Sovyet Sonrası Orta Asya



Yüklə 15,63 Mb.
səhifə69/111
tarix03.01.2019
ölçüsü15,63 Mb.
#89386
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   111
Uluğ Cüz’üz Konli’si Altınordu’nun yıkılmasından ortaya çıkan bir Kazak-Moğol kolu, Türki (kabile içi evlilik), Uçaklı, Codin (on ailelik bir soy), orta Cüz (Koziahta-dışardan evlilik, Altınordu’nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan Kazak-Moğol kolu), Kızıl ve Laka (kuzen evliliklerine-hem kabile içinden hem de dışından evliliklere izin vardır!). Antropolojik olarak bazı terimlerin anlamları kabul edilebilir fakat buradaki problem bu insanların çoğunun alt-etnik geçmişleri ile ilgili bilgilerinin olmamasıydı. Ne yazık ki, projemizde özellikle de sosyal yapı, aile şekilleri ve bazı yaylalardaki belli gruplar ile bağlar, vb. açısından bu tür kimliklerin öneminin öğrenilmesi için yeterli vaktimiz bulunmamaktaydı.

Tacik etnisite kavramı kendi başına pek ilginç gelmeyebilir, çünkü Orta Asyalı etnisiteler birbirlerinin ülkeleri içerisinde mevcutturlar. Bunlar Türkmenistan’daki Özbekler, Tacikistan’daki Kırgızlar veya Özbekistan’da yaşayan Tacikler olabilir. Zaten burada sorulması gereken soru da birinin ana dilinin kendi ismini verdiği etnisiteden (bu durumda Özbek) bir farklılık veya ayrım yaratılması konusunda güçlü duygular oluşturup oluşturmadığıdır. En azından farklılık duygusuna bağlı olarak bir çeşit politik hareket veya azınlık hakları talebinde bulunmaları yönünde varolan nosyonu test eder. Görünüşte, Tacikçe konuşan Nurotalılar arasında devlete karşı etnik ayrımcılık anlamında açık bir düşmanlık veya memnuniyetsizlik hissetmedim.

Bununla beraber, oldukça uygun olabileceğini düşündüğüm bir durum, bir yaz akşamı kasabadaki yerleşim yerlerinden birinde katıldığım halk düğünüydü. Daha önce de belirttiğim gibi, katılanların çoğunun anadili Tacikçe idi ve aslında kendi aralarında hep Tacikçe konuşuyorlardı. Kutlamalar sırasında ne zaman bir genel duyuru yapılması gerekse, bu kadeh kaldırma şeklinde de olabilir, konuşmacılar Özbekçe konuşmaya başladılar. Konuşma dilini değiştirme çoketnili Orta Asyalılar arasında yeni değildir.

Fakat başlangıçta benim anlamadığım bunun konuşmacılar tarafından katılımcıların hepsinin anlaması için kasıtlı yapılıp yapılmadığıydı (belki de New York’taki bir düğünde Portorikolular İngilizceyi kullanabilirler) ya da bunun törende resmi bir düzenleme olup olmadığıydı. Daha sonradan, insanlar bana bütün halk faaliyetlerinin ki bu parti veya resmi toplantı da olabilir, Özbekçe yapılması gerektiğini çünkü bunun devlet dili olduğunu anlattılar-bence bu olabildiğince etkili bir devlet dilidir!

Dil konusu ile onun yöre insanlarıyla yerel kimlik arasındaki ilişkisini tartışmaya başladıktan sonra, bu konuda birçok tepki aldım. Tepkiler bir tarafta kendilerini etnik olarak Tacik olarak hissedenlerdendi ki bunlar bölge veya tüm ülke içerisinde (özellikle Semerkant ve Buhara şehirlerinde Farsça konuşurlar iki dili konuşmak durumundadırlar. Diğer tarafta ise Tacik dili ile kökenlerini kabul eden ve fiziksel olarak Özbeklerden farklı göründüklerine inanan ve farklı gelenekleri olan fakat gene de bugün kendilerini “Özbekistanlı” değil de “Özbek” görenlerdi.

Bu farklılık önemlidir çünkü bu bilgileri sağlayanların çoğu (tam olarak on iki kişiden yedisi) Özbekistan’da bir azınlık grubu olmadıklarını, fakat kendilerini Özbekistanlı olarak değil de tümüyle Özbek gördüklerini ifade etmişlerdir. Kanımca bu kısmen de olsa 1930’lar öncesinde bölgede sıkı bir etnik kategorinin eksikliğin

den kaynaklanmaktadır. Belki de birinin milliyetine baskı yapılarak daha fazla problem yaratılmamasını hedefleyen politik güvenlikle ilgilidir. Bu da bizzat Özbek Cumhuriyeti yetkililerinin, daha fazla Özbek yaratılması amacıyla Tacik bölgelerin çoğunluğunun Özbek olduğunu göstermesi konusundaki eski tartışmalara götürür. İnsanlar kendilerini “Taciklik” ile özdeşleştirmeden önce bunun yararları ile zararlarını kafalarında bir değerlendirecekler ya da fakir fakat daha huzurlu olan bir dönemde yalnız yaşamaya devam edeceklerdir.

Norton’un Güney Pasifik araştırmasına esas olan teorik söylemi ile ilgili sosyal makalelerinden analizimde yararlandım. Ona göre, araştırmacılar “… kimlik ve bunun sosyal etkileri ile ilgili söylemlerin karakterini etkileyen insanların’ sosyal ilişkileri ve kültürel uygulamaları” (1993: 744) üzerinde durmalıdırlar. Bütün köylüler Sovyet niteliklerini belli bir noktaya kadar korumaktadırlar. Bunlar özellikle de okul, işyerleri, ordu ve toplumsal organizasyonlar gibi toplu Sovyet kurumlarında çalışan bireylerin bilinçlerinde yaratılmışlardır.6 (1960: 36) Kırsal Özbek insanının, Sovyet kimliğini ne kadar muhafaza ettiğine dair merakım, sosyalist dönem sonrasında oluşan bireyin sosyal yaşamındaki karmaşıklığı ortaya koyma isteğim ile daha da artmıştır.

Özbekistanlı entellektüel ve politik liderlerin veya Sovyet elitlerinin etnik veya ulusal kimlik nosyonlarını yerellerle kıyaslayacak olsam, burada yanlış bir ikili ayrıma girebilirim. Bunun nedeni sadece basite indirgenmiş iki farklı söylem olmamasındandır (bir tarafta sosyal ve köy tabanlı, diğer tarafta akademik veya politik ve metropol-tabanlı). Şeçkinler ve kırsal yerleşimciler arasındaki ilişki temel nitelik ve algılama olarak birçoğunun düşündüğünden daha da farklıdır. Aslında Özbekistan kimliğini ve daha önceki Sovyet kimliğini yaratan ve şekil veren söylemleri modelleseydim, bu üst üste binmiş iki halkadan oluşurdu. Bunun anlamı farklı söylemlerin varlığı değil, fakat iki farklı kimliğin birbirleri ile doğrudan ve dolaylı olarak haberleşmesindendir. İlave olarak, Sovyet sonrası kimlik gelişimi ve değişimi konusunda teorik oluşumlar yaratmak isteyen araştırmacılar için kırsaldaki halkın elitlerin yazılarını hiçbir şekilde etkilemediği varsayımı ciddi bir eksiklik oluşturmaktadır.

Şimdi bu noktayı açıklamaya çalışacağım.

Köylü Verileri

Ulusal haberleri takip eden köylüler yerel ve ulusal basında ki -bu televizyon, gazete veya dergiler olabilir-dilin “Özbek ağırlıklı” olmasından hem sevinmekte hem de kızmaktadırlar. Şimdi, kitle iletişim araçlarında kullanılan kelimelerin hepsi Özbekçe değildir (Farsça veya Arapça kökenli de olabilir) aslında Rusça olmadıkları için başka kelimeler ikame edilirler. Bu aslında başlı başına bir ulusal devletin değişen kimliğini göstermektedir. Yani Sovyet/Rus’dan “iyi niyetle” Orta Asyalı olmaya geçişi işaret eden bir iddiadır. Bu ayrıca ulusal gururu oluşturmaktadır çünkü Özbek dilinin, eski dilde zorunlu olarak kullanılan kelimelerinin yerini alacak zengin bir kelime haznesi bulunmaktadır. Ulusal tarihle doldurulmuş metinler, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başındaki Sovyet döneminde baskı altında kalan tarihin (kişilikler, olaylar ve kültürel yaşam biçiminde) karanlık taraflarını yansıtmazlar. Bunun tersine bir baskı oluşmaktadır: yeni romantik ülkenin soy ile ilgili öykülerinde Orta Asya öne çıkmaktadır (Herzfeld 1987: 82).

Düzeltilmiş yazı dilinin ulusal ve uluslararası olaylara daha çok erişim sağlayıp sağlamadığı (birçok yeni makale ve broşürün bir çeşit kitabi Özbekçe gerektirmesi gerçeğinden yola çıkarak değil) Özbeklerin hepsinin daha da Özbekleştikleri meselesinden daha az önemlidir. Bazı insanlar bu konuyla dalga geçebilir, bazıları ise bozuk ve yetersiz bir Özbekçesi olan yabancı misafir bir araştırmacının bu “gerçekleri” (hakikat) nasıl bildiğini merak edebilir. Hatta adamın biri bunu: “keşke benim de kelimelere bakabileceğim Özbekçe bir sözlüğüm olsaydı, ama Sovyetler hiçbir zaman yeterince sözlük basmadı ve şimdi de hükümetin sözlüğü tekrar basmak için kağıdı yok”7 diye ifade etmiştir.

Köylülerin çoğu siyasi elitlerin önemli bir kısmının bırakın anadilde konuşma becerilerini yazılı Özbek kaynaklarını bile anlamadıklarını farkındadırlar. Ulusal politik eliti oluşturanların çoğunun yeni bir şişe içindeki eski şarap gibi olmalarından dolayı, haberleşme (yazılı ve sözlü) becerileri de aslında Rusçayı anlayıp konuşabilmelerine bağlıdır. Bu elitler, kendi vatandaşlarına anadillerinde hitap ettiklerinde durumu yapay bir şekilde idare ettiler, ama açık olarak alaya alındılar ve utandılar.

Daha acısı, bu durum ulusal lider Cumhurbaşkanı Kerimov için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı edebi dilde Özbekçeyi konuşabilmek ve yazabilmek için epey bir çaba sarf etmiştir. Kuşkusuz, Özbekistan’ın verimli sulak arazi ve vadilerinde çalışan görgüsüz ve kaba kişiler tarafından alaya alınmak istemediğinden bu zahmete katlanmaktadır.

Modern Özbek dil ve kültürünün beşiği (Kasimov 1992) kabul edilen Fergana vadisindeki kolektif çiftliklerde (kolhozlar) araştırmamı tamamladıktan sonra, bazı kişiler bana “Taşkent”in (yüksek kültürlülük ve elit bakış açısı için kullanılan benzetme) Vadiden Özbekliğin ne olduğunu öğrenmesi gerektiğini vurguladılar.8 Bu basit bir bölgesel gurur olayı değildir. Çoğunluğu ilgi

lendiren bir durumdur, Özbek nüfusunun %60’ı kırsal köylüdür-ulusal elitler ile etnik kimliğin yönünü de etkileyen ve belirleyen onlardır.

Çobanlar, kasaba halkı ve Nurota’nın yetkilileri Taşkent’i Vadiiliklar (Fergana Vadisi sakinleri) ile aynı şekilde algılamıyorlar. Onlar, başkenti çürüme, yozlaşma, Ruslaşma, Özbek-dışı, kaba, kozmopolitan vb. dış faktörlerin karışımı olarak görüyorlar. Aslında yüzlerce yıl yönetim ve etkisi altında kaldıkları Buhara ve Semerkant’a daha bağlılar. Dil de onları pek alakadar etmiyor, saf Özbekçe olması veya saf Namangan olması da. Hatta, gerçekte Nurotalıların çoğu arasında Özbekçeye karşı bir ihanetten söz edilebilir çünkü onlar “Asya dili” olarak niteledikleri Özbekçe karşısında yerel Tacik dillerini daha “eski”, daha “gelişmiş” ve daha “güzel” görmektedirler.

Sovyetin Cenazesi

Kendini bir sistem veya yaşama biçimi ile özdeşleştirmek, bir kimliği kendininki gibi kabul etmekten çok farklıdır. Ayrıca, zorunlu olarak ipek böceği yetiştirilmesi, iş koşulları hakkında şikayet etme korkusu, Özbek değerlerinin Ruslar altında yavaş yavaş kaybolması gibi Sovyet sosyalizminin çürümüş unsurları bilinmektedir. Fakat, bağımsızlık döneminin ilk başlarında uğranılan ekonomik/maddi zararlar yüzünden köylülerin çoğu daha normal, daha rutin olan ve daha öngürülebilir gözüken önceki döneme özlem duymuşlardır. S.S.C.B.’de sosyalist sistemin üstünlüğü abartılı olarak övülmektedir (Kornai 1992: 50-54, Verdery 1991: 29-32). Kendini beğenme ve kendine aşırı güven bu ideolojinin sembolleriydi ki KP’nin (Komunist Parti) istekleri ile on yıllarca beyinleri yıkanan yığınların sistemlerine güvenleri tamdı ve bu kişisel bir yatırım olarak görülüyordu.9

Bazıları nasıl uyum sağlanacağını anladı. Veya, ilk sosyalist felsefecilerin geleneğinde sosyalizmin devrini doldurması ile ortadan kalkan “sosyal sistemin istikrarı” idi ve herkes tarafından tanınmayan “rekabet ihtiyacından doğan özgürlüğün” tekrar kaybedilmesiydi (Bauman 1976: 47).

“‘Birlik’ olmadan nasıl bir yaşantımız olacak? Çok zaman geçmeden Afganistan’daki gibi yaşamaya başlayacağız. Şapkamı ve paltomu görüyorsun. Bunlar iyi kalitedir ve Avrupa stili kıyafetlerdir… Sovyet kıyafetleri. Afganistan’da ise durum tersinedir (rivozhlanmagan).”

“Rusya bize eskiden kömür gönderirdi ve ucuzdu. Şimdi çok az insanın kışın kömür almaya gücü yetiyor. Sovyet zamanında, cumhuriyetlerimiz arasında daha sıkı bağlar vardı. Şimdi bağlar ortadan kalktı ve herşey daha kötüleşti.”

“Evet, biz her zaman Nevruz’u kutladık, fakat şimdi devlet bu olayı büyüttü. Bazı açılardan eskisi kadar iyi olmadı: bir taraftan Müslümanlar için asıl Yeni Yıla dönüştü, fakat şimdi insanların parası olmadığı için eskiden alabildikleri tüm yiyecekleri alamıyorlar.”

Köylülerin yukarıdaki şikayetleri, artık Sovyet halkı olmamaları ile ilgili değildir. Açık olarak genel ekonomik çöküntü ile oluşan hayal kırıklıklarını yansıtmaktadır. Bununla birlikte, bu problemler daha ayrıntılı olarak irdelenirse, Sovyet yaşamı ve Sovyet değerleri ile özdeşleşme görülebilir. Değişmez bir şekilde, insanlar yabancı bir misafirin yeni durumun eskisiyle aynı olduğunu zannettiğini anladıklarında Özbek köylü kimliği Sovyet kimliği ile birleşmektedir. Böyle zamanlarda, yabancıya yeniden yapılanma (perestroika) döneminden önce durumlarının ne kadar iyi olduğunu anlatmaya çabalıyorlar. Sadece birkaç yıl önce kendilerine acınması veya Batılılardan yardım dilenme (özellikle Amerikalılardan) durumlarının bulunmadığının bilinmesini istiyorlar. Bunun tersine, daha birkaç yıl önce, Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ülkelere yardım etme durumunda olan S.S.C.B. idi.

Ümit vaat eden çocuklara teknik eğitim ve öğretim kolhoz kurumları sayesinde veriliyordu. Daha yüksek eğitim kurumlarına girişte rüşvet ve diğer yozlaşma mekanizmaları Sovyet döneminde de bir dereceye kadar olmuştur, ancak şimdi yüksek eğitim artık bedava değil ve rüşvet olağan hale gelmiş durumdadır çünkü eğitimcilerin ve profesörlerin maaşları Sovyet dönemine kıyasla çok değer kaybetmiştir. Bu maliyetler birçok ailenin çocuklarını eğitim ve öğrenime göndermelerini imkansız hale getirmiştir. Sosyal hareketliliği sağlama yöntemlerinden biri olan ve Sovyet medeniyetinin eskiden beri bir parçası olan kırsal tabanlı yaygın eğitim çoktan yozlaşmıştır.

Sovyetler Birliği’nde okul müfredatının bir çeşit yüksek başarı ve kazanım olarak görülmesi, birçok yetişkin köylünün eğitim deneyimleriyle gurur duymalarına ve geniş tabanlı Sovyet tarzı eğitimin kendi çocuklarına en iyi teknik, bilimsel ve sosyal eğitimi vereceğine inanmalarına sebep olmaktadır.10 Tahrik edici bir nokta gibi gözükse de, ben Orta Asyalı köylülerin çifte kimliği kötülemeden temsil edilebileceklerine inanmıyorum ve bu kelimenin kötü anlamıyla propaganda ile yapılabilir.

Sovyet Birliği’nin süper güç olma durumu kaybolurken bazı sıkıntılar kendini hissettirdi. Bu büyük refah gücü içerisinde yaşayanlar onun fayda ve avantajlarından yararlanmışlardır. Hepsinin üstünde, Sovyet vatandaşlarının yabancılara karşı sergiledikleri kendilerine güvende bir azalma olmuştur. Bu dünya çapında askeri

güç olmaktan, uzay çalışmalarında, uluslararası spor yarışmalarındaki başarılarından, Asya ve Afrika’daki birçok ülkede Sovyet rolü ve etkisinin görülmesinden kaynaklanıyordu. Bunların önemini kaybetmesini, kederli bir yaya bana şöyle özetlemişti:

“Her yaz çocuklarımızı annemlere bırakarak, karım ve ben sağlık merkezlerine veya ülkenin diğer kesimlerine tatile giderdik. Şimdi bunu yapmaya Özbekistan içerisinde bir yere veya Issık Gölü’ne (Kırgızistan’da bir göl ve dinlenme yeri) gitmeye gücüm yetmese de, bunun bir anlamı kalmadı: artık, birçok yeni ülke var ve hiçbiri birbiriyle anlaşamıyor.”

Bu adamın söyledikleriyle aslında halen kendisini Sovyet hissedip hissetmediğinin anlamsızlığını sonradan fark ettim. “Ülkenin” diğer kısımlarına ziyarete gidemiyordu. S.S.C.B.’nin diğer Orta Asyalı olmayan bölgelerinde etnitise ve/veya dininden ötürü bir ayrımcılık hissetmeden istediği gibi tatil yapma hakkına sahipti ve çoğu zaman kendisini Sovyet vatandaşı olarak görüyordu. Ancak bugün bu durum geçerli değildir.

Eskiden Çıkış (?)

Yerel bürokrat tarafından yukarıda ifade edilen bu durum, Sovyet kimliği içerisinde yer alan uluslararası bağların koptuğunu göstermektedir. Çoklu-ulusal imparatorluğun çökmesini kişinin kimlik çökmesi izlemiştir. Özbekistan etnik-ulusal kimliğinin yükselmesi ile birlikte ülke çapında kolektifleşme artmıştır. Fakat Özbekistan’ın geleceği Özbekistan’da yaşayan insanların ulusal kimliklerini ne kadar koruyacakları ve derinleştireceklerinde yatmaktadır. Bu amaca ulaşmak için, kimliğin Özbek tarihi gelişmelerine ve kültürel değerlerine bağlılığın sağlanması; devletin politik ve entelektüel kadroları tarafından bağımsızlığın sağlanması ve beraberliğin oluşturulması temeline bağlıdır. Ve diğer gelişmekte olan devletler de olduğu gibi, bu bazen geçmişin mitolojik olarak sunulması ve Özbek toplum tarihi konusunda bilgilendirme yoluyla yapılmaktadır (Obeyesekere 1995: 225-226). Sovyet hükümet yöntemleri “istikrarın” sağlanmasına yöneliktir.

Ulusal liderler, yerel seviyedeki çıkarlar ile kişisel ihtiyaçların yerini yavaş yavaş hiyerarşik bir devlet sistemi aldığında neler olabileceği konusunda aydınlatıcı olmuşlardır. Sovyet sonrası dönemde Tacikistan’da otoriteye dayanan liderlik, zorla saygı görmekte ve desteklenmemektedir: “(Cumhurbaşkanı) Kerimov eski bir Komünisttir, ama bizi açlıktan ve birbirimizi öldürmekten korumuştur. Afganistan ve Tacikistan’daki problemleri yaşamadığımız için ona müteşekkiriz.” Bu konuşma benim için yapılmamıştır, bu bir köy cenazesinde yaşlı bir adam tarafından yapılan konuşmadan alınmıştır.

Sovyetlerin çözülmesinden sonra Özbekistan’ın bölgecilik yoluyla parçalanması yönündeki doğal eğilimini burada yeterince açıklayamıyorum. Fakat Özbek liderliği, ulusal birlik ve devlet uyumunun sağlanması için üç adımdan oluşan bir devlet politikası uygulayarak en üst düzeyde öncelik sağlamıştır: 1) demokratik ve çoğulcu politik grupların, ulusal hareketlerin ve dini inançları kuvvetlendirici örgütlerin bastırılması; 2) laik yönetim (Özbekistan Anayasasının 61. maddesi: 1992) ve 3) dil değişimi, isim değişikliği, Türk-Müslüman geçmişinin başarılarına vurgu yeni ulusal tatillerin yaratılması, sosyal bilimler konularında ve alanlarında bilimsel araştırmalara dönülmesi, Sovyetler döneminde yasaklanan Narodnik değerlerine dayalı Özbek “geleneksel” değer ve kültürünü teşvik eden yeni kitapların yazılması yollarıyla “Özbekliğin” devlet kontrolünde yaratılması. Yeni kitaplar hem akademik hem de popüler konularda (bkz. Golovanov 1992, Ismoilov, 1992 Sattor 1993) basılmıştır. Burada bu devlet desteğine fazla vurguda bulunmadım.

Devlet-Köylü Toplulukları

Köyde ortaya çıkan ve değişen Özbek kimliğinin ortaya çıkışında devletin rolünün ne olduğu konusunda merak edilen hususlar olabilir. Kimliğin gelişmesi için yapılan kısa açıklamalar burada eğitimin kültürel unsurlarını, ekonomik bağımsızlığı, dinin ifadesini, halk geleneklerini ve dünyanın kalan kısmına göreceli olarak açılmayı içermektedir.

Sovyet öncesi dönemdeki etnik geçmiş ile ilgili daha sağlıklı bir imaj oluşturma ve gurur duyma için tarihin yeniden yazılması yönünde yapılan bilimsel çalışmalardan bahsetmiştim. Kolhoz sakinlerinin bilimsel çalışmaları ve edebi dergileri çok az okudukları ortadadır. Ülke çapında geniş bir alana yayılmış daha popüler sosyo-politik dergiler (Mülakat/Karşılaşma, Fen ve Turmuş/Bilim ve Yaşam) kitapçıklar ve broşürler dar bir kırsal okuyucu kitlesine sahiptirler.

Bu kitapçık ve broşürlerin konuları; din, yerel tarih, Orta Asya’nın tarihi kişileri, halk ilaçları ve yerel “gelenek” ve göreneklerle ilgilidir. Köylüler bu yayınları doğrudan okumasalar da, bu konuların yazarları ulusal ve bölgesel televizyonlarda yer alırlar. Bunlar her zaman Rus televizyon istasyonları ile rekabet edemeseler de, köylüler neyin yayınlandığından ve “önce Özbek” içerikli bu yeni bakış açılarından ve konulardan haberdardırlar.

Etnik gururun oluşması ile ilgili hükümet politikaları ve entelektüel araştırma konuları arasındaki uyum açıkça bazılarına yapmacık gelmektedir. Böyle olsa da, uzun zamandan beri baskı altında tutulan sosyal ve tarihi konuların araştırılması özgürlüğünden köylüler çok

memnundurlar. Bunun nedeni kırsal kesim insanının, Sovyet döneminde çoğu yasaklanan birçok kültürel uygulama ve yorumları unutmalarından kaynaklanmaktadır. Eski halk geleneklerinin “varolan” şeklinin Sovyetler tarafından antropolojik anlamda küçümseyici olarak sınıflandırılmasının yerine şimdi “kırsal/ilkel” düzenin saygınlığı ortaya çıkmıştır.

Ironik fakat etkili bir biçimde, Sovyet kişililerinin ve uluslararası sosyalistlerin yerine Özbek ulusunun tarihi kişiliklerini yansıtmaları amaçlanarak ölümsüzleştirilen heykellerin çoğu aslında Özbek değildir. Bunlar Avrupalılar onları sömürgeleştirmeden önceki dönemdeki entelektüel yaşamın sanatsallığını yansıtmakta ve bir zamanlar Orta Asyalılar tarafından yerleşilen Özbekistan toprağındaki nüfusu sergilemektedirler. Bunlar arasında fatih imparatorlar Timurleng ile Babür, astronom Mirza Uluğbey ve büyük hekim İbn-i Sina bulunmaktadır. Köylüler bu tür değişiklikleri fikir birliği içerisinde onaylamaktadır çünkü Orta Asya’nın bir zamanlar dünya tarihinde gurur duyulacak bir yeri olduğunun farkındadırlar ve daha ileri gitmesini istemektedirler. Bölge insanlarından birinin söylediğine göre:

Emir Timur (Timurleng) acımasızdı ve bu nedenle kahraman olmamalı. Fakat Sovyetler onun başarılarını kana susamış bir cani olarak yansıtmışlardır. Tabii ki bu doğru değildir. O çok akıllı bir stratejistti ve Avrupa’yı yönetti, bu nedenledir ki Ruslar ona saygı göstermiyorlardı.

Yeni kahramanlar yaratma safhası etnik-ulusal kimlikten uzaktır ve şu anki zorlukların sorumluluğunu önceki sistemin totaliter yanlarına bağlamaktadır.

Bağımsız olarak yapılan ufak tefek ticari faaliyetler ve geniş dünyaya ulusal açılım birbirleriyle ilgili olsalar da, bunların oluşması birliğin daha da güçlenmesini sağlamıştır. İnsanlar artık özel dükkanlar açabiliyorlar. Birçok köylünün sahip olduğunda daha fazla başlangıç sermayesi gerektirmesine ve ancak temel tüketici ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine rağmen de, bunlar gençler için bir mevki sağlıyorlar. Devlet sektörünü etkileyen ekonomik kriz sırasında gençlerin ticari hedeflere yönelmeleri ve enerjilerini buraya harcamaları küçümsenmemelidir. Nüfusun yarısından fazlası 25 yaşın altındadır ve Namangan’da ortalama yaş kırsal kesimde Fergana vadisinde olduğundan daha küçüktür (Alekberova, Gol’dfard, ve Ergaşeva 1990: 38). Şu an ne kadar yetersiz olsa da ticari gelişme, devlete bağlılığı sağlamaktadır.

Özbekistan’da hiçbir yerde Nurota’daki kadar genç işsizliğiyle karşılaşmadım. Burada 30 yaşın altındaki erkeklerin %75’inin düzenli bir işi bulunmadığını köylüler ifade ettiler. Bunun sosyal maliyetleri ileride daha ağır olabilir. Gençlerin bazıları köylerinden şehirlere gitmektedirler. Bu içki içme, hırsızlık, uyuşturucu kullanma, çiftliklerde geçici iş bulma, boş gezme yerine yapılan ve dünyanın gelişmekte olan yerlerinde rastlanan tipik bir durumdur.

Ticari bağlar, eğitim anlaşmaları ve kitle iletişim araçları sayesinde kırsal kesim insanları bağımsızlıktan önce hiç görmedikleri şekilde dış dünyaya açıldılar. Yabancı ürün ve yabancı firmaların (çoğu Çin, Türk, Kore, Alman, İngiliz ve Amerikan) köylülerin üzerinde değişik etkileri oldu ve köylülerden çok azı kapalı topluma geri dönme isteği duyuyorlardı. Hiçbir şey olmasa bile, insanlar özellikle diğer kapitalist ülkeler hakkında hükümetleri aracılığı ile edindikleri bilgilerin doğru olup olmadığı konusunda spekülasyon yapmak zorunda kalmıyorlar. Şimdi daha önce hiç olmadığı kadar yabancılarla tanışıyorlar ve yabancı mallar görüyorlar. Özbekistanlıların seyahat etme kısıtlamaları büyük ölçüde azaltılmıştır. Buna güçlerinin yetip yetmeyeceği tamamen başka bir mesele olmakla birlikte yerel halk bile Güney ve Güneydoğu Asya ülkelerine dini ve ticari gezilere gitmişlerdir. Türk hükümetinin kurmuş olduğu lise sistemi sayesinde parlak ve başarılı öğrenciler üniversite eğitimi için Türkiye’ye gönderilmişlerdir.

Köylerdeki erkek öğrenciler bölgesel merkezlerde bulunan Türk liselerinde okuma hakkını kazanmışlardır. Benzer şekilde, ABD halen BDT ülkelerinden 5.000 lise öğrencisini bir yıllığına okuması üzere kabul etmektedir ve Özbek milliyetinden olanlar da bunlarında arasındadır. Türk yayıncıları tarafından hazırlanan televizyon belgeselleri ve yerel programlar sayesinde halk eski Sovyet sistemindeki negatif ideolojik yayınların yerine dünyadaki toplumları ve kültürleri tanıma imkanına kavuşmuşlardır. Yerel halk bu duruma müteşekkir olup, birçoğu bu çeşit bir serbestliğin, devletin kendilerini gerçekten Sovyet tarzı yönetimden çıkılacağına olan inançlarını kuvvetlendirdiğini ve ülkelerinin de dünyanın bir aktörü olduğu bir ortamın yaratıldığına inanmaktadırlar.

Son olarak, yeni dini özgürlükler ve yükselen kırsal kültür bağlamında kimlik özümsenmesini ele alacağım. Devletin dini bilgi ve uygulamaları desteklediğini söylemek yanlış olur. Ancak, köylüler yeni bir cami inşaa etmişlerdir ve özellikle dindar olmayan insanlar bile yerel liderlerden çekinmeden serbestçe dua etmenin faydalarından bahsetmektedirler. Her geçen gün daha fazla insan dini konulara eğilmektedirler. Bu özellikle tatillerde ve genel olarak dua edenlerin sayısındaki artıştan görülebilir. İmamın önderliği olmadan düzgün olarak dua edemeyen orta yaştaki erkeklerin ne kadar fazla olduğunu görünce şaşırmıştım. Ama sonra bana bunun onlar için yeni birşey olduğunu ve önceden İslam hakkında sadece temel bilgileri bulunduğunu ve detaylı bilgileri olmadığını anlattılar. Daha sonra yaptığım çalışmada, bir

adam bana her sabah camiye gittiğini söyledi, bunu “bana bir çeşit huzur veriyor ve günüm daha iyi geçiyor” diye açıkladı. Bugün nasıl din yoluyla Özbeklik oluşturuluyorsa Sovyet döneminde Müslümanlık gibi Orta Asya kimlikleri insanları Sovyet Rus kimliklerinden ayırt etmek için kullanılıyordu. Din ile milli duygular arasındaki yeni ilişki Hobsbawm’ın “modern milliyetçilik için paradoksal çimento” (1990: 68-69) tartışmasına daha yakındır. Zamanla din devlet tarafından yaratılan etno-milliyetçilik çizgisine olan bağlılığın yerini alabilir. Şimdi ise tersine, insanların çoğu yaşamlarında dine izin verildiği için devlete şükran duyuyorlar.

İnsanlar sık sık bana etno-kültürel kimliğin en iyi özelliklerini ifade ettiler. Bunlar arasında, toplumda yaşlılara gösterilen saygının artması, beklenmeyen misafirlere yardım etmeye ve onlarla ilgilenmeye istekli olmaları, gap olarak bilinen sosyal kuruluş aracılığıyla arkadaş çevrelerinin bir araya gelerek muhabbet etmeleri, eğlenmeleri ve rahatlamaları yer alıyordu. Sovyetler hiçbir zaman bu özelliklere dokunmadı, fakat insanlar Sovyet değerlerinin kendilerini fiziksel, duygusal ve ahlaksal olarak yıprattığını ve evlilik ve cenaze gibi önemli yaşamsal olayları ruhsuzlaştırdığını ifade ettiler. Hatta bu son örnekte, yerel bürokratlar ölen ve saygın birinin cenazesini imamın idare etmesinden hoşnutsuzdular: “Bir taraftan parti ile başlarının derde gireceğinden çekinmekteler, diğer taraftan ise ölen insanın usulüne uygun olarak gömülmesini istemektedirler” diye ifade etti bir öğretmen. Yeni devletin, yetersizliklerine rağmen, insanların yerel değerler ve “geleneksel” ideallere göre sosyal yaşamlarını biçimlendirmelerine değer verdiğine inanıyorlar. Devlet, hangi değerlerin yüceltilmesi gerektiğini ve bunun nasıl yapılacağını-kırsal ekonomi yoluyla, sosyal kurumlar yoluyla ve kutlamalar ve faaliyetler yoluyla düzenlemeye çalışmaktadır.

Halen geleceklerinden, ekonomik ve sosyal yaşamın Sovyet etkisinden çıkarılmasından kuşku duyan insanların bulunduğu bir toplumda, köy toplumu ile yeni ulus devlet arasında gerekli bağlar oluşturulmuştur. Yakın gelecekteki toplumun ekonomik ve siyasi yapılanmasında yerel özerklik ile bireysel katılımın fazla bir şansı olmadığını düşünüyorum. Bununlar beraber, sosyal yaşamın dini ve kültürel katmanlarında eski sisteme kıyasla köylülere yeni devlet tarafından daha çok özgürlük sağlanacağına inanıyorum. Köylüler kimliklerini kırsal özellikleri bulunan bir ulusal ideolojinin belirlenmesinde ve etkilenmesinde kullanacaklardır. Bunu Orta Çağ’dan gelen başarılı mirasları ile birleştirerek yeni bir Özbek kimliği yaratacaklardır. Fergana vadisi “Özbekliğin” temel yeri olarak kalacaktır çünkü kırsal kesim insanları ona sahip çıkacaklardır.

Sonuç


Etno-politik açılardan çifte kimlik durumu burada Sovyet çözülmesinin bir sonucu olarak ele alınmıştır. Yapılan alan çalışmalarında ve sosyal bilimler içerisinde Orta Asya halkı arasında Sovyet kimliği ile ilgili yapılmış çok az çalışma bulunmaktadır. Bağımsızlık ile birlikte yeni Özbek kimliğinin özümsemesini ben bir köyde halkının nasıl vurguladığını sunmaya çalıştım. Tabii ki, bu kimliklerin nasıl ve neden hissedildikleri devletin söylem ve faaliyetlerinden etkilenmektedir. Kolhoz sakinlerini devletin yersiz istek ve davranışları karşısında birer kukla olarak görmesem de, Sovyet ve Özbek devletlerinin tarım toplumlarında oynadıkları ve oynamaya devam edecekleri belirleyici ve güçlü rolleri yadsınamaz. Kolhozlar halen devlet kontrolünde bulunmaktadırlar.

Bununla beraber, devlet karşısında köylünün durumu ve istekleri kırsal kesimin gerçekleridir. Özellikle ulusal kimlik açısından devlet bunları görmezlikten gelemez. Daha önce de belirttiğim gibi Fergana vadisi ulusal kültür açısından neredeyse bir yüzyıldan beri ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Özbekliğin oluşturulmasında tutarlı bir ulusal kimliğin temeli olan yerel ötesi bir birlik, Fergana vadisinin desteği olmadan devlet tarafından yaratılamazdı.

Sovyet kimliği-toplumu ve medeniyeti, halen çiftliklerde yaşamaktadır. Sovyet yaşam biçiminin kırsal Orta Asyalılar için acı ve baskı olduğunu düşünen araştırmacılar kendilerini kandırmaktadırlar. Bu makalede, yerel davranışları çok fazla genelleştirme hatasına düşsem de, 1.200 kişinin yaşadığı bir köyde Sovyet gücü ve Özbekistan ile ilgili fikir ve bakış açılarının aynı olduğunu söylemek zordur. İnsanlar kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler. İmparatorluktan ulus-devlete geçişinde kazandıkları ve ne kaybettikleri bir tarafta yer alırken, diğer tarafta bireysel ve ulusal gelişmenin nasıl seyredeceği yer almaktadır.

Refah devletinin faydalarının azalmasının birçok insanda bir kaybolma duygusu yarattığı açıktır. İnsanların devlet sektöründe çalışmaya zorlanmalarını ve bunun dışında hayatlarındaki temel ihtiyaçları nasıl karşılayacaklarını anlamaları zordur. Buna rağmen, köylüleri muhalif güçler olarak devlet karşısında kapıştırmaktan öte, ben iletişimin nerede koptuğunu, şüpheciliğin nereden çıktığını ve devletin ulusal anlatılarının neden önceki rejimin en kötü unsurlarını ortaya çıkardığını göstermeye çalıştım.

Fakirlik her zaman itaatsizliğe ve sosyal olmayan davranışlara veya ayaklanmaya neden olmamaktadır. Fakat fakir olanların, devletin onların refahı, kültürel ve manevi istekleri için çalıştığını bilmeleri gerekmektedir. Eğer ki devletin amaçları arasında, kitlelerle uyumlu olarak vizyon veya etno-ulusal kimlik ideolojisi bulunan

bir gelişmiş ülke olmak yer alıyorsa, o zaman Özbek devlet-köylü ilişkisinin sağlam temellere bastığını ifade edebiliriz.

Çifte kimlik konusunda betimleyici bir makale yazmayı düşünmemiştim, fakat Orta Asyalıları Sovyet halkı olarak değerlendirmeyi de bırakamazdım. Bu makaleye birçok farklı açıdan yaklaşılsa da, ben politik olanı tercih ederim. Son olarak, bu çabanın, yeni bağımsızlıklarını kazanan BDT halklarının Sovyet halkı olarak avantaj ve dezavantajlarını ele alan antropolijik deneyimlerini yazma yönünde diğer insanları yüreklendirmesini umut ederim.

1 Kasıtlı veya kasıtsız olarak, özellikle Komunistler içinde, Özbekistan bu bağlamda Çin ile kıyaslanmaktadır. Kadınlar için baskıcı olan bir çok durumun ortadan kaldırılması öngörülürken tekrardan ortaya çıkmıştır. (Anagnost 1190: 313-329) Orta Asyalıları alaya alan ve aşağılayan sömürgeci yaklaşımlar cinsler birbirine öfke yaratılmasında başarılı olmuştur.

Özbek Cumhuriyeti’nin oluşmasında Sovyet süreci, etnik bölünmelerin yarattığı miras ve terk edilen milliyetçi özlemlerin uyanışı Carlisle tarafından net bir biçimde ortaya konulmuştur. (1995: 71-104).

2 1960’lardan itibaren İlkçağlardan Bolşevik öncesi dönem hakkında tarihsel araştırmalar, Türk Orta Asyalı araştırmacılar kendilerini Sovyet-Rus kültüründen ayırmaya başladılar, bu özellikle İmparatorluk öncesi Orta Asya’nın geriliğini Sovyet araştırmacılarının “veri almaları” ile ilgilidir. (bkz. Altstadt 1991: 73-90).

3 Özbek Cumhuriyeti’nin oluşumunda Sovyet süreci etnik bölümlerin yarattığı miras ve terk edilen milliyetçi özlemlerin uyanışı Carlisle tarafından net bir biçimde ortaya onulmuştur. (1995: 71-104).

4 Alt-etnik kimlikler, ayrıca “aşiret” veya “kabile” olarak da anılırlar (daha çok antropolojik olarak değil de politik olarak kullanılırlar-uygulayıclar tarafından değişik şekillerde tanımlanırlar). Halen önemlerini korumaktadırlar. İnsanlar halen kendilerini Özbekistan’da bulundukları bölgeye göre


Yüklə 15,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin