Bizimki: «Bu da ne? diye düşündü. Bu genç rahibin yaptığı bir hazırlık töreni mi? Belki de piskoposun yazmanıdır... Uşaklar gibi küstahlık edecek... Dinim hakkı için, ne olursa olsun, deneyelim bir.»
İlerledi ve gözünü durmadan o tek pencereye dikerek ve bir an bile aralık vermeden yavaşça yapılmış kutlama işaretlerinde bulunmağa devam eden bu genç adama bakarak, ağır ağır salonu bir baştan bir başa geçti.
Yaklaştıkça, onun öfkeli halini daha iyi seçiyordu. Dan-
F.: 8
Îİ4
telâlı atkının zenginliği Julien'i muhteşem aynanın birkaç adım berisinde durdurdu elinde olmayarak.
En sonunda, içinden: «Konuşmak benim ödevim» dedi, fakat salonun güzelliği onun heyecana boğmuştu, kendisine söylenecek acı sözlere şimdiden üzülmüştü.
Genç adam onu aynadan gördü, arkasını döndü ve hemen öfkeli durumunu bırakarak, en tatlı sesle ona dedi ki:
— Tamam mı! Düzeltildi mi iş, en sonunda, Bay? Julien, göğsünün üzerindeki o göğüs haçını gördü: Agde
piskoposu idi bu. Julien: «Ne de gençmiş, diye düşündü; pek altı ya da sekiz yaş büyük benden!...»
Ve mahmuzlarından utandı.
Çekinerek:
— Monseigneur, dedi, ben, ruhanîler kurulu başkanı B. ^Chelan tarafından gönderildim.
Piskopos Julien'in sevincini büsbütün çoğaltan kibar bir tavırla:
— Ya! Bana çok övdüler onu, dedi. Yalnız, özür dilerim, Bayım, ben sizi tacımı getirecek olan kimse sandım. Paris'te fena sarıp sarmalamışlar onu; üst tarafındaki gümüş sırma zedelenmiş iyice.
Genç piskopos üzgün üzgün:
— Pek çirkin durur doğrusu, diye ekledi, bir de bekletiyorlar beni!
— Yüksek müsaadenizle, gidip alayım tacı, Monseigneur?
Julien'in güzel gözleri etkisini gösterdi. Piskopos hoş bir incelikle:
— Gidebilirsiniz, Bayım, diye karşılık verdi; bana hemen lâzım. Ruhanîler kurulundaki Bayları beklettiğime üzülüyorum çok.
Julien salonun ortasına gelince, bir daha piskoposa döndü ve onun gene kutlama işaretleri yapmağa daldığını gör-«dü. Julien içinden: «Bu da ne olabilir? diye düşündü, az sonra yapılacak tören için gerekli bir hazırlık bu besbelli.» Oda uşaklarının bulunduğu küçük odaya girdiğinde, tacı ellerinde gördü. Bu baylar, Julien'in o yüksekten bakışı karşısında istemeye isteye kul köle olarak, Monseigneur'ün tacını verdiler ona.
115
Delikanlı bunu taşımaktan gurur duyuyordu: salonu geçerken, ağır ağır yürüyordu; tacı saygı ile tutuyordu. Piskoposu ayna önüne oturmuş buldu; ne var ki, sağ eli, yorgun olmakla beraber, gene arada bir, kutlama işareti yapıyordu. Julien tacını giysin diye ona yardım etti. Piskopos başını salladı.
Memnun bir yüzle Julien'e:
— Oh! durur artık, dedi. Az öteye gider misiniz?
Bunun üzerine piskopos hızlı hızlı odanın ortasına yürüdü, sonra ağır adımlarla aynaya yaklaşarak, gene o öfkeli durumu takındı, ciddî ciddî kutlama işaretleri yaptı.
Julien şaşkınlıktan donup kaldı; anlar gibi olmuştu ama gözü bir türlü tutmuyordu. Piskopos durdu, ciddiyetini hemen yitiren bir tavırla delikanlıya bakarak sordu:
— Ne dersiniz, Bayım, iyi duruyor mu tacım?
— Çok iyi duruyor, Monseigneur.
— Pek arkada değil mi? Arkada durdu mu biraz aptallık hali verir; ne var ki bir subay şapkası gibi gözlerin üstüne eğmekte doğru olmaz.
— Bence çok iyi gidiyor.
— **• kralı saygıdeğer ve besbelli çok ciddî bir ruhanî görmeğe alışmıştır. Ben de, yaşımdan ötürü, pek hafif tavır takınmak istemiyordum.
Ve piskopos gene kutlama işaretleri yapa yapa yürümeğe başladı.
En sonu, anlamağa başlayan Julien, içinden: «Belli, dedi, takdis yapmak için alıştırıyor elini.»
Birkaç dakika sonra piskopos:
— Ben hazırım, dedi. Haydi, Bayım gidip B. Chelan'la ruhanî kuruluna haber salın.
Arası pek geçmeden B. Chelan, peşinde yaşlı mı yaşlı iki papaz, ağır oymalı ve Julien'in sezmemiş olduğu gayet büyük bir kapıdan içeri girdi. Ama bu kez bizimki kendi sırasında, hepsinin gerisinde kaldı, piskoposu ancak bu kapının önüne üşüşen ruhanîlerin omuzları üzerinde görebildi artık.
Piskopos salonunu ağır ağır geçiyordu; eşiğe vardığında rahipler törerî alayı düzeni aldılar. Bir ara bir kargaşalıktan sonra alay, bir mezmur okuya okuya başladı ilerleme-
.116
,ğe. Piskopos B. Chelan'la gene öyle alabildiğine yaşlı bir başka papaz arasında arkadan geliyordu. Julien rahip Chelan'ın buyruğunda olduğu için, tâ Monseigneur'ün yanma kadar sokuldu. Bray-le-Haut manastırının o uzun koridorları aşıldı; ortalık gün güneş olduğu halde, bu koridorlar karanlık ve nemli idi. Son sonu keşiş dairesi kapısına yarıldı. Julien böylesine güzel bir tören karşısında hayranlıktan şaşkına döndü. Piskoposun genç yaşından doğmuş yükselme tutkusu, bu başpapazın duyarlığı ve sevimli nazikliği yüreğini oynatıyordu. Bu nazklik, B. de Renal'ın iyi günlerinde bile •gösterdiği incelikten büsbütün başka idi. Julien içinden: «İnsan kibarlar âleminin ne kadar ilk safına yükselirse, o kadar ince davranışlarla karşılaşır artık.»
Kiliseye bir yan kapıdan girilyordu, yüzyıllık kubbelerde birden alabildiğine gürültü yankılandı; Jülien kubbeler yıkılıyor sandı. Bu gene küçük bir top atışı idi; sekiz at ile hemen getirilmiş bu top, yerine henüz varmıştı; gelir gelmez de, Leipzig topçuları tarafından ateş düzenine sokulmuş, karşısında sanki Prusya'lılar varmış gibi, dakikada beş kez ateş ediyordu.
Gel gör ki bu şanlı gürültü Julien'de artık hiçbir etki yaratmadı, artık ne Napoleon'u ve ne de onun askerlik zaferini düşünüyordu. İçinden: «Amma da genç yaşta, diyordu, Agde piskoposu olmuş! Agde nere acaba? Eline ne para geçer? İki üç yüz bin frank belki.»
Monseigneur'ün uşakları elde muhteşem bir piskoposluk sayvanı ile göründüler, B. Chelan kollarından birini tutacaktı, ama bu işi Julien aldı üzerine. Piskopos sayvanın altına girdi. Doğrusu yaşını başını almış insan tavrı takınmağı başarmıştı; bizim kahramanın hayranlığını sınırı yoktu artık. «İnsan neler yapmaz ki ustalıkla!» diye düşündü.
Kral girdi. Julien onu pek yakından görme mutluluğuna kavuştu. Piskopos tatlı tatlı, büyük bir saygı göstermeği esirgemeden Majeste'ye söylev söyledi.
Biz Bray-le-Haut törenlerinin açıklamasını yapmıyaca-ğız hiç; bunlar on beş gün bütün bölge gazetelerinin sütunlarını doldurdu. Julien, piskoposun söylevinden, kralın Küstah Charles soyundan gelme olduğunu öğrendi.
117
Daha sonraları bu törenin kaç paraya patladığı gibi hesaplan araştırmak Julien'in işleri arasına girdi. Yeğenini bir piskoposluğa yerleştirmiş bulunan B. de Mole bütün masrafları kendi üzerine alma kibarlığını göstermişti. Bray-le-Haut'daki biricik tören üç bin sekiz yüz franga çıktı.
Piskoposun söylevinden ve kralın karşılığından sonra, Majeste sayvanın altında yer aldı, derken mihrabın yanında duran bir yastığa dindarca diz çöktü. Kilisenin iç bölümü iki basamak merdivenle çıkılan tahta sıralarla doldurulmuştu. Sanki Roma'da, Sixtine kilisesinde, bir etek tutucusunun kardinalinin yanma çömelip oturması gibi, Julien de bu basamakların en üstünde B. Chelan'ın diz dibine çömelmişti. Bir Te Deuı*. (17) okundu, buhurdanlar tüttü burcu burcu sayısız toplarla tüfekler patları; köylüler sevinçten ve dinsel erinçten sarhoş oldular. Böylesi bir gün jakobin gazetelerinin yüz sayıda yaptıkları işi allak bullak ediyordu.
Julien, gerçekten içten gelişle dua eden krala altı adım aralıkta idi. Alaylı bakışlı ve hemen hemen işlemesiz bir elbise giyen bodur boylu bir adamı, ilk olarak, gördü. Bu pek yakın elbisenin üstünde gök mavisi bir şerit vardı yalnız. O, Julien'in deyişince kumaşı görülmeyen elbiseleri böyle sırma işlemli olan, bir yığın büyük büyük adamdan daha çok, kralın yanında idi. Birkaç dakika sonra bunun B. de La Mole olduğunu anladı.
«Bu marki benim güzel piskoposum kadar terbiyeli olmasa gerek, diye düşündü. Ah! Rahiplik mesleği insana olgunluk ve uysallık veriyor. İyi ama kral ereni görmeğe gelmiş, ben ise eren filân görmüyorum. Ermiş Clement nerede acep?»
Komşusu, genç bir rahip, saygıdeğer erenin kilisenin yukarısmdaki bir yatırda olduğunu söyledi ona.
Julien: «Bir yatır da ne?» diye düşündü.
Ama bu sözün anlamını sormak istemedi. Özeni çoğaldı.
Bir başbuğ gelince, karşılama gereğince yardımcı rahipler piskoposa eşlik etmezler. Fakat yatıra gitmek üzere yola çıkıldığında, Agde Monseigneur'ü rahip Chelan'ı çağırdı; Julien de onun ardından gitmeği göze aldı.
Uzun bir merdiven çıkıldıktan sonra, alabildiğine küçük, ama gotik pervazı ziynetle yaldızlanmış bulunan bir
118
kapıya vardılar. Bu yaldız daha dün vurulmuş gibi parlıyordu.
Kapının önünde, Verrieres'in en kibar ailelerinden yirmi dört genç kız, diz çökmüş duruyorlardı. Kapıyı açmadan önce, piskopos bütün bu güzel kızların ortasında diz çöktü. O yüksek sesle dua ede dursun, kızlar da onun güzel dante-lâlarma, zarifliğine, öylesine genç ve tatlı yüzüne bakmaktan doyamıyorlardı. Bu görünüm kahramanımızdan akıl diye kalan şeyi de alıp götürdü. O anda engizsyon uğruna, hem de yürekten çarpışmağa hazırdı. Kapı birden açıldı. Küçük yatır alev almış gibi oldu. Mihrap üzerinde sekiz sıra dizilmiş, aralarında demet demet çiçekler oturtulmuş binden aşırı mum vardı. Kapıdan dışarı en duru günlüğün tatlı kokusu taşıyordu dalga dalga. Daha yeni yaldızlanmış yatır çok küçük, ama alabildiğine yüksekti. Julien mihrabm üzerinde on beş ayaktan aşkın boylu mumlar gördü. Genç kızlar bir şaşkınlık çığlığı koparmaktan kendilerini alamadılar. Yatırın küçük sofasına yalnız yirmi dört kız, iki papaz ve bir de Julien kabul edilmişti.
Arası pek geçmeden, peşinden B. de La Mole ile başma-beyinci olduğu halde kral geldi. Nöbetçiler de dışarıda, diz çöküp, esas vaziyette durdular.
Majeste kendini atarcasma dua rahlesine gitti. İşte, arkasını yaldızlı kapıya dayamış bulunan Julien, işte ancak o zaman çiçeği burnunda bir kızın çıplak kolu üzerinden, eren Clement'm o nefîs heykelini gördü. Tığ gibi Roma'lı asker elbisesi giymiş eren, mihrap altına gizlenmişti. Boynunda sanki kanar gibi olan geniş bir yara vardı, sanatçı tüm hünerini dökmüştü ortaya; can alıp veren, ama sevimli sevimli parlayan gözleri, yarı yumuktu. Yeni terlemiş bir bıyık sanki yarı kapalı halde dua eder gibi duran bu güzelim ağzı süslüyordu. Julien'iri yanı başındaki genç kız, bunu görür görmez başladı hıçkıra hıçkıra ağlamağa, gözyaşlarmdan biri Juîien'in eline damladı.
Ancak on fersahlık tümçevre köylerdeki çanların uzaktan uzağa gelen sesi ile bozulan, pek derin sessizlik içinde bir süre dua edüdikten sonra, Agde piskoposu söz söylemek için kraldan izin istedi. Çok dokunaklı bir söylevi yalın, ama etkisi derin sözlerle sona erdirdi.
119
— Ey genç hıristiyan kızları, dünyanın en büyük krallarından birini bu kadir ve yüce Tanrı'nın hizmetkârları önünde diz çökmüş gördüğünüzü, ömrünüzce unutmayınız, Ermiş - Clement'in hâlâ kanar gibi duran yarasından da gördüğünüz gibi, yeryüzünde öldürülen, hırpalanan, bu kolu kanadı kırık kullar, ahırette muratlarına ererler. Genç hıristiyan kızları, bugünü siz hiç unutmıyacaksmız, değil mi? Dinsizden nefret edeceksiniz. Bu büyük, yüce, ama rahim Tanrı'ya ömrünüz boyunca bağlı kalacaksınız.
Bu sözler üzerine, piskopos buyruk verir gibi ayağa kalktı.
Elini bir ilham almış gibi kaldırarak:
— Söz veriyor musunuz? dedi.
Genç kızlar, gözlerinden yaşlar aka aka:
— Söz veriyoruz, dediler. Piskopos coşkun bir sesle:
— Andınızı ulu Tanrı adına kabul ediyorum! dedi.
Tören böylece sona erdi.
Kral bile ağlıyordu. Julien ancak nice zaman sonra erenin Roma'dan, Bourgogne dukası Philippe le Bon'a gönderilmiş kemiklerinin nerede olduğunu sorma soğukkanlılığını buldu hemen hemen. Ona kemiklerin o balmumundan nefis heykelin içinde olduğunu söylediler.
Majeste yatırda kendisine eşlik eden kızlara kollarına, üzerine: DİNSİZE LANET, TANRI'YA TAPINIŞ sözleri işlenmiş kırmızı kurdelâ bağlamalarına izin verme lûtfunda
bulundu.
B. de La Mole köylülere on bin şişe şarap dağıttırdı. Akşam, Verrieres'de liberaller, kralcılardan ortalığı yüz kat fazla ışıklandırmanın bir yolunu buldular. Kral, yola çıkmadan önce B. de Moirod'nun evine gidip yokladı onu.
120
BÖLÜM XIX
DÜŞÜNMEK ACI ÇEKTİRİR
Hergiinkü olayların büyüklüğü sizden tutkularım ı gerçek belâsını saklar.
BARNAVE.
B.de La Mole'un doldurmuş bulunduğu odaya o her zamanki eşyaları yerleştirirken Julien, dörde katlanmış, gayet kalın bir kâğıt tomarı buldu. Birinci sahifenin altında şunları okudu:
Fransa senato üyesi, kralın emir kulu şövalyesi, v.b. v.b., S.EJB.le marki de La Mole'a.
Bir aşçı kadının kaleminden çıkmış gibi iri iri harfli' bir dilekçe idi.
«Bey le Marki,
«Ben ömrüm boyu dinsel buyruklara boyun eğdim. 93 yılında, sıkı-yönetim sırasında, bombalar ortalığı kasıp kavurduğunda, Lyon'da, benim de unutulmaz günlerim oldu. Törene giderim; her pazar günü mahalle kilisesindeki şaraplı ekmek törenine giderim. 93 yılında bile, iki gözüm önüme aksın ki, paskalya perhizinde kusur etmedim hiç. Aşçı kadınım vardı, ihtilâlden önce adamlarım filân vardı, aşçı kadınım perhiz tutardı cuma günü. Verrieres'de herkesin saygısını kazandım, bu saygıya lâyık olduğumu da söyleyebilirim. Dinsel törenlerde sayvanın altında, bay papazla belediye başkanı bayın yanı başında yürürüm. Büyük fırsatlarda kendi paracığımla satın alınmış, koca bir mumu taşırım. Paris'te maliye bakanlığmdadır belgeler. B. le Marki'-den Verrieres piyango başsatıcılığmm verilmesini rica ediyorum, şimdilerde başsatıcı pek hasta olduğundan, üstelik seçimlerde kara oy kulandığmdan, ilâh, ne olsa açılacaktır, yeri, DE CHOLİN.»
Bu dilekçenin bir köşesinde De Moirod imzasını taşıyan üstelik şu cümle ile başlayan bir yazıdüş (18) vardı:
121
«Bu istekte bulunan sadık tebadan dün (19) de söz açmak şerefine ermiştim», v.b.
Julien içinden: «Vay anasını, dedi şu, Cholin budalası bile bana ne yolda yürümek gerektiğin, gösteriyor.»
*•• kralının Verrieres'den geçip gitmesinden sekiz gün jsonra, konuları, birbiri ardından, kral, Agde piskoposu, Marki de La Mole, on bin şişe şarap, nişan alma umudu içinde, attan düşüşünden ancak bir ay sonra evinden çıkan Moi-rod'nun yürekler acısı düşmesi olan sayısız yalanlar, budalaca sözler, gülünç gülünç tartışmalar, şunlar, bunlar olmuş, ama yalnız, bir kerestecinin oğlu, Julien Sorel, muhafız bölüğüne girdi diye kinayeli konuşma alabildiğine kepazeleş-mişti. Kahvede, sabah akşam, eşitliği yayalım diye dillerinde tüy biten, zengin renkli kumaş fabrikatörlerini, hele bu konuda, bir işitmeli. Bu rezil işin yaratıcısı şu kendini beğenmiş kadınmış, Bn. de Renal'miş. Sanki ne hakkı varmış? Küçük rahip Sorel'in güzel gözleri ve pembe yanakları daha iyisini söylüyordu.
Vergy'ye döndükten az sonra, çocukların en küçüğü, Stanisla - Xavier, hummaya yakalandı; Bn. de Renal o saat korkunç vicdan azapları çekmeğe başladı. Aşkına ilk olarak böyle uzun uzadıya bir pişmanlık duydu; kendisini nasıl büyük bir günaha sürüklemiş olduğunu, mucize kabilinden, anlar gibi oldu. Pek dinsever bir yaratılışta olmasına rağmen, o ana dek, suçunun Tanrı gözündeki büyüklüğünü düşünmemişti.
Bir zamanlar, Sacre-Coeur manastırında, Tanrı'yı delicesine sevmişti; şimdi de Tanrı'dan gene öyle delicesine korktu. Korkusunda hiçbir düşünce olmadığı için yüreğini dağlayan azaplar çok daha amansızdı. Julien anladı ki bir parça düşünüp taşınma kadını yatıştıracak yerde, büsbütün kızdırıyordu; böyle sözleri cehennem ağzı diye karşılıyordu. Bununla birlikte, Julien, Stanislas'cığı çok sevdiği için, hastalığından ona söz açmağı yerinde buldu: hastalık ciddî bir durum aldı. Artık dinme neymiş bilmez vicdan azabı Bn. de Renal'm uyumak yetkisini bile aldı elinden; korkunç bir susuştan bir türlü uzaklaşamıyordu; ağzını açmış olsa, Tanrı'-ya da, insanlara da suçunu bir bir söylemek için açmış olacaktı.
122
Başbaşa kalır kalmaz, Julien:
— Yalvarırım size, diyordu, kimseye demeyin birşey; acılarınızın dert ortağı yalnız ben olayım. Beni hâlâ seviyorsanız; açmayın ağzınızı, sözleriniz Stanislas'ınızui dindirmez, ki ateşini.
Fakat avuntuları hiçbir etki yaratmıyordu; Bn. de Râ-nal'ın, kıskanç Tanrı'nın gazabını yatıştırmak için Julien'-den nefret etmesi gerektiğni, yoksa oğlunun öleceğini kafasına koyduğunu bilmiyordu. Sevgilisinden nefret edemediğini anladığı için üzgündü işte alabildiğine.
Bir gün Julien'e:
— Bırakıp gidin beni, dedi; Tanrı aşkına, bırakın bu evi, sizin burada bulunmanız öldürüyor oğlumu.
Kısık sesle:
— Tann beni cezalandırıyor, diye ekledi, adildir o; taparım adaletine; günahın korkunç bir de vicdan azabı duymadan yaşıyormuşum! Artık Tanrı'nın gözünden düştüğümün ilk belirtisi bu; günahımın kefaretini iki kat ödemeliyim.
Julien, can evinden vurulmuş oldu. Bunda ne ikiyüzlü-lülük görebiliyordu, ne de aşırılk. «Beni sevmekle çocuğunu öldürdüğünü sanıyor ama, beni oğlundan çok seviyor zavallı. İşte, şüphe edemiyorum, vicdan azabı onu öldüren, duygu-lardaki üstünlük bundan ileri gelmede işte. İyi ama ben, bu kadar yoksul, bu kadar kötü yetişmiş, bu kadar bilgisiz olan ben, kimi an davranışlarımda pek kabalık eden ben, nasıl da böyle bir aşk uyandırabildim?»
Bir gece, çocuk iyice fenalaştı. Saat sabahın ikisine doğru, B. de Renal onu yoklamağa geldi. Çocuk, ateşler içinde yanan çocuk, kıpkırmızı kesildi ve babasını tanıyamadı. Bn. de Renal hemen kocasının ayaklarına kapandı: Julien artık onun herşeyi anlatacağını ve kendi kendini ölene dek. mahvetmek istediğini gördü.
Bu garip davranış, B.de Renal'ı iyi ki rahatsız etti.
Odadan çıkarken:
— Allah'a ısmarladık! Allah'a ısmarladık! dedi. Karısı, önünde dize gelip onu durdurmağa çalışarak:
— Olmaz, dinle beni, diye bağırdı. Bütün olanı biteni öğren. Benim oğlumu öldüren. Ona ben hayat verdim ama şimdi alıyorum elinden. Tanrı beni cezalandırıyor, Tanrı'nın gö-
123
zünde ben, suçluyum katil gibi. Kendimi yok etmeli ve ayaklar altına almalıyım; bu fedakârlık belki beni Tanrıya yaklaştırır.
B.de Renal hayal gücü yerinde bir adam olsaydı, herşeyi anlardı.
Dizlerine sarılmağa çalışan karısını ite ite:
— Garip düşünceler, diye bağırdı. Bütün bunlar saçma saçma sapan sözler! Julien, gün ışırken doktoru çağırtınız.
Ve odasına yatmağa gitti. Bn. de Renal, kendisine yardım etmek isteyen Julin'i sinirli sinirli iterek, yarı baygın diz çöktü.
Julin şaşırıp kaldı.
«İşte zinanın sonu! dedi içinden... O domuz papazların... yoksa hakkı mı var? Bunca günah işleyen bu papazlar günahın gerçek yüzünü bilme hakkına sahip mi çıkacaklar yoksa? Ne saçma şey bu!...»
B. de Renal çıkıp gideli yirmi dakika olduğu halde, Julien, sevdiği kadının başı hâlâ çocuğun küçük karyolasına dayalı kımıltısız ve hemen hemen baygın durduğunu görüyordu. «Berti tanıdığı için, büyük bahtsızlığa uğramış, yüksek ruhlu bir kadın işte.» dedi.
«Saatler tez geçiyor. Onun için ne gelebilir elimden? Karar vermek gerek. Burada söz konusu ben değilim artık. İnsanlardan ve onların bayağı yapmacıklarından bana ne? Onun için ne gelebilir elimden?... Bırakıp gitmeli mi onu yoksa? Fakat onu en korkunç azapla başbaşa bırakırım sonra. Koca denen bu kukla ona iyilikten çok feanlık ediyor. İleri geri konuşayım derken, kadıncağıza acı bir söz söyleyecek; o da çıldırabilir, kendini pencereden atabilir.»
«Bırakırsam, üzerine düşmeği kesersem, kocasına herşeyi bir bir anlatır. Karısının kendisine getireceği mirasa rağmen, adam kimbilir, bir rezalet çıkarır belki. Ay Tanrı! rahip Maslon denen şu b... herşeyi kalkıj) söyler, o adam ki bu evden artık dışarı çıkmamak için altı yaşındaki bir çocuğun hastalığını ileri sürüyor ama, hiç de maksadı yok değil. Kadıncağız da acıdan ve Tanrı korkusundan, insan üzerinde bildiği herşeyi unutur, onu yalnız rahip olarak görür.»
Gözlerin açan Bn. de Rânal birden ona:
— Git buradan, dedi.
Julien:
— Sana en yararlı olabileni bilmek için canımı bin sefer verirdim, diye karşılık verdi: seni hiç b ukadar sevmedim,, meleğim, daha açıkçası, yalnız şu anda, sana lâyık olduğun şekilde başlıyorum tapmağa. Senden uzakta, üstelik benim yüzümden bedbaht olduğunu düşünerek nasıl yaşarım ben! Şimdi kendi acılarımdan söz etmenin sırası değil. Gideceğim, evet, ruhum. Ne var ki, seni bırakırsam, bırakırsam hep, yanarsın sonra. Düşün ki seni alçakçasma evinden kovar,, artık bu rezaleti bütün Verrieres, bütün Besançon dolar diline. Her suç yüklenir, üzerine; ömrün oldukça bu yüz karasından kurtulamazsın...
Kadın ayağa kalkarak:
— Ben de bunu istiyorum, diye bağırdı. Daha iyi ya, acı çekerim.
— Ama bu iğrenç rezaletle sen, onu da felâkete sürüklersin.
— Ben kendimi rezil kepaze eder, kendimi atarım çamura; hem, böylelikle, oğlumu kurtarırım belki. Bu rezalet, herkesin gözünde, toptan bir ceza belki de? Zayıf aklımın aldığına göre bu, Tanrı'ya karşı yapabileceğim en büyük fedakârlık değil mi? Bu alçalışımı belki kabul buyurur da yavrumu bağışlar bana! Bana bundan daha ağır bir fedakârlık göster, yaparım o saat.
— Bırak da cezamı kendi kendime vereyim. Ben, bende suçluyum.
Trappe manastırına çekilmemi ister misin? Bu hayatın çilesi Tanrı gazabını dindirebilir ...Ah! Tanrı'm! Stanislas hastalanacağına ne olurdu ben hastalansaydım...
Bn. de Renal, delikanlının kollarına atılarak:
— Ah! Sen de, sen de seviyorsun onu! dedi. Gene aynı anda onu, dehşetle itti. Yeniden diz çöktükten sonra:
— İnanıyorum sana! İnanıyorum sana! dedi; a biricik dostum benim! Neden Stanislas'm babası değilsin sen! Seni oğlundan daha çok sevmek korkunç bir günah olmazdı artık.
— İstersen kalayım, kalayım da seni artık bir kardeş, gibi seveyim mi yalnız? Günahımın tek kefareti olur bu,. Tanrı'nm gazabını dindirebilir.
Kadın ayağa kalkıp Julien'in başını iki eli arasına aldı ve şöyle az uzaktan gözlerinin önünde tutarak:
— Ya ben, ben, diye bağırdı, ben de mi seni bir kardeş, gibi seveyim! Seni bir kardeş gibi sevmek gelir mi elimden?
Julien hüngür hüngür ağlıyordu. Ayaklarına kapanarak:
— Boyun eğeceğim sana, dedi, ne istersen iste, yapacağım; bence yapılacak herşey bu. Aklım körleşti; hiçbir karar veremiyorum. Seni bırakıp gidersem, kocana kalkıp her-şeyi anlatır, kendini de ateşe atarsın, onu da. Artık, bu rezaletten sonra, adı boynuzluya çıkar. Kalsam, oğlunun ölümüne benim sebep olduğumu sanır, acıdan can verirsin sonra. Benim gitmemin etkisini deneyebilir misin? İstersen, suçumun cezasını çekmek için seni bırakıp gideyim sekiz gün, sekiz günümü seçeceğim uzlette geçiririm. Söz gelimi, Bray -le-Haut manastırında: ama benim yokluğumda kocana hiç bir şey söylemiyeceğine sen de and iç bakalım. Ağzını açarsan bir daha geri gelmiyeceğimi düşün.
Kadın söz verdi, delikanlı gitti, ama iki gün geçmeden çağrıldı geriye.
Sen olmayınca andımı tutmama imkân yok. Bana bakışlarınla sus diye emretmek için burada her an bulunmadın mı, söylerim sonra kocama. Bu çekilmez hayatın her anı bana bir gün kadar uzun gelmede.
Son sonu Tanrı bu zavallı anaya acıdı. Stanislas artık yavaş yavaş tehlikeyi atlattı. Fakat bu çözülmüş, aklı suçunun büyüklüğünü kavramıştı; bir daha da bulamadı dengesini. Vicdan azapları sürüp gitti öylece, içten bir yürekle yapması gerekeni yaptı. Hayatı cennet ve cehennem oldu: Julien'i görmediğinde cehennem, ayaklarına kapandığında da cennet. Varlığını bütün bütüne sevdiceğine vermeği göze aldığı zamanlarda bile, ona : «Artık hiçbir umudum kalmadı, diyordu: Lanetlenmiş, bağışlanmazcasma lanete uğramış kadınım ben. Sen gençsin, tutuldun bana, Tanrı seni bağışlayabilir; ama lânetli insanım ben. Biliyorum gün gibi bunu. Yüreğim ağzıma geliyor; cehennem manzarası önünde kim korkmaz ki? Ama işin doğrusu, hiç yanıp yıkılmıyorum. Bu suçu işlemek gerekseydi gene de işlerdim. Yalnız.
126
Tanrı beni bu dünyada ve çocuklarımı elimden almakla cezalandırsın, hak etmediğinden fazlasını tatmış olurum.» Kimi anlarda da :
— Bari sen, Julien'im, diye bağırıyordu, bari sen mutlu musun? Seni yeterince seviyor muyum?
Daha aşırı fedakârlıklarla dolu bir sevgiye susayan Juli-en'in çekingenliği ve yaralanıp incinen gururu, bu kadar büyük, bu kadar kesin ve her an yenilenen bir fedakârlık görmeğe dayanamadı. Bn. de Renal'a tapıyordu. «O soylu olmasına soylu, ben ise bir işçi oğluyum ama, seviyor beni... Ben onun yanında aşıklık işi görmekle görevli bir oda uşağı değilim.» Bu korku geçince, Julien varlığın sevdanın olanca çılgınlıklarına, öldürücü kuşkularına saldı.
Dostları ilə paylaş: |