Stephen King Buick 8



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə22/29
tarix30.01.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#41456
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   29

"O benim annem," demişti çocuklardan biri. İri kahverengi gözlerinden yaşlar boşanıyordu ama kilden yaptığı vazoyu hâlâ elinde sıkıca tutuyordu. Yana doğru eğmemişti bile; içindeki gelincik düşmemiş, hâlâ vazoda duruyordu. "Astımı var."

George o sırada kadının yanında diz çökmüştü bile. Nefes almasını kolaylaştırmak için kolunu başının altına sokmuş, başını ge-

333


Stephen King

ri itmişti. Kadının saçları beton zemini süpürüyordu. "Böyle kötü-leştiğinde astımı için bir ilaç alıyor mu, tatlım?"

"Cebinde," dedi vazolu kız. "Annem ölecek mi?"

"Hayır," dedi George. Bayan Nevers'ın cebinden ilacı çıkardı ve boğazından aşağı büyük bir doz gönderdi. Kadın yutkundu, titredi ve doğruldu.

Öksürüp ağlayan çocuklan önüne katan George, kadını kucağına alıp otobüse yürüdü. Rosellen'ı kızının yanına oturttuktan sonra direksiyonun arkasına geçti. Otobüsü çalıştırdı. Futbol sahasının ve devriye aracının yanından geçip tali yola çıktı. Blue Bird'ü 46. Karayolu'na çıkardığı sırada çocuklar, "Fış Fış Kayıkçı"yı söylüyordu. Ve böylece geride kalan birkaçımız akıl sağlığını korumaya uğraşırken George Stankowski gerçek bir kahraman oldu.

Akıl sağlığımızı ve hayatlanmızı korumaya çalışırken.

334

Buick 8


Shirley

George'un merkezle kurduğu bağlantıda son söyledikleri, burası 14, araçtan ayrılıyorum olmuştu. Yani artık ona ulaşamayacaktım. Duvardaki saate bakarak bunu kayıtlara geçtim. 14:23'tü. Hemen arkamda duran Huddie'nin omzumu hafifçe sıkması gibi saati de çok iyi hatırlıyorum. Sanırım Huddie, George ve çocuklann olay yerinden sağ salim uzaklaşacaklarına inandığını anlatmaya ve beni rahatlatmaya çalışıyordu. 14:23. Cehennemin kapılannın açıldığı an. Ve bunu laf olsun diye de söylemiyorum.

Mister Dillon havlamaya başladı. Arkadaki avluyu keşfe gelen geyiklere ya da çöpleri koklamaya cesaret eden rakunlara yaptığı gibi boğazının gerisinden havlamıyordu. Daha önce hiç duymadığım, yüksek sesli, kesintisiz bir havlayıştı. Sanki bir tarafına sert ve keskin bir cisim batmıştı ve ondan kurtulmaya çalışıyordu.

"Neler oluyor?" diye sordu Huddie.

Mister D, kapıdan beş altı adım geriledi. Vücudu kasılıyormuş gibi hareket ediyor, buzağı yakalama yarışındaki bir rodeo atma benziyordu. Sanırım neler olacağını Huddie de ben de tahmin edi-

335


Stephen King

yorduk ama aklımızdan geçenlere bir türlü inanamıyorduk. İnanmış olsaydık bile onu durdurmamıza imkân yoktu. Deneseydik o uysal mizacına rağmen bizi ısınrdı, bundan eminim. Hâlâ canı yanıyor-muşçasına havlıyordu ve ağzının kenarlannda köpükler belirmeye başlamıştı.

Yansıyan ışığın gözlerimi kamaştırdığını hatırlıyorum. Gözlerimi kırptım ve ışık üzerimden geçerek koridor boyunca ilerledi. Birim 6, yani yanlarında bir tutukluyla Eddie ve George merkeze ulaşmıştı ama bunu zorlukla fark etmiştim. Tüm dikkatimle Mister Dil-lon'a bakıyordum.

Köpek kapıya doğru koştu ve bir an bile duraksamadı. Yavaşlamadı bile. Sadece başını eğdi ve öteki tarafa geçti. Darbenin şiddetiyle kapı menteşeleri üzerinde geriye savrulmuştu. Mister D, çığlığa benzeyen sesler çıkararak havlamaya devam ediyordu. Tam o sırada burnuma çok güçlü bir koku geldi: deniz tuzu ve çürük sebze kokusu. Acı bir fren sesi ve hemen ardından ısrarlı bir koma sesi duyuldu. Biri can havliyle bağırdı. "Dikkat et! Dikkat et!" Hud-die kapıya koştu ve ben de ardından seğirttim.

336

Buick 8


Eddie

Onu merkeze götürmekle gününün içine etmiş oluyorduk. Kız arkadaşını dövmesine en azından bir süreliğine engel olmuştuk. Koltuğun yaylan kıçına batarak, süslü çizmelerini kusmuğa karşı yayılmış özel döşemenin üzerine koyup arkada oturmak zorundaydı. Ama Brian tüm bunlann faturasını bize ödetiyordu. Öncelikli hedefi bendim ama söylediklerini George da duyuyordu elbette.

Avazı çıktığı kadar bağırarak içeriği tamamen bana hakaretlerden ibaret olan şarkılar söylüyor, yüksek topuklu cafcaflı çizmelerini aracın tabanına şiddetle vuruyordu. Sanki bir statta, taraftarlarla dolu bir tribünün tam önündeydik. Tüm bu süre boyunca o donuk gözleriyle bana bakıyordu, onu ortadaki dikiz aynasından görebiliyordum.

"ŞİŞKO EDDIE!" Bam-bam-bam! "ŞİŞKO EDDIE!" Bam-bam-bam!

"Şunu keser misin, Brian?" diye sordu George. Merkeze yaklaşmıştık. Neredeyse bomboş olan merkeze; o sırada Poteenville'de olan bitenden haberimiz vardı. Bir kısmını Shirley'den öğrenmiştik,

337


F:22

Stephen King

ayrıntıları da birimler arası telsiz konuşmalarından duymuştuk. "Kulaklanmı rahatsız ediyorsun."

Brian'ın duymak istediği de buydu.

•'ŞİŞKO EDDIE!" BAM-BAM-BAM!

Ayağını biraz daha şiddetli indirecek olsa çizmesinin topuğu aracın tabanını delebilirdi, ama George bir daha durmasını istemeye tenezzül etmedi. Aracın arka koltuğunda kısılıp kaldıklannda tek yapabildikleri ön taraftakileri sinirlendirmeye çalışmak olur. Bunu daha önce de yaşamıştım, ama lisenin yemekhanesindeyken koltuğumun altında duran kitapları düşüren, sınıfta gömleklerimin arkasını boyayan baş belasının benimle yine aynı şekilde dalga geçişini duymak... bu gerçekten tüyler ürperticiydi. Profesör Peabody'nin Zaman Makinesi'nde geçmişe yolculuk yapmak gibiydi.

Hiçbir şey söylemedim ama George'un bildiğinden eminim. Telsizi alıp cevap verdiğinde, "Birkaç dakika içinde merkezdeyiz," demişti. Bunu Shirley'den çok bana söylediğini biliyordum. Brian'ı sandalyeye kelepçeleyecek, eğer isterse televizyonu açacak ve bir rapor yazacaktık. Daha sonra, Poteenville'deki durumda iyi yönde ani bir değişiklik olmamışsa olay yerine gidecektik. Shirley, Statler İlçe Hapishanesi'ni arayıp en sevdikleri baş belalanndan birini yakında oraya götüreceğimizi haber verebilirdi. Bununla birlikte o zamana kadar...

"ŞİŞKO EDDIE!" Bam-bam-bam! "ŞİŞKO EDDIE!"

Öyle çok bağırıyordu ki yanakları kıpkırmızı kesilmiş, boynundaki damarlar şişmişti. Artık sadece tepemi attırmaya çalışmıyordu, metabolizmasındaki uyuşturucu onu iyiden iyiye etkilemeye başlamıştı. Ondan kurtulmak ne hoş olacaktı.

Bookin's Tepesi'ne tırmandık. George aracı gerekenden biraz daha hızlı kullanıyordu. Sonunda merkeze dönen yol ayrımına var-

338

Bıück 8


dik. Hâlâ gerekenden hızlı giden George sinyal verip döndü. Bizi rahatsız etmek için süresinin daraldığını hisseden Lippy, John Wayne çizmeleriyle aracın tabanına vururken koltuklar arasındaki ağı sarsmaya başladı.

"ŞİŞKO EDDIE!" Bam-bam-bam! Şakır-sakır-şakır!

Merkez binasının arkasındaki otoparka yöneldik. George, aracın arka kısmı merkezin arkasındaki basamaklara gelecek şekilde park edip sevgili Bri'yi bir an önce, fazla uğraşmadan içeri alma niyetiyle binanın hemen dibinden sola doğru dar bir dönüş yaptı.

Ve tam köşeyi dönerken Mister Dillon önümüze fırladı.

"Dikkat et! Dikkat et!" diye bağırdı George. Bana, köpeğe ya da kendine bağırmış olabilirdi, emin değilim. Şimdi hatırlıyorum da, Lassburg'daki kadına da tıpkı böyle bir pozisyonda çarpmıştı. Öyle benziyordu ki sanki olayın kostümlü bir provasını yapıyorduk. Yalnız çok büyük bir fark vardı. Acaba tabancasının namlusunu ağzından sokmasından önceki haftalarda hiç, köpeğe vurmadım ama kadına çarptım, diye düşündüğü olmuş muydu? Belki olmamıştı ama onun yerinde olsam ben aklımdan geçirirdim, bundan eminim. Köpeğe vurmadım ama kadına çarptım. Tam tersi değil de bu olunca insan bir Tanrı'ya nasıl inanabilir?

George frene her iki ayağıyla birden bastı ve sol eliyle kornayı çaldı. Ani fren yüzünden öne doğru fırladım. Emniyet kemerim kilitlendi. Arka koltukta da emniyet kemerleri vardı ama tutuklumuz zahmet edip de birini takmamıştı -bana hakaret etmekle fazlasıyla meşguldü- ve suratını o sırada tutmakta olduğu tel ağa çarptı. Parmak kütlemesine benzer bir ses duydum. Başka bir şeyin de çı-tırdadığını duydum. Muhtemelen parmaklarından biri ve burnu kırılmıştı. Bu sesleri daha önce de duymuştum. Başka bir sesle karıştırmak olanaksızdı. Brian boğuk, şaşkın bir çığlık attı. Bir sıcak su

339

Stephen King



şişesinden çıkmış kadar kızgın büyük bir damla kan, üniformamın omzuna sıçradı.

Mister Dillon'la ölüm arasında sadece birkaç santim kalmıştı ama bizden tarafa bir kez bile bakmadan koşmaya devam etti. Kulaklarını geriye doğru iyice yatırmış, çığlık atar gibi havlıyor, son hızla B Barakası'na doğru koşuyordu. Kopkoyu, keskin kenarlı gölgesi onu otoparkın zemini üzerinde takip ediyordu.

"Ah, Tanrım, yaralandım!" diye haykırdı Brian tıkalı burnunun gerisinden gelen boğuk bir sesle. "Üstüm başım kan içinde!" Ve bağırarak polislerin şiddet uygulaması üzerine bir şeyler zırvalamaya başladı.

George kapısını açtı. Ben barakanın önüne vardığında duracağını sandığım D'yi izleyerek bir süre yerimden kıpırdamadım. Ama D bir an bile duraksamadı. Raylı garaj kapısına bodoslama daldı. Sonra gövdesinin yan tarafının üzerine düştü ve bir çığlık attı. O güne dek köpeklerin çığlık attıklannı bilmezdim, ama atıyorlar. Sesinde acıdan çok öfke varmış gibiydi. Kollanmdaki tüyler diken diken olmuştu. Mister D ayağa kalktı ve kuyruğunu kovalar gibi bir daire çizdi. Bunu iki kez tekrarladı, sonra kurtulmak istercesine başını salladı ve kendisini tekrar garaj kapısına attı.

"D, hayır!" diye bağırdı Huddie binanın arka kapısından. Bir eliyle gözlerini gölgeleyen Shirley hemen arkasında duruyordu. "D, beni dinle ve hemen dur!"

Mister D onlara aldırmadı. D'ye en yakın insan olmasına rağmen o gün orada olsaydı Orville Garrett'ı bile dinlemeyeceğinden emindim. Çılgınca havlayarak kendisini tekrar tekrar garaj kapısına doğru atıyor, yere her düşüşünde o tüyler ürpertici, öfke dolu çığlığı atıyordu. Üçüncü seferde, beyaz boyalı kapının üzerinde kanlı bir burun izi bıraktı.

340

Buick 8


Tüm bunlar sırasında eski dostum Brian, avazı çıktığınca bağırmaya devam etmişti. "Bana yardım et, Jacubois, kafası kesilmiş bir domuz gibi kan kaybediyorum! Geri zekâlı arkadaşın ehliyetini kahrolası bir manavdan mı aldı? Beni buradan çıkarın! Tanrım, burnum!"

Ona kulak asmadım ve George'a D'nin kuduz olup olamayacağını sorma niyetiyle arabadan indim ama daha ağzımı bile açmadan kokuyu hissettim: deniz suyu kokusu, lahanamsı koku ve çok daha beter başka bir şeydi.

Mister D aniden durdu ve sağ tarafına, barakanın köşesine doğru koşmaya başladı.

"Hayır, D, hayır!" diye haykırdı Shirley. Ondan bir saniye sonra benim de fark ettiğim şeyi görmüştü; yan taraftaki normal kapı birkaç santim aralık duruyordu. Kapıyı kimin açık bıraktığını bilmiyorum, Arky olabilir...

341

Buick 8


m

Arky


m\

Ben bırakmadım, o kapıyı her zaman kapatırım. Unutacak olsaydım eski çavuş canıma okurdu. Curt de öyle. O kapının sıkıca kapalı olması onlar için çok önemliydi.

Çok önemliydi.

343


Buick 8

Eddie


...ya da belki içeriden bir şey açmıştır. Merkezi Buick olan bir tür güçten bahsediyorum. Sebebin bu olup olmadığını bilmiyorum, bildiğim bir şey varsa o da kapının açık olduğu. Aralıktan dışan korkunç bir koku yayılıyordu ve Mister Dillon içeri girmek üzereydi.

Shirley basamaklardan koşarak indi. Huddie hemen arkasından geliyordu ve ikisi de Mister D'ye bağırarak geri dönmesini söylüyordu. Yanımızdan geçtiler. George peşlerinden koştu, ben de onun peşinden.

Buick iki üç gün önce bir ışık gösterisi yapmıştı. Ben orada değildim, ama biri bana anlatmıştı ve B Barakası'nda ısı neredeyse bir haftadır düşüktü. Pek fazla değil, sadece üç dört derece. Yani bazı işaretler söz konusuydu ama endişelenecek bir durum yok gibiydi. Gecenin bir yansı sizi huzursuz edip uyandıracak türden işaretler değildi. İçeride bulduğumuz şeyin karşımıza çıkacağını bize düşündürtecek hiçbir şey yoktu.

Shirley önce Mister Dillon'm adını haykırıyordu... sonra çığlıklar atmaya başladı. Bir saniye sonra Huddie de çığlık atmaya baş-

345

Stephen King



ladı. O sırada Mister D daha alçak sesle havlıyordu. Havlaması ve hırlaması birbirine karışmıştı. Köpeklerin avlarını kıstırdıklarında yaptıkları gibi havlıyordu. George Morgan haykırdı, "Yüce Tanrım! Olamaz! Nedir bu?"

Barakaya girdim ama fazla ilerleyemedim. Huddie ve Shirley omuz omza duruyorlardı ve George da tam arkalanndaydı. Girişi neredeyse tamamen tıkamışlardı. Koku korkunçtu -insanın boğazını sıkıştırıyor, gözlerini yaşartıyordu- ama kokuyu hayal meyal fark ettim.

Buick'in bagajı yine açıktı. Arabanın gerisinde, barakanın uzak köşesinde başı yerinde gevşek, pembe, ipimsi şeyler olan ince, sarı, buruşuk bir kâbus ayakta duruyordu. Pembe kordonların hepsi kıvrılıp bükülüyordu. Altlarından yaratığın sarı, buruşuk eti görülebiliyordu. Boyu çok uzun, en az iki metre on santimdi. Pembe kordonlardan birkaçı kıvrılıp bükülürken üstteki kirişe çarpıyordu. Çıkan sesler, gecelen içerideki ışığı gören veya hisseden, içeri girmek isteyince de pencerelerin camlarına çarpan pervanelerin çıkardığı sesleri andırıyordu. Bu sesi hâlâ duyabiliyorum. Bazen rüyalarıma giriyor.

Bu kıvrılıp bükülen pembe yığının arasından görülen san deri üzerinde bir şey açılıp kapanıyordu. Bir ağız olabilirdi. Belki de çığlık atmaya çalışıyordu. Neyin üzerinde durduğunu tarif edemem. Beynim, gözlerimin gördüklerine hiçbir anlam verememiş gibiydi. Bacak değillerdi, bu kadarından eminim ve sanırım iki değil, üç taneydiler. Kıvnk, siyah pençelerde son buluyorlardı. Pençelerin üzerinde kıvırcık tüyler vardı; tüy olduklarını sanıyorum ve aralarında zıplayan sirke ya da pire gibi böcekler gördüm galiba. Yaratığın göğsünden, parlak siyah et halkalanyla kaplı, hortuma benzer, seği-

346

Buick 8


ren, gri bir et parçası sarkıyordu. Siyah halkalar belki su toplamış yaralardı. Ya da belki, Tanrı yardımcım olsun, belki de gözleriydi. Yaratığın hemen önünde, burnundan ve ağzından köpükler saçan, havlayıp hırlayan köpeğimiz duruyordu. Üzerine atılacakmış gibi bir hareket yaptı ve yaratığın bedeninin üst kısmındaki kara delikten bir çığlık duyuldu. Gri hortum, elektrik şoku verilmiş kemiksiz bir kol veya bir kurbağa bacağı gibi şiddetle seğirdi. Ucundan bir şeyin damlaları uçuştu ve barakanın zeminine düştü. Damlaların düştüğü yer üzerinden hemen duman tütmeye başladı. Beton zemini eritmeye başladığını görebiliyordum.

Mister Dillon, yaratık çığlık atınca hafifçe gerilemişti ama kulakları geri yatmış, gözleri yuvalanndan fırlamış halde havlayıp hırlamaya devam etti. Yaratık tekrar çığlık attı. Shirley haykırarak elleriyle kulaklarını kapattı. Bunu yapmasının sebebini anlayabiliyor-dum ama pek işe yarayacağını sanmıyordum. Yaratığın çığlıklan kulaklanmızdan beynimize gidiyor gibi değildi. Tam tersi; beynimizde başlayıp bir sel gibi kulaklarımızdan dışan taşıyordu sanki. Shirley'ye bunu yapmamasını, kulaklarını tıkamamasını, o korkunç çığlığı içeride tutmaya çalışırsa bir damar tıkanıklığına veya başka bir korkunç şeye yol açabileceğini söylemek istedim ama tam o sırada ellerini kendiliğinden indirdi.

Huddie kolunu omzuna doladı ve Shirley...

347


i

Buick 8


Shirley

Huddie'nin bana sarıldığını hissettim ve ben de onun elini tuttum. Buna mecburdum. Tutunacak insani bir olguya ihtiyacım vardı. Eddie'nin anlatımını duyunca insan Buick'in doğurduğu yaratığın insana benzediğini düşünebilir: o kıvrılan pembe şeylerin arasında bir ağzının, göğsünün, göze benzer şeylerinin olduğunu söyledi. Tüm bunların yanlış olduğunu iddia etmiyorum ama doğru olduğunu da söyleyemem. Onu gerçekten görmüş olduğumuzdan bile emin değilim, biz polis memurlarının eğitildiği şekilde bakıp görmediğimiz muhakkak. O şey sadece deneyimlerimizin değil, algı çerçevemizin de çok dışında, tamamen yabancı bir varlıktı. İnsanımsı mıydı? Birazcık, en azından o şekilde algıladık. Peki, insan mıydı? Kesinlikle hayır. Zeki bir varlık mıydı, olanların farkında mıydı? Emin olmak imkânsız ama evet, benim fikrime göre muhtemelen öyleydi. Bir önemi olduğundan değil. Acayipliği bizi dehşetin de ötesine sürüklemişti. Dehşetin ötesinde (ya da belki kabuğun içindeki fındık gibi içerisinde) nefret vardı. Bir parçam, Mister Dil-lon'ın yaptığı gibi ona havlayıp hırlamak istiyordu. Yaratık içimde

349

Stephen King



dehşet ve tiksintinin yanında bir öfke, bir kin uyandırmıştı. Diğer şeyler Buick'in bagajından çıktıkları sırada ölüydü. Bu değildi ve ölmesini istiyorduk. Hem de nasıl istiyorduk!

İkinci kez çığlık attığında bize bakıyor gibiydi. Bedeninin ortasındaki hortuma benzer parça, bir kol gibi uzandı. Belki de, bana yardım edin, bu havlayan canavarı benden uzaklaştırın, demek istiyordu.

Mister Dillon tekrar öne atıldı. Köşedeki yaratık üçüncü kez çığlık attı ve geriledi. Hortumundan veya kolundan ya da penisinden veya her neyse ondan etrafa yine bir sıvı damladı. Birkaç damla D'nin üzerine sıçradı ve tüylerinden hemen duman tütmeye başladı. Bunun üzerine hayvan, acı dolu sesler çıkarmaya başladı. Ama geri çekilmek yerine yaratığın üzerine atladı.

Yaratık kayarcasına, tüyler ürpertici bir hızla hareket etti. Mister Dillon dişlerini yaratığın buruşuk, sarkmış derisinin bir katına geçirdi ve yaratık, kıvnlıp bükülen pembe kordonların arasındaki delikten bir çığlık daha atarak Buick'in diğer tarafındaki duvarın önüne doğru sendeleyerek ilerledi. Gövdesinin ortasından sarkan hortuma benzer et parçası, ileri geri sallanıyordu. D'nin dişleriyle bir çentik açtığı yerden, yarasa ve balıktan çıkana benzer siyah, sü-müksü bir sıvı akmaya başlamıştı.

Raylı garaj kapısına çarptı ve acı veya öfkeyle veya her ikisiyle birden haykırdı. Mister Dillon bir anda arkadan yaratığın üzerine atlamıştı. Gövdesinin sırtı denebilecek bölgesinden sarkan gevşek. sarı deriyi ısırdı. Yaratığın eti, mide bulandıracak kadar kolay bir şekilde yırtıldı. Mister Dillon, dişleri kenetlenmiş halde tekrar barakanın zeminine düştü. Yaratığın derisinden bir bölüm yırtılıp, iyi yapışmamış duvar kâğıdı gibi sarktı. Siyah sıvı... kan... her neyse... Mister D'nin yukarı dönük başı üzerine boşaldı. Mister Dillon sıvı-

350


Buick 8

nın temasıyla acıyla uludu ama dişlerinin arasında tuttuğu deri parçasını bırakmadı, üstüne üstlük bir fare yakalamış bir terrier gibi başını iki yana sallayarak daha büyük bir parça koparmaya çalıştı.

Yaratık yine çığlık attı ve neredeyse konuşmaya benzer anlamsız sesler çıkardı. Ve evet, bu sesler ve çığlıklar, yumurtadan çıkan bir civciv gibi beynimizin içinden yayılıyordu. Yaratık dışan çıkmak istercesine hortumuyla garaj kapısının üzerine vurdu ama gücü kalmamıştı.

Huddie'nin tabancasını çektiğini gördüm. Pembe kordonlar ve aralanndaki deliği bir anlığına net bir şekilde gördük ama sonra yaratık çığlıklarını hiç kesmeden döndü ve Mister D'nin üzerine düştü. Göğsünden sarkan gri hortum, D'nin boğazına dolandı ve D acıyla uluyup inlemeye başladı. Yaratığın onu yakaladığı yerden dumanların yükselmeye başladığını gördüm ve kısa bir süre sonra deniz suyu ve çürük lahana kokularına yanık tüy kokusu eklendi. Yabancı yaratık köpeğimizin üzerine çöreklenmiş cıyaklıyor, anlamsız sesler çıkarıyor, değdiği yerlerde nikotin lekesi gibi izler bırakan bacaklarını (eğer bacak iseler) garaj kapısına vuruyordu. Mister Dillon acıyla, uzun uzun ulumaya devam ediyordu.

Huddie tabancasını doğrulttu. Bileğini yakaladım ve silahını zorla indirttim. "Hayır! D'yi vurabilirsin!" Ve o sırada Eddie beni iterek yanımdan geçti, neredeyse beni yere yıkacaktı. Kapının yanındaki kutulardan birinden bir çift plastik eldiven bulup takmıştı.

351


Buick 8

Eddie


Tüm bunları insanlann genelde bazı şeyleri hatırladığı gibi hatırlamadığımı söylemeliyim. Benim için daha çok kör kütük sarhoş olduğum bir gecenin kötü sonunu hatırlamak gibi. O plastik eldivenleri kapının yanındaki kapıda bulup takan Eddie Jacubois değildi. Rüyasında Eddie Jacubois olduğunu gören biriydi. En azından şimdi öyle gibi geliyor. Sanırım o zamanlar farklı düşünmüştüm.

Harekete geçtiğimde aklımda Mister Dillon mı vardı? Öyle olduğunu düşünmek istiyorum, evlat. Ve söyleyebileceğimin en iyisi bu. Çünkü tam olarak hatırlayamıyorum. Sanırım o çığlık atan san şeyin sesini kesmek, kafamın içindeki çınlamaya son vermek istemiş olmam daha büyük bir olasılık. O sesten nefret etmiştim. Iğren-miştim. Beynimin içinde olması tecavüze uğradığım hissini veriyordu.

Ama bir şekilde düşünebiliyor olmalıydım, anlıyor musun? Bilinçsizce de olsa düşünüyor olmalıydım, çünkü duvardaki kazmayı almadan önce eldivenleri takmıştım. Eldivenlerin mavi olduğunu hatırlıyorum. Kutuda en azından bir düzine eldiven paketi vardı ve

353


F:23

Stephen King

renkleri çeşit çeşitti. Benim taktıklarım maviydi. Eldivenleri Acil Servis dizisindekiler kadar çabuk taktım. Sonra duvarda asılı duran kazmayı aldım. Shirley'yi iterek yanından geçtim. Öyle şiddetli itmiştim ki neredeyse yere kapaklanacaktı. Huddie onu tutup düşmesine engel oldu.

George bağırarak bir şeyler söyledi. Galiba, "Aside dikkat et," dedi. Korktuğumu hatırlamıyorum ama kendimi cesur hissetmediğim muhakkaktı. İçimi saran duygular öfke ve tiksintiydi. Ağzının içinde, dilini emen bir sülüğün varlığını hissederek uyanmak gibi. Bunu bir keresinde Curtis'e söyledim ve hiç unutamayacağım bir tamlama kullandı: tecavüzün dehşeti. İşte buydu, tecavüzün dehşeti.

Uluyan, inleyen, kıvranan, kurtulmaya çalışan Mister D; onun üzerinde yatan, pembe kordonlan sualtı akıntısıyla dalgalanan yosunlar gibi eğilip bükülen yaratık; yanık tüy kokusu; tuz ve lahananın berbat kokusu; yaratığın ısınlmış, tüylü sırtından boşalan, san derisinin kınşıklıklan arasından lağım çamuru gibi süzülen ve beton zemine damlayan sümüksü, siyah sıvı; onu öldürmeye, dünya üzerinden silmeye, yok etmeye duyduğum ihtiyaç: tüm bunlar beynimin içinde dönüp duruyordu; B Barakası'nda bulduğumuz şeyin yarattığı şok beynimi ezip bir püreye çevirmiş ve sonra kanştırarak akıl sağlığıyla, delilikle, polislik göreviyle, yasadışı koruma işiyle veya Eddie Jacubois ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir girdap oluşturmuştu. Dediğim gibi, olanlan hatırlıyorum ama bildiğimiz anlamda bir hatırlama değil bu. Daha çok bir rüya gibi. Ve buna memnunum. Hatırlayabilmek bile yeterince kötü. Ve hatırlamamaz-lık da edemiyorsun. İçki bile yok etmiyor, sadece geçici bir süre için uzaklaştınyor. İçmeyi kestiğinde hepsi yine beynine hücum ediyor. Ağzında kan emen bir sülükle uyanmak gibi.

354


Buick 8

Yaratığın yanına vardım ve kazmayı savurdum. Sivri ucu tam gövdesinin ortasına girdi. Yaratık bir çığlık attı ve kendini geriye, garaj kapısına doğru attı. Serbest kalan Mister Dillon sürünerek geriledi. Hâlâ öfkeyle havlıyor, aynı zamanda acıyla uluyordu. Sesler birbirine kanşmıştı. Tasmasının hemen arkasındaki tüyleri yanmıştı. Burnunun yansı, bir kamp ateşine sokmuş gibi kararmıştı. Üzerinden ince bir duman yükseliyordu.

Arkasını garaj kapısına dayamış halde yatan yaratığın göğsündeki gri hortum yükseldi ve üzerindekilerin gerçekten de gözler olduğunu gördüm. Bana bakıyorlardı ve buna tahammül edemiyordum. Kazmanın sapını çevirdim ve keskin olan ucunu yaratığın gövdesine indirdim. Mide bulandıncı bir ses oldu ve hortumun bir parçası beton zemin üzerine yuvarlandı. Yaratığın göğsünü oymuştum. Pembe tıraş köpüğüne benzer bir madde, basınç altında kal-mışçasına açılan yanktan dışan akmaya başladı. Gri hortum boyunca -kesilmiş parçayı kastediyorum- sıralanmış gözler, kasılmalar eşliğinde her yöne bakıyormuş gibi dönüyordu. Zehri olduğunu tahmin ettiğim sıvı yere damlıyor, betonu eritiyordu.

Sonra George yanımda belirdi. Elinde bir kürek vardı. Ucunu dosdoğru yaratığın tepesindeki pembe yığınının arasına daldırdı ve itebildiği kadar itti. Yaratık bir çığlık attı. Beynimin içinden yayılan ses öylesine şiddetliydi ki gözlerimin, gövdesinden tutulup sıkılan bir kurbağanın gözlerinin pörtlemesi gibi yuvalanndan fırlayacağını sandım.

355

Buick 8


Huddle

Ben de bir çift eldiven taktım ve duvarda asılı duran aletlerden birini kaptım; galiba bir tırmıktı ama tam olarak emin değilim. Her ne ise onu kaptım ve Eddie'yle George'un yanına gittim. Birkaç saniye sonra (ya da belki bir dakikaydı, bilmiyorum, zaman bütün anlamını yitirmişti) baktığımda Shirley'nin yanımıza gelmiş olduğunu gördüm. O da ellerine bir çift eldiven geçirmiş, Arky'nin delgi aletini almıştı. Saçları serbest kalmış, yüzünün iki yanını örtüyordu. Bir an gözüme, Ormanlar Kraliçesi Sheena gibi göründü.


Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin