200
Sonra hikâyelere başladılar. Bir yıl önce rahipliğe atanmış genç bir papaz, pinpon bir rahibin hizmetçisine bir tavşan hediye etmekle, o rahibin vekili olmuş ve rahip birkaç ay sonra, öbür dünyayı boyladığmdan, geçmiş yerine. Bir başkası da dünyalığı bol bir kasabada, kötürüm ihtiyar bîr papaza her yemeğinde yardım ederek, tavuğunu pilicini güzel önüne doğrayarak onun halefi diye gösterilmeği başarmış.
Papaz okulu öğrencileri, her meslekteki delikanlılar gibi, olağanüstü sayılan ve hayale çarpan bu gibi ufak tefek yolların etkisini gözlerinde büyüttüler.
Julien içinden: «Ben de, diyordu, uymalıyım bu konuşmalara.» Domuz sucuklarından ve parası bol papazlıklardan söz açılmayınca, kilise öğretilerinin dünya ile iliş'k bölümüne; piskoposlarla ilbaylar, belediye başkanları ile rahipler arasında geçen anlaşmazlıklara geçiliyordu. Julien ikinci bir Tanrı, ama ötekinden çok daha korkulacak ve çok daha güçlü b'r Tanrı düşüncesi ile karşılaştığını görüyordu; bu ikinci Tanrı papa idi. Seslerini alçalta alçalta, hele B. Pirard'ca da işitilmemiş olduklarına güvene güvene: «Papa, diyorlardı, Fransa'nın bütün ilbaylarını ve bütün belediye başkanlarını seçme zahmetine katlanmayınca bu işi, Kilise'nin büyük oğlusun diyerek tutar, Fransa kralına yükler.»
îşte bu sıralarda Julien, B. de Maistre'in Pape adlı kitabı ile itibarını kazanabileceğini sandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, şaşırttı arkadaşlarını; ama bu da bir felâket oldu gene. Kendi düşüncelerini kendilerinden daha iyi şekilde sermişti önlerine. B. Chelan kendisi için olduğu kadar Julien içinde ihtiyatsız davranmıştı. Ona doğru düşünmek ve boş sözlere kanmamak alışkanlığını vermişti ama, bu alışkanlığın, düşünmeğe az önem veren kişiye göre, bir suç olduğunu söylemeği ihmal etmişti; çünkü her doğru düşünde karşısındakine hakaret gibi gelir.
Julien'in düzgün konuşması başına gene yeni bir iş açtı. Arkadaşları, onu düşüne ede, onun kendilerinde yarattığı olanca nefreti bir tek sözle açığa vurmanın yolunu buldular; ona MARTIN LUTHER adını taktılar; «Hem, diyorlardı, koltuklarını kabartan o cehennemlik mantık yüzünden pek yaraştı bu ad kendisine.»
201
Genç papaz okulu öğrencilerinden çoğunun Julien'inki-lerden daha bempe yanakları vardı ve ondan daha güzel çocuk sayılabiliyorlardı; yalnız bizimkinin ak-pak elleri vardı ve birtakım kibarca temizlik alışkanlığını gizleyemiyordu. Bu durumun kaderin cilvesi ile içine düştüğü gamlı okulda bir üstünlüğü filân yoktu öyle. Aralarında yaşadığı pasaklı köylüler onun hayli düşük ahlâkları olduğunu ileri sürdüler. Kahramanımızın bin bir belâsmı uzun uzun anlatmakla okuyucuyu sıkmaktan çekiniyoruz. Söz gelişi, arkadaşlarının en güçlükleri onu tepeleme alışkanlığını elde etmek istediler; tfzimki cebinde demir bir pergel bulundurmak ve bunu, gerekirse kullanacağını, işaretle anlatmak zorunda kaldı. Bir hafiye raporunda işaretler, sözler kadar fayda sağlayamazlar.
BÖLÜM XXVIII
BİR DİNSEL ALAY
Bütün kalpler, heyecanlı idi. Çep-
çevre donatılmış, dini bütünlerin
f özenleri ile iyice kumlan mış, bu dar
ve gotik sokaklara sanki Tanrı'nın
varlığı inmişe benziyordu.
YOUNG.
Julien boşuna kendini silik ve budala göstermeğe çalıştı, kendini beğendiremiyordu, çok başka yaratışlı idi. «Ama, diyordu, bütün bu öğretmenler binlerce kişi içinden seçilmiş ve pek ince insanlardır; nasıl oluyor da benim mahviyetimi beğenmiyorlar?» Herşeye inanır, herşeye kanar gibi görünmesinden ona ancak biri yararlanıyor gibi geliyordu. Bu da, on beş yıldır, küçük bir papazlık verilecek diye umutlandırılan, katedralin tören işleri müdürü, rahip Chas-Bernard idi; onu bekleye dursun, papaz okulunda dinsel söz sanatı dersi okutuyordu. Körlük zamanında, Julien'in hemen her vakit bir'nci geldiği derslerden biri idi bu ders. Rahip Chas birinciliği bahane ederek ona dostluk göstermeğe başlamıştı ve dersten çıktıktan sonra, yürekten koluna girip delikanlı ile bahçede dolaşıyordu biraz.
202
Julien: «Bu adam ne istemeğe geliyor?» diyordu. Hayretle görüyordu ki rahip Chas kendisine, her zaman, kilisenin malı sayılan süs eşyalarından söz açıyordu. Katedralin yas törenlerinde kullanılan süs eşyasından başka, on yedi sırmalı tören atkısı varmış. İhtiyar başkan karısı Bn. de Rubempre'den (43) çok umut besleniyormuş; bu, doksanına basmış kadın, hiç değilse altmış yıldır, ağıl Lyon ipeklisinden, altın sırmalı gelinlikleri, köşe bucak, saklıyormuş. Rahip Chas kısa keserek ve gözlerini iri iri açarak: «Düşününüz hele, dostum, diyordu, bu ipeklisinden, altın sırmalı gelinlikleri, köşe bucak, saklıyormuş. Rahip Chas kısa keserek ve gözlerini iri iri açarak: «Düşününüz hele, dostum diyordu, bu ipekliler ne maldır, avuç dolusu altın eder bunlar. Besançon'da hemen herkesin umduğuna göre, kadının vasiyetnamesi ile, katedralin hazinesi büyük günler için kullanılan dört beş kaftan caba, ondan fazla tören atkısı ile zenginleşecekmiş. Rahip sesini alçaltarak: «Daha da ileri gideceğim, diye ekliyordu, kadının atalarından biri, Bourgog-ne dukası, Küstah Charles'in, sayılı devlet adamı olduğu sıralar, İtalya'dan satın almış olduğu, altın yaldızlı sekiz güzelim gümüş şamdanı bize bırakmasını düşünmem için tümen tümen sebep var elimde.»
Julien: «Bu adam sanki neden hep böyle hırdavat sözü etmek istiyor?» diye düşünüyordu. Bu ustaca hazırlık bir yüzyıldır sürüp gidiyor, ama hiçbir şey olmuyor. Bana bir türlü güvenemediği gün gibi belli! Ötekilerin hepsinden daha usta, ötekilerin en gizli kapaklı sırlarını insan hemen çözer. Anlıyorum, adamın hırsı on beş yıldır sürüp gidiyor!»
Bir akşam, eskrim dersi ortasında Julien, rahip Pirard tarafından çağrıldı, ona şöyle dendi:
— Yarın Corpus Domini (Tanrı - Yortusu) var (44). B. rahip Chas-Bernard katedralin süslenmesinde kendisine yardım edesiniz diye sizi istiyor, gidm de ne derse yapın.
Rahip Pirard onu gene çağırdı, acır gibi, ekledi:
— Şehirde sürtmek için fırsattan istifade ederseniz sonrasını siz bilirsiniz.
Julien:
— Incedo per ignes, diye karşılık verdi (gizli düşmanlarım var benim.)
203
Ertesi gün, sabah erken erken, Julien gözler eğik, katedralin yolunu tuttu. Sokakların ve şehirde hüküm sürmeğe başlayan faaliyetin görünüşü içini açtı. Dinsel tören iç'n, dört bir yanda evlerin önü donatılıyordu. Papaz okulunda geçirdiği olanca zaman ona bir anmış gibi geldi. Aklı fikri Vergy'de ve kahvesi pek uzak olmadığından, karşılaşmağı umduğu şu güzelim Amanda Binet'de idi. Rahip Ches-Ber-nard'ı sevgili katedralinin kapısı önünde gördü uzaktan; memnun yüzlü ve içi - dışı bir görünüşlü iri kıyım bir adamdı. Ogün ağzı kulaklarına varıyordu. Uzaktan Julien'i görür görmez:
— Sizi bekliyordum, aziz çocuğum, diye bağırdı, safa geldiniz. Bugünkü iş uzun ve sıkı olacak, hele şöyle hafiften birşeyler yiyelim de kuvvet bulalım; saat ondaki büyük törende gene yeriz.
Julien ağırdan bir tavırla:
— Bayım, dedi, bir an bile yalnız, kalmamak isterim.
— Dikkat buyurunuz, diye ekledi, ben buraya tam beşe bir kala geldim.
Rahip Chas:
— Tüh! papaz okulundaki şu çerden çöpten kötüler gözünüzü korkutmuş sizin! Hep onları düşünüyorsunuz, dedi; kendisini çevreleyen çitlerde diken var diye bir yol daha mı az güzeldir? Yolcular yolunda gider ve kara dikenler de ettikleri ile kalırlar. Haydi, işimize bakalım, dostum, işimize!
Rahip Chas'm işin sıkı olacağını söylemekte hakkı vardı. Katedralde bir gün önce büyük bir cenaze töreni olmuştu; hiçbir şey henüz yerine yerleştirilmemişti; demek oluyor ki daha sabah, üç kubbe altını meydana getiren bütün gotik direkleri otuz ayak yüksekliğine varan al damasko kumaşla donatmak gerekiyordu. Bay piskopos, posta arabası ile Pa-rs'ten dört yorgancı getirtmişti, ama bu adamlar bütün işin altından kalkamazlardı, Besançon'lu arkadaşlarının acemiliğini gidermek şöyle dursun, onlarla alay ede ede bu acemiliği bir kat daha arttırıyorlardı.
Julien kendisinin de merdivene tırmanması gerektiğini gördü, çevikliğinin ona hayli yardımı dokundu. Şehrin yor-
204
gancılarmı yönetme işini üzerine aldı. Şaşıp sevinen rahip Chas onun merdiven merdiven atlayışını gözlüyordu. Bütün direkler damasko kumaşla donatılınca, bütün mihrap üzerindeki sayvanın tepesine, beş koca tüy demetini yerleştirme söz konusu edildi. Yaldızlı tahtadan güzel bir saçak İtalya, mihrabın ortasına, kuddas dolabının üstüne gelmek,için, tahtadan, belki de çürümüş ve kırk ayak yüksekliğinde, eski bir pervazdan yürümek gerekiyordu.
Bu çetin yolun görünüşü Parisli yorgancıların o ana gelinceye kadarki olanca sevincini söndürdü; alttan bakıyorlar, harıl harıl ileri geri konuşuyorlar ve yukarı çıkamı-yorlardı. Julien tüy demetlerini aldı ve koşarak merdivene çıktı. Tüyleri taç biçimi süsün üstüne, mihrabın ortasına iyice yerleştirdi. Merdivenden inince, rahip Chas - Bernard kucakladı onu:
— Optime, dedi, bunu Monseineur'a anlatacağım. Saat on yemeği pek keyifli oldu. Rahip Chas, kilisesini
ömründe öyle süslü görmemişti. Julien'e:
— Sayın çömezim, diyordu, anacağım bu ulu kilisede gelenlere iskemle kiralardı, ben de bu koca yapıda geçindim. Robespierre'in Terreu'ü bizi perişan etti; yalnız o zamanlar ben sekiz yaşında idim, evlerde yapılan törenlerde iş görürdüm, tören günü boğazımı doyururlardı. Kimse bir tören atkısını benden iyi katlıyamazdı, kaytanlar dünyada kesilmezdi. Napoleon'un kilise törenlerine izin verişinden bu yana, bu ulu katedralde herşeyi yönetme mutluluğuna erdim. Gözlerim yılda beş kere, katedrali bu güzelim süslerle donanmış görür. Ama katedral şimdiye gelinceye kadar böyle takılmamış, direklere böyle yapışmamıştı.
Julien: «Artık, sırrını açacak bana, diye düşündü, işte kendinden konuşuyor; yüreği dolu dolu. Fakat besbelli heyecana gelmiş bu adamın ağzından hiçbir ihtiyatsızca söz çıkmadı. Bununla beraber iyi çalıştı, gönlü pır pır, şarabı da çekti üstüne. Ne adam! ne örnek benim için! doğrusu ser-guçu hak etti. (İhtiyar cerrahbaşmın söylediği kötü bir söz idi bu).»
Büyük törenin Sancstus çanı çalınca Julien, dinsel alayda piskoposun ardından gitmek için bir tören elbisesi giymek istedi.
205
Rahip Chas:
— Ya hırsızlara, dostum, hırsızlara kim bakacak! diye bağırdı, bunu düşünmüyorsunuz. Alay çıkıp gidecek şimdi; kilise boş kalacak; sizinle ben gözcülük ederiz burada. Direklerin dib:ni çevreleyen o güzelim sırmadan iki arşın eksil-mişse şükretmeliyiz gene de. O sırma da Bn. de Rubempre' nin bir hediyesi; büyük dedesi ünlü konttan kalmadır...
Sonra delikanlının kulağına eğilerek, düpedüz heyecanlanmış bir sesle:
— Som altın, dostum, dedi, hiç hile arama! Kuzey yönün gözcülüğünü size veriyorum, oradan ayrılmazsınız. Güney kanat ile ortaya ben bakarım. Günah çıkartma hücrelerine dikkat et; burada hırsızların yardakçıları kadınlar arkamızı döndüğümüz anı kollarlar.
Konuşmayı bitirdiğinde, saat on bir kırk beşi vurdu, hemen büyük çan işitildi. Çalıyordu alabildiğine; bu dolgun ve tantanalı sesler Julien'i coşturdu. Hayali artık yeryüzünde değildi.
Buhar ve ermiş Jean kılığına girmiş küçük küçük çocukların. «Saint Sacrement» önüne atı atıverdikleri güllerin kokusu onu, iyice coşturmağa yetti (45).
Bu çanın pek tok sesleri Julien'de her birine ellişer santim verilen ve belki de on beş yirmi dini bütünün de yardımını gören yirmi gündelikçinin çalışma konusunu düşündürebilirdi yalnız. İplerin aşınmasını, kerestenin çürümesini, her iki yüzyılda bir düşen çanın tehlikesini de akla getirmeli, zangoçların aylığını azaltmanın, daha doğrusu kesesine dokunmayan, Kilise'nin bin bir nimetlerinden biri ile onları sevindirmenin yoluna aramalı idi.
Julien'in, bu kadar tok ve bu kadar dolgun seslerle coşmuş ruhu, bu yol bilgece düşüncelere dalacağı yerde, hayal ülkelerinde dolaşıyordu. Dünyada ne iyi bir papaz olabilirdi, ne de büyük bir yönetici. Gönlü böyle coşan kişilerden olsa olsa bir sanatçı çıkar. Julien'in kendini beğenmişliği her işte görülüyor. Arkadaşları sayılan papaz okulu öğrencilerinin belki de ellisi, halktan gördükleri kin ve her çit arkasında pusuya çekilmiş diye kendilerine gösterilen ihtilâl ile lıayatın kaç bucak olduğunu iyice anlamış olduklarından, katedralin büyük çanını işittiler mi, yalnız zangoçların ay-
206
lığını düşünürlerdi. Halkın heyecan derecesinin zangoçlarm verilen paraya değip değmediğini Bareme dehası ile incelerlerdi. Juiien katedralin maddî kazançlarını düşünmek bile istese, hayalî, sınırı aşa aşa, yirmi beş santimlik bir giderin önüne geçme fırsatını kaçırır, bir çan için fabrikaya yapılan giderden kırk frank azaltabilme yolunu düşünmeğe dalardı.
Bu eşi bulunmaz güzel günde, d'nsel alay, Besançon'da ağır ağır dolaşırken, bütün yetkililerce istek üzerine kurulmuş pırıl pırıl «repoisoir» 1ar önünde dururken (46) kilise de derin bir sessizliğe gömülmüştü. İleride bir loşluk, b:r hoş serinlik vardı; çiçeklerin ve buhurun kokusu ile kokuyordu henüz güzel güzel.
Sessizlik, derin ıssızlık, uzun direklerin serinliği Juli-en'in hülyasını b;r kat daha tatlılaştırıyordu. Yapının bir başka köşesinde çalışan rahip Chas tarafından rahatsız edilmiş olmaktan, doğrusu korkmuyordu. Ruhu gözcülüğüne bırakılmış kuzey yönde ağır ağır dolaşan ölümcül kalıptan büsbütün sıyrılmıştı. Günah çıkarma hücrelerinde topu topu birkaç dini bütün kadın olduğuna güvendiğinden, gönlü rahattı alabildiğine; gözü görmeden bakıyordu.
Ama bir günah çıkarma hücresinde biri düz çökmüş, biri ise, ötekinin yanında, bir sandalyeye oturmuş, giyimi kuşamı yerinde iki kadının görünüşü ile dalgınlığı yarı yarıya dağıldı. Görmeden bakıyordu; bununla beraber, görevlerinden ileri gelme şöyle böyle duygudan mı. yoksa bu kadınların kibar ve sade duruşuna hayran kaldığından mı ne, bu günah çıkarma hücresinde papaz olmadığını sezdi, teinden: «Sofu iseler, bu güzel kadınların bir «repoisoir» önünde diz çökmeleri doğrusu garip, diye düşündü; kibar takımından iseler, bir balkonun ön sırasında oturup alaya bakmaları gerekirdi. Hele şu elbise ne güzel! ne hoş şey!» Kadınları görebilmek için adımını ağırlattı.
Günah çıkarma hücresinde dize gelen kadın Julien'in bu derin sessizlik içindeki ayak seslerini işitince başını biraz çevirdi. Birden bir çığlık kopardı ve fenalaştı.
Bu dize gelmiş kadın, elden ayaktan kesilerek arkası üstü düştü; arkadaşı, yanındaki kadın, imdadına koşayım diye ileri atıldı. O anda Juiien sırt üstü devrilen kadının
207
omuzlarını gördü. Salkım saçak pek değerli incilerden yapılma, çok iyi bildiği bir gerdanlık, gözüne çarptı. Hele Bn.de Renal'm saçlarını tanıyınca ne duruma geldi! Tâ kendisi idi bu. Başını tutmağa ve büsbütün yığılıvermesinin önüne geçmeğe çalışan kadın ise, Bn. Derville idi. Juiien, kendinden geçerek, atıldı; Juiien yetişmeseydi, Bn.de Renal'm yere yuvarlanışı arkadaşını da sürükleyecekti. Delikanlı Bn. de Renal'in solgun, duygudan olduğu gibi uzak, omuzunda sallanan başını gördü. Bu güzel başı bir hasıl sandalyenin arkalığına dayamakta Bn. Derville'e yardım etti; kendi de diz çökmüştü.
Bn. Derville arkasına döndü ve onu tanıdı:
— Aman gidin, Bayım, gidin, dedi kızgın kızgın. Sakın sizi görmesin. Sizi görmek doğrusu korkutur onu, ne bahtiyardı sizi tanımadan önce! Yaptığınız canavarca. Gidin; siz de azıcık utanma denen şey varsa, uzaklasın buradan.
Bu söz öyle âmirce söylenmiş, o an Juiien de o kadar zayıf bir duruma düşmüştü ki, uzaklaştı. Bn. Dervile'i düşünerek: «Onun odum bittim kini var bana» diyordu.
Tam o anda, alayın ön dizinde ilerleyen rahiplerin hımhım şarkısı duyuldu kilisede; alay dönüyordu. Rahip Chas -Bernard, kendisini ilkin işitmeyen Julien'e birkaç kez seslendi: sonunda gelip Julien'i yarı ölgün durumda sığındığı bir direk arkasında buldu. Piskoposa takdim etmek istiyordu.
Onu böyle sapsarı ve hemen hemen yürüyemez durumda görünce rahip:
— Bitkinsiniz, dedi; çok çalıştınız. Koluna girdi:
— Gelin, şu kutsal su çanağının altındaki sandalyeye oturun arkamda; sizi gizlerim.
— Rahat olun. Monseigneur'ün gelmesine daha yirmi dakika var. Kendinize gelmeğe bakın; o geçerken, ben sizi kaldırırım, yaşlı olmasına yaşlıyımdır ama, gücüm kuvvetim yerindedir.
Ama piskopos geldiğinde, Juiien öylesine titriyordu ki, rahip Chas onu takdim etme düşüncesini çıkardı aklından.
— Pek üzülmeyin, dedi ona, bulurum bir fırsatını gene. Akşam, papaz okulunun kiliseciğine on libre mum gön-
dertti, rahip Chas-Bernard'm dediğine bakılırsa, bu mum-
lar, Julien'in uğraşıp didinmeleri ve söndürtmek için gösterdiği çabukluk sayesinde daha da artmıştı. Bundan daha uydurma hiçbir şey olamaz. Zavallı çocuğun asıl kendi sönmüştü; Bn. de Renal'ı gördüğünden beri birşey düşünemez olmuştu.
BÖLÜM XXIX
İLK YÜKSELİŞ
Çağım anladı, yerini yurdunu anladı, tuttu derken yükünü.
LE PRECURSEUR (47).
Julien katedraldeki olayın kendisini daldırdığı derin hülyadan henüz uyanmamıştı ki bir sabah, o sert yaratışlı rahip Pirrad onu çağırttı:
— B. Rahip Chas - Bernard bana sizi göklere çıkaran bir mektup donatmış. Gidişinizden toplu olarak pek memnunum. Çok ihtiyatlısınız ve hiç düşünüp etmeden, gözünüzü budaktan bile sakınmıyorsunuz; ama şimdiye kadar sizi, iyi kalpli ve yiğit bildik; zekânız üstün. Uzun sözü sizde, ihmal edilmesi gerekmeyen bir kıvılcım görüyorum.
On beş yıllık çalışmadan sonra, bu yerden ayrılıp gitmek üzere bulunuyorum: suçun da papaz okulu öğrencilerini kendi hür düşüncelerine bırakmak, günah çıkarma hücresinde bana o sözünü ettiğiniz gizli kuruma hizmet etmemek, kötülük de etmemek oldu. Ayrılmadan önce, size bir iyilikte bulunmak isterim; iki ay önce davranacaktım, aramızda Amanda Binet'nin odanızda bulunmuş adresinden dolayı kopan fırtına olmasaydı, bunu hak etmiştiniz çünkü. Sizi Kutsal Kitap müzakereciliğine atıyorum.
Julien, içi minnettarlıkla dolu dolu olmuş, hemen diz çökmeği ve Tanrı'ya şükretmeği düşündü; ama daha yerinde bir davranışla kalktı. Rahip Pirard'm yanma sokuldu ve tuttu, öptü elini.
Müdür öfkeli öfkeli:
209
— Bu da nesi? diye gürledi; fakat Julin'in gözleri davranışından daha çoğunu anlatıyordu.
Rahip Pirard delikanlıya şaşkın şaşkın baktı, bu adamcağız, yıllar yılıdır, yürekten kopma heyecanlar görme alışkanlığını yitirmişti. Bu davranış müdürü canevinden vurdu; sesi değişti.
— Evet! Evet, oğlum, bağlandım sana. Tanrı bilir ki ben istemeden oldu bu. Doğru olmalı, kimseye ne kin duymalıydım, ne de sevgi. Mesleğin çetin olacak. Sende baya-lığa diş bileyen birşey görüyordum. Kıskançlıkla iftira peşin sıra gidecek. Kader seni hangi yere atarsa, arkadaşların kin duymadan bakmıyacak hiç bir zaman yüzüne; seni sever görünseler bile bu daha çok sana kötülük etmek için olacak. Bütün bunlara karşı tek bir ilâç var: yalnız Tanrı'ya, sana, büyük burunluluğunun cezası olarak, bu kin yaratma gere-kirliğini veren Tanrı'ya koş; temiz olsun işin; senin için gördüğüm tek kurtuluş yolu bu. Yenilmeyen bir güçle gerçeğe sarıldın mı, düşmanların en sonunda ettikleri ile kalırlar.
Julien nice zamandır böyle bir dost sesi işitmemişti, bir küçülüştür duydu; iki gözü iki çeşme ağladı. Rahip Pirard ona kollarını açtı; bu an ikisi için de pek hoş oldu.
Julien sevinçten deliye dönmüştü; bu yükselme kazandığı ilk yükselme idi; yaraları sonsuzdu. Bunları anlamak için, bir an olsun tek başına kalmadan, tümü az çok sıkıcı, çoğu ise çekilmez arkadaşlarla aylar ayı hep burun buruna yaşamağa mahkûm edilmiş olması gerekirdi. Bir onların gürültücü ince yapılı bir insanı yeterdi çileden çıkarmağa. Bu karnı tok ve sırtı pek köylülerin gürültülü sevinci soluklarının tüm gücü ile bağırdıklarına inanmazlarsa, sevinç sayılmazdı.
Şimdi Julien, öbür papaz okulu öğrencilerinden bir saat sonra, hemen hemen tek başına, oturup yemek yiyordu. Kendisinde bahçenin bir anaktarı vardı ve bahçenin boş olduğu zamanlar çıkıp gezinebilirdi.
Büyük sanısına rağmen, Julien kendisine daha az kin duyulduğunu gördü; oysa, o bin kat daha kin umuyordu. Kendisine pek belli olan ve bunca düşman kazandıran sözün
F.: U
210
söylenmemesini bu gizli gizli istemeyiş artık gülünç bir üstünlük izi diye karşılanmadı. Çevresini kuşatan kaba insanların gözlerinde, tam bir haysiyetini bilir duygu yarattı bu. Kin azar azar, hele öğrencileri olmuş olan, pek kibarca davrandığı arkadaşlarının en gençleri arasında azaldı. Yavaş-, tan taraftarlar bile kazandı; ondan Martin Luther diye söz açmak terbiyesizlik sayıldı.
Ama, düşmanlarına dost demek neye yarar sanki? Bütün bunlar çirkin şeyler, amaç ne kadar gerçek olursa bunlar da, o kadar çirkinleşirler. Ama bunlar güya milletin akıl hocası olacaklar, bunlar olmayınca nice olur halkın durumu? Gazete hiç köy papazının tutabilir mi yerini?
Julien yeni işine başlıyalı beri papaz okulu müdürü, yanında kimse olmayınca hiç onunla konuşmamak istedi. Bu davranışta hem kendi hesabına, hem de çömezi hesabına ihtiyattık vardı; ama daha çok deneme vardı. Pek yaman jan-senist Pirard'm değişmez ilkesi şu idi: Sizin gözünüzde bir adamın değeri mi var? Her istediği şeye, her giriştiği işe engel olmağa kalkın. Değer gerçekten ise, engeller aşmağı ya da devirmeği iyi becerir.
Av mevsimi gelmişti. Fouque Julien'in ana - babası ta-rafmdanmış gibi papaz okuluna bir geyikle bir yaban domuzu göndermeği akıl etti. Ölü hayvanlar, mutfak ile yemekhane arasındaki aralığa konmuş oldu. Bütün papaz okulu öğrencileri yemeğe giderlerken onları işte oracıkta gördüler. Bu büyük bir merak konusu oldu. Yaban domuzu, ölü olmasına rağmen, en gençleri korkutuyordu; gelip gelip dokunuyorlardı. Bir hafta başka şey konuşulmadı.
Julien'in ailesini toplumun saygı gören bölümüne çıkaran bu andaç, kıskançlığın tepesine, bir yumruk kazandı. Chazel ile papaz okulu öğrencilerinin en ileri gelenleri ona yaranmağa kalktılar, ailesinin zenginliğini bildirmedi, böylece kendilerini paraya karşı saygısızlığa sürükledi diye nerede ise ona sitem edeceklerdi.
Bir asker toplantılması oldu ama Julien papaz okulunda olduğundan çağrılmadı. Bu durum kendisini temelli heyecana boğdu. «Yirmi yıl önce olsa, benim için bir kahramanlık hayatıdır .bu derdim, ama artık geçti!»
211
Papaz okulunun bahçesinde bir başına dolaşıyordu, bahçe duvarının onarımına çalışan duvarcıların kendi aralarında konuştuklarını işitti. ,
— Haydi bakalım! işte yol göründü, asker topluyorlar gene.
— Öteki'nin (48) zamanında, askere gitmek gene iyi idi! Bir duvarcı dediğin subay olur, general olurdu, vallahi.
— Bir de şimdikine bak! yoksullar gidiyor yalnız askere. Parası olan memlekette kazık kakıyor.
— Yoksul doğan, a vallahi, yoksul kalırmış. Bir üçüncü duvarcı:
— Acaba, dedi, doğru mu diyorlar, ölmüş mü öteki?
— Şunu bil, bunu söyleyen kodamanlardır! öteki ödlerini koparıyordu onların.
— Ne fark var ne fark, onun zamanında iş ne kadar iyi gidiyordu! Mareşalleri tarafından ihanete uğradı demek! Olur mu böyle kalleşlik!
Bu konuşma Julien'i biraz avuttu. Uzaklaşıp giderken, içini çeke çeke şöyle tekrarlıyordu:
Anısını halkın sakladığı biricik kral! (49)
Sınavlar zamanı.gelip çattı. Julien parlak bir şekilde karşılık verd!; Chazel'in de bütün bildiğini ortaya dökmeğe çalıştığını gördü.
Adı dilden dile dolaşan Frilair piskopos muavini tarafından atanmış mümeyyizler lk gün, kendilerine rahip Pirard'm Benpamin'idir diye gösterilmiş olan bu Julien Sorel'i üstelerine, hep birinci geleceğine bahse girişenler oldu, böylesi, Monseigneur piskoposun sofrasında yemek yeme şerefine erdi. Fakat Kilise Babaları'nm sözü edildiği bir sınavın sonunda, kurnaz bir mümeyyiz Julien'e ermiş Jerome üzerinde, onun Ciceron'a hayranlığı üzerinde birkaç soru sorduktan sonra kalktı. Horace'm, Virgile'in ve dinsiz başka ozanların sözünü etti. Arkadaşlarının haberi olmadan Julien. bu ozanlardan da bir yığın parça ezberlemişti. Kazandığı başarılarla kendinden geçerek, nerede olduğunu unuttu ve mümeyyizin tekrar tekrar sorması üzerine, Horace'm birçok ağıtını ezbere okudu ve ateşli ateşli yorumlamalarda bulundu. Delikanlıyı yirmi dakika terletip durdurtan sonra mümeyyiz, birden tavrını değiştirdi ve ona böyle dinsiz ça-
212
lışmalarla yitirdiği zaman için, kafasına koyduğu boş ya da suç sayılabilecek düşünceler için acı acı çıkıştı.
Julien, içine düştüğü o pek tilkice hazırlanmış tuzağı sezerek:
Dostları ilə paylaş: |