Sovyet Sonrası Orta Asya



Yüklə 15,63 Mb.
səhifə72/111
tarix03.01.2019
ölçüsü15,63 Mb.
#89386
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   111

1991 1992 1993 1994 1995

Toplam alan 274 554 571 588 602

Bu alanda

ekilebilir toprak 226 463 477 489 499



Kaynak: Goskomprognozstat (Devlet Tahmin ve İstatistik Komitesi), 1997.

Özet olarak, kolektif sektör temel ürünlerin üretiminde (özellikle pamuk ve tahıl) hakimdir ve özel sektör de çiftlik hayvanları, patates, sebze ve meyve üretiminde asıl tedarikçidir. Kısmen eski Sovyet geçmişinden kısmen de Özbek hükümet politikalarından kaynaklanmakta olan bu ikili tarımsal ekonomi, yeterli bir istikrar sağlasa da gelecek için çok umut vermemektedir.

Tarımsal Üretimin Çeşitlendirilmesi ve
Toprak Kullanımında Temel Değişiklikler

Sovyetler Birliği’nin tarımdaki bölgesel uzmanlaşmasından dolayı, dünyada en kuzeydeki üretici olmasına rağmen Özbekistan eski Sovyetler Birliği döneminde en büyük pamuk üreticisiydi. Yalnız pamuğa dayalı yüksek seviyedeki üretim bağımsız Özbekistan için sorunlar yarattı. Diğer tarımsal ürünlere yeterince önem verilmemesi ve özellikle tahıl gibi gıda ürünlerinde ithal bağımlılığı, su kaynaklarının kapasite üzerinde kullanımı, ürün rotasyonunda sorunlar ve en fazla da toprak kaybı, nehir kirliliği ve Aral gölünün12 yok edilecek şekilde çekilmesi gibi çevresel problemler bunlar arasındadır.

Özbekistan bağımsızlığını kazandığından beri tarımı çeşitlendirmeye ve ithal ikamesi yoluyla kendi kendine yeterliliği sağlamaya çabalamıştır. Diğer bir önemli hedefi de tahılda kendi kendine yeterliliği sağlamaktır. Su ve toprak kaynaklarının yetersizliği nedeniyle Özbekistan bu amacına ancak toprak kullanımının yeniden yapılandırılması ve verimlilik artışlarıyla ulaşabilir. 1990’dan 1996’ya kadar hükümet pamuk alanında %44’den %35’e, yeşil ot ekilen bölgelerde %25’den %13’e indirime gitmiş, diğer taraftan hububat ekili alanlarda %24’den %41’e varan bir artış gerçekleştirilmiştir. Böylece hububat ekili alanlar 1.01 milyon hektardan 1.92 milyon hektara çıkarılarak ikiye katlanmıştır. 1997’te, tahıl üretimi 2.8 milyon tona çıkarılmıştır; bu, 1995’te yürürlüğe giren tahılda kendi kendine yeterlilik kararından beri alınan en iyi sonuçtur. 1998’e gelindiğinde, tahıldan iyi bir rekolte alınması neticesinde gıda ürünleri ithalatında bir azalış meydana gelmiştir.

Tahıl alanının genişletilmesi geleneksel olarak pamuk yetiştiren Fergana Vadisi dahil olmak üzere neredeyse Özbekistan’ın tüm bölgelerinde olmuştur, ancak değişiklik eşit yaşanmamıştır. Tablo 5’te buğday ekimi ve üretimi ile ilgili bilgiler görülmektedir.

Bu dönemde ortaya çıkan en önemli eğilimler şunlardır:

* Semerkand ve Kaşgar dışındaki tüm bölgelerde ekilmiş alan büyük miktarda artış göstermiştir.

* Siri Deryaa dışındaki tüm bölgelerde buğday üretimi artmıştır.

* Tüm bölgelerde üretim ekili alanlardan fazla artmış, fakat toplam rekoltede Karakalpakistan ve Sirderya’daki düşük performanstan dolayı genel olarak bir azalma meydana gelmiştir.

Ayrıca Tablo’da görülmeyen detaylar ayrıca bölgesel farklar ve özellikle

çiftlik şekilleri ile ilgili bazı ipuçları vermektedir.

* Bölgelerin çoğunda büyük kolektif ve kooperatif şirketleri, buğdayın asıl üreticileridir (üretimin %75-87). Sadece Surhanderya ve Harzem’de özel sektör buğdayın yaklaşık %50’sini üretmektedir.

* Çiftçi şirketlerinin en büyük payları şöyledir: Surhanderya (%23), Çizzak (%18), Siri Derya (%13), ve Taşkent -%8. Milli ortalama %7’dir.

* Buğday üretiminde özel parsellerin oynadıkları rol büyüktür: Harizm (%45), Buhara (%28), Surhanderya (%22), ve Karakalpakistan (%21). Milli ortalama %16’dır.

Tahıl üretiminin artırılması kararı Özbek tarımı için ciddi problemler yaratabilir. İlk olarak, pamuk üretiminde bir azalma meydana gelmiştir ve dolayısıyla ülkenin ihtiyacı olan ihracat ve döviz gelirlerinde de azalma olmuştur. Eğer yapısal değişim büyük miktarda üretim yarattığından, hayvanlara verilen otlardaki azalma, tahıldan sonra ikinci önem sırasına sahip olan hayvancılığı kötü bir şekilde etkilemeye başlamıştır. Buna yanıt vermek üzere, 1997’de hükümet hayvan yemi üretimini artırma ve tahıl üretimi için sulanan alanlarda bir azalışa gitme kararı almıştır.

Özet olarak, bağımsızlıktan sonra Özbekistan’da temel tarım ürünlerinin üretiminde önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunlar genel olarak devlet tarım politikasının temel yönünü göstermektedir. Tablo 6’da görüldüğü üzere, 1991’den 1997’ye tahıl ve patates üretiminde gözle görülür bir artış ve yem, pamuk ve sebze üretiminde azalış meydana gelmiştir. Meyve üretimde ise az miktarda bir büyüme sağlanmıştır.

Tablo 6: Tarımsal Ürünlerin Üretimi 1991-1997 (bin ton)

Crops 1991 1997 1997/1991

199=100%

Tahıllar 2039.1 3975.2 195

Pamuk 4626.9 3640.8 79

Sebze 3348.0 2384.2 71

Patates 351.2 691.8 197

Meyve 516.6 547.6 106

Yem 10357.4 6453.4 62

Kaynak: Bloch, P.C. and A. Kutuzov, yay. Rural Factor Market Issues in the Context of Economic Reform. Land Tenure Merkezi, BASIS Projesi, 2001. Statistical Compendium, Tablo “Land 8.”

Son olarak, tarımsal ürünlerin üretiminde tarımsal girişimlerin payında aile parselleri ve çiftçi şirketleri lehinde bir artış olmuştur. (Bkz. Tablo 7) Daha önceden belirtildiği üzere, en önemli ürünlerde özel sektörün rolü artmıştır. Büyük tarımsal şirketler pamuk, tahıl ve yem üretiminde hakim pozisyonlarını muhafaza etmişlerdir.



Tablo 7: Temel Ürünlerin Üretiminde Tarımsal Girişimlerin Rolünde Meydana Gelen Değişiklikler. (1991-1997)

(toplam Büyük Şirketler Çiftçi Şirketleri Aile Parselleri

üretimin %)

Ürün 1991 1997 1991 1997 1991 1997

Tahıllar 91.8 77.6 0.1 5.9 8.1 16.5

Pamuk 100 94.7 0 5.3 0 0

Sebze 46.6 27.2 0 2.7 53.4 70.0

Patates 36.3 27.2 0 2.4 63.7 70.4

Meyve 39.0 37.0 0 2.7 61.0 60.3

Yem 97.6 76.2 0 6.4 2.4 17.4

Kaynak: Bloch, P.C. and A. Kutuzov, yay. Rural Factor Market Issues in the Context of Economic Reform. Land Tenure Merkezi, BASIS Projesi, 2001. Statistical Compendium, Tablo “Land 8.”

Sonuç


Tarım politikalarının sonuçları karışıktır. Çiftliklerin yeniden yapılandırılması ve tarım üretiminin yapısında, birkaç yıldan beri artan pozitif büyüme ile üretim artışları ve özel sektörün gelişmesi gibi birtakım kazanımlar elde edilmiştir. Tahıl ve pamuk halen ekilmiş toprakların %80’ini teşkil ederek, tarımın asıl yapı taşlarını oluşturmaktadırlar. Kendi kendine yeterlilik için çaba sarfedilse de, Özbekistan Orta Asya’daki en büyük gıda ithalatçısı durumundadır.

Verimlilik artışı ve çiftliklerin yeniden yapılandırılmasına yönelik idari ve mali teşviklere rağmen, tarım reformu yavaş ilerlemektedir ve karşısında birçok engel bulunmaktadır. Birtakım kazanımlara rağmen, tarımdaki yapı, karmaşıklığını korumaktadır. Hükümetin düzenleme, kontrol, teşvik, fiyat mekanizmaları vb. yollarla tarıma yüksek oranda müdahale etmesi, tarımın gelişmesi için gereken ekonomik ortamın oluşmasını özellikle çiftçi şirketleri için zorlaştırmıştır. Reformların temel kusurlarından biri çözülemeyen etkinlik problemi ile ilgilidir, bu büyük ölçekli işletmelerde çalışma motivasyonunun sağlanamamasından da kaynaklanmaktadır. Özel sektörün gelişmesi yönünde harcanan çabalara rağmen, diğer tarımsal girişimlerle kıyaslandığında çiftçi şirketleri halen tercih edilmeyen bir pozisyondadırlar. İyi düzenlenmiş olan ve çiftçi şirketlerini teşvik eden yeni yasa yeterli olmamıştır. Pazar altyapısının, girdi hizmetlerinin ve makinaların kullanımının sağlanması gerekmektedir ve tarımsal girişimlerin yeniden yapılandırılması ve tarımsal üretimin geliştirilmesi için de çaba gerekmektedir.

1 Bkz. Bloch, Peter C. ve Katie Rasmussen, “Land Reform in Kyrgyzstan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998.

2 Türkmenistan için, bkz. Lerman, Zvi ve Karen Brooks, “Land Reform in Turkmenistan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998. Kapsamlı bir Kazakistan örneği yer almamaktadır.

3 Bkz. Lerman, Zvi, “Land Reform in Uzbekistan.” In Stephen K. Wegren, yay. Land Reform in the Former Soviet Union and Eastern Europe. London: Routledge, 1998.

4 Kırgızistan’da olduğu gibi erken reform çabalarının yarattığı karışıklık biraz etkili olsada, Kazakistan’daki azalış eskiden Sovyetler Birliği’ne bağlı olan bölgelerde talebin azalmasından kaynaklanmıştır.


5 I. A. Kerimov, Building the Future; Özbekistan-Its Own Model for Transition to a Market Economy. 1993, s.56

6 Sovyet yasaları iki oluşumu şöyle ayırdetmektedir: sovhozlar Batılı şirketler gibi işçi çalıştıran kamunun sahip olduğu şirketlerdir; kolhozlar ise üyelerinin gönüllü olarak katıldığı, karların ortak olarak paylaşıldığı, ortak mülkiyet ve yönetime sahip olan işletmelerdir. Daha sonra Sovyet döneminde, ikisi arasındaki farklar artmıştır.

7 World Bank, World Development Report, 2001 Development Indicators.

8 “Dehkhan” aile parseli için kullanılan Özbek terimidir.

9 I.A. Kerimov, “Uzbekistan-sobstvennaia model” perekhoda na rynochnye otnosheniia, Taşkent, 1993, s. 89.

10 Khakim Özbekçe bölge valisi anlamındadır.

11 Kolektif çiftlikler domuz (%90) ve koyun (%48) sayılarında öndedir.

12 Suyun sulama için ayrılması Amu-Derya and the Siri-Derya ırmaklarının Aral gölüne döktükleri su miktarının azalmasına neden olmuştur. Aral gölü iki ırmak tarafından beslenen tuzlu bir iç su havzasıdır ve hem deniz hem de göl özelliklerine sahiptir. Kazakistan ve Özbekistan topraklarında bulunmakta ve çöllük bölgenin hemen altında Turan’da yeralmaktadır. 1960’lardan önce, Aral gölü daha istikrarlıydı, ve Amu-Derya ve Siri-Derya ırmaklarından gelen toplam su miktarı (56 km küp/yıl) ve yağmur yoluyla gelen (9 km küp/yıl) su, buharlaşma yoluyla kaybolan (65 km küp/yıl) tanzim edebiliyordu. Daha sonra, sulama ve sanayi için suyun ayrılması, kurak geçen yıllar ve ırmak sularının azalmasıyla beraber Aral gölünün suları azalmaya başladı ve durdu.

ÖzbekEdebiyatında
Tiyatro Türü Üzerine

Dr. Aynur Öz

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi /Türkiye

zbek edebiyatına Batılı anlamda tiyatronun edebî tür olarak girmesi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başlarında olmuştur.

Orta Asya kültür tarihinde var olan bu tür, halk tiyatrosu özellikle tulûat ve kukla tiyatrosu şeklinde sunulmuştur. Orta Asya Rusya tarafından istilâ edildikten sonra Avrupa tarzı tiyatroya ve dramaya ilgi uyandırılmıştır. 19. yüzyılın sonlarında ülkede Rus nüfusunun artması, Türkistan tiyatro gruplarının oluşmasına ve Taşkent’te ilk tiyatronun (1877) teşkil edilmesine yol açmıştır. Bunu, Hokant, Semerkant ve diğer şehirlerde kurulan amatör gruplar izlemiştir.1

Özbek edebiyatında tiyatro türünün örnekleri ceditçilik hareketinin yorulmaz savaşçıları, fedakâr yazarlar tarafından verilmiş ve bu dönemde bir ekol yaratılmıştır. Özbek edebiyatına tiyatro türünün girmesinde ve gelişmesinde ceditçilik dönemi, ayrı bir öneme sahiptir. Bu dönem, dünyanın pek çok ülkesine yazarların ve şairlerin gidip geldiği, dolayısıyla bu ülkelerdeki her türlü yeniliği de gördükleri bir dönemdir. Yaratıcılık yılları bu devre denk gelen yazarlardan Hamza Hekimzade, İstanbul, Mısır ve Arap ülkelerine gitmiştir. Fıtrat, Türkiye’de okuduğu yıllarda Türk edebiyatına yeni giren bu türün örneklerini görme ve okuma imkânı bulmuştur. Dolayısıyla ceditçilik hareketinin başlayıp, yayıldığı yıllarda, Türkiye’de de bu yeni türün halkı bilinçlendirmek için kullanılması, oldukça yararlı ve verimli olmuştur. Hem yazılı, hem de sahnelenmesi sonucu, görsel olarak halka hitap eden bu tür, halk tarafından okunmuş, beğenilmiş ve ilgiyle izlenmiştir.

Özbek edebiyatında tiyatro türünün gelişmesinde halk sözlü geleneğinin, Türk, Azerbaycan, Tatar ve Rus tiyatro geleneğinin önemli katkıları olmuştur.

Özbek edebiyatında tiyatro türünde ilk eser veren şahsiyet, ceditçilik hareketinin Türkistan sahasındaki kurucularından olan ve bu yolda canını feda eden Mahmud Hoca Behbudiy’dir. Eğitimin, okumanın yararlarını usul-i cedit okullarında anlatmanın yeterli olmadığını, edebî eserlerle de desteklenmesi gerektiğini düşünen Behbudiy, 1911 yılında “Pederkuş” (Yahud okımegen balenin hali) adlı dramı kaleme almış, ancak 1913 yılında basılabilmiştir.2

Üç perde ve dört sahneden oluşan, hacim olarak küçük, ancak içerik olarak geniş olan bu eserde Behbudiy, sonunu düşünmeyen bir zenginin, çevresindekilerin sözünü dinlemeyip oğlunu okutmaması sonucu cahil kalan oğlu Taşmurad’ın sokak serserilerine katılması ve kendi babasını öldürmesi olayını işlemiştir.

Eserin son perdesindeki Ziyali’nin sözleri insanları okumaya davet eder niteliktedir: “Bilimsiz ve terbiye görmeyen çocukların sonu budur. Eğer bunları babası okutsaydı, bu cinayet ve baba katliamı meydana gelmez ve bunlar böyle içmezlerdi. Dünyada halklar bilim yoluyla gelişir. Esir ve zebun olanlar ise bilimsizliktendir. Eğer bizler terbiye görmeyen çocuklarımızı okutmazsak, bu tür kötü olaylar ve bedbahtlıklar aramızda daima olacaktır. Bu işlerin yok olması için okumak ve okutmaktan başka çare yoktur.”3

“Pederkuş” dramının yayımlanması tam anlamıyla Özbek millî tiyatrosunun doğuşunun belirlemiştir. Bu yıl Semerkant’ta Behbudiy, Taşkent’te Münevver Kâri ve Abdulla Evlaniy başkanlığında eseri sahneye koyma çalışmaları başlatılmıştır.4 “Pederkuş” dramı ilk olarak amatör oyuncular tarafından 15 Ocak 1914 yılında sahnelenmiş ve daha sonra bütün Türkistan’da gösterilmiştir.5
Eserin sahnelenmesi, Türkistan’da tiyatro türüne ilgiyi artırmanın ve halkı okumaya çağırmanın yanı sıra, o dönemde pek çok tiyatro eserinin yazılmasına da vesile olmuştur.

Ceditçilik döneminde ilk tiyatro eseri Semerkant’ta kaleme alındıktan sonra diğer şehirlerde de benzeri çalışmalar yapılmış, tiyatro grupları kurulmuş ve yeni eserler yazılmıştır. Ceditçilik hareketinin Taşkent’teki öncüleri Abdulla Evlaniy ve Münavver Kâri, 1913 yılında Turan grubunu oluşturmuşlar ve “Pederkuş” dramını seyircinin beğenisine sunmuşlardır.

Tiyatro türüne olan ilgi kısa süre içinde artmış, Hokant’ta da amatör gruplar kurulmuş ve “Pederkuş” dramı sahneye konulmuştur.

Hokant’ta ceditçilik hareketinin öncülerinden olan ve Afganistan, Hindistan, Arap ülkeleri, Azerbaycan ve Türkiye’ye giden, bu ülkelerdeki yenilikleri yerinde tahlil etme imkânına sahip olan Hamza Hekimzade Niyaziy, tiyatro türüne çok önem vermiştir.

Özbek edebiyatına tiyatro türünün ölmez eserlerini kazandıran Hamza’nın 1918’de yazdığı “Bay ile Hizmetçi” adlı beş perdelik eseri, ayrı bir öneme sahiptir. Dönemin sosyal olaylarını büyük ustalıkla dramlarında aksettirebilen Hamza, bu eserde çok eşli Salihbay’ın evinde çalışan Gafır ve Cemile’nin bahtsız sevgisini ele almıştır. Salihbay, evinde çalışan, Gafır ile evli olan Cemile’ye göz koyar ve onu elde etmek, kocasından ayırmak için olmadık yollara başvurur. Hatta din adamları bile Cemile’yi ikna etmeye çalışırlar. Ancak, Cemile ve Gafır’ın birbirlerine karşı olan sevgileri buna engel olur. Salihbay ve taraftarları, sonunda Gafır’a iftira atıp tutuklatırlar ve Sibirya’ya sürgün ettirirler. Cemile’ye zorla sahip olacağını düşünen Salihbay, Cemile’nin zehir içerek intihar etmesi sonucu kötü amacına ulaşamaz.

Gafır ve Cemile’nin saf sevgisi ile birlikte bu eserde çok eşliliğin kötü yönleri de başarıyla gözler önüne serilmiştir. Ayrıca, ceditçilik hareketinin amacı, Cemile’nin ölüm öncesi annesine söylediği vasiyetinde ifadesini bulur: “Kardeşimi zenginin yanına vermeyin, okutun.”

“Bay ile Hizmetçi” dramının son perdesi kaybolmuştur. Yayımlanırken Hamza Hekimzade Niyaziy’nin başkan olduğu “Ülke Seyyar Drama Cemiyeti” tarafından 1919’da çıkarılan afişten alınmıştır.6

Hamza Hekimzade, döneminin sosyal olaylarıyla yakından ilgilenmiş ve 1916 yılındaki özgürlük isyanıyla ilgili olarak “Laşman Faciası” adlı eserinin üçüncü bölümü olan “İstibdad kurbanları”nı (1918-1919) kaleme almıştır. Bu eserde yazar, 1916 yılı yazında Çar hükûmetinin Türkistan’dan işçi almasının halka ne kadar ağır yük getirdiğini ustalıkla işlemiştir. Hamza H. Niyaziy “Tuhmetçiler Cezasi” (1918), “Kim Togri” (1918) adlı eserleriyle komedi türünün ilk örneklerini vererek, bu türün öncülüğünü yapmıştır. “Burungi Kazılar Yahud Meyserening İşi” (1926) “Perenci Sirleriden Bir Levha” (1927) eserlerinde de kadının toplumdaki yeri ve peçe takmayan kadınların durumunu yine komedi tarzında ele almıştır.

Hamza Hekimzade Niyaziy, yukardaki eserlerin dışında konu ve içerik bakımından zengin olan “Duet” (1926) “Seylav Aldide” (1926), “Emir Eşan Öpkesige Cevab” (1926), “Yer İslahatı” (1926), “Bu Kün 8 Mart” (1927), “Kuzgunler” (1927), “Cehan Sermayesining Eng Ahırgi Künleri” (1927) gibi eserler de yaratmıştır.

Hamza Hekimzade Niyaziy’nin tiyatro türüne yaptığı hizmetler, halk tarafından takdir edilmiş ve isminin ebedileşmesi için memleketi olan Hokant’ta ve Taşkent’te kendi adıyla anılan tiyatrolar kurulmuştur.

Ceditçilik hareketinin Taşkent cephesindeki ateşli savunucularından Abdulla Evlaniy, yeni usuldeki okullar için ders kitapları yazmakla yetinmemiş, halkı bilinçlendirmek için tiyatro eserleri de kaleme almıştır.

Evlaniy’nin dört tiyatro eseri (“Advokatlık Asanmi?”, “Pinek”, “Siz ve Biz”, “Partugaliya İnkilabı”) yazdığı kaydedilmektedir. Gerçekten de Evlaniy’nin edebî mirasında dört draması vardır. Bu eserler, yazıldıkları dönemde sahneye konulmuş, ancak hiç biri yayımlanmamıştır. 1979 yılına gelindiğinde Evlaniy’nin 100. doğum yılı münasebetiyle yayımlanan “Taşkent Tangi” adlı eserler toplamında edibin “Advokatlık Asanmı?”, “Pinek”, “Siz ve biz” piyesleri basılmıştır.7

Özbek edebiyatında roman türünün ilk örneğini veren, ceditçilik hareketini destekleyerek, halkı bilinçlendirme yolunda hayatını kaybeden Abdulla Kadiriy, Behbudiy’nin başlattığı geleneği devam ettirip “Pederkuş” dramının etkisiyle “Bahtsiz küyav” (1915) dramını yazmıştır. Dört perde olan bu eserde Kadiriy, öksüz ve yetim Salih ile Rahime’nin facialı evlilik maceralarını hikâye etmiştir.

Rahime’nin babası Feyzibay, kızını istemeye gelenlerden geleneksel bir düğün ister, İmam, Feyzibay’ı destekler. Uzak görüşlü Ellikbaşı’nın mantıklı fikirlerine kulak asmayan Feyzibay, sonunda istediği gibi düğünü yaptırır. Salih, bu düğünün bedelini ağır bir şekilde öder. Bir zenginden borç alan ve karşılığında evini ve eşyalarını ipotek eden Salih, vaktinde borcunu ödeyemez ve kendini öldürmek ister. Eşini çok seven Rahime, önce hareket ederek canına kıyar bu durumu gören Salih de intihar eder. Bu eser de kendinden önce yazılan eserlerde olduğu gibi okumanın faydasını ve eski illetlerden kurtulma gereğini vurgulamaktadır.

Tiyatronun Buhara’daki gelişiminde büyük dilci, eğitimci, şair ve ceditçilik hareketinin öncüsü Abdurauf Fıtrat’ın rolü büyüktür. Fıtrat’ın 1914 yılında Buhara’da

amatör tiyatro işiyle uğraşıp, kendinin de rol oynadığı kaynaklarda kaydedilmiştir.8

Fıtrat, şiirleri ve makaleleri ile halka ceditçilik hareketinin gayelerini anlatmanın yanı sıra tiyatro türünde de kalem oynatmış, dönemin sosyal ve siyasî olaylarıyla ilgili düşüncelerini cesur bir şekilde dile getirmiştir.

Fıtrat’ın 1909 yılında zaman gereği tarihî gelişimin iki basamağında bulunan din ve dünya, toplum ve eğitim hakkında farklı görüşe sahip olan iki kişinin tartışması esasına dayanan “Munazara” (Hindistande bir ferengi ile Buharalı bir muderrisning bir neçe meseleler hem usuli cedide hususide kılgan munazarası) adlı eseri yayımlanmıştır. Bu eser, Buhara’da yasaklanmasına rağmen çabuk yayılmış ve çok okunmuştur.

Kendi düşüncelerinden ödün vermeyen ve bu uğurda hayatını kaybeden Fıtrat, dram türünde yazdığı bir perdelik “Temur Saganası” (1918) adlı eserinde ülkede ün kazanan cihangir Timur’un kurtarıcı olarak kabul edilişini, Timur’a karşı olan sevginin ifadelenmesini işler ve halkı onun yolunda yürümeye davet eder.9

Fıtrat, komşu ülkelerdeki sosyal ve siyasî duruma da ilgisiz kalmamış, bunu yazdığı tiyatro eserlerinde de dile getirmiştir. Beş perdelik “Çın Seviş” (1920) ve “Hint İhtilalçileri” (1923) adlı eserlerinde temel konu Hindistan’ın bağımsızlığıdır. Bu eserlerde aşk konusu, asıl konuyu vermek için bir vasıtadır.

“Hint İhtilalcileri” trajedisinde, İngiliz sömürgesine karşı verilen mücadele bütün zorluklarıyla gösterilmiştir. İnsan değerlerini yüceltmeye adanan bu tiyatro eserleri, gerçek sanat eserleri olarak hâlâ değerlerini korumaktadır.

Abdurauf Fıtrat’ın kaleme aldığı konulardan biri de dindir. “Şeytanning Tanrige İsyanı isimli manzum tiyatro eseri, Fıtrat’ın önemli eserlerinden biridir. Bu eserde Şeytan’ın Allah’ın emirlerine karşı çıkması anlatılır. Allah, Şeytan’dan Adem’e secde etmesini emreder. Ama Şeytan secde etmez. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Adem ise çamurdan yaratılmıştır. Ateş gibi yüce bir maddeden yaratılan Şeytan, insana secde etmeyi kendine yakıştıramaz. Bu nedenle Şeytan melekler arasından çıkarılır, Cennet’ten kovulur. Kuran’ı Kerim’in 38. suresinde verilen bu konu, Fıtrat’ın tiyatro eserinin temel olayıdır.10

Fıtrat’ın tiyatro dalındaki edebî mirasının önemli bir kısmını tarihî konuları ele aldığı eserleri oluşturur. Fıtrat, Buhara emiri Ebulfeyzhan dönemini aksettiren beş perdelik “Ebulfeyzhan” (1924) adlı eserini yazmıştır. Ebulfeyzhan döneminde tahtı ele geçirmek için yapılan mücadeleler, bu uğurda insanların çektikleri sıkıntılar, Ebulfeyzhan’ın halka yaptığı zulümler eleştirel bir şekilde verilmiştir. Ebulfeyzhan’ın tahtta kalma çabaları yeterli olmaz. Tahta geçmek için Rahimbiy, çeşitli yollar dener ve onu öldürtür. Ancak kendisinin de sonu farklı olmaz. Eserde yazarın asıl mesajı, adaletperver ve zulme karşı çıkan İbrahim tipi ile verilir.

Fıtrat tarihî konularda “Ogızhan”, “Ebu Müslim” piyeslerini de yaratmış, ancak bu eserler bize ulaşmamıştır.11

1924 yılında Sovyetler Birliği’ne bağlı cumhuriyetlerin oluşturulmasından sonra yer islahatı meselesi gündeme gelmiştir. Fıtrat bu meselenin işlendiği, Buhara Emirliği’nde yaşayan çiftçilerin hayatını konu alan beş perdelik “Arslan” (1926) oyununu kaleme almıştır. Bu eserde babasından kalan toprağı alın teriyle işleyen Arslanbek ile Tolgın’ın temiz sevgisi ele alınmıştır.

Yorulmaz dil ve eğitim reformcusu Fıtrat, “Begican” (1916), “Kan” (1920), “Şeytannıng Tengrige İsyanı” (1924), “Rozaler” (1930), “Vase Kozgalanı” (1932), “Tolkın” (1934) gibi tiyatro eserlerini de yaratmıştır.

20. yüzyılın başlarında çocuklar için yazdığı sahne eserleriyle tanınan Gulam Zaferiy’nin Özbek edebiyatına kazandırdığı “Halime” dramı, ayrı bir öneme sahiptir. Eser, 1919 yılında yazılmış, sonra tekrar tekrar işlenmiştir. Zengin bir evin kızı olan Halime ile komşu esnafın oğlu Nemet arasındaki bahtsız sevginin konu edildiği eserde Halime’nin babası başlık parasını çok veren 65 yaşındaki bir ihtiyara Halime’yi verir. Ayrıca hasta olan Nemet’i tedavi eden halk tabibine Nemet’i zehirlemesi için para verir ve Nemet ölür. Düğün gecesi Halime de canına kıyar.12

Özbek edebiyatına şiir, roman, makale türünde eserler kazandıran Abdülhamid Çolpan, tiyatro türünde de başarılı eserler vermiştir. Bu eserlerden ilki olan “Halil Feren” 1917 yılında yazılmıştır. Çolpan’ın bu sahadaki en önemli eseri, folklor temelinde yaratılmış olan “Yarkınay”dır. “Yarkınay”da olayların tarihin net ve sosyal gelişmenin belirli devrin ürünü olarak gösterilmemesi, eserde olayların geçtiği yerlerin soyut ve genelliği eserin folklor geleneklerine özgü tabiatını açıklayıcı özelliklerdir.13

“ Yarkınay, Özbek tiyatrolarında uzun yıllar sahnelenmiştir. Şair hayattayken iki kez (1920-1926) yayımlanan bu piyes, 1991 yılında, “Yene aldim sazimni” toplamında tekrar yayımlanmıştır. Yazar bu dramı, “Efsanevî oyin” diye adlandırmış olsa da dramı okuyan veya bu dramdan sahneye uyarlanan oyunu izleyen kişi, eserin efsaneden çok gerçekçi eser olduğuna inanır.

Han ordusunun komutanı Ölmes Batır’ın tek çocuğu olan Yarkınay, kendi bahçelerinde bahçıvan olarak çalışan Polat adlı gence âşık olur. Polat da Yarkınay’ı sever. Ancak, sevgisi hakkında konuşmak istemez. Çünkü,

Hanlığın en zengin ve saygın adamı olan Ölmes Batır’ın kızını sıradan bir görevliye vermeyeceğine inanmaktadır. Bundan başka, halk isyanlarının bastırılması sırasında çok insanın öldürülmesinde, en önemlisi kendi babasının da ölümünde Ölmes Batır’ın payı olduğunu bilmesi, Polat’ın Yarkınay’a yakınlaşmasını engeller. Kızıyla Polat’ı gece bahçelerinde gören Ölmes Batır, durumu yanlış anlayıp tartışma çıkarınca, Polat, bahçeyi terkedip, isyan çıkaranlara önderlik eder. İsyanı bastırmak için gönderilen ordunun başarısızlığı sebebiyle, ordunun başına Ölmes Batır getirilir. Bu arada Nişabsaybegi adlı bir kişi, Yarkınay’ı kandırıp kaçırır ve babasına mektup yazarak Yarkınay’ı Polat’ın kaçırdığını söyleyip Polat’a iftira atar. Polat’ı zaten sevmeyen Ölmes Batır, beyaz bayrakla Polat’ın yanına gidip, Polat’ı hırsızlıkla suçlar. Yarkınay’ı kaçıranın Nişabsaybegi olduğunu öğrenince, Polat’ın dürüst insan olduğuna inanıp savaş alanını terkeder. İsyancılar zafer kazanıp Polat’ı tahta geçirirler, Polat ve Yarkınay evlenerek muratlarına ererler.14

Çolpan’ın 1928 yılında kaleme aldığı “Müştümzor”, V. Yan ile birlikte 1929’da yazdığı “Hücüm” ve “Ortak Karşıbayev” adlı eserleri uzun yıllar Özbek tiyatrolarında sahnelenmiştir. “Hücüm” komedisi, hicvî unsurlar bakımından zengin olması ve kadın haklarını savunması açısından dönem eserleri arasında önemli bir yere sahiptir.

Usman Nasır, Özbek edebiyatında tiyatro türünün gelişmesinde özel katkıda bulunan yazarlardan biridir. Nasır’ın “Zafer” (1929), “Nezircan Halilov” (1930), “Düşmen” (1931) ve başka eserler yazdığı bilinmektedir. Bu eserler, sahneye konulmuş olmasına rağmen yayımlanmamıştır.15

Ceditçilik döneminde temelleri sağlam bir şekilde atılan tiyatro geleneği, ceditçi yazarların çoğunun (Behbudiy, Kadiriy, Fıtrat, Çolpan) 1938’de katledilmesine rağmen sonraki dönemlerde yetişen yazarlar tarafından ustalıkla devam ettirilmiş ve bu türde başarılı eserler verilmiştir. Ancak, tarih ve geçmişle ilgili konularda eserler verenler pek iyi muamele görmediğinden konular daha dar bir çerçevede kalmıştır.

Daha sonra, Özbekistan hükûmeti, ülkede kültürün gelişmesine ayrı bir önem vermiş ve 1939’da yarışma açmıştır. Bu yarışma, tiyatronun gelişmesi için önemli bir olaydır.16

Zamanla tiyatro eserlerinin konuları da genişlemiştir. Hamza Hekimzade Niyaziy’nin yolunda ilerleyerek Özbek edebiyatına başarılı eserler kazandıran Kamil Yaşın’ın ilk eseri “İkki Komminist” 1929 yılında sahnelenmiştir. Kamil Yaşın’ın önemli eserlerinden biri, o dönem kadınlarının sosyal hayatındaki değişmelerinin (peçe çıkarmalarının) konu edildiği “Gülsere”dir (1934). Gülsere, kocası Kadircan ile mutlu bir hayat sürmektedir. Kadircan’ın eşinin peçesini çıkarması isteğine Gülsere’nin babası karşı çıkar. Bu ikilem içinde kalan Gülsere’nin kafası karışır. Babası onu kocasından ayırır ve evine getirir. Daha sonra onu başka biriyle evlendirmek istemesi, Gülsere’nin aklını başına getirir. Evden kaçıp kocasının evine gitmek isterken kendini destekleyen annesi, babası tarafından öldürülür. Babası Gülsere’yi de öldürmek ister ancak evlât sevgisi üstün gelir ve yaptıklarına pişman olur. Bu eserde o dönem kadınlarının sosyal hayattaki durumu Gülsere örneğinde verilmiştir.

Kamil Yaşın, daha önce kaleme aldığı “İkki Kommunist” adlı eserini tekrar gözden geçirip işleyerek “Tar-mar” (1934) adıyla yayımlamıştır. Söz konusu eserde o dönem sosyal hayatından geniş bir kesit verilmiştir.

Kamil Yaşın’ın tiyatro eserlerinin konularından biri de Orta Asya’yı derinden etkileyen, yazar ve şairlerin roman ve şiirlerinde ustalıkla işledikleri 2. Dünya Savaşı’dır. Üç perdelik “Ölim baskınçilerige” (1942), dört perdelik “Aftabhan” (1944) adlı dramlarında 2. Dünya Savaşı yıllarında cephe gerisindeki fedakâr halkın mücadeleleri ve sıkıntıları başarıyla ele almıştır.

Folklor temelinde eserler veren Yaşın, Köroğlu destanları esasında “Revşen ve Zülhumar” (1956) adlı beş perdelik eseri yazmıştır. Görogli’nin torunu Revşen ile Şirvan ülkesinin hanı zalim Karahan’ın kızı Zülhumar arasındaki sevginin hikaye edildiği eserde Karahan, Görogli’nin ülkesine baskın yapar ve elçi göndererek kendisine boyun eğmesini ister.

Görogli ile Revşen bunu kabul etmez ve savaş çıkar. Savaş sırasında Revşen bir kız görür ve ona aşık olur. Bu kız, Karahan’ın kızı Zülhumar’dan başkası değildir. Karahan yurduna döner. Revşen de Zülhumar’ın arkasından Şirvan’a yol alır.

Yolda giderken, altı çocuğunu kaybeden bir anaya rastlar ve ondan Zülhumar’ın yerini öğrenir. Oradaki yiğitlerle tanışır ve onlarla dost olur. Zülhumar ile görüşen Revşen, onunla gizlice nikâh kıyarak evlenmek ister. Revşen’e âşık olan Zülhumar’ın üvey kardeşi Akkız, durumu babasına haber verdirir. Han gelip Revşen’i zindana attırır ve Zülhumar’ı da başka bir hana verir. Revşen’in yolda tanıştığı Ersek ve Tersek pehlivanlar, Zülhumar ile Revşen’i buluştururlar.

Kuşun kanadına mektup bağlayarak durumu Görogli’ye haber verirler. Karahan, Revşen’in Görogli’nin torunu olduğunu anlayınca onu Görogli’ye karşı kullanmak için affettiğini, Zülhumar’ı vereceğini söyleyerek şart koşar. Şartını kabul etmeyen Revşen’i öldürtmek üzere cellat çağırır, tam o sırada Görogli gelir ve Revşen’i kurtarır. Eser, Revşen ve Zülhumar’ın düğünü ile sona erer.

Kamil Yaşın, 1974 yılında “İnkılab Tangi” adlı eseri kaleme almıştır. Bu eserde devlet adamı Feyzulla Hocayev’in hayatı ele alınmıştır.17
Kamil Yaşın, tiyatro sahasına “Ortaklar” (1930), “Yandiremiz” (1931), “Namus ve muhebbet” (1935), A. Ümeriy ile birlikte “Hamza” (1940), “Nurhan” (1940), Uygun, Sabir Abdulla, Çustiy ile birlikte “Devran Ata” (1942), “Yolçi Yuldiz” (1957) gibi eserler de katmıştır.

Edebiyata şiirler yazarak giren ve daha sonra başarılı tiyatro eserleri kaleme alan Maksud Şeyhzade, 1944 yılında “Celaliddin Mengüberdi” tarihî dramını yazmıştır. Cengiz Han’ın hücumlarına karşı halkın mücadelelerini anlattığı bu eserden sonra 1960 yılında ünlü astronomi bilgini ve devlet adamı Uluğbey’in hayatının konu edildiği “Mirza Ulugbek” adlı dramı edebiyata kazandırmıştır.

Tarihî dramlar yazarak edebiyata katkıda bulunan Sabir Abdulla “Bagban kızı” (1930), “Ayhan” (1935) gibi eserlerden sonra “Tahir ve Zühre” (1949), “Alpamış” (1945) ve “Gül ü nevruz” (1967) gibi eserler yazmıştır. Bu eserlerden “Tahir ile Zühre” ün kazanmıştır. Uzun yıllar çocuğu olmayan Babahan ile fakir Bahir sonunda çocuk sahibi olurlar. Hanın emrine göre Bahir, oğlunu Babahan’a getirir. Babahan da Zühre ile Tahir’i birlikte büyütüp daha sonra damadı yapacağını söyler. Tahir, delikanlılık çağına gelince sarayda yetişmiş olmasına rağmen halkın sıkıntılarını hisseder ve hanın memurlarından Hüseyin Karabatır ile tartışır. Esirleri serbest bırakmasını ister. İsteği kabul edilmeyince Tahir düşman kazanır. Karabatır ile savaşır ve onu yener. Hüseyin Karabatır, Tahir’den öç almak için sevgilisi Zühre’yi elde etmeye çalışır. Çeşitli hilelerle Tahir’i bir sandığa koyup nehire bırakır. Tahir, Harezm hanının memleketine gelir. Hanın kızı Tahir’e aşık olur ama Tahir karşılık vermez. Sonunda Alamethan, onu zindana attırır. İyiliksever Cumaniyaz tarafından azad edilen Tahir, hemen memleketine döner. Ancak, onu kötü bir sürpriz beklemektedir. Karabatır, Zühre ile evlenmek için düğünü başlatmıştır. Tahir, kötü kalpli ve zalim Karabatır’ı yener ve sevgilisine kavuşur. Halkı da bu zalim kişiden kurtarmış olur.

Sabir Abdulla, savaş yılları facialarının ele alındığı “Kurban Ümerov” (1941), “Devran Ate” (1942) gibi piyeslerin yazılmasında katkıda bulunmuştur. Ayrıca “Özbekistan Kılıçi” (1943) ve ünlü şair Mukımî’nin hayatının ele alındığı “Mukımiy” (1953) dramı Sabir Abdulla’yı halka sevdirmiştir. Velut yazar Sabir Abdulla, ömrünün son yıllarında “Mevlana Mukımiy” (1978) adında bir de roman yazmıştır.

Edebiyatın her sahasında eser veren Uygun, tiyatro türünde de kalem oynatarak Özbek edebiyatına ölmez eserler kazandırmıştır. Edebiyata şiirler yazarak giren Uygun, 40’lı yılların başlarından itibaren tiyatro türüne yönelmiştir. Onun “Ane” (1942), Hamid Alimcan, N. Pogodin, S. Abdulla ile birlikte “Özbekistan Kıliçi” (1943), “Hayat koşıgı” (1947) adlı eserlerinde vatanperverlik ve fedakarlık konuları işlenirken, “Kaltıs hezil” (1945) komedisi, “Altın Kol” (1943) müzikli dramı ve “Nevbahar” (1949) gibi eserlerinde kalhoz hayatı ve kalhoz ekonomisinin iyileştirilmesi meselesi ele alınmıştır.

Uygun’un yaratıcılık dairesinde tarihî konular ayrı bir öneme sahiptir. Yazar İzzet Sultan ile kaleme aldığı “Alişer Nevaiy” (1943) adlı eserde Çağatay edebiyatının ünlü şairi, büyük devlet adamı Alişir Nevayî’nin hayatı ile Hüseyin Baykara dönemi işlenmiştir. Eser Nevayî’nin gazelinden alınan şu mısralarla başlar:



E, nesimiy subh, ahvalim dilaramimge eyt!

Zülfi sunbul, yüzi gül, servi gülendamimge eyt!

Eserde Nevayî, Handemir, Behzad, Cami, Celaliddin gibi dönemin önde gelen aydın ve halkı için çalışan hakkaniyetli bilge kişilerin yanı sıra, mecdiddin, şeyhülislam, müneccim gibi kendi çıkarları uğruna halkı ve devleti feda eden kötü devlet erbabı tipleri de ustalıkla işlenmiştir.

Devlet işlerinde dürüst davranan, halkın sevgisini kazanan Nevayî ile dostu Baykara’nın arasını açarak kötü emellerini gerçekleştirmek isteyen vezir Mecdiddin, zaman zaman Nevayî’nin şiirlerinde hükümdarlarla ilgili şeyler bulur ama bu da iki dostun ilişkisini bozmaz. Bu arada Nevayî’yi bir isyanı bastırmak için Estrabad’a gönderirler. Kötü kişiler, Nevayî’yi zehirlemesi için gönderdikleri kişi başarısız olunca başka çareler ararlar. Nevayî’nin yokluğundan yararlanan art niyetli vezir ve taraftarları, Baykara’nın torunu Mömin Mirza’nın öldürülmesi için ferman yazıp, Baykara’nın sarhoş bir anında imzalatırlar ve her tarafta devam eden karışıklığı baba oğul arasında savaşa dönüştürürler. Nevayî ile Baykara’nın arasını açmada başarılı olamayan riyakâr kişiler, Nevayî’yi devlet işlerinden uzaklaştırmak ve iki dostun ilişkilerini tamamen bozmak için Nevayî’nin sevgilisi Güli’yi Baykara’nın haremine alması için çalışırlar ve bunda başarılı olurlar. Güli bu durumu gururuna yediremez ve zehir içer. Nevayî, Herat’tan gelip durumu öğrenir ama sevgilisini kurtaramaz.

Hüseyin Baykara, yaptığı hatanın geç de olsa farkına varır, Nevayî’den özür dileyerek, tekrar devlet işlerinde kendisine yardımcı olmasını ister ama Nevayî bu isteği kabul etmez. Nevayi ile Baykara arasında geçen şu konuşma ilginçtir:

Baykara: Siz dünya zevklerinden vazgeçip ne kazandınız?

Nevayî: İki büyük deniz boyundaki halkı yekkalem ettim. Dilimizi tahkir ve hakaret batağından kurtarıp,

şiiri göğe çıkardım. Ben ömrüme üzülmüyorum. Size harcadığım emeklerimin ziyan olduğuna üzülüyorum. Ben yanılmışım. Ben fıstık kabuğundan gemi yapmak istemişim. Benim gerçek diye düşündüğüm şey serap oldu. Ben sizin saltanatınızı sağlamlaştırmak istedim ama çabalarım boşa gitti.

Nevayî, Baykara’nın ısrarlarına rağmen saraya dönmez, “bizim yapamayacağımız şeyleri, gelecek kuşak yapacak” diyerek halka döner.

Bu eserde Nevayî, duygulu ve hassas âşık bir şair, bilge bir kişi, halkın sorunlarıyla yakından ilgilenen, kendini halkına adamış bir devlet adamı olarak karşımıza çıkar.

Uygun tarihi konularda tiyatro eserleri yazmaya devam etmiştir. “Ebu Reyhan Beruniy” (1973) adlı eserinde yüce alimin halkın hayatını iyileştirme, ülkeyi geliştirme yolundaki uğraşları işlenmiştir. “Ebu Ali İbn Sina” (1979) dramında halkı için mücadele eden büyük bilgin İbn Sina tipi ustalıkla verilmiştir. “Zebunnisa” dramında ise babasının zalimliği sonucu sevgilisini kaybeden ve ömrünü gazeller yazarak geçiren şaire Zebunnisa’nın hayatı başarılı bir şekilde aksettirilmiştir.

Uygun, yukarıda verilen eserler dışında “Pervane” (1956), “Hürriyet” (1957), “Şubhe” (1961), “Katil” (1965), “Pervaz” (1969) gibi tiyatro eserleri de yaratmıştır.

Nezir Seferov da Özbek edebiyatına beğenilen tiyatro eserleri kazandıran yazarlardan biridir. Onun Ziya Seid ile birlikte yazdığı “Tarih tilge kirdi” (1931) adlı eserinde Sovyet hakimiyetinin ilk yıllarında halkın inkılâbı güçlendirmek için çalışmaları verilmiştir. Bu eser, taraflı bir şekilde yazılmış olsa da bir dönem tarihini vermesi bakımından çok önemlidir.

Seferov’un “Uyganiş” (1939) adlı eseri, 1916 yılında Sovyetlerin Türkistan’dan işçi alımına karşı Cizzah’da başlayan isyan ve halkın bilincindeki uyanma işlenmiştir. Bu eserlerden başka Sefer’ov, “Şark Tangi” (1948), “Hayat Mektebi” (1954), “Kimge Toy, kimge Eza” (1963), “Lukaş Batır” (1974) gibi piyesler de kaleme almıştır.

Özbek edebiyatına tiyatro türünde önemli eserler kazandıran İzzet Sultanov, Uygun ile birlikte yarattığı “Alişer Nevaiy”den başka “Bürgütning Pervazı” (1939), “İman” (1960), “Namelum Kişi” (1963) gibi eserler yazmıştır. 1981 yılında kaleme aldığı “Danişmendning Yaşligi” adlı eserde İbni Sina’nın gençlik yıllarında bile çok bilgili ve akıllı olduğunu, olaylardan doğru sonuçlar çıkarabildiğini başarılı bir şekilde vermiştir.

Hikâye türünde başarılı eserler veren ve nesirde kendini ispatlayan Abdulla Kahhar, dram türünde de kalem oynatmıştır. Bu alanda Kahhar’ın ilk eseri, “Yengi Yer (Şahı Sözene)” (1951) adlı komedisidir. Bu eser, yer ıslahatının başarıyla işlenmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir. 1962 yılında yazdığı “Tabutden Tavuş (Songi nüshaler)”, 1967 yılında yarattığı “Eyecanlerim” adlı eserlerde dönem sosyal hayatında görülen noksanları, illetleri eleştirel açıdan verilmiştir.

Özbek edebiyatına çeşitli türlerde eserler kazandıran Hamid Gulam da tiyatro sahnelerinden inmeyen güzel eserler yaratmıştır. “Fergane Hikayesi”, “Ogıl Üylentiriş” (1963), “Dil Közgüsi”, “Taşbalta Aşık” (1965), “Eceb Sevdaler” (1968) gibi eserleri bunlar arasındadır. Yazarın son eseri, iki perdelik müzikli dramı “Muhabbet Nevası” 16. yüzyılda Doğu Türkistan’ın Hoten şehrinde yaşayan Amannisa ile Reşidhan arasındaki sevgiyi konu etmiştir.

Edebiyattaki asıl başarısını hikâyeler ve romanlar yazarak yakalayan Seid Ahmed de tiyatro eseri kaleme almıştır. Yazar, “Kelinler kozgalanı” (1976) ve “Küyav” adlı komediler yazmıştır. “Kelinler Kozgalanı”, yazarın bu türdeki en çok tanınan ve beğenilen eseridir. Eser, o dönem oyunlarından o kadar farklıydı ki, eleştirmenlerin bazıları değerlendirirken ikilem içine düşmüştür. Çünkü, komedinin baş kahramanı Fermanbibi Sovyet edebiyatında geçerli olan “sosyalist realizm”in olumlu kahramanına da olumsuz kahramanına da uymuyordu. Eseri bu açıdan eleştirenler olmuştur.

“Kelinler Kozgalanı”, Özbek tiyatrolarında başarıyla oynanmıştır. Bu komediden aynı adla yapılan film, Özbek sinemalarında ve televizyonunda hâlâ gösterilmektedir. Bu film, bütün Türk cumhuriyetlerinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Türkiye’de gösterilmiştir.

“Kelinler Kozgalanı” komedisinin konusu ailedir, çağdaş Özbek ailesinin sevinçleri ve sıkıntılarıdır. Komedideki olaylar, bir aile çevresinden dışarı çıkmasa da eserin içeriği aile sorunlarıyla sınırlı değildir. Komedide gelenek ve çağdaşlaşma, büyük şehirlerin durumu ve sorunları gibi konulara da değinilmiştir.18

Bu eser, sadece Özbekistan’da değil, çevrildiği dilin konuşulduğu ülkelerde de sevilerek okunmuş ve izlenmiştir. Eser, 1997 yılında Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Son dönem yazarlarından Şükrilla da tiyatro türünde eserler vermiştir. Onun “Hatarli Yol”, “Tebessüm Ogrileri” (1977), “Ogrini Karakçi Urdi” (1984) gibi eserleri uzun yıllar tiyatro sahnelerinden inmemiştir.

Özbek edebiyatına hikâyeler ve romanlar kazandıran Adil Yakubov da tiyatro sahasında kalem yürütmüştür.

“Eytsem Tilim, Eytmesem Dilim Küyedi” (1958), “Çın Muhabbet”, “Yürek Yanmagı Kerek” (1957), “Alme Güllegende” (1960) gibi eserleri yazarın bu türdeki en önemli eserleridir.

Özbek tiyatro hazinesine yeni eserler kazandıran Cumaniyaz Cabbarov’un “Öcerler” (1971), “Yiller Ötib” (1975), “Toyden Aldin Tamaşa” (1979), “Mening Appak Kebuterim” adlı eserleri Taşkent’te, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tiyatrolarında sahneye konulmuştur.19

Son dönem Özbek edebiyatına tiyatro eserleri kazandıran yazarlardan biri de Şeref Başbekov’dur. Başbekov, yeteneğini önce hikâye türünde denemiş ama yazdığı tiyatro eserleri de beğenilmiştir. Yazarın “Tüşav Üzgen Tulparler” (1983), “Eşik Kakkan Kim?” (1987) komedileri bu alandaki ilk kalem denemeleri olması bakımından önemlidir.

Daha sonra başbekov, “Eski Şeher Gevraşleri” (1988) ve “Temir Hatin” (1989) komedileri ile “Takdir Eşigi” dramını yazmıştır.

Yazara bu alanda asıl ün kazandıran “Temir Hatın” adlı eseridir. Yazar, eserinin başına “ciddiy komedya” şeklinde not düşmüştür. Eserde olay, Koçkar’ın eşi, Kumrı’nın kocasının içmesinden bıkıp onu karyolaya bağlayıp annesinin evine gitmesiyle başlar. Koçkar’ın kardeşi, pamuk toplamak için yaptığı ama her işi becerebilen robotu ağabeyinin evine getirir ve bu robot bütün ev işlerini yapmaya başlar. Ancak, Koçkar’ın sonu gelmeyen istekleri karşısında robot bozulur. Böylece Koçkar, evine dönen eşinin kıymetini de anlar.

Bu eserde Özbek kadınlarının sosyal hayattaki sıkıntıları, ağır sorumlulukları ve bir robotun bile dayanamayacağı kadar güç olan şartları hicvî tarzda ele alınmıştır.

Özbek tiyatrosu, Özbek halk ve yazılı edebiyatı temelinde, ceditçilik hareketinin kıvılcımıyla başlamış, Behbudiy, Kadiriy, Çolpan, Fıtrat, Hamza gibi yazarların kalemiyle bir ekol oluşturmuş, Kamil Yaşın, Uygun, Sabir Abdulla’nın eserleriyle olgunlaşmış, Abdulla Kahhar, Seid Ahmed, Şükrilla, Şeref Başbekov ve başka yazarların eserleriyle zenginleşmiş ve zenginleşmektedir.

Ahundiy, N., Mirmuhsin, Reşid, Ö., Usman Nasır, Tenlengen eserler, Taşkent, 1959.

Çolpan, Yene Aldım Sazimni, Taşkent, 1991.

İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995.

Kahhar, Abdulla, Eyecanlerim, Eserler 4, Taşkent, 1988.

Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1997.

Kerimov, N., Kerimov, E., Turdiyev, Ş., Abdurauf Fıtrat, Çın Seviş, Taşkent, 1996.

Kuçkartayev, İristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996.

Kuçkartayev, İristay, Öz, Aynur, Kelinler Kozgalanı (Gelinlerin İsyanı, Seid Ahmed’in aynı adlı eserinin aktarması), Ecdad Yayınları, Ankara, 1997

Kuçkartayev, İristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler II, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 6, Güz, 1998.

Mirvaliyev, S., Özbek Edibleri, Taşkent, 1993.

Rizayev, Şuhret, Cedid Draması, Taşkent, 1997.

Sultanov, İzzet, Pyeseler Makaleler, Taşkent, 1959.

Sultanov, Y., Hamza Hekimzade Niyaziy, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1958.

Uygun, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1958.

Yaşın, Kamil, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1958.

1 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 13.

2 Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1997, s. 8-10.

3 Kasımov, Begali, Mahmud Hoca Behbudiy, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1997, s. 49.

4 Rizayev, Şuhret, Cedid Draması, Taşkent, 1997, s. 53.

5 Rizayev, Şuhret, Cedid Draması, Taşkent, 1997, s. 54.

6 Sultanov, Y., Hamza Hekimzade Niyaziy, Tenlengen Eserler, Taşkent, 1958, s. 190.

7 Rizayev, Şuhret, Cedid Draması, Taşkent, 1997, s. 118.

8 Kerimov, N, Kerimov, E., Turdiyev, Ş., Abdurauf Fıtrat, Çın Seviş, Taşkent, 1996, s. 10.

9 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 53.

10 Kuçkartayev, İristay, Öz, “Aynur, Özbek Edebiyatından Seçmeler, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996, s. 322-323.

11 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 59.

12 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 69

13 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 71.

14 Kuçkartayev, İristay, Öz, Aynur, “Özbek Edebiyatından Seçmeler II”, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 6, Güz, 1998, s. 578-579.

15 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 91.

16 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 79.

17 İmanov, B., Corayev, K., Hakimova, H., Özbek Dramaturgiyası Tarihi, Taşkent, 1995, s. 70

18 Kuçkartayev, İristay, Öz, Aynur, Özbek Edebiyatından Seçmeler, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı: 2, Güz, 1996, s. 341.

19 Mirvaliyev, S., Özbek Edibleri, Taşkent, 1993, s. 192.

Bağımsız ve Sürekli Tarafsız

Türkmenistan
Saparmurat TürkmenbaŞI

Türkmenistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı /Türkmenistan

ürkmenler, tarihte bu kadar çok devlet kurmuşlar, bugün ise kendi topraklarımızda yeniden millî, bağımsız devletimizi kurduk. Bizim kurduğumuz devlet gücünü işte buradan almaktadır. Neticede biz onların hepsinin üzerinde baş tacı ve övünç kaynağı olacak bağımsız ve sürekli tarafsız bir Türkmenistan’a kavuştuk. Bizim devlet olarak öncekilere saygımızın ifadesi olarak hepsini tekrar kaleme alıp kitabımızda bahsettik. Atamız Oğuz’un ruhunu yeniden dirilttik. Tarih sayfalarında kalan bütün bu devletler bizim kurduğumuz devletle doğrudan ilgilidir. Ayrıca onların arzu edip hiçbir zaman ulaşamadıkları şu üç özelliği de kendinde toplamıştır. Bunlar: Millî bağımsızlık, sürekli tarafsızlık ve Türkmenin Ruhnamesi’dir.

Bu üç sağlam temelden mutlaka söz açmak istiyorum.

Birincisi; Millî Bağımsızlık. Halkına, vatanına, serdarına inanan Türkmen 27 Ekim 1991 tarihinde Bağımsız Türkmenistan Devleti’ni kurdu. Bağımsızlık bize; halkına, vatanına, adaletine olan güveni, atamız Oğuz’un 24 boyunun birlik beraberliğini kazandırdı. Egemenlik ile millîlik birleşerek hür vatanımızda bağımsız devlet olduk. Bayrağımızı ve devlet nişanlarımızı kökümüzün derinliklerindeki cevher manalarından aldık.

Arabistan, Kafkasya, Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Çin, Rusya, Hindistan, ve Pakistan gibi ülkelerde bizim millî tarihimize ait izler vardır. Bu coğrafyada Türkmenlerin herkesle doğrudan ilişki kurduğu dönemler olmuştur. Fakat bu yakın dönem itibarıyla mümkün olmamıştır. Şimdi biz tarihteki ilişkilerimizi yeniden gözden geçirip, onların hepsiyle ileri seviyede ilişki kurmayı başardık. Ben, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın 50. yıl kutlamalarında sürekli tarafsızlık statümüzü bütün dünyaya ilân ettiğimde, Oğuzların-Türkmenlerin, Selçukluların yaşadığı coğrafyadaki medeniyetlerde miras payımızın olduğunu ifade ettim. Günümüzde tarihten gelen bu uzlaşmacı kişiliğimiz iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bunların hepsi Türkmenlerin barışsever ve uzlaştırıcı karakterinin sadece bugün bilinmesi doğru değildir, hatta onlar tarihî varlığıyla bizi çok iyi tanıyan, ilişkide olduğumuz ülkelerdir. Bundan dolayı ilk önce komşularımız ve bölgedeki devletler, tarafsızlık statümüze destek verdiler. Sonra bütün dünya devletleri destek verdi.

Sürekli tarafsızlık bizim bağımsızlıktan sonra kazandığımız ikinci temel dayanağımızdır. Semamızın daima asude olması, Oğuz Han’ın beş bin yıl önce dilinin duası haline getirdiği hedefindeki bir hakikattır. Mavi göğümüzün daima asude olması, atalarımızın inancı olmuştur. Biz halkımızın eskiden var olan bu inancını bağımsız devletimizin temel ilkelerinden biri haline getirip, kanunlaştırarak dünyada yaşayabileceğimize inandık. Dünyada yaşamanın sırrının barış ve güven olduğunu daha ilk günlerden biliyorduk. Hatta halkımız bunun komşuseverlikten başlanması gerektiğine inanmaktadır. Biz bu iyi niyetli karakterimizi daha da geliştirerek, iktisadî alanda Açık Kapılar politikamıza, dış politikamızda ise Tarafsızlık statümüze dönüştürdük. Dünya ile bütünleşmenin, ona gönülden bağlanıp herkesi sevmekten geçtiğini, bunun ise öncelikle kendi ülkemizde huzuru temin etmekle mümkün olacağına inanarak, evvela Türkmenistan Devleti’ni kurarak, bütün gönüllerde taht kurmayı temel görevlerimizden biri saydık. İlk önce bölgedeki komşu devletlerimizden başlayarak, bütün dünya ülkeleri bizim yolumuzun doğruluğunu söyleyerek, bize destek olmaya başladılar. 12 Aralık 1995 tarihinde 185 devletin oy birliğiyle Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın Baş Asamblesi tarafından devletimize sürekli tarafsızlık statüsü verildi. Böylece dünyada ilk defa tarafsız

devlet kamulaştırılarak, dünyanın tek resmi tarafsız devleti olduk. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın bayrağındaki barış sembolü olan zeytin dalını alarak yeşil bayrağımıza yerleştirdik.

Halkın kalbinin derinliklerine inmek, onu millet eden insanî düşünce ve vasıfları bilmek, kendimiz ve gelecek nesillerimizin örnek alması için bu değerleri ortaya çıkarmamız önem arz etmekteydi. Bu konuda çok düşündüm. Fikirlerimi daima halkım ile paylaştım. En sonunda şu neticeye geldim; yeryüzündeki Türkmenin en iyi vasıflarını, ruhunu bütünleştiren kitap olsun, yani bir ruhnamesi olsun. Bu bizim kaybolan kitaplarımızın yerini doldursun, Türkmenin Kur’an’dan sonra başucu kitabı olsun. Ayrıca Türkmen şu zamana kadar birçok devlet kursa da kendi toprağında hiçbir zaman manevî bütünlük içerisinde devlet kurmamıştır. Biz birlik ruhu içerisinde bir devlet kurduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ruhname’miz ise ona varan köprü mesabesindedir. Ruhname, Türkmenin tarihte yaptığı yanlışları gelecekte tekrarlamaması, her yerde ve zamanda örnek insan olmasını tavsiye eden, nasihat veren ve onun yollarını gösteren kitaptır. Onun, Türkmenin temel yollarının birine dönüşeceğine inanıyorum.

Yolumuzun, esas gücünü tarihten aldığını bir defa daha hatırlatmak istiyorum. Atalarımızın dünyanın dört bir tarafına göç ettiği bir hakikattır. Bizim dünya devletlerinin ve milletlerinin kalbine giden barış yolumuz ile birlikte iktisadî yolumuzun da varlığı bellidir. Yollarımız kadimi olsa da, maksadımız dünya devletlerinin kalbine sıcaklık ve ışık saçmaktır. Yani doğal gazımız ile halkların bereket ocağına ulaşmaktır.

Bağımsız ve tarafsızlığımız altın asrımıza ışık saçar, millî değerlerimizle nurlanır. Ruhname ile ruhlanıp, inşallah, geleceğimizi tamamen altın çağa çeviririz. Bizim altın asırda, 21. asırda, esas gayemiz dünyaya örnek olabilecek Türkmen milletini öne çıkarmaktır. Siyasî açıdan kendi elbisemizi kendimizin biçmesine imkan tanıyan bağımsızlık, bütün dünyaya barış kokusunu yayan tarafsızlığımız varken, halkımızın zengin ruhunu öne çıkararak, insan ilişkilerinde, çağa uygun örnek alınacak seviyeye ulaştığımız görünmektedir.

Asude semamızın altında halkımız ile devletimiz güven içerisinde olsun.



Yüklə 15,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin