O hiç gözükmedi; bu bayanların locasına bayağı kimseler doldu. Operanın birinci perdesi boyunca Mathilde, sevdiği adamı en amansız tutkulu coşkunluklar içinde düşünüp durdu; ama ikinci perdede, Cimarose'a özgü bir hava ile söyleyen bir aşk şarkısı, doğrusu, içine işledi (112). Operanın kadın kahramanı şöyle diyordu: Ona karşı duyduğum bunca tapmış için cezalandırmalıyım kendimi, sevmenin fazladır bu kadarı!
Bu tanrısal havayı işittikten sonra, Mathilde'in gözünden dünyada ne varsa silindi herşey işte. Kendisine söz söyleniyordu; karşılık vermiyordu; annesi onu azarlıyor, o ise bu azarlanışa aldırış etmeden şöyle bir bakıyordu ancak. Kendinden geçmesi Julien'in birkaç gündür ona karşı duymuş olduğu en ateşli duygulara benzer bir coşkunluk ve tutku haline geldi. Kendine, kendi durumunu açıkça ortaya çı-karıyormuş gibi gelen havanın saçtığı tanrısal bir iyilikle dolu şarkı, Julien'i doğrudan doğruya düşünmediği bütün anlarını dolduruyordu. Müziğe beslediği sevgi yüzünden o akşam, Bn. de Renal'm Julien'i düşünürken hep takındığı tavrı takındı. Kafa aşkının gerçek aşktan daha üstün incelikleri vardır besbelli, ama coşkunluk anları geçicidir; kafa-
ili
sı ile seven insan kılı kırk yararcasma kendi duygularını inceler, boyuna yargılar verir; düşünceden kurtulmak şöyle dursun, yalnız düşüncelerin zoru ile yaşar.
Eve döndüklerinde, Bn. de La Mole ne derse desin, Mat-hilde oralı olmadı, gecenin bir bölümünü bu şarkıyı piyanosunda çalarak geçirdi. Kendisini büyüleyen ünlü havanın .•sözlerini şakıyordu:
Devo punirmi, devo punirmi, Se troppo amai, ete.
Bu çılgınca gecenin sonucu, aşkına galip gelebildiğine inanması oldu. (Bu sahife zavallı yazarın başına birçok bakımdan iş açacaktır. Soğuk kişiler onu hayasızlıkla suçlayacaklardır. O ise içlerinden birinin bile Mathilde'in yaratılışını bayağı diye gösteren çılgınlık davranışlarına kalkışabileceğini sanarak, Paris salonlarında yalım yalım yanan bu çiçeği burnunda kızlara hiç te hakaret etmiyor. Bu Mathilde düpedüz hayalden doğmadır, hattâ yazar onu yaratırken, XIX. yüzyıl uygarlığına bütün çağlar arasında seçkin bir yer •verecek olan toplumsal törelerin dışında bile kalmıştır.
Bu kış balolarının süsü sayılan genç kızlarla ihtiyat bakımından hiç noksanlık yoktu.
İnsanın büyük bir serveti, atlan, bereketli topraklan ve kibarlar âleminde hoş bir durum sağlayan herşeyi alabildiğine hor görerek onlan suçlayabileceğini hiç düşünmüyorum. Bütün bu üstünlükleri sıkıcı bulmak şöyle dursun, bunlar en süreli dileklerin mihenk taşıdır, çoklann kalplerinde aşk varsa bu aşk bu gibi şeylere karşıdır.
Julien gibi az çok değerli gençlerin mutluluğunu yaratan şey hiç te aşk değildir; bu gibi gençler bir birlik kurup birbirine sımsıkı bağlanırlar, birlik ağır basınca da, toplumun bunca güzel nimetleri ayaklarma gelir. Hiçbir birlikten olmayan düşünce adamının vay haline, bu gibisinin pek belirsiz ufak tefek başanlannı bile kınarlar, onun bu durumunu görünce erdem yolculannm ağzı kulaklanna varır. Ne yapalım, bayım, bir roman uzun bir yol boyunca dolaşan bir aynadır (113). Kimi kez bu ayna gözlerinize göklerin maviliğini yansıtır, kimi an da yol arkalanndaki çamurlan. Torbasında aynayı taşıyan adam da sizin tarafınızdan ahlâksız
373
olmakla suçlandırılacaktır. Aynası çamuru gösteriyor diye, siz de kalkıp aynayı suçluyorsunuz! Çamurun bulunduğu uzun yolu, daha doğrusu suyun birikmesine ve çamurun olmasına fırsat veren yol müfettişini suçlasanız iyi edersiniz.
Bizim ihtiyatlı olduğu kadar namuslu da sayılan çağımızda Mathilde yaratılışında bir kızm bulunmasına imkân olmadığını kabul etmeli artık, bu sevimli kızın deliliklerinin hikâyesini anlatarak insanı kızdırmaktan daha az korkuyorum.)
Ertesi gün sabahtan akşama kadar çılgınca tutkusunu yenebildiğinden emin olmak için fırsatlar kollayıp durdu. En büyük amacı Julien'in her bakımdan hoşuna gitmek oldu; ne var ki davranışlarından hiçbiri delikanlının gözünden kaçmadı.
Julien öyle acılı ve öyle sinirli idi ki, bu kadar karışık bir aşk oyununu sezmez, hele bu oyunun kendi iyiliğine taşıdığı şeyi göremezdi; bu oyunun kurbanı oldu; acısı belki de hiçbir zaman böylesine derin olmamıştı. Davranışları aklının yönetimine o kadar az uyuyordu ki, karşısına bahtıka-xa bir bilge çıkıp ta ona: «Size uygun gelen durumlardan lıemen yararlanmağı bilin; Paris'te görülen, bu biçim kafa aşkında, aynı ruh durumu iki günden çok süremez» deseydi, bu sözleri anlamazdı. Yalnız coşkunluğu ne olursa olsun, Ju-lien'de şeref derten şey de vardı. İlk işi sır saklamaktı; bunu anladı. Akıl danışmak, ilk Önüne gelene içini dökmek, sıcaktan kavrulan bir çölden geçerken, tesadüf eseri bir damla soğuk su bulan bir zavallınmkine eş bir mutluluk olmuş olurdu. Tehlikeyi sezdi, kendisine soru soracak olanın karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayarak karşılık vermekten korktu; odasına kapandı.
Mathilde'in uzun süre bahçede dolaştığını gördü; kızcağız artık bahçeden çekilince, bu kez kendisi bahçeye indi; onun bir gül kopardığı bir gül fidanına sokuldu.
Gece karanlıktı, görülmüş olmak korkusuna aldırmadan "kendini iyice acısına kaptırabildi. Bn. de La Mole'ün güle -ede konuştuğu o genç subaylardan birini sevdiği ona göre gerçekti. Gerçi kız kendisini de sevmişti ama, azıcık değerini de anlamıştı.
Julien iyice inançlı inançlı içinden: Doğrusu, beride pek
374
az değer var! diyordu; kısacası ben pek yavan, pek bayağı, başkaları için pek sıkıcı, kendim için de pek tahammül edilmez bir insanım.» Bütün iyi yönlerinden, heyecanla sevdiği bütün şeylerden tiksinmişti ölesiye! işte bu alabora olmuş hayal havası içinde kalkıyor, kendi hayaline göre hayat hakkında yargı vermeğe bakıyordu. Bu yanılma bir üstün insan işidir.
Aklına çoğu zaman intihar düşüncesi geliyordu; bu hayalin tatlı yönleri vardı, rahat bir dinleniş gibi idi bu; çölde, susuzluktan ve sıcaktan can veren zavallıya uzatılmış bir bardak su idi bu.
«Benim ölümüm bana karşı duyduğu tiksintiyi daha da çoğaltacak! diye inledi. Ne kötü hatıra bırakacağım!»
Felâketin bu son uçurumuna yuvarlanmış bir insan, yalnız cesaretten medet umar. Julien şunu demek dehasını gösteremedi pek öyle: «Herşeyi göze almak»; ama akşam üstü Mathilde'in odasının penceresine bakarken, pancurlar arasından ışığını söndürdüğünü gördü: Heyhat! ömründe bir kerecik olsun görmüş olduğu bu güzelim odayı; hayalinden canlandırıyordu. Hayali daha ilerlere uzanamıyordu.
Saat biri vurdu, çan sesini işitmesi ile kendi kendine: «Merdiveni alıp odasına çığacağım» demesi bir oldu.
Bu düşünce bir deha şimşeği gibi çaktı, aklına durmadan haklı nedenler geliyordu. İçinden: Daha da bedbaht olamam ya!» diyordu. Merdiveni almağa koştu, bahçıvan onu zincirle bağlamıştı' O an insan üstü bir güçle dolup taşan Julien, küçük tabancalarından birinin horozunu kırdı, bu horozun yardımı ile zincirin merdiveni tutan halkalarından birini büktü; birkaç dakikada merdiveni zincirden kurtardı, sonra da Mathilde'in penceresine dayadı.
«Kızacak, bana hakaretler yağdıracak, ama kime ne? Onu bir öper, son defa öper, odama çıkar ve kendimi öldürürüm... ölmeden dudaklarım yanağına değer ya!»
Merdiveni çıkarken uçuyordu, pancuru vuruyor; Mat-hilde birkaç saniye sonra kendisini işitiyor, pancuru açmak istiyor, merdiven buna engel oluyor; Julien pancuru açık tutmağa yarayan demir çengele asılıyor, yere düşüp parça parça olmak tehlikesini göze alarak, merdivene müthiş bir sar-
375
sıntı veriyor, onu azıcık öteye itiyor. Mathilde pancuru açabiliyor.
Can çekişircesine odaya atıyor kendini. Kız kollarına atılarak :
— Demek sensin! diyor...
Julien'in mutluluğundaki taşkınlığı kim dile getirebilir? Mathilde'in mutluluğu da hemen hemen öyle idi.
Delikanlıya kendisini çekiştiriyor, ona pişmanlık getiriyordu. Boğacak kadar kollarında sıkarak ona :
— Zalimce gururum yüzünden ver cezamı, diyordu; sen benim efendim, ben de senin kölenjm, başkaldırmak istediğim için ayaklarına kapanıp af dilemeliyim senden.
Ayaklarına kapanmak için kollarını bırakıyordu. Mutluluk ve aşktan sarhoşça gene :
— Evet, efendimsin benim, diyordu; baha ölünceye kadar hakim ol, başkaldırmak isteyince köleni ölesiye cezalandır.
Bir başka an delikanlının kollarından sıyrılıyor, mumu yakıyor, Julien de onun saçlarının bütün bir bölümünü kesmesine engel olmak için dünyanın olanca ustalıklarını gösteriyor.
— Kölen olduğumu hatırlamak istiyorum, diyordu ona; günün birinde iğrenç bir gurura kapılırsam, bana şu saçları göster ve de ki: «Artık aşk söz konusu değil, şu an ruhumuzun duyabildiği heyecan da söz konusu değil, boyun eğeceğinize and içtiniz, şerefinize boyun eğiniz.»
Fakat böyle bir coşkunluğun ve mutluluğun olanını zi-tenini anlatmaktan vazgeçmek daha yerinde olur.
Julien'in dürüstlüğü mutluluğuna denk düştü; bahçelerin ötesinde, doğu yönündeki o uzak bacaların üzerinde gün ışığının ağardığmı görünce, Mathilde'e :
— Merdivenden inmeliyim, dedi. Yaptığım fedakârlık size lâyıktır, kendimi bir insan ruhunun tadabileceği en dolu mutluluktan birkaç saat yoksun bırakıyorum, bu şerefinize yaptığım bir fedakârlıktır; kalbimi tanıyorsunuz, yaptığımın derecesini de anlarsınız hep benim için? Söz verin şerefinizin üzerine, yeter. Şunu biliniz ,ki, ilk buluştuğumuzdan beri, bütün kuşkular hırsızlara karşı olmamıştı. B. de La
376
Mole bahçeye bir bekçi koydurdu. B. de Croisenois'nin çevre: yanı hafiyelerle doludur, her gece ne yaptığı biliniyor... Mathilde:
— Zavallı çocuk, diye bağırdı ve kahkaha ile güldü. Annesi ile bir hizmetçi kadın uyandı; kapı aralığırjdan
birden seslenildi kıza. Julien ona baktı, kız oda hizmetçisini haşlarken sapsarı kesildi ve annesine söz söylemeğe yanaşmadı bile.
Julien ona :
— İyi ama akıllarına pencereyi açmak gelirse, merdiveni görürler! dedi.
Kızı bir kez daha kollarında sıktı, merdivene atıldı ve indiğini bile sezmeden kayıverdi; kendini bir anda yerde buldu.
Üç saniye sonra merdiven ıhlamurlar altına yerleştirilmiş ve Mathilde'in de şerefi kurtulmuş oldu. Julien, kendine gelince, üstünün başının kan içinde ve hemen hemen çıplak denecek halde olduğunu gördü, gözünü budaktan sakınmadan merdivenden inerken yaralanmıştı.
Mutluluk coşkunluğu ona yaratılışının bütün. gücünü verdi gene: karşısına yirmi kişi çıksa o an, bir başına üzerlerine saldırmak, artık işten bile değildi. Bereket efelik yapmasına imkân kalmadı: merdiveni her zamanki yerine uzattı; zincirini bağladı; merdivenin Mathilde'in penceresi altındaki egzotik çiçeklerin o dümdüz bölmesinde bırakmış olduğu izi düzeltmeği de hiç unutmadı.
İzin iyice yok olduğuna emin olmak için elini karanlıkta toprağın üstünde gezdirirken, ellerine birşeyin düştüğünü sezdi, bu Mathilde'in saçlarından bir tutamdı, kesmiş ve ona atmıştı.
Mathilde penceresinde idi.
Oldukça yüksek sesle :
— İşte cariyenin gönderdiği dedi, ölünceye kadar sürecek bir boyun eğişin delilidir bu. Kendi aklımla yürümeği bir yana bırakıyorum, efendim ol benim.
Julien, kolu kanadı kırık, az kalsın gene gidip merdiveni alacak ve yanma çıkacaktı. Ama aklı daha ağır bastı.
Konağa bahçeden girmek kolay iş değildi. Bir bodrumun kapısını bin güçlükle açabildi; eve girince, odasının kapısını
377
küçük odada, ne yapıp ettiğini bilmemesi yüzünden, ceketinin cebinde bulunan anahtarı almağı da unutmuştu. «Allah vere de, diye düşündü, bunları sağlamağı düşünce, yoksa yandık demektir.»
En sonu, yorgunluk mutluluğa üstün geldi, güneş doğarken de, derin bir uykuya daldı.
Yemek çanı onu bin güçlükle uyandırdı, yemek salonuna gitti. Hemen az sonra Mathilde içeri girdi. Bu alabildiğine güzel ve çevreden nice saygı gören kızın gözlerinde parlayan aşkı görünce Julien'in göğsü bir an mutluluktan kabardı; ama az sonra kızın ihtiyatsızlığı onu ürkütmüş oldu.
İyice düzeltmeğe az zamanı olduğunu bahane ederek Mathilde, saçlarını bir gece önce keserken ona karşı yapmış olduğu fedakârlığın olanca sınırsızlığını Julien'in ilk bakışta görebileceği biçimde taramıştı. Bu kadar güzel bir yüz böyle bir şeyle bozulmuş olabilirse, Mathilde bunun üstesinden gelebilirdi; o güzelim, lepiska saçlarının bir yanı, gelişi güzel biçimde yarım parmak eksilmişti.
Yemekte, Mathilde'in bütün davranışları bu ilk ihtiyatsızlığa tüy dikti. Julien'e karşı duyduğu delice sevgiyi herkese göstermek ister gibi davranıyordu. Bereket ki, o gün, B. de La Mole ile markiz, yakında verilecek olan, içinde de B. de Chaulnes'nun yer almadığı «cordon bleu» nişanına hak kazananların bir ad listesi ile uğraşıyorlardı boyuna. Yemeğin sonuna doğru, Julien'le konuşan Mathilde, ağzından benim efendims> sözünü kaçırdı. Delikanlı gözlerinin akma kadar kıpkırmızı kesildi.
Gerek tesadüf ve gerekse Bn. de La Mole'ün mızmızlığı yüzünden, Mathilde o gün bir an olsun tek başına kalmadı. Akşamleyin, yemek salonundan salona geçerken, Julien'e gene de şunu demenin yolunu buldu :
— Bütün tasarılarım altüst oldu. Bunun benim bir uydurmam olduğunu mu sanıyorsunuz? Annem hizmetçilerinden birinin geceleri benim dairemde yatmasına karar vermiş.
O gün bir şimşek gibi geçti. Julien mutluluğun en üst katında bulunuyordu. Ertesi gün, daha sabahın saat yedisinde, kitaplığa girmişti; Bn. de La Mole'ün oraya gelmek
378
tenezzülünde bulunacağını umuyordu; uzun bir mektup donatmıştı ona.
Kızı ancak saatlerce sonra, yemekte gördü. O gün saçlarını en büyük özenle düzeltmişti; olağanüstü bir ustalık kesik saçlarının orasını örtüvermişti. İki üç kez Julien'e baktı, ama kibar ve duru gözlerle baktı, artık «benim efendim» demek söz konusu değildi.
Julien'in şaşkınlığı soluğunu kesiyordu... Mathilde onun uğruna yapmış olduğu herşeyin hemen hepsine pişman oluyordu.
İnceden inceye düşünerek, delikanlının, tamamen alelade değilse bile, hiç olmazsa uğrunda yapmış olduğu bunca çılgınlığa değecek kadar eşsiz bir erkek olmadığına karar vermişti. Uzun sözün kısası, artık aşkı düşünmüyordu; o gün, sevmekten bıkmıştı.
Julien'e gelince, içinden geçenler on altı yaşındaki bir çocuğunkilere benziyordu. Ona ölümsüz bir süre gibi gelen bu öğle yemeği boyunca içini alabildiğine kuşku, şaşkınlık, umutsuzluk doldurdu.
Yemeğini bitirip te sofra başından kalkar kalkmaz, hemen koşarcasına tavlaya gitti, kendi eliyle atını eğerledi ve doludizgin sürdü; bir zaaf gösterip şerefinin iki paralık olmasından korkuyordu. Meudon ormanlarından dört nala geçerken içinden : «Vücudumu yorarak gönlümü dinlen dirme-liyim, diyordu. Ne yaptım, böyle gözden düşmek için ne dedim?»
Gene konağa dönerken: «Bugün hiçbir şey yapmamalı, Irçbir şey söylememeli, diye düşündü, ruhen nasıl ölü isem bedenen de öyle olmalıyım. Julien yaşamıyor artık, hâlâ kımıldayan cesedidir onun.»
379
BÖLÜM XX
JAPON VAZOSU
Kalbi ilkin felâketinin olanca büyüklüğümü anlamıyor; heyecanlı olmaktan çok şaşkındır. Ama aklı başına geldikçe, talihsizliğinin derinliğini anlıyor. Hayatın bütün zevkleri onun için yok olmuş görünüyor, o yalnız yüreğini parça parça eden umutsuzluğun keskin sancılarını duyabiliyor. Ama beden acısından söz açmak neye yarar? Yalnız vücut tarafından duyulmuş hangi acı bu acıya eştir acaba?
JEAN PAUL
Akşam yemeği çanı çalıyordu, Julien'in ancak giyinebilecek kadar zamanı oldu; Bn. la mareşal de Pervaques'm konağına, Suresnes'deki akşam çağrısına gitmemelerini zorlamak için, kardeşine ve B. de Croisenois'ya bin dereden su getiren Mathilde'i, salonda buldu.
Taş çatlasa onlara karşı daha cilveli ve daha sevimli dav-ranılamazdı. Yemekten sonra B. de Luz, B. de Caylus ve daha bir yığın dostları geldi. Bn. de La Mole'de sanki kardeşçe dostluk duygusunun yanı sıra, herkesin nabzına göre şerbet verme duygusu da uyanmıştı. O akşam hava güzel olduğu halde, bahçeye çıkmamakta inat etti; Bn. de La Mole'ün yerleştiği koltuktan uzaklaşılmasm istedi. Mavi kanepe, kışın olduğu gibi şimdi de toplantının göbeği oldu.
Mathilde'ih bahçeye karşı kızgınlığı vardı, daha doğrusu bahçe ona düpedüz sıkıcı gibi geliyordu: bahçe Julien'in anısını uyandıran yerdi.
Felâket aklı kısırlaştırır. Kahramanımız bir zamanlar alabildiğine parlak başarıların tanığı olmuş olan bu küçük hasır sandalyenin başında oturup kalmak beceriksizliğini gösterdi. Oha bugün kimse ses etmedi; orada bulunuşu sanki sezilmemişti ve hattâ daha da beterdi. Bn. de La Mole'ün dostlarından, kanepenin ucunda onun yanında yer almış bu-
380
lunanlar bile, bizimkine arkalarını döner gibi yapıyorlardı, hiç değilse onun aklına böyle geldi.
«Sarayda bir gözden düşme bu», diye düşündü. Hor görüşleri ile kendisini ezmeğe çalışan insanları bir an incelemek istedi.
B. de Luz'un amcasının kralın yanında büyük bir görevi vardı, bu yüzdendir ki bu yakışıklı subay daha konuşmasının başlangıcında, her yeni gelen insana, şu kuyruklu yalanı kıvırıyordu: amcası saat yedide Saint-Cloud sarayına (114) gitmek üzere yola çıkmışmış, geceyi orada geçirecekmiş. Bu olay olanca saflıkla anlatılırdı ama, sık sık anlatırılırdı.
B. de Croisenois'yı felâketten doğan acı bakışla süzerken Julien, bu sevimli ve cana yakın delikanlının boş inançlara verdiği sonsuz önemi sezdi. Öyle ki delikanlı az önemli bir olayın yalın ve pek doğal bir nedenden doğduğunu görürse, üzülür ve kızar gibi olurdu. Juiien içinden: «Bunda bir delilik başlangıcı var, dedi. Prens Korasoff'un bana yazdığına göre, çar Alexandre'in karakteri ile bu karakterin yakın bir ilgisi varmış.» Papaz okulundan çıkan Julien, Paris'te geçirdiği ilk yıl, bütün bu sevimli gençlerin kendisine göre pek yeni sayılan incelikleri karşısında gözleri kamaşmış, onlara yalnız hayran olmuştu. Gerçek yaratılışları ise gözünde şimdi şimdi görülmeğe başlıyordu.
Birden: «Ben burada aşağılık bir rol oynuyorum», diye düşündü. Pek öyle beceriksizlik etmeden küçük hasır sandalyesinden kalkıp gitmek gerekiyordu. Birşey uydurmak istedi, düpedüz başka başka şeylerle dolu bir hayal dünyasından yeni birşey bekliyordu. Hafızasına başvurması gerekiyordu, ama hafızası, açık açık söyliyeüm, bu gibi işlerde az zengindi; zavallı çocuğun henüz az görgüsü vardı, salonu bırakıp gitmek üzere ayağa kalktığında tam ve herkesin ilgisini çeken bir patavatsızlık etti. Acı bütün davranışlarında gün gibi belli idi. Üç çeyrek saattir hakkında düşünülen şeyi gizlemek çabasına değmeyen aşağı bir insan rolünü oynuyordu.
Düşmanları üzerinde yaptığı kılı kırk yararcasma gözlemler onu felâketi gözünde alabildiğine büyütmekten alıkoyuyordu hep; göğsünü kabarmak bakımından, iki gece önce olup biten şeyin anısı da saklıyordu. Tek başına bahçeye çıkarken: «Benden üstünlükleri ne olursa olsun, diye düşünü-
381
yordu, Mathilde bana hayatımda iki kere tattırmak tenezzülünde bulunduğu mutluluğu onlardan hiçbirine tattırmadı ya.»
Bilgeliği daha ilerlere gidemedi. Kaderin bütün mutluluğunun mutlak hâkimi durumuna getirdiği garip kızın yaradılışını hiç anlamıyordu.
Ertesi günü hem kendini ve hem de atını yorarak geçirdi. Akşam olunca, artık, Mathilde'in de yanında bulunduğu, o mavi kanepeye sokulmağa kalkmadı. Evde karşı karşıya geldiklerinde kont Norbert'in kendisine bakmak tenezzülünde bile bulunmadığını gördü. «Doğuştan bu kadar kibar olan bu adam böyle kabaca davranış için kendini pek zorluyor olmalı», diye düşündü.
Julien için, uyuyabilme bir mutlululk olurdu. Ama bedence yorgun olmasına rağmen, alabildiğine baştan çıkarıcı anılar üşüşmeğe başlıyordu kafasına. Atla Paris dolaylarındaki ormanlarda yaptığı o uzun gezintilerde, ancak kendi kendine etki edebildiğini ve Mathilde'in kalbi ile duygusu üzerinde hiçbir etki yaratmadığını, kendini kaderin eline gelişi güzel bıraktığını anlayacak kadar bile zekâ gösteremedi.
Birşey felâketine sonsuz bir rahatlayış verecekmiş gibi geliyordu ona: Mathilde'le konuşmak. Fakat nasıl olur da onunla konuşmağı göze alabilirdi?
işte bir sabah saat yedi sularında kara kara düşünürken kızın birden kitaplığa girdiğini gördü.
— Bayım, biliyorum, benimle konuşmak istiyorsunuz.
— Ey Tanrı'm! Kim söyledi bunu size?
— Biliyorum, nenize gerek? Sizde şeref yoksa, beni mahvedebilirsiniz, hiç değilse deneyebilirsiniz; ama bu tehlike, gerçek sanmadığım tehlike, beni olduğum gibi görünmekten; düpedüz alıkoymayacaktır. Bayım, sevmiyorum artık sizi, çılgın muhayyilem beni aldatmış...
Bu müth'iş saldırı karşısında, aşktan ve acıdan şaşkına dönen Julien, kendisini haklı çıkarmağa kalktı. Artık bundan daha saçma hiçbir şey olamazdı. İnsan hoşa gitmediğine göre hiç kendini savunur mu? Fakat aklın davranışları üzerinde hiçbir baskısı yoktu artık. Kör bir işgüdü onu kaderinin kararını geciktirmeğe itiyordu. Konuştukça, herşeyin bitmemiş olacağını sanıyordu. Mathilde sözlerini dinlemi-
382
yor, sesi onu kızdırıyor, delikanlının sözünü kesme cüretinde bulunduğunu bir türlü anlıyamıyordu. Bir rahipçiğe, bir köylü çocuğuna kendi üzerinde haklar vermenin korkunç düşüncesi içinde sanki yerin dibine geçiyordu. Felâketini iyice büyüttüğü anlarda içinden: «Heden hemen, diyordu, uşaklardan, birine bir zaaf göstermişim gibi sanki.»
Cesur ve burnu büyük insanların kendi kendilerine hafifçe kızmaları başkalarına da kızmalarına küçük bir yol açar; böylesi anlarda hiddetli coşkunluklar büyük bir zevktir.
Bir an içinde, Bn. de La Mole Julien'e en ağır hakaretlerde bulunacak duruma geldi. Kızın keskin zekâsı vardı, bu zekâ özseverlikleri kırmak ve bunları öldürücü yaralarla yaralamak sanatında büyük bir ustalık gösterirdi.
Julien, hayatında ilk olarak kendisine karşı en amansız kin besleyen üstün bir zekânın etkisi altında kalmış bulunuyordu. O an kendini savunmağı azıcık aklından geçirmek şöyle dursun, kendi kendinden tiksinecek duruma geldi. Bu kadar öldürücü, hem de delikanlının benliğine karşı duyabildiği olanca güveni temelinden yıkmak üzere bu kadar zekice yapılmış hakaretlerin altında kıvranırken ,ona öyle geliyordu ki Mathilde'in hakkı vardı ve bu hakaretlerin daha çoğunu savuramazdı.
Kıza gelince, daha birkaç gün önce duymuş olduğu taparcasına sevgi yüzünden böyle hem kendini ve hem de delikanlıyı cezalandırmakta tatlı gururla karışık bir zevk buluyordu.
Bu kadar keyifle ona söylediği öldürücü sözleri yaratmağa ve ilk olarak aklına getirmeğe ihtiyacı yoktu. Aşka karşı cephe alan tarafın avukatının sekiz gündür kalbinde söylediğini tekrarlamağa çalışıyordu yalnız.
Her söz Julien'in o korkunç acısını yüz kat daha çoğaltıyordu. Kaçmak istedi, Bn. de La Mole emredercesine kolundan tuttu.
Delikanlı :
— Kuzum, dedi, çok yüksek sele konuştuğunuza dikkat •edin, bitişik odadan duyacaklar sizi.
Bn de La Mole mağrurca :
— Ne önemi var! dedi, duyulduğumu bana söylemeğe
383
k'min dili varır? Sizin o kendini beğenmiş akılcığmızdan hakkımda beslenen düşünceyi olduğu gibi ortadan silmek istiyorum.
Kitaplıktan çıktığında, o kadar şaşırmıştı ki, felâketini daha az duyuyordu. Sanki kendi durumunu anlarcasma yüksek sesle: «Tamam! artık sevmiyor beni, deyip duruyordu. Beni galiba sekiz on gün sevmiş, bense ömrüm boyunca seveceğim onu.»
«Nasıl olur, o hiçbir şeydi; Birkaç gün önce, kalbinde hiç bir sevgi yoktu!»
Gurur sevinçleri dolduruyordu Mathilde'in gönlünü; bir daha birleşmemek üzere ayrılmıştı! O kadar güçlü bir eğilimi böyle büsbütün bırakmak onu doğrusu mutlu kılıyordu. «Bu küçük bay, bir kez daha, benim üzerimde hiçbir nüfuzu olmadığını ve olmayacağını anlayacaktır.» O kadar mutlu idi ki, o an gönlünde aşktan doğrusu eser kalmamıştı.
Julien'den daha az tutkunlu bir insanda bile, bu kadar yürekler acısı, bu kadar aşağılayıcı bir sahneden sonra, aşk sönüp gitmiş olurdu. Kendi kendisine borçlu olduğu şeyi bir tek an bile kollamadan, Bn. de La Mole ona o kadar ağır, o kadar kurnazca ölçülüp biçilmiş sözler söylemişti ki, serinkanlılıkla düşünüldüğünde bu sözler, bir gerçeği gösterebilirdi.
Bu kadar hayret uyandırıcı bir sahneden Julien'in ilk anda çıkardığı sonuç Mathilde'in müthiş büyük burunlu olduğu oldu. Aralarında herşeyin artık bir daha başlamamak üzere sona erdiğine iyice inanıyordu, ama ertesi, gün, öğle yemeğinde, onun karşısında gene toyluk ve çekingenlik etti. Şimdiye kadar kimsenin yüzüne vuramadığı bir kusurdu bu. Büyük şeylerde olduğu gibi küçük şeylerde de, ne yapması gerektiğini ve ne yapmak istediğini açıkça bilir, bundan sonra işe girişirdi.
Dostları ilə paylaş: |