol üretme başarısı göstererek Rusya’dan petrol almayı durdurdu.36 Özellikle,
1996-97 döneminden itibaren ikili ekonomik ilişikler alanında önemli anlaşmalar imzalandı. Bu bağlamda Mart 1997’de Moskova’da bir araya gelen Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin ve Özbekistan Başbakanı Utkir Sultanov 1998-2000 döneminde Rusya ve Özbekistan arasında ekonomik işbirliğinin temel ilkeleri ve yönlerini belirleyen bir anlaşma imzaladı.37 Ayrıca Kerimov’un Mayıs 1998’de Moskova ziyareti sırasında iki ülke arasında imzalanan ve sayıları 20’den fazla olan anlaşmalar içinde iki ülke arasında 10 yıllık ekonomik işbirliği anlaşması da vardı.38
Putin döneminde Rusya’nın Orta Asya politikasına ilişkin değişim Rusya’nın Özbekistan politikasında da önemli bir etki yarattı. Putin’in iktidarı sırasında Aralık 1999 ve Mayıs 2000’de Özbekistan’ı ziyaret ederek önemli ikili anlaşmalara imza attı. Putin Mayıs 2000’deki Taşkent ziyareti sırasında Özbekistan’ın Rusya için önemini “Özbekistan Rusya’nın Orta Asya bölgesi ile uluslararası bağlantıları için destek noktası olabilir” ifadesi ile ortaya koymuştur.39
Özet olarak, Rusya-Özbekistan ilişkilerinin genel çerçevesini bütün olarak değerlendirirsek geçen dönem içerisinde Özbekistan, 90’ların hemen başında SSCB’nin çöküşünün verdiği şokla ilk başta BDT çerçevesinde Rusya ile sıkı ve hatta ekonomik anlamda entegrasyonu öngören bir politik eğilim göstermiş, fakat daha sonra Rusya’nın siyasî ve ekonomik yörüngesinden çıkma ve kendisinin bölgesel liderlik iddiasına uygun olarak Rusya’nın Orta Asya bölgesindeki rolünü küçültmeyi amaçlayan, bu arada bu ülkeyle normal ikili eşit statülü ilişkiler geliştirme amacını da göz ardı etmeyen bir politikayı tercih etmiştir. Rusya ise, Özbekistan’ın özellikle BDT bağlamında Rusya’ya ile sıkı işbirliğine girme konusunda arzulu olduğu 90’ların hemen başında, Orta Asya’ya azalan ilgisi oranında Özbekistan’la ilişkilerini de göz ardı edecek bir politika izlemiş, 1993’de Yakın Çevre Doktrini’nin ilan edilmesi ile bu ilişkilere tekrar önem atz etmeye başlamış, bölgenin petrol kaynakları da bu ilgiyi teşvik edici ve zaman zaman da en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkmıştır. Rusya’nın özellikle 90’ların ortalarından itibaren Özbekistan’la ilişkilerini geliştirme ve hatta BDT çerçevesinde entegrasyona gitme çabaları Özbekistan tarafından hep ihtiyatla karşılanmış, Rusya ile ilişkilerde eşit statülü siyasî ve ekonomik ilişkiler politikası tercih edilmiştir. Putin’in iktidara gelmesi ile de Rusya’nın Orta Asya politikasında Özbekistan’la ilişkiler daha sistematik ve hızlı biçimde artarak daha sıkı bir düzeye ulaşmıştır. İki ülke arasında ilişkilerin derinleşmesinde, Putin’in yeni koşullara uygulanmış dış politikasının yanı sıra 90’lı yılların sonundan itibaren artan bölgesel dinî radikalizm tehdidi zorlayıcı unsur olmuştur.
B. İlişkilerde Özel Durum:
Güvenlik
Rusya-Özbekistan ilişkilerinde güvenlik boyutunun farklı bir başlık altında ele almamızın nedeni güvenlik ilişkilerinin genel durumdan farklı bir süreç yaşamasıdır. Yani iki ülke ilişkileri genel olarak Özbekistan’ın Rusya etkisinden giderek daha fazla oranda kurtulması yönünde gelişme gösterirken, güvenlik alanında 1990’ların ilk yarısına kadar Rusya’dan göreceli olarak daha bağımsız bir politika yürüten Özbekistan 90’ların sonunda giderek daha fazla oranda bu ülkeyle işbirliğine sürüklenmekteydi. İki ülke arasında özellikle bölgesel güvenlik alanında işbirliğinin daha da derinleşmesi ve 90’ların sonundan itibaren Rusya’ya avantaj sağlayan bir gelişme süreci yaşaması bölgede artan dinî radikalizm tehdidinden kaynaklanmaktadır.
Özbekistan, geçen on sene içerisinde bölgesel istikrar ile Rusya’nın tekeli altına düşmeme arasında tercih yapma durumu ile karşı karşıya kalmış ve bu da iki ülke arasındaki güvenlik ilişkilerinde zigzaglı ilişkileri beraberinde getirmiştir. Özbekistan bir tarafta SSCB’nin çöküşü ile Orta Asya’da mevcut bölgesel güvenlik sisteminin bozulduğu, özellikle komşuları Tacikistan ve Afganistan’daki çatışmaların kendisi için de bir tehdit teşkil ettiği değerlendirmesini yapmaktaydı. Aslında bu tehdit değerlendirmesi oldukça gerçekçiydi. Her şeyden önce, çatışmalar Özbekistan sınırındaki iki devlet (Tacikistan ve Afganistan) içerisinde yapılmaktaydı. İkincisi, her iki çatışmada da çatışan taraflardan biri dinsel söylemi esas motif olarak kullanmaktaydı ve bu durum çatışmaların Özbekistan gibi toplumsal yapısı içinde dinîn önemli bir yer aldığı ve henüz kendi ordusunu oluşturamamış bir ülkeye sıçramasını teşvik eden bir husustu. Ayrıca, iç çatışmanın yaşandığı Tacikistan ve Afganistan önemli miktarda Özbek azınlık mevcuttu ve bu da Özbekistan’ı çatışmanın içine çekebilecek bir unsurdu. Bu bağlamda, güvenlik alanında mevcut koşullarda bölgeye müdahale edebilecek tek büyük askerî güç olan Rusya ile güvenlik alanında işbirliğine ihtiyaç duyulmaktaydı.
Öte yandan, Rusya’yla bu alanda işbirliği kendi içinde Özbekistan’ın bağımsızlığını tehdit altına alabilecek ve bu ülkenin Rusya’nın yörüngesinden çıkmasını engelleyici bir niteliğe sahipti. Bu koşullarda Özbekistan bölgesel güvenliğini sağlamada Rusya’yla işbirliği yapmak, fakat bu işbirliğini kendi bağımsızlığına tehdit edici unsura dönüşmesini önleyecek askerî ve güvenlik politikası izlemeye başlamıştır. Bu politikanın esas hedefi, SSCB döneminin güvenlik sisteminin hemen parçalanmasını önleyerek, bir yandan bölgesel tehditlere direnmede Rusya’nın ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetle
ri’nin desteğini almak ve bu arada da zaman içinde kendi ulusal askerî gücünü oluşturmaktı. Özbekistan bu amacını gerçekleştirmede ilk olarak BDT’yi uygun bir çerçeve olarak görmekteydi. Bu bağlamda, Özbekistan bir yandan ortak BDT ordusunun kurulmasına karşı çıkan tek Orta Asya devleti konumundayken,40 öte yandan Kerimov, BDT içinde NATO tipi askerî bir boyutun olması gerektiğini savunmakta ve Özbekistan, 15 Mayıs 1992’de Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, ve Ermenistan’la ortak savunma anlaşması imzalamaktaydı.41 Kerimov bir yandan Mart 1992’de ülkesindeki BDT sınır kuvvetlerinin kendi kontrolü alan kararı açıklamış,42 öte yandan 30 Mayıs 1992’de Rusya ile Özbekistan arasında imzalanan ikili anlaşmada taraflar “Rusya ve Özbekistan topraklarının ortak stratejik askerî bölge oluşturması”43 konusunda uzlaşmaya varmıştır.
Özbekistan için Rusya ile ister ikili alanda, isterse de BDT çerçevesinde güvenlik işbirliğinin temel unsurunu bölgesel güvenlik tehditleri oluşturduğu için bölgedeki çatışmaların durumu ilişkilerin düzeyini ciddî biçimde etkilemiştir. Örneğin, Haziran 1992’da Tacikistan’da çatışmaların yoğunlaşması iki ülke arasında güvenlik alanında derin işbirliğine yol açmıştır. Özbekistan, ilk güvenlik tehdidi olarak, Haziran 1992’de, İslamî köktendincilik söylemiyle Tacikistan’da askerî faaliyetlerini artıran ve bu ülkede çıkan iç savaş sonucunda çoğunluğu Özbek kökenli olan göçmenlerin gelmesine neden olan Birleşik Tacik Muhalefeti’ni gördü.44 Özbekistan İslamî köktendincilik yayılmasını önlemek için Rusya ile birlikte hareket ederek Tacikistan ordusunun oluşturulmasını ve muhalefeti yenmesini sağlamıştır.45
1992-1993’de Tacikistan’dan gelebilecek tehdit için Rusya ile işbirliğine giden Özbekistan, BDT içinde kalmakla beraber bu kurumun askerî entegrasyonuna karşı çıkar bir tutum sergilemeye başlamıştır. Bu tavrın takınılmasında, Yakın Çevre Doktrini’nin ilan edilmesinin ardından Rusya’nın BDT çerçevesinde askerî entegrasyon isteklerinin, Özbekistan’ın kendi güvenlik endişelerini gidermekten çok, eski SSCB coğrafyasında denetimi tekrar sağlamaya ve özellikle 1995’den itibaren de NATO’nun genişlemesine karşı bir güvenlik bloğu oluşturma amacına hizmet etmesi yatmaktadır. Bu arada Özbekistan için bölgesel güvenlik dengelerinde önemli değişimler yaşanmıştır. Her şeyden önce Özbekistan Orta Asya devletleri içerisinde en güçlü ordu niteliği kazanan 70 bin kişilik askerî gücünü oluşturmuş ve ordu içinde 1992’deki yüzde altı oranında olan Özbek kökenli subayların oranını yüzde seksene çıkarmıştır.46 Komşusu Tacikistan’daki dinî radikalizm tehlikesinin bertaraf edilmesi hususunda alınan mesafenin yanı sıra, Özbekistan, Afganistan’dan gelebilecek tehdidi de Kuzey Afganistan’da bölgesel idare kurmuş olan Özbek general Raşit Dostum’a destek vererek aşma politikasını izlemeye başlamıştır. Bu gelişmeler ışığında, azalan bölgesel tehditler nedeniyle Rusya’ya bağımlılığı göreceli olarak zayıflayan Özbekistan
Dostları ilə paylaş: |