El ihtiyarı: Örnek ihtiyar. Sözünden dönmeyen köy içindeki, kavga ve anlaşmazlıkları önleyen, halkı örf ve adetlere yönlendiren ihtiyardır.
Dong ihtiyarı: Uzaklara gidemeyen akşam sabah köyün tepesinde oturup, köyü seyrederek, gençleri çağırıp onlara nasihat eden, onlara ibret verici hikaye ve masallar anlatan ihtiyardır. Bu ihtiyarın yanında her zaman çok sayıda genç görmek mümkündür.
Üy ihtiyarı: Hanımının yanından ayrılıp bir tarafa gitmeyen, onunla konuşup dertleşen ihtiyardır. Bunun halkla işi olmadığı ve halka yararı dokunmadığı belirtilir.19
Kırgız toplumunda yaşlılara verilen önem, onların toplumdaki yeri, atasözlerinin ana temalarındandır. Bu konudaki birkaç atasözü şöyledir:
Örnek ihtiyarın olmadığı yerde, hünerli genç de yoktur.20
Uzunsuz kısa olmaz, Ulusuz cüce olmaz.
Yaşlısı olanın rızkı-nimeti vardır.
Yaşlı evin ışığıdır.
Yaşlının sözüne kulak as.
Genç gücü ile yaşlı nasihatı ile,
Mollalardan mektup, ustalardan eser, yaşlılardan torunlara nasihat kalır.21
Kırgız kültüründe, terbiyenin başı, anne ve babaya saygı, büyüklere hürmet ve edepli olmaktır. Gelenekte yaşlılara hürmet, karşılaşıldığında çıktığında selam verme, büyüklere saygılı olma vardır. Atalardan kalan bir vasiyette şöyle denir:
Sakalduu çıksa aldınan Sakallı çıksa önünden
Salamdaşıp kol bergin Selamlaşıp el verin
Sakalduya col bergin Sakallıya yol verin
Ulular çıksa aldınan Büyükler çıksa önünden
Uçuraşkan kol bergin Karşılaşınca el verin
Ulularga col bergin22 Büyüklere yol verin
Yaşlılara saygı ifadesi ve belirtisi olarak önce gençlerin yaşlılara selam vermeleri, onlar yanlarına geldiğinde hep birden ayağa kalkmaları, yaşlıları başköşeye oturtmaları, onlara düğün ve törenlerde özel yer ayırmaları, yemek, et takdim etmeleri gerekir.23
Kırgızlarda saygı gereği büyüklere adı ile hitap edilmez, dolayısıyla büyüklere saygı maksadıyla kullanılan edebî kavramlar, özel terimler vardır. Gençler, büyüklere dede, nine, amca, dayı, ağabey, abla gibi sözlerle hitap ederler. Bu ifadeleri kullanmamak edepsizlik olarak kabul edilmektedir. Böyle edep ifadeleri halk destanlarında da yoğun olarak kullanılmakta, örneğin Manas destanında Koşay ile Manas’ın diyalogunda Manas, han olmasına rağmen, kendi makam mevkiine bakmaksızın, Koşay’a ağabey diye hitap etmektedir. Bu da ahlak kaidelerine hem Hanların hem de Halk kesiminin uyduğunu, bu konuda titiz davranıldığını göstermektedir.24
Türklerdeki atalar kültü gereği Kırgızlar yaşlılara saygı göstermekte, öldükten sonra bile onları aralarında yaşayan diriler olarak kabul etmektedirler.25 Bu saygının gereği olarak ölen atalarının kabirlerini kutsal yerlerden saymakta, mezarları yüksek yerlere, görkemli bir şekilde yapmaktadırlar. Her fırsatta Kur‘an okuyarak, ölülere bağışlamaktadırlar.26
Yedi Atayı Bilme
Kırgız Türklerinde, günlük hayatta sohbetlerin ana konularından birini oluşturan bir gelenek de “Yedi atayı bilme”dir. Kırgızlar eski zamandan beri sağlam ataerkil yapıya dayanan bir sistem benimsemişlerdir. Buna göre, aile soyundan gelme özellikle baba tarafına dayandırılır. Dolayısıyla bir insanın soyu, akrabası denince baba tarafından insanlar akla gelir. Bu yüzden yedinci atasına kadar soyunu bilmek, bunları her zaman akılda tutmak mecburiyeti vardır. Kırgızlarda bu husus, Müslüman evlâdı olmanın alâmeti sayılmakta, geçmiş ataların tanıyarak onların yolunu tutup, izini takip etmek, gelecek nesil gençlerin boynundaki dini bir borç olarak görülmektedir. Öyle ki, yedi atayı bilme farz olarak telâkki edilmektedir.27 Yedi atasını bilmeyene mako (ahmak) gözüyle bakılmakta; “Köle” olarak adlandırılmaktadır. Âdete göre yedi atasını bilip, isimlerini ezbere söyleyen bir insan, kendisinin köle olmadığını ispatlamış sayılmaktadır.28
Kırgızlarda akrabalık sistemi iki kısımdan oluşur. Yukarı doğru bakılınca, yedi ata karşımıza çıkar ki bunlar sırasıyla Ata, Çon-Ata, Baba, Kubarı, Coto, Cete, Tek (Teg)’dir. Aşağı doğru sıralandığında, Ata, Bala, Nebere, Çebere, Çıbıra, Kıbıra, Tereng (Teber) olarak sayılmaktadır. Kardeşliğin yukarı bölümünü diğer bir ifade ile yedi ata kısmını bilip ezbere söyleyenlere “Tegin bilen”, aşağı kısmını söyleyenlere ise “Tebin bilen” denmektedir.29
Kırgız toplumunda yedi atayı bilme geleneği, onların yaşam tarzı ile ilgili bir husustur. Tarihe bakıldığında Kırgızların hepsinin aynı dili konuşmakla birlikte,
çeşitli kabilelere ayrıldıkları, göçebe bir hayat yaşayarak günümüze kadar gelmiş oldukları bilinmektedir. Eskiden, günümüzdeki gibi insanların kimlikleri yokmuş. Fakat her bir insanın hangi kabileye mensup olduğunu ve kim olduğunu belirten, bilgiye sahip olması gerekiyormuş. İşte bu sosyal ihtiyaçlardan dolayı yedi atayı bilme geleneği ortaya çıkmış, günümüze kadar yaşatılmıştır.30 Zira yedi atasını söyleyen birinden, onların kim olduğu, nasıl yaşadıkları ve onlardan doğan nesiller hakkında bilgi edinilmektedir. Bu gelenek kutsal kabul edilmektedir.31
Yedi atayı bilme geleneğinin Kırgızların evlilik sistemiyle de yakın alâkası vardır. Eskiden beri Kırgız eğitim sistemi bir atadan gelenlerin evlenip yuva kurmalarını sınırlandırmış, bunu bir sisteme bağlamıştır. Buna göre, bir kabiledeki insanların baba tarafından yedinci nesile kadarki akrabalarıyla nikahlanması yasaklanmıştır. Çünkü yedi atanın nesli birbirine öz kardeş olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla yedi atasını sorarak kız vermek gelenek halini almakta, evlilik yedi nesilden başkalarıyla yapılmaktadır.32 Kırgızlarda, büyük köyün küçük köyden, zenginlerin fakirlerden kız alıp vermesi namus derecesinde önemsenerek yanlış görülmekte, herkes, kendine denk olanlarla evlenmeye çalışmaktadır. Nitekim Bir Kırgız atasözünde “Teñ Teñi menen, tezek kabı menen” (Denk dengiyle, tezek kabı ile) denilmekte evlilikte denkliğin önemine işaret edilmektedir.33 Yedi ata geçmeden evlenmemenin en önemli sebeplerinden biri genetik temizliğin korunması neslin sağlıklı olarak yetişmesini sağlamaktır.34 Aile kurmada akrabalık sınırını gözetme geleneği Manas Destan’ında da açıkça görülmekte babasının, Manas’ı Kırgızların dışında, Tacik kızı Kanikey ile evlendirmesine iki sebep gösterilmektedir. Bunlardan biri, gönlünden geçen kızların kökünü araştırdığında Manas ile yedi atalarının bir çıkmasıdır. İkinci sebep olarak da Manas’ın babası Cakıp’ın kanı temizleme, tohumu iyileştirme, sağlam bir nesil oluşturma gayesi zikredilmektedir. Destandaki “Kurama temir kurç bolot” (Karma demir keskin olur) sözü de bu amacı vurgulamaktadır.35 Yedi atası bir olanların evlendirilmemesi geleneğinin Kırgızlara has, onlar için özel anlamı olan bir gelenek olduğu belirtilmektedir.36
Misafirperverlik
Kırgız halkının “Kılımları karıtkan” (asırları kocaltan), edep-ahlak, geleneklerinden biri de misafirperverliktir.37 Kırgızların başka milletlerden misafirperverliği ile ayrıldığı, bu özellikleri ile tanındıkları iddia edilmektedir.38 Kırgızlarda “Konok” (Misafir) “Allahın bir adı” kabul edilmekte, böylece misafir ağırlama da ulu ve kutsal olmaktadır.39 Sadece özel olarak çağrılan değil, yolculuk esnasında tesadüfen gelen insanlar da “Kuday-Konak” (Tanrı misafiri) kabul edilmektedir.40
Halk arasında misafir gelmesiyle ilgili çeşitli inanışlar yer almakta, bazı durumlar misafir geleceğine işaret sayılmaktadır. Buna göre 1-3 yaşlarında bir çocuk bacaklarının arasından arkaya bakarsa; sinek, yemek ya da çayın üzerinde döner giderse; kedi, yüzünü yalarsa misafir geleceğine inanılmaktadır. Misafirin uzaktan mı yoksa yakından mı geleceği, gelen misafirin kadın mı erkek mi; yaşlı mı, genç mi olacağı da merak konusu olmakta, bu merakı ise birtakım inanışlar gidermektedir. Örneğin, Boz-üy’ün (Kırgız Çadırı) üstündeki açık yerden (Tündükten) böcek düşerse misafir geleceğine hükmedilmektedir. Düşen böcek büyük örümcekse yaşlıların, küçük örümcekse gençlerin misafir geleceği şeklinde yorumlanmaktadır. Eğer bir insanın elinden bulaşık kap, kaşık vb. düşerse bu, iyiliğe yorumlanarak kısa zamanda, dolayısıyla yakın bir yerden misafir gelecek denmektedir. Elinden bıçak düşerse erkek misafir, kaşık düşerse kadın misafir geleceği şeklinde yorumlanmaktadır.41
Misafirlikle ilgili bu inanışların oluşması, misafir ağırlama geleneklerinin bu kadar yoğunluk kazanıp, geniş alana yayılarak milli gelenek haline gelmesi, Kırgızların Müslüman bir toplum olmaları yanında eski göçebe hayat özellikleriyle de yakından ilgilidir. Zira onlar, köyden köye, yayladan yaylaya göç edip dış dünyayla ilişkileri kesilmiş gibiydi, çevreden ve dış dünyadan da pek haberleri yoktu. Dolayısıyla kendilerine uzaktan ve yakından gelen misafirler onlar için haber ve bilgi kaynağı oluyordu. Bunun için onlar gelen misafirleri kutsal sayar, özel misafir kabul ederek, onlara en iyi yemekleri yedirir, onları güzelce ağırlar yola vururlardı. Göçmenlerin misafirlere gösterdiği bu özel itina ve saygı nesilden nesile geçerek günlük hayatta milli bir gelenek haline gelmiştir.42 Böylece insanlara hürmetle muamele etmek, Kırgız halkının edep-ahlak ve manevi kültürünün başlıca simgeleri kabul edilmekte,43 misafirperverlik geleneği insanların ilişkilerini düzenleyen ruhi ihtiyaçlarını karşılayan özel bir fenomen sayılmaktadır.
Kırgız halkına göre, misafirlik hem ev sahibi hem de misafir için son derece faydalıdır. Çünkü içtenlikle misafir ağırlama hem misafirin hem de ev sahibinin edep ve ahlakını iyi yönde geliştirir. Eğer misafir ve ev sahibi farklı iki millettense, o iki milletin dostluk ve kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlar. Kırgızların misafirperverlik geleneğinden, Kırgızistan’da ikamet eden araştırmacı ve seyyahlar övgüyle bahsederler. 1845 yılında meşhur Rus coğrafyacısı P. P. Semenov, “Ben kara Kırgızların misafirperverlik geleneğini kutsal saydıklarına, misafire tazim gösterdiklerine tüm kalbimle inandım”
diye yazmaktadır.44 Aali Tokambayev ise şöyle der: “Asırlardan beri Kırgızlar, misafirperverlikle diğer toplumlardan ayrılıp gelmiştir. Boz-üye gelen misafir, kutsal sayılıp ona en iyi yemekler verilirdi. Yayla şartında misafir son haberlerin kaynağı olurdu.45 Kırgız halkının ruhi dünyasındaki misafirperverlik geleneğinin yerini meşhur Şair Alıkul Osmanov şöyle dile getirmektedir:
Gönlüm kaba, başım tuman kengirep
Üçgün boldu bizge meyman kelelek
Copçumun bul kandayça şıldını
Daamı coktay, cegen tokoç cegen et
Sıylap berer, belen Kırgız daamı bar
Ey Coldaş bizdikine kele ket.46
Burada şair kendilerine üç gündür misafir gelmediği için gönlünün sıkıntılı, başının dumanlı olduğunu bildirmekte, yedirecek, içirecek yemeği olduğunu söyleyerek evine misafir çağırmaktadır.
Geleneğe göre, gerek davetli, gerekse davetsiz gelen misafiri Kırgızlar çok sıcak karşılar, adres sormaya geleni bile önce eve alıp ona sıcak çay, kımız ikram eder, sonra gideceği yeri gösterirlerdi.47 Çünkü Kırgız inanışına göre eve gelen biri boş çıkmamalı, hiç olmazsa bir lokma ekmek ikram edilmelidir. Buna “Nan oğuz tiyuu” (Ağza bir lokma ekmek alma) denir.
Kapıya gelen bir insana evin genç kızı, hemen evden birkaç ekmeği üst üste koyarak, büyük bir saygı ve nezaket içinde misafirin önüne getirir. Misafirde o ekmekten bir lokma keserek yer, dua ve teşekkür eder. Eve gelen bir insanın boş çıkmaması gerektiği gelenek ve inanışı bir atasözünde şöyle dile getirilmektedir: “Üyge kirgen kuru çıkpayt, körgö kirgen tiruu çıkpayt” (Eve giren boş çıkmaz, kabre giren diri çıkmaz) Birisinin misafir geldiği ev kut48 düşmüş gibi kabul edilir, yedi adam misafir gelse birinin hızır olduğu söylenir.49 Misafirin eve bereket getireceğine inanılır.50 Eve gelene bir şey ikram edememe Kırgızlarda utanç vesilesidir. Nitekim bir atasözünde “Bargança meymen uyalat, Bargan son üy eesi uyalat” (Gidene kadar misafir utanır, gittikten sonra ev sahibi utanır) denerek bu hususa işaret edilmektedir.51
Misafiri ağırlama, ona hürmet etme, misafirin atını almakla başlar. Gençler misafirin atını alarak bir yere bağlar ve karnını doyurur. Ev sahibi misafiri kapıda karşılar sonra boz üyün kapısını açıp eve girmesini rica eder. Eve girerken ve çıkarken misafire kapı açma ona gösterilen hürmetin bir ifadesidir. Misafirin ayakkabılarının, ön kısımları kapı tarafına gelmeyecek şekilde koyulur. Eğer ayakkabıların önü dış kapı tarafına bakıyorsa misafirin erkenden gitmesi isteniyor anlamı çıkar.52
Misafir eve girerken veya girip oturduktan sonra evin genç erkeği sağ eline leğen, sol eline güyüm veya çaydanlık, omuzuna havlu olarak misafirin ellerine su döker. Bu uygulamaya “Kolgo su Beruu” (Ele su verme) denir.
Ele su verme, yemekten önce ve sonra yapılır. Bunun belli kuralları vardır. Yemeğe kadar sağ taraftan, yemekten sonra sol taraftan başlanarak, suyu şarıldatmadan, etrafa sıçratmadan dökmek lazımdır.53 Ellerine su dökülen misafir baş köşeye oturtulur. Geleneğe göre herkes “Omiyn” (Âmin) diyerek ellerini yüzüne sürer. Bundan sonra misafir, “Biz geldik kaza-belâ gelmesin” der; Ev sahibi de “Aytkanız gelsin” (dediğiniz gerçekleşsin) şeklinde karşılık verir. Hal hatır sorulduktan sonra hemen “Dastarkon” serilip yemekler getirilmeye başlanır. Misafirin kendi rızkıyla geldiğine inanan Kırgızlar, geniş nezaket sahibi cömert insanlardır. Misafirden hiçbir şeyi esirgemez, böylece dastarkonlarının zenginliği ile tanınırlar.54
Kırgız dastarkonunda (sofrasında) ortada “nan” denilen ekmeğin etrafını, “borsok” denilen yağda pişirilmiş şekersiz lokma tatlısı benzeri yiyecekler ve içleri soğanlı etle dolu hamur işi “samsa”lar süslemektedir. Yemek başlamadan önce misafirlerin sohbetine vesile olan fıstık, badem, çekirdeksiz kara üzüm, kaysı kurusu, ceviz, çeşitli meyveler, bal, kaymak ve tereyağı gibi yiyeceklerden sofrada kaşık koyacak yer bile bulmak oldukça güçleşmektedir. Çok uzun süren Kırgız sofrasının belli başlı yemekleri et ve hamur işlerinden oluşmaktadır. Kesilen kurbanın et suyundan oluşan çorbayı, kemiklerinin kırılmadığı, on iki misafire göre ayarlanmış koyun eti, misafirlerin ağırlık durumuna göre uyluktan başlamak üzere takdim edilmektedir. Bunu, kemikleri kırılmamış birer dilim kaburga kemiği, suda pişirilmiş kuyruk yağı ve kara ciğer birlikte izlemektedir.
Yemeğin en dikkate değer kısmı, kesilen kurbanın kafasının sofranın Aksakalına takdim edildiği andır. Aksakalın önüne konulan kafanın kulağından bir parça keserek başlattığı ikram, çeşitli sağlık, birlik ve ahlaki dua içeren temennilerle sofrada bulunanlara dağıtılmaktadır. Kırgız sofrasının ikinci kısmını hamur işi ağırlıklı yemekler oluşturmaktadır. Mantı, çuçpara (Kayseri mantısı), lağman, beşparmak gibi milli yemekler aşın (etli, havuç karışımlı pirinç pilavının) gelmesiyle zirveye ulaşmış olur. Tatlı kültürünün bulunmadığı sofra pilavın gelmesiyle Amin denilerek herkesin ellerini yüzüne çalmasıyla sona ermektedir.55
Kırgız geleneğine göre, sofrada misafire “Kana algın” (hadi alınız) diye sıkıştırmak gerekmez, belirli aralıklarla üç defa söylemek yeterlidir. Misafir doyup sofradan çekilince yine eline su dökülür. Misafirin eline su
döken gence misafirler: “Dileğini versin”, “var ol”, “ömürlü ol”, “düşündüğün fikre, dilediğini maksadına yet”, “Büyük atalarının yolunu yol edin”, “Peygamber-Sahabiler seni korusun” diye dua ederler.56 Misafir gitmek için izin isteyip yerinden kalktığında kapıya kadar yola vurmaya çıkar, sağ selamet gitmesini diler, hayırla vedalaşırlar.57
Hayatta insanların birbirlerine iyi dilekte bulunması, hayır dua etmesi, insanlar arası ilişkileri sağlamlaştıran güzel geleneklerden biridir. Adete göre, gerek misafir sofrasına, gerek normal yemek üstüne bir Kırgız geldiğinde evvela selam vererek, “Tamağınızdar Tattuu bolsun, İçteğinizder açılsın” (Yemeğiniz tatlı, afiyet olsun, iştahınız açılsın) diye dilekte bulunur, yemek yiyenler ise “siz menen koşoo bolsun” (sizinle beraber olsun) diyerek onu yemeğe çağırırlar. Eğer bir insan, yemek yenirken sofra kalkmadan gelir, sofraya yetişirse o kişinin yemek yiyenler ve o ailenin iyiliği için çalışan, onlara dua eden, hep iyiliklerini dile getiren, daima onların lehinde söz söyleyen birisi olduğu kabul edilir. Yemek yemeye yetişemeyen, sofra kalkarken gelen birisi ise onların kötülüğünü isteyen, aleyhlerinde söz söyleyen biri olarak görülür. Pişmekte olan yemeğin üzerine gelen birinin ise rızık getirdiğine inanılır.58
Her toplumda olduğu gibi Kırgızlarda da yemek adabı belirli kurallara bağlanmıştır. Buna göre, sofrada yemeğe önce büyükler başlar, herkes kendi önünden yer, büyüklerden önce sofradan kalkılmaz, sofrada eller çeneye veya yere dayanarak oturulmaz, sofrada iken gerneşilmez.59 Yemekten sonra dua edilir. Ancak, duadan önce sofradaki pilavın kabı, demir sahan, bıcak vb. kaldırılarak dua edilmelidir. Çünkü bunların sofrada durmasının duanın kabulüne mani teşkil ettiğine inanılır. Dastarkon’un üzerinden atlanmaz.60 Birisine yemek verilirken sağ elle uzatılır. Bu hürmet ve edebin işaretidir. Pişen yemek, yenmeden bırakılıp gidilmez, zira bu, rızkı tepmek anlamına gelir.61 Kırgızlarda, rızık anlayışına bağlı olarak ekmekle ilgili birçok halk inanışı karşımıza çıkmaktadır. Buna göre Ekmek belden aşağı tutulmaz, sofrada ters çevrilmez, tek elle kesilmez62 Kendi müşahadelerimiz ve kendilerine sorular yönelttiğim bir çok Kırgız vatandaşlarının ifadelerine göre; Askere giden bir gence bir ekmek ısırttırılır, kalanı duvardan asılır. Böylece duvara asılı ekmeğin, asker gencin rızkını eve çekeceğine ve sağ selamet yuvasına dönmesine vesile olacağına inanılır. Çocuk korkmasın, ağlamasın, birden uyanmasın diye yatarken yastığının altına ekmek konur. Gece yalnız başına yolculuğa çıkan birinin, şayet yanına ekmek alırsa başına kaza bela gelmeyeceğine inanılır. Kanaatimizce ekmekle ilgili bütün bu inanışlar, Kırgız halkında ekmeğin kutsal kabul edilmesinden ve koruyucu özelliğe sahip olduğu inanışından kaynaklanmaktadır.
Halk İnanışları
Halk inanışları ve benzerlerinin birçok Kırgız evinde, yüz prensip adı altında yazılıp bir levha halinde duvarlardan asıldığını müşahade ettik. Kırgız kültüründe günlük hayatta beğenilmeyen davranışları yasaklayan bir takım inanışlar vardır. Biz, burada A. Misirov’un bu konuda halk arasında derlenerek yazılan kitabından seçtiğimiz63 ve kendimizin tespit ettiği bazı inanışları zikretmek istiyoruz.
Sabah sabah kötü söz söylenmez
Atın yelesine ayak konulmaz.
Kötü rüya görülürse, onu suya söylemek gerekir.
Soğanın sebzelerin kabukları ateşe atılmaz.
Eller yıkandıktan sonra silkelenmez. Kuruması beklenir.
Kül dökülen yere idrar yapılmaz, küllükte çocuk oynatılmaz, küllüğe basılmaz ve kül yığını karıştırılmaz.
Oturan insanlara, sırtını dönerek oturulmaz.
Sofranın etrafında oturup gerneşilmez.
Birisine bir şey verirken sağ elle verilir, sol elle verilmez.
Otururken eller yere dayanılmaz, ayak ayak üstüne atılarak oturulmaz.
Parmaklar kenetlenerek oturulmaz. Bu, akrabalar arasında kavgaya sebep olur.
Kapıyı ayakla tepip açmak doğru değildir.
İnsanın başına giydiği şeyler, ayak altına koyulmaz, eline takıp oynanmaz. Başa giyilen, insanların kendisine ait kalpak vb. eskimiş olsa bile satılmaz.
Geceleyin bulaşıklar yıkanmadan yatılmaz, kapların ağzı açık bırakılmaz.
Kıbleye karşı ayak uzatılarak yatılmaz ve kıbleye dönerek tuvalet yapılmaz.
Yatarken pantolon baş tarafa koyulmaz.
Yanan ateşe tükürülmez. Ateşe su dökülerek söndürülmez.
Eğer yemek pişmişse yenmeden bırakılıp yola çıkılmaz.
Süpürge dik konulmaz ve süpürgeyle birine vurulmaz. Süpürge ters konursa düşmanlar çoğalır.
Çöp dökülen yere oturulmaz, geceleyin süpürgenin çöpü ve kül dökülmez.
Kapıdan girip çıkarken eşiğe basılmaz, sağ ayakla ve eşiğin üzerinden atlayarak geçilir.
Yemek sofrasız yenmez ve sofra ters konmaz.
Mezarda oturup gülünmez. Mezar parmakla gösterilmez.
Geceleyin bebekler evden çıkarılmamalı, eğer çıkarılmak zorundaysa yüzüne is sürülmelidir.
Çocuğun elbiseleri geceleyin dışarıda bırakılmaz.
Elbisenin üzerinden atlanmaz.
Bulaşıklar ayakla tepilmez. Çünkü servet gider.
Ev içinde ve geceleyin ıslık çalınmaz.
Eller, çeneye dayanarak oturulmaz. Bu, kötülüğü çağırmak demektir.
Akan suya tükürülmez, süpürgenin çöpü ve kirli, pis atıklar, akan suya dökülmez.
Aya bakarak abdest alınmaz.
Yeşil otlar sebepsiz yere biçilmez, yaş ağaç kırılmaz, mal ve davarların yattığı yere işenmez.
İnsanın, etrafında dönülmez. İnsanın boyunun uzunluğu karışla ölçülmez.
Dizler kucaklanarak oturulmaz, zira bu dulluğun belirtisidir.
Boş beşik sallanmaz.
Acı yiyecekleri isteyenler boş çevrilmez, istedikleri verilir.
Elbise insanın üzerindeyken dikilmez. Dikilirse o kişinin aklı eksik olur.
Horlayan insan, uyandırılmaz. Çünkü horultusu bulaşır.
Bekâr erkek çok uyursa evlendiği kadının gözleri şaşı olur.
Sağ avuç kaşınırsa, insanın geliri olur; sol avuç kaşınırsa gideri olur.
Bir insanın ökçesi kaşınırsa, yolculuk yapacağına inanılır.
Kulağı uğuldarsa “Ölümden haberim var, hazırlığım yok” diyerek üç defa tövbe etmek zorundadır.
Yemeğin içine böcek, kurt vb. düşerse, gelirin işareti sayılır.
Yemek yerken dilini dişlersen bir yakının aç kalmıştır ve seni hatırlamıştır.
Geceleyin kadın su almaya çıkarsa, üç defa besmele çekerek suya üç kara taş atmalıdır.
Kırlangıç ile karıncanın yuvasını bozanın evi, barkı ve ocağının yıkılacağına inanılır.64
Büyüklerin sözünü bölmek edepsizlik sayılır.
Arktaki suya tükürmek kerih görülmektedir.
Karanlıkta ak (peynir, kımız, süt, vb.) sorulmaz ve istenmez.65
Kırgızların mitolojik düşüncelerine göre, uyuyan insanın canı bedenden ayrılıp, uzaklara uçar ve gezer. Bundan dolayı uykudan sağ selamet uyanabilmek için iyi dilekler belirten dualar vardır. Yatarken bu duanın okunması teşvik edilir. Dolayısıyla Kırgızlar aşağıdaki duayı okuyarak yatarlar
Cattım Tınç Yattım sakince,
Cazdığım kanç Yastığım hazine,
Tilim Kır’an Dilimde Kur’an,
Tilegenim iman66 Dileğim iman.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kırgız Türklerinin günlük hayatında çok önemli bir yer tutan bu gelenek, görenek ve inanışların, oluşmasında hem eski dini geleneklerinden kalma inanışların, hem de İslam’ın büyük etkisi olmuştur. Zira Kırgızlar muhafazakar karakterleri gereği eski gelenek ve inanışlarını İslam ile yoğurarak bütünleştirmiş, günümüze kadar yaşatabilmişlerdir. Halk inanışlarının oluşmasında Kırgızların kendi ifadeleriyle, “Asırları kocaltan tecrübelerinin” büyük payı vardır. Nitekim siz, Kırgızlara, “bu inanışlara aykırı bir davranışta bulunduğunuz taktirde ne olur?” diye bir soru yöneltseniz, size “Caman bolot” (Kötü olur) cevabını verir. Demek ki bu inanışların bazılarının doğruluğu ve geçerliliği yaşanmış tecrübelerle ispatlanmıştır. Bazı davranışların sonuçlarının zarar getireceği düşünüldüğünden bunları yapmak yasaklanmış ve zamanla halk inanışı haline gelerek günümüze kadar yaşatılmıştır.
Bu çalışmamızda her ne kadar birebir karşılaştırarak incelemediysek de, genel hatlarıyla baktığımızda Anadolu gelenek ve inanışları ile Kırgızistan gelenek ve inanışları arasında büyük oranda benzerlik vardır. Aralarındaki coğrafi uzaklığa rağmen, Türk ve Kırgız gelenek ve inanışları arasındaki büyük benzerlik, bu iki halkın aynı kültürel kaynaklardan beslenen tek bir millet olduğunun açık göstergesidir.
Kırgızların bu gelenek ve görenekleri, onların milli varlıklarını günümüze kadar koruyarak, sonunda bağımsızlıklarına kavuşmalarına yardımcı olduğu gibi; bize göre bundan sonra milli birlik ve beraberliğin giderek daha güçlenmesine, bireyler arasındaki sevgi, saygı ve kardeşlik duygularının geliştirilmesine yardımcı olarak, bağımsızlığın korunmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Nitekim Kırgızistan Cumhurbaşkanı sayın Askar Akayev Eylül 2000’de Oş Devlet Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmasında gelenek ve göreneklerin önemine işaret ederek, Aksakallara hitaben: “Biz, bu günümüzü Aksakallarımızın varlığına ve onların duasına borçluyuz. Bugüne kadar onların sayesinde var olduk, yine onların sayesinde varlığımızı sürdüreceğiz” demiştir. Bu sözler en yetkin ağızlardan gelenek ve göreneğe verilen önemin ve büyüklere karşı duyulan saygı ve güvenin somut bir ifadesidir.
1 Bkz. Türkçe Sözlük, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu, II, 534.
2 Bkz. Kırgız Sovyet Entsiklopediası, Frunze, 1980, s. 228; Koşmamat Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, Oş 1997, s. 42.
3 Mustafa, Erdem, Kırgız Türkleri, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, 2000, s. 149.
4 Esencan, Tınay Uulu, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündü Bayan, Bişkek, 2000, s. 2.
5 S., Esengeldiyev, Uluttuk Cana Dini Traditsiyalar Cönündö Frunze, 1969, s. 3.
6 Bu müşahadelerimiz Kırgızistan’daki empirik (tecrübî) araştırmalara dayanmaktadır. Çünkü, “Kırgız Türklerinde Doğum, Evlenme ve Ölümle ilgili Gelenek ve Halk İnanışları” adlı doktora tezimizle ilgili materyal toplamak ve araştırmalar yapmak üzere iki yıl Kırgızistan’da bulunduk.
7 Bkz. Mısirov A., Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994, s. 11-12.
8 Bkz. A. Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, Bişkek 1966, C. 1, s. 59-60.
9 Bkz. Amantür Seydalioğlu, Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbös Döölöttörü, Bişkek, 2000, s. 261-262.
10 Esencan, Tınay Uulu, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündü, s. 29.
11 Bkz. Toktosun, Attokurov, Eldik Salt, Oş, 1996, (basılmamış müstakil çalışma).
12 Bkz. Mısirov, a.g.e., s. 11.
13 Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, C. 1, s. 40-41.
14 Bkz. “Ata Saltın Iyık Tutalı” Emgek Şamı, 22 Iyun 1991, s. 3.
15 Bkz. Zamıra, Akbagışeva, “Uluttuk Kaada Salttardın Kayradan Kanat Cayışı”, Kırgızistan Ayaldarı 10/90, s. 23; Geniş bilgi için bkz. Payaz Saparov “Uybülö Tarbiya Bulağı” El Agartu, 5-6/93, s. 72-74.
16 Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 41.
17 Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, Bişkek, 2000, s. 6.
18 Geniş bilgi için bkz. Akbağışeva, a.g.m., s. 23-24.
19 Bkz. Kabar Kokoş Uulu, “Ata Tekti Atay Bilsek” Eldik Trübüna No: 1, 1.1.1991, s. 5.
20 Bkz. Alımbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 65-66.
21 Bkz. Erdem, Kırgız Türkleri, s. 194.
22 Bkz. Tınay Uulu, a.g.e., s. 15.
23 Bkz. A., Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday éle” El Agartu 5-6/98, s. 46-47; A. Topçıyev, K. Kalılov, “Eldik salttar Cana Dini Irım-Cırımdar” Lenin Colu, 21 Fevral 1985, s. 4.
24 Bkz. Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday éle”, s. 47.
25 Erdem, a.g.e., s. 194.
26 Bkz. Alimbekov, a.g.m., s. 4.
27 Bkz. Kokoş Uulu, Kabar, “Ata Tekti Atay Bilsek”, s. 5; Tınay Uulu, a.g.e., s. 7-10.
28 Bkz. Tınay Uulu, a.g.e., s. 7-8.
29 S. Attakurov, Kırgız Etnografyası, Bişkek, 1988, s. 146; Yedi Atanın kimler olduğu ve nasıl adlandırıldıkları hakkında geniş bilgi için bkz. Kokoş Uulu; “Ata, Tekti Atay Bilsek” s. 5-6.
30 Bkz. Tınay Uulu, s. 9-10.
31 Bkz. Attakurov, Eldik Salt, s. 15.
32 Bkz. Attakurov, a.g.e., s. 15-16, Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, s. 40; “Salt Sandığın Açabız” Kırgızibtan Ayaldarı, 1/94 s. 11, Attakurov, Kırgız Etnografyası, s. 147; Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 171-172.
33 Bkz. “Salt Sandığın Ağabız” Kırgızistan Ayaldarı 1/94, s. 11;
34 Bkz. “Salt Sandığın Ağabız” s. 11-12.
35 Bkz. Geniş bilgi için bkz. Alimbekov, Kırgız Etnopedogogikası, C. 1, s. 40-42.
36 Bkz. Attakurov, Eldik Salt, s. 15-16.
37 Bkz. Alimbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday éle” s. 48.
38 Bkz. Nurgaliy, Abdesov, “Meyman Kütüü Azemin Bilesiz bi” Ene Til, No: 3 (5). Fevral. 1997, s. 3.
39 Bkz. Oy Güldörü (Eldık Çıkarma) çev. Taşmamatov, Talaybek, Bişkek, 1991, s. 8.
40 Bkz. Misirov, a.g.e., s. 10.
41 Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbös Döölöttörü, s. 273.
42 Bkz. Alımbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kenday Ele”, s. 48.
43 Bkz. Alımbekov, a.g.m., s. 49-51.
44 Bkz. Alımbekov, “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kenday Ele”, s. 49.
45 Bkz. Alımbekov, a.g.m., s. 49-50.
46 Bkz. A. Topciyev, Kalılou Koçkor, “Eldik Salttar Cana, Dini Irım Cırımdar” Lenin Colu, 21 Fevral 1985, s. 4.
47 Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-lakeptarı, Bişkek, 2000, s. 102.
48 Kut: Uğur, baht, talih, mutluluk, (Bkz. Türkçe sözlük TDK Yay. C. 2, s. 939).
Konuktuu üydö kut bar.
Kolonşoluu kişide cıt bar.
Üygö kirkençe konok uyalat.
Üygö kirgen son üyeesi uyalat. (Bk. Mambatkazı, Eminali “Irım-Cırım. Kaada Salttardan” Kırgızdar, C. IV s. 570-581.
49 Bkz. Geniş bilgi için, Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 62-63.
50 Geniş bilgi için, bkz. Esengeldiyev, Uluttuk Cana Dini Traditsiyalır Lönünde, s. 19.
51 Bkz. Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, s. 102.
52 Bkz. Abdesov, “Meymen kütüü azemin Bilesiz bi” s. 3.
53 Bkz. Abdesov, a.g.m., s. 3.
54 Bkz. Abdesov, a.g.m., s. 3.
55 Bkz. Erdem, Kırgız Türkleri, s. 238-239.
56 Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 70.
57 Bkz. Oy Güldörü, s. 7.
58 Bkz. Akmataliyev, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, s. 259.
59 Bkz. Misirov, a.g.e., s. 7-8.
60 Bkz. Koşmamat, Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, Oş, 1997, s. 46.
61 Bkz. Akmataliyev, a.g.e., s. 259-260.
62 Bkz. Seydaliyev, a.g.e., s. 45-46.
63 Bkz. A. Misirov, Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994, s. 7-12.
64 A., Misirov, a.g.e., s. 7-12.
65 Koşmamat, Seydaliyev, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, s. 45-46.
66 Bkz. Abdılcan, Akmataliyev, Baldarga Arnalgan Salt Cana Irım-Cırımdar, Bişkek, 2000, s. 98.
ABDESOV, Nurgaliy, “Meyman Kütüü Azemin Bilesiz bi” Ene Til, No: 3 (5), Fevral, 1997.
AKBAGIŞEVA, Zamıra, “Uluttuk Kaada Salttardın. Kayradan Kanat. Cayışı” Kırgızistan Ayaldarı 10/90 s. 23.
AKMATALİYEV, Abdıldacan, Baldarga Arnalgan Salt Cana Irım-Cırımdar, Bişkek, 2000.
AKMATALİYEV, Amantur, Baba Saltı Ene Adebi, Bişkek, 1991.
AKMATALİYEV, Amantur Seydalioğlu, Kırgızdın Köönörbos Döölöttörü, Bişkek, 2000.
ALİMBEKOV, A. “Kırgız Elinde Tarbiya Saltı Kanday ele” El Agartu 5-6/98.
ALİMBEKOV, A. Kırgız Etnopedogogikası 1. Cilt, Bişkek, 1996 Ata Saltın Iyık Tutalı, Emgek Şamı, 22 Iyun 1991, s. 3.
ATTAKUROV, Toktosun, Eldik Salt, Oş, 1996, (Yayınlanmamış müstakil çalışma).
ATTAKUROV, S., Kırgız Etnografyası (okuu kuralı), Bişkek, 1998 Birmin Kırgız Elinin Makal-Lakaptarı, Bişkek, 2000.
CUSUPOV, Keneş, Kırgızdar c. I-IV, Bişkek, 1997.
ERDEM, Mustafa, Kırgız Türkleri, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Ankara, 2000.
ESENGELDİYEV, S., Uluttuk Cana Dini Traditsiyalar Cönündö, Frunze, 1969; Kırgız Sovyet Entsiklopediası, Frunze, 1980.
KOKOŞ UULU, Kabar, “Ata Tekti Atay Bilsek”, Eldik Tribuna, No: 1 1.11.1991, s. 5.
MAMBATKAZI, Eminali, “Irım-Cırım Kaada Salttardan”, Kırgızdar, Ed. Keneş Cusupov, Bişkek 1997, c. IV.
MİSİROV, A., Irım-Cırımdar, Tuş Coruu, Uyku, Oş, 1994; Oy Güldörü (Eldık Çıkarma), çev. Taşmamatov, Talaybek, Bişkek, 1991; “Salt Sandığın Açabız” Kırgızistan Ayaldarı, 1/94.
SEYDALİYEV, Koşmamat, Eldik Pedagogikanın Bulaktarı, Oş 1997;.
TINAY UULU, Esencan, Cooker Kırgız Elinin Saltının urp-Adatının Kelip Çıkışı Cönündö Bayan, Bişkek, 2000.
TOPÇİYEV A, KALILOV Koçkor, “Eldik Salttar Cana, Dini Irım Cırımdar”. Lenin Colu, 21 Fevral 1985.
Çarlık Döneminde Kırgızistan’da
Kültürel Hayat
Dr. Askarbek bedelbayev
KırgızistanBilimler Akademisi Tarih Bölümü /Kırgızistan
9. yy.’ın ikinci yarısı-20. yy. başları Kırgız kültürü, eski dönemlerin kültürüne ve iyi geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Kırgız halkı maddî ve manevî kültürünün geleneksel şekillerini korumuş ve geliştirmiştir. Ayrıca yeni sosyal-ekonomik münasebetlerin, diğer Türk halkları ve Avrupalı göçmenlerle giderek artan ilişkilerin etkisiyle Kırgız kültürü içine diğer kültür unsurları da girmeye başlamış, bununla ilgili olarak da Kırgızların geleneksel zanaatleri değişmiş ve gelişmiştir.
Asırlarca süren göçebe hayat tarzı ve feodal-kabile düzeni Kırgızların tüm hayatî faaliyet alanlarına damgasını vurmuştur.
Maddî kültürün başlıca ögeleri olan konut, giyim ve yiyecek, eskiden olduğu gibi hayvan ürünlerinden ve doğadan elde edilmekteydi. Bu ürünler zamanın sınavından geçmiş ve her yönden güvenilir idiler. Coğrafî, tarihî şartlar ve komşu halklarla ekonomik, kültürel ilişkiler sonucu ortaya çıkan bazı yerel özellikler dışında, Kırgızların maddî kültürü tek tip ve özgün olmuştur.
Kırgızlarda temel konut tipi, olağanüstü nitelikleri bulunan yurt (çadır) idi. Ahşap yapı tarzı ve keçe örtüsü sayesinde kolaylıkla kurulabiliyordu. Ayrıca paravana şeklindeki duvarları çeşitli kombinasyonlarla kurarak çadırı büyütmek veya küçültmek mümkündü.
Çadırın iç düzeni kesin belirlenmiş geleneksel kurallara göre düzenleniyordu. Yalnız 20. yy. başlarında bazı zengin kişilerin çadırında fabrikada üretilmiş kap kacak, gaz lambaları, ahşap masa ve yataklar görülmeye başlar. Ülkenin güneyinde bu tip evler artık 19. yy.’ın ilk yarısında ortaya çıkar. Bunların içinde Özbek-Tacik köyleri için karakteristik olan düz damlı veya çift eğilimli çatısı olan kerpiç evler idi.
Ülkenin Rusya’ya birleştirilmesinden sonra Kırgızistan’ın kuzeyinde askerî ve sınır muhafaza mıntıkaları kurulmaya başlandı. Bunlar daha sonraları şehir ve ticaret kasabalarına dönüştüler. Örneğin, Tokmak, Pişpek, Karakol, Narın vd. şehirler böyle ortaya çıkmışlardır. 19. yy.’ın son çeyreğinde Rus, Ukrayna, Alman, Dungan vs. halkların Kırgızistan’a göç etmesiyle yeni tip köyler kurulmaya başlamıştır.
Yeni ortaya çıkan şehir ve köylerin etkisiyle 19. yy. sonlarına doğru Kırgız kışlaklarının (kışın kaldıkları bölge) yanıbaşında ikinci mesken olarak evler ve yardımcı yapılar yapılmaya başlanmıştır.
İlk Kırgız yerleşim birimi (Kıştak) olan Taş-Tube’nin temeli 1899 yılında atılmıştır. 20. yy. başlarında Issık Göl civarında Tepke, Çırak, Darhan, Temirovka, Taştak, Ak-Koçkor; Talaş ovasında Kara-Arça, Jayılgan, Üç-Korgon; Çu ovasında Çala-Kazak gibi Kırgız köyleri (Kıştak) kurulmuştur. Yeniyi kabul eden Kırgızlar geleneksel değerlerini de korumaya devam ederlerdi. Evi odalara bölmez, duvar veya çitle çevrelemez, evin yanına çadır kurarlardı. Evin iç düzeni de geleneksel çizgilerini korumakta devam etmiştir.
Diğer halklarla ilişkilerin kuvvetlenmesi, ticaret ve mübadelenin artması sonucu Kırgızların geleneksel giyimleri de belli değişimlere uğradı. Önce dışarıdan getirilen kumaşlar yaygınlaştı. Giderek erkek ve kadın giysileri daha çok farklılaşmaya başladı. Bazı giyim türleri ortadan kalktı, diğerlerinin kesimi değişti, elbiselerde alıntı unsurlar kullanılmaya başladı. Kırgızların geleneksel mutfağında hamur ve et yemekleri ağırlıktaydı. Darı, arpa, buğday gibi tahıllar ve doğa ürünleri de geniş bir şekilde kullanılmak
taydı. Kırgız mutfağının fakir ve tek tip olması hakkında oluşan fikirlere rağmen, Kırgızlara yararlı oldukları zamanla kanıtlanmış et ve süt ürünlerinden çok sayıda nefis yemekler hazırlanıyordu.
20. yy. başlarında yerleşik hayata geçen Kırgızlar, çeşitli sebzeler de yetiştirmeye başladılar ve mutfaklarına komşu halkların millî yemekleri girmeye başladı (mantı, lagman, yahni vs.). Farklı halklarla temaslar, diğer maddî kültür değerlerini de etkiledi, önemini kaybeden veya eskiyen unsurlar pratik ve estetik şartlara uygun olan yenileri ile değiştirildi.
Bu dönemde Kırgız halkının zengin ve özgün manevî kültürü de gelişmesini hızlandırdı. Bu süreci etkileyen hususlar, yeni tip okulların açılması, yetenekli sanatçıların varlığı, ilerici fikirli Avrupa aydınlarının faaliyetleri, çeşitli kitap ve matbuatın yayılması idi.
Diğer halkların tarih kitaplarında, edebiyatta, resimde, heykel sanatında, tiyatro oyunlarında yansıttıklarını, Kırgızlar, manevî kültürlerinde önemli yeri olan sözlü halk edebiyatı aracılığı ile yansıtmışlardır.
Bu dönemde de her zaman olduğu gibi kahramanlık destanları, özellikle büyük “Manas” destanı halk arasında çok yaygın idi ve seviliyordu. Bunun dışında “Er Töştük”, “Janış ve Bayış” gibi masalsı-mitolojik; “Kurmanbek”, “Er Tabıldı”, “Janıl-Mırza” gibi kahramanlık; “Sarınjı Bököy”, “Oljobay ve Kişimjan” gibi konusu günlük hayattan alınmış “Küçük” destanlar da bilinmekteydi.
Destan geleneğinin korunması ve gelişmesinde önemli rolü halk hikâyecileri (akınlar) oynamışlar. İfa sırasında bunlardan her biri tarihî şartlar ve o anki ortamla ilgili olarak hikâyeye yeni bir şeyler eklemişler. Bu dönemin en meşhur hikâyecileri Tanıbek (1846-1902), Naymanbay Bekmuratov (1853-1911), Togolok Moldo (1860-1942), Şapak Rısmendeyev (1863-1956), Sagımbay Ororbakov (1867-1930), Çoyüke Omurov (1886-1928); güneyde ise Çal Sadıkov (1850-1911), Isak Şaybekov (1880-1957) ve diğerleri idi.
Şunu da kaydedelim ki birçok yetenekli akınlar, belli tarihî olayları ve çağdaşlarını konu alan yeni destanlar da yaratmışlardır. Örnek olarak “Balbay” ve “Osmon Batır” destanlarında Kırgız halkının Rus işgalcilere karşı mücadelesi; “Kırgız Batırları”nda ise Şabdan, Baytik gibi tarihî kişiliklerin kahramanlıkları ve faziletleri terennüm edilmektedir. “Ak Möör”, “Kaptagay’ın Kızının Şikayeti” (Kaptagaydın Kızının Armanı) destanları ise kendi hakları ve Kırgız kadınının hakları için mücadele eden 19. yy. insanları hakkındadır.
Genelde Kırgız folkloru çok çeşitliliği ile dikkati çekmektedir. Destanların yanı sıra didaktik, mitolojik konularda, ritüel ve günlük hayatla ilgili şarkılar, efsaneler, masallar, bilmece ve ata sözleri de gelişmiştir. Bu türlerin korunarak geliştirilmesi büyük ölçüde Jenijok Kokouulu (1860-1918), Toktokul Satılganov (1883-1953), Barpı Alıkalov (1884-1949), Kalık Akiyev (1183-1953) gibi akınların, Moldo Niyaz (1820-1896), Moldo Kılıç (1866-1917), Togolok Moldo (1860-1942), Toktoralı Talkanbayev (1869-1943), Aldaş Moldo (1876-1930), Isak Şaybekov (1880-1957) gibi akın-yazarların faaliyetleri ile ilgilidir.
Ülkede baş gösteren sosyal-ekonomik değişimler ve zor hayat şartları, onları yeni manevî arayışlara itmiştir. Kırgız halkının toplumsal şuur düzeyinin gelişiminin yollarını aksettiren fikirlerine göre akınlar iki fikir akımına ayrılırlar: Zamancılar ve demokratlar. Bu iki fikir akımına mensup kişilerin eserlerinin incelenmesi, bunların arasında zıtlıkların değil, ilgi ve gelenek bağlantısının bulunduğunu göstermektedir. Oysa son dönemlere kadar, toplumun aşırı ideolojikleşmesi sonucu, zamancı akınların dünya görüşü ve fikirleri tutucu, irticacı olarak görülüyor, bunların değerli eserleri ancak olumsuz açıdan takdim ediliyordu. Gerçekte ise onların eserlerinde gerçek tarihî motiflerle dinî-mistik motifler iç içe geçmiş durumdadır. Ayrıca kötümser fikirler çok az yer işgal etmekte ve sadece bazı zamancılar için karakteristik olmaktadır.
Bu dönemin önde gelen zamancısı, sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçişte önemli katkıları olan Moldo Kılıç’tır. Küçük yaştan eğitime başlayan akın, Firdevsî, Nevaî, Bedil, Rabguzî vd. gibi Doğu klâsiklerinin eserlerini okumuş, kendi dönemi için çok zengin sayılan bir kütüphaneye sahip olmuştur. O, hayatı boyunca halkını zor durumdan kurtarmanın yollarını aramıştır. Moldo Kılıç, tarihî ilişkilerin yok olduğu, boy-kabile bağlarının ortadan kalktığı, insanlarda iktidar ve para hırsının, çıkarcılık, açgözlülük gibi olumsuz özelliklerin ortaya çıktığı dağılan bir dünyada yaşadığını düşünüyordu. O, geçmişe dönüş yapma yanlısı değildi, sadece olarak insanlara atalarındaki iyi özellikleri aşılamak istiyordu. Akın, İslâm’ın hümanist fikirlerinin yardımıyla soydaşlarının ahlakî-etik yönlerini etkilemeye çalışıyordu. Kendi halefleriden farklı olarak Moldo Kılıç toplumdaki ilerici gelişmeleri fark etmiş ve kendi eserlerinde halkı, bunları, özellikle yeni çalışma metotlarını kullanmaya davet etmiştir. Ama o, aynı zamanda, Çarlık Rusyası’nın ve yönetiminin sömürgeci politikasını da acımasızca eleştirmiştir.
Moldo Kılıç’ın eserleri farklı yollardan yayılıyordu. Onun “Deprem Masalı”, “Kız ve Erkek”, “Kerme-Too”, “Çu Ovası Destanı”, “Kuşlar”, “Kartalın Ziyafeti”, “Acı Çekme Dönemi” vs. gibi eserleri halk arasında çok sevilmekteydi. 1911 yılında Kazan’da onun “Kıssa-i Zilzala”
(Deprem Masalı) adlı eseri yayımlanmıştır. Bu, Kırgızca ilk yayımlanmış eser idi.
Yazar-akınlardan en meşhuru Moldo Niyaz idi. O, Kaşkar’da medrese eğitimi almış, tüm Türkistan’ı dolaşmış ve 19. yy.’ın ikinci yarısında Fergana ovasında baş gösteren çok önemli olaylara tanık olmuştur. Onun 7 eser yazarak bunları elyazma kitap haline getirdiği bilinmektedir. Bunlardan günümüze sadece 3’ü ulaşmıştır. Bunlarda Moldo Niyaz didaktik bir şekilde toplumun ağır hayatından bahsetmektedir. Tüm belâların sebebini o, ahlâk değerlerinin yok olmasında ve İslâmî kurallara uyulmamasında görmektedir. Bu eserlerde Kırgızların Hokandlıların zorbalıklarına karşı mücadelesi ve Doğu Türkistan’a kaçmaları, Çarlık Rusyası’nın Güney Kırgızistan’ı işgali gibi tarihî olaylar konu edilmektedir.
Zamancıların geleneğini yazar-akın, maarifçi Aldaş Moldo devam ettirmiştir. İlk eğitimini bir molla yanında alan Aldaş, daha sonra karakol şehrindeki yeni usullü Tatar okuluna devam etmiştir. 1904 yılından başlayarak kendini eğitime adamıştır. Öğretmenlik ve yazarlık faaliyetleriyle uğraşan akın, toplumu uyandırmayı amaçlıyordu. O, “Seçimler” ve “Hal-Zaman” eserlerinde Çar memurları ve yerel memurların rüşvete satıldıklarını; yeni oluşan tüccar ve tefecilerin kurnazlığı ve açgözlülüğünü eleştirmektedir. “Urku” adlı destan ise 1916 yılında Rus ordu birliklerinin acımasız operasyonları sonucu Çin’e kaçmak zorunda kalan isyancı Kırgızların trajik hayatına ithaf edilmiştir.
Osmonalı Sadıkov (1875-1940) meşhur maarifçi ve tarihçidir. O, Buhara, Afganistan ve Üç-Turfan’da eğitim görmüş, daha sonra hem çocukların eğitimi ile meşgul olmuş hem de Kırgız halkının tarihi ile ilgilenmiştir. Sadıkov 15 yıl boyunca şecereleri, folklor ve tarih materyalleri toplamış ve bu dağınık malzemeyi biraraya getirerek ve inceleyerek 1913 yılında Ufa’da “Kırgızistan’ın Kısa Tarihi” (Muhtasar Tarih Kırgıziya) eserini yayımlamıştır. Bir sene sonra aynı eser biraz daha genişletilerek ve düzeltilerek “Tarih Kırgız Şadmaniya” adıyla yayımlanmıştır. Kitabın ilk sayfalarında yazar, tarih “insan toplumu, onların ne yeyip ne içtikleri, ne ile uğraştıkları, hangi devletlerin olduğu ve ne işin düştükleri hakkında en doğru bilgileri verir” diyerek kendi eserinin önemini vurgulamak istemiştir.
O. Sadıkov’un tarihe yaklaşımı oldukça özgündür. O, tarihi konulara ayrı ayrı kişilerin faaliyetleri prizmasından ışık tutuyor. Ayrıca o, komşu halklar ve önemli tarihi olaylar hakkında da ilginç bilgiler aktarmaktadır. 20. yy. başlarında O. Sadıkov’un eserleri Müslüman okullarında ders kitabı olarak kullanılıyor ve böylece Kırgız halkının toplum şuurunun yükselmesini etkiliyordu.
Belek Soltonoyev (1878-1937) de uzun yıllar Türk halklarının tarihi ile uğraşmıştır. Medrese eğitimi aldıktan sonra bir süre Sazanovsk’daki Rus Tatar okulunda, sonra ise Pişpek’teki ziraat meslek okulunda eğitim gören B. Soltonoyev 1895 yılından tarihle ilgilenmeye başlamıştır. Notlarının birisinde o, şöyle yazmaktadır: “Kırgız halkının ne zaman ve nerede ortaya çıktığı konusuna ışık tutabilmek için Rusça ve Arapça kitaplar biriktirmeye başladım. Bu konuda ihtiyarlara ve tarih bilicilerine sorular soruyor, cevapları olduğu gibi deftere not ediyordum.” Yazar maarifçilik faaliyetinin yanı sıra, Çar Rusyası’nın iskan politikasına da karşı çıkıyordu. B. Soltonoyev’in sıkıştırılan ve toprakları elinden alınan köylüler adına çeşitli mercilere yazdığı şikâyet dilekçeleri arşivlerde korunmaktadır.
Kırgız sözlü ve yazılı edebiyatında önemli yeri olan kişilerden birisi de Togolok Moldo mahlası ile tanınan meşhur akın-yazar ve maarifçi Bayımbet Abdrahmanov’dur. Genç Togolok Moldo’nun sanatına en büyük etkiyi Moldo Kılıç göstermiştir. Muhtemelen “Kartalın Ziyafeti” eserinin etkisiyle o, “Karada ve suda yaşayan Kuşlar” adlı eserini yazmıştır. Bu eserde şair istismarcıları çeşitli kuşlara benzetmiş ve halkın mahrumiyetlerini dile getirmiştir. Togolok Moldo Kırgız edebiyatında didaktik manzum masal türünün temelini atan kişidir. Onun eserlerinde halkı aydınlatıcı ve demokratik fikirler ağır basmakta ve Kırgız toplumunu etkilemektedir. O, halklar arasında dostluk ilişkileri kurulmasını istiyor, soydaşlarına diğer halklardan öncül ekonomik metotları öğrenmelerini, yeni bilgilere ve meslekler edinmelerini tavsiye ederdi.
Kırgız sözlü edebiyatında demokratik cereyanın en tanınmış akını Toktogul Satılganov’dur. Sanat hayatının ilk günlerinden o, emekçi halkın çıkarlarını koruyan halk akını olarak çıkış etmiştir. 1898 yılında Andican isyanına katıldı diye yalan bir ittihamla Toktogul yedi yıllığına Sibirya’ya sürülür. Sürgünde geçirdiği yıllar akının manevî açıdan güçlenmesine ve demokratik fikirlerinin olgunlaşmasına yardım eder. Diğer halkların yetenekli temsilcileri ile yakın temas onun şairlik yeteneklerini de geliştirmiştir.
Toktogul “aytış”ın, yani seyirci önünde atışmanın büyük üstadı idi. Ayrıca lirik ve didaktik eserleri de mükemmeldi. Onun çok sayılı şarkılarında halklar arasında dostluk, sıradan insanların emeği, aşkı, doğruluğu, bağımsızlık duyguları terennüm edilmektedir. O, hem de Çar idaresinin yerel uşaklarının tebelliğini, açgözlülüğünü, cimriliğini, riyakarlığını ve kötü hareketlerini acımasızca eleştiriyordu.
Düşünür-akın Jenijok Kokovulu Kırgızların manevî hayatında derin izler bırakmıştır. Tabiat ona büyük bir edebî-felsefî yetenek ve önsezi vermişti. Çağdaşlarının
eserlerindeki demokratik fikirleri özümseyen Jenijok, bunları kendi eserlerinde daha da geliştirmiştir. O, toplumsal gelişmeyi emekçi halkla bağlıyor ve sosyal-ekonomik değişimlerde ona büyük rol veriyordu.
Jenijok’un derin içerikli, düşündürücü şiirleri ve didaktik eserleri çeşitli toplumsal ve doğa olayları üzerine yazılmıştır. Örneğin, şairin “On segiz min Aalam” adlı şiiri evrendeki olayları, anlama sürecinin sürekliliğine değiniyor, doğanın ve güneş sisteminin sırlı güçlerini anlamaya çalışıyor ve okuyucuyu da bu konuda düşünmeye davet ediyor.
Edebî faaliyetlerinin zirvesi en yeni döneme denk gelen Barpı Alıkulov, Kalık Akiyev, Eşmambet Toltoyev, Korgol Dosuyev, Alımkul Usenbayev vs. gibi birçok şair halk akınlarının demokratik gelenekleri ile yetişmişler.
19. yy.’ın ikinci yarısı 20. yy. başları Kırgız halk müziğinin de gelişmesini sürdürdüğü dönemdir. Hayatın tüm alanlarında, sevinçte ve kedere de Kırgız müziği ve şiirinin tek temsilcileri olan akınlar, âşıklar ve hikâyeciler halkın yanında bulunmuşlar.
Aynı zamanda iki-üç müzik aletini kullanmasını bilen halk müzisyenleri kendi eserlerini millî müzik ritmine uygun olarak besteliyorlardı. Müzik bilimcilerin vokal ve enstrümental diye ikiye ayırdıkları türler, Kırgız müziğinde çoğu zaman iç içe giriyor, birbirini tamamlıyordu.
İki yüzyılın eşiğinde yaşayan ve üreten Kurenkey Belekov (1826-1907), Burulça Osmonbekova (1836-1916), Toykojo Buçukov (1810-1912), Niyazalı Boroşov (1856-1944), Muratalı Kurenkeyev (1860-1949), Karamoldo Orozov (1883-1960), Musulmankal Moldobasanov (1883-1961), İbray Tumanov (1885-1967) vd. gibi halk akınları ve müzisyenleri Kırgız müziğinin gelişimine büyük katkıda bulunmuşlar. Bunların müzik ve ezgilerinde (küü) sosyal protesto motifleri, Çar sömürgecileri ve onların yerlerdeki uşaklarının zorbalığı ve adaletsiz yasalara karşı mücadele çağrıları duyulmaktadır.
Halk müzisyenleri diğer halkların müzik kültürüne saygıyla yaklaşıyor, en iyiyi alarak bunu millî müzik temelinde yeniden işliyor ve ona yeni bir anlam kazandırıyorlardı. Böylece Kırgız müzisyenlerinin repertuvarında Özbek, Kazak, Tatar ve Rus melodi ve ezgileri yer almıştır.
19. yy. sonlarına doğru yerli halkların müzik yaşantısına fabrika ürünü olan balalayka, mandolin, mızıka, armonika gibi müzik aletleri girmeye başlar. Örneğin, Toktogul balalayka ve mandolin, M. Moldobasanov ise mızıka çalabiliyordu.
Ayrıca Kırgız melodileri de değiştirilerek komşu halkların kültürüne giriyordu.
Bu dönemde Kırgızların halk oyun ve eğlenceleri de eski çağların izlerini taşıyordu. Müzik ve destan sanatı gibi bunlar da tüm halk şenliklerinde ve törenlerinde bulunuyordu.
19. yy. ikinci yarısı 20. yy. başlarında millî eğitim gelişmeye başlar. Halkın eğitime ilgisi büyüktü ve her Kırgız köyünde mektepler kuruluyordu. Burada aydın kişiler çocuklara dinî bilgileri, Arapçayı ve temel ilimleri öğretiyordu. Göçebe anlarında eğitim çadırda, kasabalarda ise camilerde yapılıyordu.
Daha yüksek dereceli okullar olan medreselerdeki eğitim sistemli ve çok yönlü idi. Bu tür okullar ancak şehirlerde ve büyük il merkezlerinde bulunuyordu. Medrese dinî ve medenî hukuk, matematik, tıp ve Doğu edebiyatları öğretiliyordu. İlmî temelleri başarılı bir şekilde öğrenmiş bir mezun, daha sonra ilgilendiği alanlarda kendi çalışıp araştırıyor, eğitim alanında faaliyet gösteriyordu. Kırgızistan’da mekteplerin ve dolayısıyla okuma yazma bilenlerin oranı giderek artmaktaydı. Kesin olmamakla birlikte 1913-1914 yılları arasında Bişpek kazasında 59, Prejevalsk kazasında 128, Oş kazasında 229 okul var idi. Göçebe hayat tarzı medreselerin fazla yaygınlaşmasını engellemiştir. 1914 yılında sadece Oş kazasında, yerleşik nüfus çoğunlukta olduğu için, 88 medrese faaliyet gösteriyordu.
1901-1902 yıllarında yeni oluşmakta olan yerli burjuvazi temsilcilerinin etkisiyle Bişpek, Tokmak ve Prejevalsk şehirlerinde yeni tipli okullar açıldı. Kırgızistan’da 1903 yılından başlayarak Çon-Kemin şehrinde (Şabdaniye medresesi), 1911 yılından Cumkale’de (Kurmandın Mektebi), 1912 yılından Koçkor ovasında, 1914 yılında Kurtka kasabasında bu tür okullar faaliyete geçmiştir.
Yeni tip okullarda eğitim çağın taleplerine cevap vermekteydi. Burada dinî ve dünyevî konular öğretiliyor, çağdaş araç-gereç (sıra, masa, harita vs.) kullanılıyordu. Bu okulların mezunları daha sonra Kırgız halkının aydınlanmasına büyük katkıda bulunmuşlar.
Çar hükûmeti bu yeni tipli okullara karşıydı ve onları sıkı kontrol ediyordu. Rusya’ya birleştirildikten sonra ise ülkede yeni Rus okulları açılmaya başladı. Eğitimin esas amacını belirlerken Çar hükûmeti “ülkede halk eğitiminin en önemli görevi” buradaki gelişimi “Rus çıkarları doğrultusunda yönlendirmesidir”, diye vurguluyordu.
İlk Rus kaza mektebi (ilkokul) 1870 yılında Tokmak’ta açıldı. Bundan sonra 1874-1900 yılları arasında Kırgızistan’ın tüm şehir ve kasabalarında bu tür okullar açıldı.
Rus yönetiminin alt düzey mercileri için yerli kadro hazırlamak amacı ile ilkokullar bünyesinde öğrenci daireleri (yatılı okullar) oluşturuldu ve bunlar Kırgız cemiyetlerinin imkanları ile maliyeleştirildi. 1874 yılında Karakol, 11876 yılında Bişpek’te yılda yerli halktan yal
nız 30 öğrenci kabul eden “Asya Pansiyonu” adlı yatılı okullar açıldı.
Rus ortaokulları daha sonraki yıllarda açılmıştır: 1911’de Prijevalsk, 1916’da Bişpek ortaokulları ve yine aynı yılda Pişpek kız gimnasyumu açılmıştır. 1914 yılında Kırgızistan’da 7041 öğrencinin eğitim gördüğü 107 Rus okulunun faaliyet gösterdiği bilinmektedir.
Bu dağlık ülkede Rus ilerici kültürünün ilk tohumlarını eken Rus okullarında az sayıda bile olsa Kırgızlar da çalışmaktaydı.
Dinî (Müslüman okullara rakip olarak çare hükûmeti Rus okulları ile yerel mekteplerin eğitim sistemlerinin karışımını kullanan Rus-Tatar okulları açmaya başladı. İlki 1884 yılında Tokmak kazasının karakonuz köyünde açılan bu okullar, 1886 yılında Oş’ta, 1897’de Tokmak’ta, 1899’da Tınayev ve Cumgal kazalarında, 1900’de Ketmen-Tübe’de, 1904’te Aleksandrovsk köyünde (şimdi Kirovsk köyü) e Dmitriyevsk köyünde (şimdi Talas ş.), 1905’te At-başi’de, 1906’da Prijevalsk’ta, 1911’de Pamir’de faaliyet göstermeye başlamışlar.
Birinci Dünya Harbi öncesi Kırgızistan’da 800 çocuğun eğitim gördüğü 20 Rus-Tatar okulu ve 2 yatılı okul var idi. Kırgız halkını insanlığın manevî değerleri ile tanıştıran bu okullar ülkenin kültürel hayatında önemli rol oynamışlar.
1888 yılında Prijevalsk ve 1898 yılında Bişpek’te açılan ziraat meslek okulları yerli halkın ziraatla ilgili bilgilerinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Bu okullarda öğrenciler genel eğitim bilgilerinin yanı sıra ziraat mühendisliği ve teknikerliğinin temellerini öğreniyor, pratik çalışmalara katılıyor ve farklı meslekler ediniyorlardı.
19. yy. ortalarında Kırgızistan’da çağdaş anlamda bir tıp sistemi mevcut değildi. Ama Kırgız toplumunda 20. yy.’ın 20’li yıllarına kadar başarıyla faaliyet gösteren halk tıbbı vardı. Göçebe halkın hayat tecrübesi ile sürekli gelişen ve zenginleşen bu alana halk tabipleri, kırıkçı-çıkıkçılar, otacılar ve ebe kadınlar da az hizmet etmemişlerdir. Halk tabipleri yılların tecrübesini korumak ve yeni nesillere aktarmak için genelde kendi akrabaları arasından yetenekli bir öğrenci yetiştiriyorlardı. Bu ampirist pratisyenler bitki, hayvan ve mineral menşeli ilâçları başarıyla kullanıyorlardı. Usta tabipler halk arasıda büyük saygı görüyordu. Bunlar hatta cerrahî ameliyatlar da yapıyor, yabancı maddeleri yaradan çıkarıyor, sezeryan yapıyor, kırıkları ve çıkıkları tedavi ediyorlardı. Tabipler nabza göre teşhis koyuyor, diyet veriyor, ilâç yazıyor ve gerektiğinde de ısı ve masaj tedavisi yapıyorlardı.
Halk tabiplerinin bazı yöntemleri bilimsel tıpla örtüşmektedir. Kırgızlar büyük hekim Avisena’yı (Ulukman-ake adıyla) biliyordu. Bugün bile halk tıbbının bazı akıl yöntemlerinden vazgeçmemek gerekmektedir. Kırgızistan’ın Rusya’ya birleştirilmesinden sonra şehir ve sınır bölgelerinde ilk tıp kurumları olan askerî revirler ortaya çıktı. Şehir ve göçmen kasabalarının imarı döneminde ise gerektiğince polikilinikler, sağlık ocakları, hastane ve eczaneler açılmaya başladı.
1917 yılına doğru Kırgızistan’da 70 yataklı 4 şehir hastanesi (Bişpek, Tokmak, Karakol, Oş şehirlerinde), 30 yataklı 5 köy hastanesi, 9 sağlık ocağı (4’ü şehirlerde ve 5’i köyde), 21 sağlık memurluğu ve eczane faaliyet gösteriyordu. 144 bin kişiye bir hastane, 57600 kişiye ise bir doktor düşmekteydi.
Gönüllü hekimlerin yardımıyla yerli halk arasından çiçek hastalığına karşı aşı yapacak uzmanlar hazırlanıyor, hıfzıssıhha konusunda aydınlatma işleri yürütülüyor, doğal maden suyu kaynaklarının tedavî özellikleri araştırılıyordu. Bazı bilim adamı doktorlar Kırgızistan’da sağlık işlerinin durumunu araştırıyorlardı.
Kırgızistan’ın tarihi, demografisi, ekonomisi ve doğasıyla ilgili bilimsel araştırmalar ülkenin Rusya’ya birleştirilmesiyle yeni devreye girer. Merkezî Asya’yı kendi askerî-politik ve ekonomik çıkar alanına sokmaya çalışan Çar hükûmetinin, bu “bilinmeyen” ülkenin politik, ekonomik durumu, doğal ve güç kaynakları, ulaşım yolları hakkında doğru bilgiler ve buraların hammadde kaynağı ve pazar olarak değerlendirilmesine ihtiyacı var idi. Ülkenin öğrenilmesine bu kadar büyük ilgi bununla bağlantılıydı. Coğrafyacı P. P. Semyonov-Tyanşanskiy, zoolog N. A. Severtsov, botanikçi A. P. Fedçenko, jeolog İ. V. Muşketov, tarihçi-doğubilimci V. V. Bartold, dilci V. V. Radlov, maarifçi-âlim Ç. Valihanov ve diğer dünya çapında bilinen bilim adamları, Kırgızistan’ın öğrenilmesine çok önemli katkılarda bulunmuşlar. Onların sa
yesinde birçok dünya halkı Kırgızların tarihi ve kültürü hakkında bilgi edinmiştir.
Seyyah ve araştırmacılara yerli halk çok büyük yardımlarda bulunmuştur. Bölgeyi iyi bilen ve usta avcı olan Kırgız kılavuzlar tüm araştırmacıların yanında bulunmuş, onları ıssız yerlerden geçirmiş, soydaşlarının hayatı ve kültürü ile tanıştırmış, buradaki tarihî ve kültürel abideleri göstermişlerdir.
Abramzon S. M., Kırgızlar ve Onların Milli ve Tarihi-Kültürel İlişkileri, Leningrad, 1971.
Aytmambtov D. D., 19. yy.’ın İkinci Yarısı ile 20. yy. Başlarında Kırgız Halkının Kültürü, Frunze, 1967.
Akayev A. A., İpek Yolu Diplomasisi, Kırgız Cumhurbaşkanının Doktrini, Bişkek, 1999.
Auezov M., Yılların Düşündürdükleri, Almatı, 1961.
Bartold V. V., Türkistan Kültür Hayatının Tarihi, Eserleri, c. 2, Moskova, 1963.
Vinogradov V. S., Kırgız Halk Müziği, Frunze, 1958.
Dostları ilə paylaş: |