Stephen King Buick 8



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə14/29
tarix30.01.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#41456
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   29

"Evet. İkinci ışık gösterisinden sonra, İşçi Bayramı'ndan önceydi. O..."

"Çocuğa yapraklan anlat," dedi Phil. "O kısmı unuttun."

Doğru, unutmuştum. Altı yedi yıldır yapraklan düşünmemiştim bile. "Sen anlat," dedim. "Ne de olsa onlara dokunan sendin."

Phil başını salladı, birkaç dakika boyunca sessizce oturarak hafızasını yokladı ve ardından, amirine rapor veren bir memur gibi kesik kesik anlatmaya başladı.

205

Buick 8


Şimdi: Phil

"İkinci ışık gösterisi öğleden sonra olmuştu. Tamam mı? Curt, ışık patlamaları sona erdiğinde beline ip bağlanmış halde barakaya girdi ve adı hamster mı her ne haltsa onların kutusunu dışarı çıkardı. Hayvanlardan birinin kayıp olduğunu gördük. Biraz konuşuldu. Resimler çekildi. Çavuş Schoondist kimin kulübede nöbette olduğunu sordu. Brian Cole, 'Ben, çavuş,' dedi.

"Geri kalanımız merkez binasına döndü. Tamam mı? Sonra Curtis'in çavuşa, 'Diğer her şey gibi ortadan kaybolmadan önce o şeyi kesip inceleyeceğim. Bana yardım eder misin?' dediğini duydum. Çavuş da ona, eğer isterse o gece yardım edebileceğini söyledi. Curt, 'Neden şimdi değil?' diye sordu ve çavuş da ona, 'Çünkü tamamlaman gereken bir devriyen var. Bir buçuk vardiya. John Q sana emanet, evlat. Suçluların motorunun sesini duyunca titremeleri gerek,' dedi. Bazen böyle, vaaz veren bir rahip gibi konuşurdu. Ve motor derken vurguyu hep ilk heceye verirdi.

"Curt konunun üzerine gitmedi. Bir şey elde edemeyeceğini biliyordu. Tekrar devriyeye döndü. Saat beş civan Brian Cole gelip

207

Stephen King



beni çağırdı. Tuvalete gideceğini söyledi ve o sırada kulübede yerine bakıp bakamayacağımı sordu. Olur, dedim. Barakaya gittim. Pencereden içeri bir göz attım. Her şey normaldi. Isı bir derece yükselmişti. Kulübeye girdim. Kulübenin içi çok sıcaktı, tamam mı? Sandalyenin üstünde bir L. L. Bean katalogu vardı. Ona uzandım. Tam dokunmuştum ki bir gürültü duydum. Çok belirgin bir sesti ve neye ait olduğunu hemen anladım. Açılan bagaj kapağının sesiydi. Kulübeden dışan fırladım. Barakanın pencerelerinden birinden içeri baktım. Buick'in bagajı açıktı. İçinden çıkan, önce yanık kâğıt parçalan sandığım şeyler yukan doğru uçuşuyordu. Bir hortuma yakalanmışlar gibi dönüyorlardı. Ama yerden hiç toz kalkmıyordu. Hem de hiç. Tek hareket, bagajın içindeydi. Sonra kâğıt parçası san-dıklanmın hepsinin şeklinin aynı olduğunu gördüm ve yaprak ol-duklannı düşündüm. Sonuçta gerçekten öyle olduklannı gördük."

Göğüs cebimden bloknotumu çıkardım. Tükenmezkalemimi aldım ve şunu çizdim:

"Gülümseyen bir ağza benziyor," dedi çocuk.

"Kahrolası, sırıtan bir ağız," dedim. "Ama sadece bir tane değildi. Yüzlerce vardı. Etrafta dönerek uçuşan yüzlerce sıntan siyah ağız. Bazılan Buick'in tepesine konmuştu. Bazılan tekrar bagajın içine süzülmüştü. Çoğu yerdeydi. Tony'yi çağırmak için koştum.

208

Buick 8


Video kamerayla geldi. Suratı kıpkırmızı bir halde kendi kendine mınldanıyordu. 'Şimdi ne oldu? Sırada ne var? Lanet olsun, ne?' gibi şeyler söylüyordu. Biraz komikti ama öyle olduğunu sonradan düşündüm, tamam mı? İnan bana, o an hiç komik gelmiyordu.

"Barakanın penceresinden içeri baktık. Beton zeminin her yerine saçılmış yapraklan gördük. Bir kasım fırtınasının bahçenize dolduracağı kadar çok yaprak vardı. Ama köşeleri kıvnlmaya başlamıştı. Artık bir smtıştan ziyade alelade yapraklara benziyorlardı. Tannya şükür. Ve renkleri de değişiyordu. Gözlerimizin önünde renkleri, siyahtan beyazımsı griye dönüyordu. Ve inceliyorlardı. Sandy de gelmişti. Işık gösterisini kaçırmıştı ama yaprak gösterisine tam vaktinde yetişmişti."

Sandy, "Tony beni evden arayıp o akşam yedi gibi merkeze gelip gelemeyeceğimi sormuştu," dedi. "Curt ile birlikte tanık olmak isteyebileceğim bir şey yapacaklannı söyledi. Her neyse, saat yediye kadar beklememiştim. Hemen geldim. Merak etmiştim."

"Merak kediyi öldürmüş," dedi Ned ve o an babasına öylesine benziyordu ki neredeyse titreyecektim. Gözlerini bana dikti. "Gerisini anlat."

"Anlatacak pek fazla şey yok," dedim. "Yapraklar inceliyordu. Yanılıyor olabilirim ama bunun gerçekleştiğini görebiliyorduk."

"Yanılmıyorsun," dedi Sandy.

"Çok heyecanlıydım. Doğru dürüst düşünemiyordum. Barakanın yan kapısına koştum. Ve Tony, Tannm, Tony bir anda yanımda beliriverdi. Nefesimi kesmek istercesine boğazıma sanlmıştı. 'Hey,' dedim. 'Bırak beni, bırak beni, polis şiddet uyguluyor, hey!' Tony bana espirilerimi Statesboro'daki Komedi Şov'a saklamamı söyledi. 'Bunun şakası yok, Phil,' dedi. 'O kahrolası şeyin bir poli-

209


F: 14

Stephen King

si öldürdüğüne inanmak için yeterince nedenim var. Bir ikincisini göz göre göre kaybedemem.'

"Ona belime ip takacağımı söyledim. Yerimde duramıyordum. Sebebini tam olarak hatırlayamıyorum ama çok heyecanlıydım. Lanet olası ipi almak için geri dönmeyeceğini söyledi. Ben gider ahnm dedim. 'Kahrolası ipi unut, talebin reddedildi,' dedi. Bunun üzerine ben de,' Ayaklanmı tut yeter, çavuş,' dedim. 'O yapraklardan birkaç tane almak istiyorum. Kapıdan bir buçuk metre uzaklıkta bile değiller. Arabaya yakın da sayılmazlar. Ne diyorsun?'

'"Kahrolası aklını kaçırmış olmalısın diyorum, içerdeki her şey o arabaya yakın,' dedi ve tam olarak hayır demediği için cesaretimi toplayıp kapıyı açtım. Koku, insanın burnuna hemen çarpıyordu. O lahanamsı koku. İnsanın midesini altüst ediyordu, ama heyecanımın arasında bunu fark etmemiştim. O zamanlar gençtim, tamam mı? Yüzüstü yere uzandım. Sürünerek ilerledim. Çavuş beni bacaklanm-dan tutuyordu. Birazcık ilerlemiştim ki, 'Bu kadan yeter, Phil,' dedi. 'Birkaçını alabiliyorsan şimdi al. Akmıyorsan da çık.'

"Beyaza dönmüş olanlardan çok sayıda vardı, onlardan bir düzine kadar aldım. Pürüzsüz ve yumuşaktılar ama insanın içinde kötü bir his uyandınyorlardı. Bana içi çürüyen domateslerin kabuklarını hatırlatmışlardı. Biraz ötede hâlâ siyah renkte olan birkaç tane vardı. Onları almak için uzandım ama dokunur dokunmaz onlar da diğerleri gibi beyazlaştı. Parmak uçlanmda hafif bir batma hissi vardı. Güçlü bir nane kokusu aldıktan hemen sonra bir ses duydum. En azından duyduğumu sandım. Bir gazoz kutusunu açtığında çıkan sese benzer bir iç çekiş gibiydi.

"Sürünerek gerilemeye başladım ve ilk anlarda oldukça iyi gidiyordum ama sonra ben... parmak uçlarımdaki hisle ilgili bir şey... çok pürüzsüz ve yumuşaktılar..."

210


Buick 8

Sözüme devam edemeyerek birkaç saniye sustum. Her şeyi tekrar yaşıyor gibiydim. Ama çocuk can kulağıyla beni dinliyordu ve hikâyenin sonunu duymadan beni rahat bırakmayacağını biliyordum. Hiçbir şey onu ikna edemezdi, bu yüzden anlatmaya devam ettim. Artık tek istediğim bir an önce bitirip kurtulmaktı.

"Paniğe kapıldım. Tamam mı? Dirseklerimden destek alıp kendimi geri itmeye ve tekmeler atmaya başladım. Bir yaz günüydü. Üzerimde kısa kollu gömleğim vardı. Dirseklerimden biri açıldı ve siyah yapraklardan birine değdi ve yaprak bir... ne olduğunu bilmediğim bir şey gibi tısladı. Sadece tısladı, anlarsın ya? Ve etrafına bir lahanamsı-nane kokusu bulutu yaydı. Rengi beyaza döndü. Sanki dokunuşum onu dondurup öldürmüş gibi. Bunu daha sonra düşündüm. O an aklımda oradan bir an önce sittir olup gitmekten başka hiçbir şey yoktu. Kusura bakma, Shirley."

"Sorun değil," dedi Shirley koluma hafifçe dokunarak. İyi bir kadındır. Her zaman öyleydi. İletişim bölmesinde Babicki'den daha iyiydi -hem de çok daha iyi- ve göze de daha hoş görünüyordu. Elimi onun elinin üzerine koydum ve hafifçe sıktım. Sonra anlatmaya devam ettim ve bu, sandığım kadar zor olmadı. Anlatmaya başlayınca her şeyi hatırlamaya başlamak ne komik. Devam ettikçe daha da berraklaşıyorlar.

"Başımı kaldırıp Buick'e baktım. Barakanın ortasında, benden en az üç buçuk metre uzakta olmasına rağmen bir anda çok daha yakınmış gibi görünmeye başlamıştı. Everest Tepesi kadar büyüktü. Bir elmas kadar da parlak. Farlannın birer göz olduğu ve doğruca bana baktıkları hissine kapıldım. Fısıldadığını duyabiliyordum. Neler söylediği hakkında hiçbir fikrim yok -yani gerçekten bir şeyler soylüyorduysa- ama kesinlikle duyabiliyordum. Sadece kafamın içindeydi. Telepati gibi. Hayal gücümün bir ürünü de olabilir ama

211


Stephen King

sanmıyorum. Sanki birdenbire altı yaşıma dönmüştüm. Yatağımın altındaki canavardan korkuyordum. Beni kapıp götürmek istediğinden hiç şüphem yoktu. Beni Ennis'i götürdüğü yere götürecekti. Bu yüzden paniğe kapıldım. Bağırmaya başladım. 'Çek beni! Çek beni, çabuk!' Ve onlar da çektiler. Çavuş ve yanında biri..."

"O biri bendim," dedi Sandy. "Ödümüzü patlatmıştın, Phil. Önce gayet iyiydin sonra bağınp kıvranmaya başladın. Bir yerinin kanadığını veya suratının morardığını göreceğimi sanıyordum. Ama sapasağlamdın. Sadece... şey." Devam et, dercesine bir hareket yaptı.

"Sadece yapraklar vardı. Yani onlardan geriye kalanlar. Paniğe kapıldığımda ellerimi yumruk yapmış olmalıyım, tamam mı? Yapraklan ezmişim. Dışan çıktığımda ilk fark ettiğim, ellerimin ıslak olduğuydu. İnsanlar bağınyordu. iyi misin? ve içerde neler oldu, Phil? diyorlardı. Dizlerimin üstüne çökmüştüm. Sürüklenerek dışan çekildiğim için gömleğim boynumun etrafında toplanmış, karnım sürtünmeden yanıyordu ellerim kanıyor, diye düşünüyordum. Islaklığın sebebi bu. Sonra beyaz, sümüksü maddeyi gördüm. Öğretmenlerin birinci sınıf öğrencilerine verdikleri tutkallara benziyordu. Yapraklardan tek geriye kalan buydu."

Durup bunun üzerinde biraz düşündüm.

"Ve şimdi sana gerçeği söyleyeceğim, tamam mı? Aslında tutkala benzemiyordu. Sanki her iki avucum da ılık boğa-dölüyle doluydu. Ve koku iğrençti. Nedenini hiç bilmiyorum. Biraz lahana ve nane kokusundan ne çıkar? diyebilirsin, haklısın ama aynı zamanda haksızsın da. Çünkü o koku, yer yüzündeki hiçbir kokuyla eş değil. En azından benim bildiğim kadanyla öyle.

"Ellerimi pantolonuma sildim ve merkez binasına gittim. Alt kata indim. Brian Cole tuvalette işini bitirmiş, çıkıyordu. Haykınş-

212


Buick 8

lar duyar gibi olmuş, neler döndüğünü merak etmişti. Ona aldırmadım bile. Hatta lavaboya giderken neredeyse onu yere deviriyordum. Ellerimi yıkamaya başladım. Avuçlarımı dolduran o ılık, sümüksü sıvıyı, yumuşaklığını, pütürsüzlüğünü, parmaklarımı açtığımda uzayışını her hatırlayışımda yine ellerimi yıkıyorum. Bir örümcek ağının ipleri gibi uzayışını görmek bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu düşünce üzerine öğürmeye başladım. Normal bir kusma değildi. Sanki midem, yediğim her lokmayla beraber ağzımdan dışarı çıkmak istiyordu. Annemin kirli bulaşık suyunu arka bahçeye dökmesi gibi, her yediğim dışan fırladı. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum ama nasıl bir şey olduğunu anlamalısın. Yaşadığıma kusmak denemezdi, ölmek gibiydi. Buna benzer bir deneyimi sadece bir kez daha yaşadım; o da bir kaza mahalline ilk gidi-şimdeydi. Oraya vardığımda ilk gördüğüm, eski Statler Pike yol şeridinin üzerinde duran bir somun Wonder ekmekti. Daha sonra ise bir oğlan çocuğunun vücudunun üst yansını gördüm. Sansın, küçük bir çocuktu. Ve sonra, çocuğun diline konmuş olan sineği gördüm. Bacaklannı temizliyordu. Bunun üzerine bende film koptu. Kusarak öleceğimi sanmıştım."

"Bana da olmuştu," dedi Huddie. "Bunda utanılacak bir şey yok."

"Utanmıyorum," dedim. "Nasıl bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorum, tamam mı?" Derin bir nefes alıp temiz havayı ciğerlerime doldurdum ve çocuğun babasının da yolda öldüğünü hatırladım. Delikanlıya gülümsedim. "Şey, küçük ihsanlan için Tann'ya şükürler olsun, klozete çok yakındım, bu sayede ayakkabılanm kirlenmedi."

"Ve sonunda," dedi Sandy. "Yapraklar yok oldu. Elimizde bir zerresi bile kalmadı. Oz Büyücüsü'ndeki cadı gibi eridiler. B Bara-

213


Stephen King

kası'nda bıraktıklan izleri görmek bir süre için mümkün oldu ama bir hafta sonra beton zemin üzerinde minik lekelerden başka bir şey kalmadı. Sanmsı, çok soluk lekeler."

"Evet ve sonraki birkaç ay boyunca ben de o takıntılı el yıkayanlardan oldum," dedim. "Bazı günler yemeklere dokunamıyor-dum bile. Kanm bana sandviç yapmışsa sandviçi bir peçeteyle tutup öyle yiyor, elimi hiç sürmemek için son lokmayı peçeteden ağzıma bırakıyordum. Devriye aracında tek basımayken yemeğimi eldivenlerimi çıkarmadan yiyordum. Ve ne yaparsam yapayım, sonunda yine de hastalanacağıma inanıyordum. Hayalimde sürekli bütün dişlerin dökülmesine sebep olan bir dişeti hastalığına yakalanıyordum. Ama sonunda bu dönemi atlattım." Ned'e baktım ve o da gözlerimin içine bakana dek bekledim. "Sonunda atlattım, evlat."

Bana bakan gözlerinde hiçbir ifade yoktu. Tuhaftı. Sanki boyayla sonradan eklenmiş gibiydiler.

Tamam mı?

214


Buick 8

Şimdi: Sandy

Ned, Phil'e bakıyordu. Yüzünde oldukça sakin bir ifade vardı, ama bakışlannda inkâr seziyordum ve sanınm bunu Phil de sezdi. İçini çekti, kollannı göğsünde kavuşturdu ve anlatacakları bitmiş, ifadesi sona ermiş gibi başını önüne eğdi.

Ned bana döndü. "O gece ne oldu? Yarasayı kesip incelediğinizde neler oldu?"

Yaratığa yarasa deyip duruyordu ama o bir yarasa değildi. Bu sadece ondan bahsederken kullandığım bir kelime, Curtis'in deyişiyle şapkamı asacak bir çiviydi. Birdenbire içim, Ned'e karşı yakıcı bir öfkeyle doldu. Kan beynime sıçramıştı. Bu şekilde hissettiğim, bu şekilde hissetmeye cesaret ettiğim için kendime de kızgındım. Ama beni en çok öfkelendiren başını o şekilde kaldınp gözlerini hesap sorarcasına bana dikmesiydi. Sorduğu o sorular. Yarasa dediğimde kastettiğimin evrendeki bir çatlağın içinden çıkıp gelen ve ölen, tarif edilemez, korkunç, anlaşılamaz bir varlık değil, gerçekten bir yarasa olduğunu düşünmek gibi aptalca varsayımlarda bulunması beni deli ediyordu. Ama beni en çok kızdıran o hesap so-

215


Stephen King

ran tavrıydı. Tamam, bu beni ideal bir kahraman yapmıyor ama yalan söyleyecek değilim.

O ana kadar çocuk için hissettiklerimin çoğu, üzüntüydü. Merkeze gelmeye başladığı günden beri yaptığım her şeyin temelinde bu rahatlatıcı acıma hissi vardı. Çünkü camlan sildiği, kuru yapraklan topladığı, arka taraftaki kar yığınlannı kürediği tüm o zamanlar boyunca başı hep öne eğikti. Ezik bir şekilde eğikti. Onunla göz göze gelmek zorunda kalmıyorduk. Kendimize sorular sormak zorunda kalmıyorduk, çünkü acıma hissi rahatlatıcıdır. Öyle değil mi? Acıma hissi insanı bir anda üstün duruma sokar. Şimdi Ned başını kaldırmış, kendi kelimelerimi bana karşı kullanıyordu ve bakışla-nnda zerre kadar eziklik yoktu. Bir hakkı olduğunu düşünüyor, bu da beni çok sinirlendiriyordu. Bir sorumluluğum olduğunu -burada anlatılanlar bir hediye değil, ödenmekte olan bir borçmuş gibi- düşünüyordu ve bu, kanımı iyice beynime çıkanyordu. Beni en çok kızdıransa haklı oluşuydu. İçimde, avucumun ortasıyla çenesine alttan sıkı bir yumruk indirip onu banktan geriye düşürme isteği belirdi. Bir hakkı olduğunu düşündüğü için onu üzmek istiyordum.

Sanınm gençlere karşı duyduğumuz hisler bu yönden hiçbir zaman pek fazla değişmiyor. Çocuğum yok, hiç evlenmedim; sanınm Shirley gibi ben de Ekip D ile evliyim. Ama gençlerle hem merkezde, hem dışanda pek çok deneyimim oldu. Birçok kez onlarla karşı karşıya geldim. Bana kalırsa onlara daha fazla acıyamadığı-mızda, acımamızı reddettiklerinde (öfkeyle değil, sabırsızlıkla) kendimize acımaya başlıyoruz. Küçük, acınası varlıkların, bizi rahatlatan bebeklerin nereye gittiğini, onlara ne olduğunu bilmek istiyoruz. Onlara piyano dersleri aldınp beysbol topunu falsolu fırlatmayı öğretmedik mi? Onlara Vahşi Şeylerin Olduğu Yer'l okuyup Waldo'yu aramalanna yardım etmedik mi? Hangi cüretle başlannı kaldınp

216

Buick 8


gözlerini gözlerimize dikerek bu düşüncesizce, aptalca sorulan yöneltirler? Ne cesaretle vermek istediklerimizden fazlasını isterler? "Sandy? O akşam yarasayı kestiğinizde ne?..." "Duymak istediklerin olmadı," dedim. Sesimin soğukluğu üzerine gözlerinin hafifçe irileşmesi hoşuma gitmedi desem yalan olur. "Babanın görmek istediği o değildi. Tony'nin de. Umduğumuz gibi bir cevap elde edememiştik. Zaten asla bir cevap bulamadık. Buick'le ilgili her şey, havanın sıcak ve güneşli olduğu günlerde 1-87 Karayolu üzerinde görülen titrek seraplar gibi gerçek dışıydı. Ama bu da tam olarak doğru sayılmazdı. Öyle olsaydı sanınm Buick'i bir süre sonra bir kenara bırakırdık. Üzerinden altı ay geçip hiçbir ipucu bulunamamış ve katilin yakalanmasından umut kesilmiş bir cinayet dosyasının rafa kaldmlması gibi o da gündemimizden düşerdi. O Buick'in içinden çıkan her şey, en az bir duyu tarafından algılanabiliyordu. Dokunup sesini duyabileceğiniz ya da kokusunu...

217


Buick 8

O zaman


"Öğğ," dedi Sandy Dearborn. "Şu koku."

Elini suratına doğru kaldırdı ama ağzını ve burnunu örten plastik maske -diş hekimlerinin muayeneye başlamadan önce taktıklarından- engel olduğu için yüzüne dokunamadı. Sandy, maskenin mikroplan engelleyip engellemediğinden emin değildi, ama koku hususunda bir yarannm olmadığı muhakkaktı. Yine o lahanam-sı kokuydu. Curt yarasamsı şeyin karnını yardığında malzeme odasının havasım istila etmişti.

"Kokuya alışırız," dedi Curt. Konuşurken yüzündeki maske aşağı yukan oynuyordu. Onun ve Sandy'nin maskesi mavi, çavu-şunki ise şeker pembesiydi. Curtis Wilcox, pek çok konuda haklı çıkan zeki bir adamdı ancak koku konusunda yanılıyordu. Alışamadılar. Hiç kimse alışamadı.

Öte yandan Sandy, Memur Wilcox'm yaptığı hazırlıklarda hiçbir eksiklik görememişti; kusursuz görünüyordu. Curt, vardiyası bitince eve gitmiş ve kesim takımını getirmişti. Elindeki malzemelere kaliteli bir mikroskop (üniversitedeki bir dostundan ödünç almış-

219

Stephen King



ti), birkaç paket cerrahi eldiven ve bir çift fazlasıyla parlak Tensor lamba eklemişti. Kansına, birinin merkez yakınlannda vurduğu bir tilkiyi inceleyeceğini söylemişti.

"Dikkatli ol," demişti kansı. "Kuduz olabilir." Curt eldiven takacağına söz vermişti ve bu sözü tutmaya son derece kararlıydı. Üçü de eldivenlerini çıkarmayı düşünmüyordu. Çünkü yarasamsı şeyde kuduzdan çok daha beter, ölümden sonra bile bedende uzun süre kalabilecek bir musibet olabilirdi. Tony Schoondist ve Sandy Dearbom'un bu konuda bir uyanya ihtiyacı yoktu, ama Curt yine de kapıyı kapatır kapatmaz onlara bu potansiyel tehlikeyi hatırlattı.

"Kapı kilitli olduğu sürece ipler benim elimde," dedi Curt. Sesi kesindi ve son derece kendine güvenen bir ifadeyle konuşmuştu. Daha ziyade Tony'ye hitaben konuşmuştu, çünkü Tony'nin yaşı, onunkinin iki katıydı ve bu konuda ortağı sayılabilecek biri varsa o da çavuştu. Sandy, ikincil bir pozisyondaydı ve bunun farkındaydı. "Açıkça anlaşıldı mı? Herkes kabul ediyor mu? Çünkü etmiyorsa hemen şu an dura..."»

"Anlaşıldı," dedi Tony. "Burada komutan sensin. Sandy ve ben sadece emir erleriyiz. Benim için sorun değil. Tann aşkına, artık şu işe başlayalım."

Curt neredeyse küçük ordu sandıklan kadar büyük olan takım çantasını açtı. tçi, güderiyle sanlı paslanmaz çelik aletlerle doluydu. Üstte, her biri kendi kapalı poşetinde duran dişçi maskeleri duruyordu.

"Bunlar şart mı sence?" diye sordu Sandy. Curt omuz silkti. "Sonradan üzülmektense tedbirli olmak iyidir. Zaten öyle aman aman bir yararlan olacağını sanmıyorum. Gaz maskesi taksak daha sağlam olurdu."

220

Buick 8


"Keşke Bibi Roth da burada olsaydı," dedi Tony. Curt buna karşılık bir şey söylemedi, ama gözlerindeki öfkeli bakış, son istediği şeyin Bibi Roth'un oradaki varlığı olduğunu açıkça anlatıyordu. Buick, Ekip D'ye aitti. İçinden çıkanlar da öyle. Curt malzeme odacığının kapısını açtı ve yeşil gölgelikli lambanın zincirini çekerek içeri girdi. Tony onu takip etti. Lambanın hemen altında, bir okul sırasından fazla büyük sayılmayacak bir masa vardı. Değil üç kişi, içerde iki kişi bile zor hareket ediyordu. Sandy bu duruma memnun olmuştu; o gece eşiği geçmesi hiç gerekmedi.

Duvarlann üçü, dosya yığınlanyla dolu raflarla kaplıydı. Curt, mikroskobu küçük masanın üzerine koydu ve ışık kaynağının fişini en yakın prize taktı. Bu arada Sandy de Huddie Royer'ın kamerasını sehpasının üzerine yerleştiriyordu. Bu tuhaf otopsinin kasetini izleyenler, bir elin ara sıra görüntüye girip Curt'e istediği alet hangisiyse onu uzattığını görebiliyorlardı. O, Sandy Dearbom'un eliydi. Kasetin sonunda birinin kustuğu açık seçik duyuluyordu. Kusan kişi de Sandy Dearborn'du.

"Önce şu yapraklan görelim," dedi Curt bir çift eldiveni takarken.

Tony'nin elinde, içinde birkaç yaprak bulunan küçük bir kanıt torbası vardı. Torbayı Curt'e uzattı. Curtis, torbanın ağzını açarak yapraklardan geriye kalanlan küçük bir maşayla çıkardı. Teker teker çıkarması mümkün değildi, çünkü hepsi yan saydam bir hal almış ve şeffaf ambalaj naylon topaklan gibi birbirine yapışmıştı. Birbirine yapışmış yaprak topağından ince bir sıvı sızıyordu ve lahanayla nane kanşımı acayip koku hemen kendini göstermişti. Koku pek hoş sayılmazdı ama dayanma sınırlan dahilindeydi. Küçük odayı on dakika sonra saracak olan kokuysa dayanma sınırlannm çok ötesindeydi.

221

Stephen King



Curt ustaca hareketlerle, yaprak bütününden küçük bir parça alırken Sandy, daha iyi bir görüntü alabilmek için yakın çekim yaptı. Curt son haftalarda bu kesim için pek çok hazırlık ve denemeler yapmıştı ve çabalannın karşılığını şimdi görüyordu.

Bütünden aldığı parçacığı doğrudan mikroskop lamının üzerine koydu. Phil Candleton'ın yapraklan, onun gözünde uvertür şarkıcılardan ibaretti. Onun asıl istediği, assolisti görmekti.

Yine de eğildi ve yaprağı uzunca bir süre inceledi. Sonra, Tony'nin de bakabilmesi için kenara çekildi.

"İpe benzeyen siyah şeyler ne?" diye sordu Tony beş on saniyelik bir incelemenin ardından. Sesi, ağzını örten pembe maske yüzünden boğuk çıkıyordu.

"Bilmiyorum," dedi Curt. "Sandy, bana bir Viewmaster'a benzeyen aleti verir misin? Üzerine kablolar dolanmış, yan tarafında da H. Ü. BİYOLOJİ BÖLÜMÜ MALIDIR yazıyor."

Sandy aleti bulup kapının önünü neredeyse tamamen tıkayan video kameranın üzerinden uzattı. Curt, kablolardan birinin ucundaki fişi duvardaki prize, diğer kablonun ucunu da mikroskoba taktı. Bir şeyi kontrol etti, başını salladı ve Viewmaster'a benzeyen aletin yan tarafındaki düğmeye üç kez bastı. Muhtemelen mikroskobun lamı üzerindeki yaprak parçacığının resimlerini çekiyordu.

"Siyah şeyler kıpırdamıyor," dedi Tony. Hâlâ mikroskoba bakıyordu.

"Doğru."


Tony sonunda başını kaldırdı. Gözlerinde şaşkın bir bakış vardı. "Sence... bunlar... bilemiyorum, DNA olabilir mi?"

Curt gülümseyince maskesi hafifçe yükseldi. "Bu mikroskop çok kaliteli, çavuş ama yine de onunla DNA göremeyiz. Eğer bir gece yarısından sonra benimle Horlicks'e gelmeyi kabul edersen

222

Buick 8


Evelyn Silver Fizik Binası 'nda duran ve sadece tatlı yaşlı bir hanım tarafından kullanılan muhteşem elektron mikroskobunu habersizce ödünç alabilir ve..."

"Beyaz madde nedir?" diye sordu Tony lafını keserek. "Siyah şeylerin içinde yüzdüğü beyaz madde?"

"Belki yapı maddesidir."

"Ama bunu bilmiyorsun."

"Elbette bilmiyorum."

"Siyah şeyler, beyaz sıvı, yapraklann erime sebebi, kokunun ne olduğu; bunlann hiçbiri hakkında bir halt bildiğimiz yok."

"Doğru."

Tony ona baktı. "Bu işe bulaşmak düpedüz çılgınlık, değil mi?" "Hayır," dedi Curt. "Merak kediyi öldürür, tatminse diriltir, içeri gelip sen de bir göz atmak ister misin, Sandy?" "Resimlerini çektin, değil mi?" "Aleti doğru kullandıysam evet." "O halde pas geçiyorum."

"Tamam, o halde asıl gündem maddesine geçelim," dedi Curt. "Belki bir şey buluruz."

Yaprak kalıntıları kanıt torbasına, torba da tekrar köşedeki dosya dolabına kondu. Bu eski yeşil dolap, sonraki yirmi yıl boyunca türlü tuhaf maddenin yuvası olacaktı.

Dolabın bir başka köşesinde turuncu bir buz kutusu vardı. Kutunun içinde, insanlann bazen kampa giderken yanında götürdüğü iki mavi kimyasal buz torbasının altında yeşil bir çöp torbası duruyordu. Tony çöp torbasını çıkardı ve Curt'ün hazırlıklannı tamamlamasını bekledi. İki Tensor lambayı, mikroskobu ve video kamerayı fişten çıkarmadan takabilmek için bir uzatma kablosu ararken bi-

223


Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin