Stephen King Buick 8



Yüklə 1,4 Mb.
səhifə24/29
tarix30.01.2018
ölçüsü1,4 Mb.
#41456
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29

371


Stephen King

"İyiyim," dedi Shirley. "Ama Mister D... off, kahretsin, telsizin başında durmam gerek."

"Bir bu eksikti," dedi George alçak sesle.

Yanına gidince öfkesinin sebebini anladım. Birim 6'nın arka camı kınlmıştı. Bir çift süslü kovboy çizmesinin marifeti olduğuna hiç şüphe yoktu. O camı indirmeye iki üç darbe yetmezdi, bir düzinenin bile yeteceğini sanmıyordum, ama eski dostum Brian'a bol bol zaman vermiştik. Güneşin ışıklan, yere saçılmış yüzlerce kınk cam parçasından yansıyordu. Mösyö Brian Lippy'den ise hiçbir iz yoktu. "KAHRETSİN!" diye bağırdım ve yumruklanmı Birim 6'ya doğru savurdum.

Pogus İlçesi'nde alevler içinde kalmış bir tanker ve B Baraka-sı'nda çürümekte olan ölü yaratık yetmezmiş gibi şimdi bir de kaçak bir Neo-Nazi piçiyle uğraşmak zorundaydık. Kınk cam da tuzu biberi olmuştu. Bu sonuncunun diğerleri yanında çok önemsiz olduğunu düşünebilirsin, evlat. Bunun sebebi, 24-A-24 ile başlayıp Tahrip Olmuş Mal ve PEP ile devam ederek Aynntılı Olay Raporu (Tüm Gerekli Boşluklan Doldurun) ile son bulan formlarla uğraşmak zorunda kalmamış olman. Bir şeyi çok merak ediyorum, neden hiçbir terslikle karşılaşmadığımız günler asla olmaz? Tecrübelerime göre böyle bir şey mümkün değil. Ama bunun aksine terslikler birikir, birikir ve bir gün hepsi kendini gösteriverir. İşte o gün de böyle olmuştu. Hayatımdaki en kötü gündü.

George, 6'ya doğru yürümeye başladı. Ben de hemen yanında ilerliyordum. Sırtını kamburlaştırdı, küçük telsizi kalçasındaki kılıfından çıkardı ve plastik antenle cam kınklannı şöyle bir karıştırdı. Sonra bir şeyi aldı. Sevgili dostumuzun haç kupesiydi. Kınk camın arasından dışan sürünürken düşürmüş olmalıydı.

372

Buick 8


"Kahretsin," dedim yine ama bu kez sesim daha alçaktı. "Sence nereye gitmiş olabilir?"

"Eh, içerde Shirley ile değil ve bu iyi bir şey. Başka hangi seçenekler var? Yolun her iki yönü, yolun karşısı, arka tarlanın gerisindeki ağaçlık bölge. Seç birini. Başka ihtimal yok." Doğrulup boş koltuğa baktı. "Bunun sonu kötü olabilir, Eddie. Başımıza büyük bir bela açılabilir. Bunun farkındasın, değil mi?"

Bir tutukluyu kaybetmek kötüydü ama Brian Lippy'nin de John Dillinger olduğu söylenemezdi. George'a ne düşündüğümü belirttim.

George, anlamamışım gibi başını iki yana salladı. "Ne gördüğünü bilmiyoruz. Değil mi?"

"Hıı?"

"Belki hiçbir şey görmemiştir," diye devam etti ve ayakkabısının burnunu cam parçalanna sürttü. Küçük kınk parçalar çıtırda-dı. Üzerlerinde kan damlalan vardı. "Belki barakaya değil, tam tersi yöne doğru kaçtı ama bu, yola doğru gittiği anlamına gelir ki, kafası pembe filler görecek kadar iyi bile olsa merkeze dönen polislerin onu görebileceği riskini göze almaz. Kanlar içinde, saçlan cam kınklanyla kaplı bir adam çok ilgi çeker. Bir polis onu görecek olursa tekrar tutuklayacaktır ve onun da bunu adı gibi bildiğinden eminim."



O gün kafam biraz yavaş işliyordu, bunu kabul ediyorum. Ya da belki hâlâ şoktaydım. "Ne anlatmaya çalışıyor..."

George kollannı göğsünde kavuşturmuş, başını öne eğmişti. Hâlâ ayakkabısının burnuyla cam parçalannı kanştınyordu. "Ben olsam arkadaki tarlaya doğru kaçardım. Ağaçlann arasından geçip otoyola çıkmaya çalışırdım. Ağaçlann arasındaki derelerden birin-

373

Stephen King



de elimi yüzümü yıkayıp otostop yapmayı denerdim. Ama ya kaçarken dikkatimi bir şey çektiyse? Ya barakanın içinden gelen çığlıkları duymuşsam?"

"Ah," dedim. "Aman Tanrım. Gerçekten kaçarken durup yaptığımız şeyi görmüş olabileceğini düşünmüyorsun, değil mi?"

"Muhtemelen görmemiştir. Ama böyle bir olasılık var mı? Kahretsin ki evet. Merak çok güçlü bir duygudur."

Bunun üzerine aklıma Curt'ün merak ve kedilerle ilgili meşhur sözü geldi. "Evet ama ona kim inanır ki?"

"American bu haberin üzerine atlayabilir," dedi George son derece ciddi bir ifadeyle. "Ennis'in ablası da öyle. Ve bunlar da bir başlangıç olur. Değil mi?"

"O zaman hapı yutanz," dedim. Bir süre düşündüm. "Shir-ley'ye söyleyelim de tüm birimleri Brian Lippy konusunda uyarsın."

"Bırakalım da önce Poteenville'deki kargaşayı halletsinler. Merkeze döndüğünde çavuşa her şeyi -Lippy'nin görmüş olabilecekleri de dahil- anlatır, B Barakası'ndaki kalıntıyı gösteririz. Hud-die net sayılabilecek resimler çekmişse..." Omzu üzerinden geriye baktı. "Huddie nerede? Şimdiye kadar çıkmış olmalıydı. Tannm, umanm..."

Sözleri, Shirley'nin çığlığıyla kesildi. "İmdat! Lütfen! Yardım edin! Lütfen, lütfen bana yardım edin!"

Merkeze doğru bir adım bile atamamıştık ki Mister Dillon kapıda daha önce açmış olduğu delikten dışan fırladı. Bir sarhoş gibi sendeliyordu ve başı öne eğikti. Tüylerinden duman tütüyordu. Önce nereden çıktığını anlamadım, her yerinden duman tütüyor gibiydi ama başından tüten dumanın daha yoğun olduğunu gördüm. Ön

374


Buick 8

patilerini, otoparka inen üç basamaktan birincisine koydu, sonra dengesini kaybetti ve yanlamasına düştü. Düştüğü sırada başı kısa aralıklarla şiddetle sarsıldı. Eski siyah beyaz filmlerdeki aktörlerin hareketlerine benziyordu. Mister Dillon'ın burun deliklerinden duman çıktığını gördüm. O an, Lippy'nin kamyonetindeki kadının içtiği sigarayı ve tavana yükselirken yok oluyormuş gibi görünen dumanlan hatırladım. D'nin tuhaf bir şekilde beyazlaşmış gözlerinden de duman tütüyordu. Dumanlı kan, yan erimiş et parçacıkları ve üçgen şeklinde beyaz şeyler kustu. Bir süre sonra beyaz şeylerin D'nin dişleri olduğunu anladım.

375

I

Buick 8



Shirley

Telsiz trafiği çok yoğundu ama doğrudan merkeze yöneltilmiş bir konuşma yoktu. Tüm hareket Poteenville'deyken veya oraya yönlenmişken bundan başkası beklenemezdi zaten. En azından George Stankowski çocukları yoğun dumandan uzaklaştırmıştı, bu kadarını anlamıştım. Poteenville Volunteer One,(,) Statler'dan gelen itfaiye ekiplerinin de desteğiyle okulun çevresindeki yangını kontrol altına almıştı. Yangının sebebi gerçekten de yanıcı, tehlikeli bir kimyasal madde değil, yakıt deposundan sızan mazpttu. Tankerin yükünün sıvı klor olduğu artık kesinleşmişti. İyi sayılmazdı ama çok daha kötüsü de olabilirdi.

George dışarıdan seslenerek iyi olup olmadığımı sordu. Bunun çok tatlı bir hareket olduğunu düşündüm ve iyi olduğumu söyledim. Bir iki saniye sonra Eddie'nin öfkeli sesini duydum. Tüm bu süre boyunca tuhaf bir ruh hali içindeydim, sanki kendimde değil-

(*) Gönüllü bir.

377

Stephen King



dim. Muazzam bir değişikliğin ardından günlük sıradan işlere dönmüş biri gibiydim.

Mister Dillon iletişim bölmesinin kapısının önünde durmuş, inliyordu. Başı öne eğikti. Kürkünün yanık bölümlerinin ona acı verdiğini düşündüm. Burnunun her iki yanında yanık bölgeler vardı. Ortalık sakinleştiğinde biri -akla ilk gelen isim Orville Garrett'tı-onu veterinere götürse iyi olacaktı. Yanıklann nedeni konusunda veterinere bir yalan uydurmak gerekecekti. Akla uygun bir sebep bulabileceğimizi düşündüm.

"Biraz su ister misin, koca oğlan?" dedim. "İstersin, değil mi?"

Suyun iyi bir fikir olduğunu söylemek istermiş gibi tekrar inledi. Mutfak bölümüne gidip su kabını aldım ve musluğu açıp dolmasını beklemeye başladım. Arkamdan mutfağa geldiğini duyabili-yordum ama kap dolana kadar arkama dönmedim.

"İşte su..."

Bu kadarını söyleyebildim, ona alıcı gözle baktım ve su kabını yere düşürdüm. Dökülen sular bileklerimi ıslatmıştı. Mister Dil-lon'ın tüm vücudu titriyordu. Uşüyormuş gibi değil, biri vücuduna elektrik akımı veriyormuş gibi. Ağzından ve burnundan köpükler damlıyordu.

Kuduz, diye düşündüm. O yaratık D'yi kuduz etmiş.

Ama kuduz gibi değil, aklı kanşmış ve üzgün gibi görünüyordu. Gözleri sorun her neyse onu bulup halletmemi ister gibi bakıyordu. İnsan olan bendim, sorumluluk bendeydi ve sorunu halletmesi gereken de bendim.

"D?" dedim. Tek dizimin üzerine çöküp ona elimi uzattım. Bunun aptalca -tehlikeli- göründüğünü biliyorum ama o an en doğru hareket gibi gelmişti. "D, neyin var? Ne oldu? Zavallı şey, neyin var?"

378


Buick 8

Her adımda inleyip titreyerek yavaşça bana doğru yürüdü. Yanıma yaklaştığında korkunç bir şey gördüm: burnunun üzerindeki yanık noktalardan incecik dumanlar tütüyordu. Kürkünün yanık bölümlerinden ve gözpınarlanndan yükselen duman daha çoktu. Gözlerinin, gerilerinde bir sis belirmişçesine buğulandığını gördüm.

Elimi uzatıp başına dokundum. Ne kadar sıcak olduğunu hissedince bir çığlık atıp soğuk olduğunu sandığı kızgın tavaya dokunmuş biri gibi elimi geri çektim. Mister D beni ısıracakmış gibi bir hareket yaptı ama niyetinin o olmadığını biliyordum; sadece yapacak başka bir şey bulamamıştı. Sonra döndü ve sendeleyerek mutfaktan çıktı.

Ayağa kalktım ve bir an için dünya etrafımda döndü. Tezgâha tutunmasaydım düşecektim. Sonra Mister D'nin peşinden gittim (ben de hafifçe sendeliyordum) ve, "D? Geri gel, bir tanem," dedim.

Koridoru yanlamıştı. Bana bakmak için -sesime doğru- döndüğünde ağzından, burnundan ve kulaklanndan duman çıktığını gördüm. Ağzı gerildi ve bir anlığına köpeklerin mutlu olduklannda yaptıklan gibi bana sıntmaya çalıyormuş gibi göründü. Sonra kustu. Çıkanlar yediklerinden ziyade kendi iç organlanydı. Ve üstlerinden duman tütüyordu.

İşte o an çığlığı bastım. "İmdat! Lütfen! Yardım edin! Lütfen, lütfen bana yardım edin!"

Mister Dillon, çığlığım zavallı kulaklannı acıtmış gibi döndü ve sarsakça ilerlemeye devam etti. Kapıdaki deliği görebilmiş olmalıydı zira oraya yönelip delikten dışan çıktı.

Hâlâ çığlık atar halde peşinden gittim.

379

Buick 8


Eddie

"Tanrı aşkına, nesi var, George?" diye bağırdım. Mister Dillon tekrar ayağa kalkmayı başarmıştı. Ağzından ve vücudundan duman tüter halde yavaşça dönüyordu. "Ona ne oluyor böyle?"

Yanakları gözyaşlarıyla ıslanmış olan Shirley, D'nin ardından dışan çıktı. "Ona yardım edin!" diye bağırdı. "Yanıyor!"

Huddie bir yarış koşmuş gibi soluk soluğa yanımıza vardı. "Neler oluyor yahu?"

Sonra gördü. Mister Dillon tekrar yere kapaklanmıştı. Dikkatle ona doğru yürüdük. Shirley de basamaklan inip D'ye yaklaştı. Daha yakın olduğu için yanına bizden önce vardı.

"Sakın dokunma ona!" dedi George.

Shirley onu duymazdan geldi ve elini D'nin boynuna koydu ama uzun süre orada tutamadı. Gözleri yaşlarla parlayarak bize baktı. "İçten içe yanıyor," dedi.

Mister Dillon inleyerek tekrar ayağa kalkmaya yeltendi. Yarı yanya becerdi ve otoparkın uzak ucuna, Curt'ün Bel Air'inin, Dicky-Duck Eliot'm Toyota'sinm yanma park edilmiş olduğu yere

381

Stephen King



doğru yavaşça ilerlemeye başladı. O sırada kör olmuş olmalıydı; gözleri yuvalannda fokurdayan jöle parçacıklanndan ibaretti. Bedeninin arka kısmını yerden kaldıramamıştı. Ön ayaklanyla vücudunu sürüklemeye çalışıyordu.

"Tannm," dedi Huddie.

Shirley'nin gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu ve sesi öylesine boğuk çıkıyordu söyledikleri güçlükle anlaşılıyordu. "Lütfen, Tanrı aşkına, biriniz ona yardım edemez mi?"

O sırada beynimde son derece net bir görüntü belirdi. Kendimi Arky'nin binanın yan tarafında bıraktığı hortumu yerinden alırken gördüm. Zihnimdeki görüntüde suyu açıyor, koşarak Mister Dillon'ın yanına gidiyor ve hortumun ucunu ağzına sokuyordum. Mister D'nin içindeki yangını söndürüyordum.

Ama George tabancasını kılıfından çıkarmış, bir zamanlar ekibimizin maskotu olan ve ölmekte olan kalıntıya doğru yürümeye başlamıştı bile. Bu arada D, giderek yoğunlaşan bir duman bulutu altında, Curt'ün Bel Air'i ve Dicky-Duck'ın Toyota'sı arasındaki bölgeye doğru körlemesine sürünüyordu. Acaba içindeki yangının dışına taşıp D'nin Vietnam Savaşı sırasında televizyonda sıkça gördüğümüz, kendilerini yakan Budist rahipler gibi alevler içinde kalmasına daha ne kadar vardı?

George durdu ve Shirley'nin görebilmesi için tabancasını kaldırdı. "Tek seçeneğimiz bu, hayatım. Sence de öyle, değil mi?"

"Evet, çabuk ol," dedi Shirley gözyaşlan arasında.

382


Buick 8

Şimdi: Shirley

Başı öne eğik, saçı kaşının üzerine düşmüş halde sessizce oturan Ned'e döndüm. Elimi çenesinin altına koyup yukan iterek bana bakmasını sağladım. "Yapılabilecek hiçbir şey yoktu," dedim. "An-layabiliyorsun, değil mi?"

Bir an için hiçbir şey söylemedi ve beni korkuttu. Sonra yavaşça başını salladı.

Sandy Dearborn'a baktım ama o bana bakmıyordu. Curtis'in oğluna bakıyordu ve onu daha önce hiç bu kadar sıkıntılı görmemiştim.

Sonra Eddie tekrar konuşmaya başladı ve ben de arkama yaslanıp dinlemeye koyuldum. Mazinin bazen böylesine yakın görünmesi ne garip. Sanki elimi uzatsam dokunabilecekmişim gibi. Ama...

Ama bunu isteyen kim?

383


Buick 8

O zaman: Eddie

Sonunda daha fazla melodram yoktu. Başındaki büyük şapkası gözlerini gölgeleyen, gri üniformalı bir polis eğilip ağlayan bir çocuğu rahatlatmak niyetiyle elini uzatır gibi tabancasını yerdeki kalıntıya doğrulttu. Ruger'mm namlusuyla köpeğin duman tüten kulağına dokundu ve tetiği çekti. Kulakları çınlatan bir gürültü oldu ve D cansız bir şekilde yere yığıldı. Tüylerinin arasından hâlâ dumanlar yükseliyordu.

George tabancasını kılıfına koydu ve geri çekildi. Sonra elleriyle yüzünü kapayıp bir şey haykırdı. Ne olduğunu bilmiyorum. Anlaşılamayacak kadar boğuktu. Huddie ile ona doğru yürüdük. Shirley de peşimizden geldi. Hepimiz ona sarıldık. Birim 6 arkamızda, B Barakası sağımızda ve hiç kimseye sorun yaratmamış sevgili köpeğimizin cesedi önümüzde olduğu halde otoparkın ortasında birbirimize sarılmış halde öylece durduk. Yanan etinin kokusunu alabiliyorduk. Tek kelime etmeden sağımıza, rüzgârın geldiği yöne doğru ilerledik. Hâlâ birbirimizden ayrılmaya hazır olmadığımızdan yürümekten ziyade kesik hareketlerle, grup halinde ilerle-

385

F:25


Stephen King

mistik. Konuşmuyorduk. Sandığımız gibi alev alıp almayacağını görmek için bekliyorduk ama anlaşılan ölümü, içindeki yangının büyümesini engellemişti. Göğsü biraz şişti ve içinden, patlatılan bir kesekâğıdına benzer korkunç bir ses duyuldu. Akciğerlerinden biri olmalıydı. Her neyse, bu sesten sonra dumanlar azalmaya başladı.

"Buick'ten çıkan şey onu zehirledi, değil mi?" diye sordu Huddie. "Isırdığı sırada D'yi zehirledi."

"Zehirlemişmiş," dedim. "O pembe kafalı orospu çocuğu D'ye bir yangın bombası attı bence." Sonra bu tip konuşmalan hiç tasvip etmeyen Shirley'nin de orada olduğunu hatırladım. "Affedersin," dedim.

Beni duymamış gibiydi. Hipnotize olmuşçasına hâlâ Mister D'ye bakıyordu. "Şimdi ne yapacağız?" diye sordu. "Herhangi bir fikri olan var mı?"

"Benim yok," dedim. "Durum tamamen kontrolden çıktı."

"Belki de çıkmamıştır," dedi George. "İçerdeki ölü şeyin üzerini örttün mü, Hud?"

"Evet."


"Pekâlâ, bu bir başlangıç. Poteenville'de durum nasıl görünüyor, Shirley?"

"Çocuklar tehlike bölgesinden uzaklaştınldı. Otobüs şoförü olay anında ölmüş ama durum en başta göründüğü gibi kötü değil ve..." Durdu ve dudaklarını sımsıkı birbirine bastırarak yutkundu. Sonra, "Affedersiniz, çocuklar," dedi.

Elini ağzına bastırarak tutuk adımlarla merkez binasına doğru yürüdü ve köşeyi döndü. Gözden kaybolana dek dayandı -sadece gölgesi görülüyordu- ve sonra kusmaya başladı. Geride kalan üçümüz hiçbir şey söylemeden köpeğin hâlâ duman tüten cesedinin başında bekliyorduk. Shirley birkaç dakika sonra ağzını bir Kle-

386


Buick 8

enex'le silerek döndü. Yüzünde renk kalmamıştı. Sözüne sadece boğazını temizlemek ya da bir. sineği kovmak için ara vermiş gibi bıraktığı yerden devam etti. "Oldukça ucuz atlatılmış bir kaza olduğunu söyleyebilirim. Ama hâlâ tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz elbette."

"Telsizle Curt veya çavuşa ulaş," dedi George. "Curt de olur, ama Tony daha iyi çünkü söz konusu Buick olunca daha sağduyulu davranabiliyor. Sizce de öyle değil mi?"

Huddie ile başımızı salladık. Shirley'nin de onayladığı belliydi. "Ona bir D Kodu durumu olduğunu ve en kısa sürede merkeze dönmesini söyle. Acil bir durum olmadığını, ama acil bir duruma çok yakın olduğunu tahmin edecektir. Aynca bir Kubrick'imiz olabileceğini de bildir." Bu da bize özgü deyişlerden biriydi. Bir Kubrick, 2001 anlamına geliyordu ve PEP kodlanna göre 2001, "kaçak mahkûm" demekti. Bundan bahsedildiğini duymuştum ama kullanıldığına hiç tanık olmamıştım.

"Kubrick, anlaşıldı," dedi Shirley. Yerine getirmesi gereken emirler olması onu biraz kendine getirmiş gibiydi. "Sen..."

Büyük bir gürültü oldu. Shirley küçük bir çığlık attı ve diğer üçümüz tabancalanmıza uzanarak barakaya doğru döndük. Sonra Huddie güldü. Barakanın kapısı rüzgâr yüzünden çarparak kapanmıştı.

"Haydi, Shirley," dedi George. "Çavuşu bul. Şunu halledelim."

"Ya Brian Lippy?" dedim. "Eşkalini diğer birimlere bildirme-yecek miyiz?"

Huddie içini çekti. Şapkasını çıkardı. Ensesini ovuşturdu. Gökyüzüne baktı. Şapkasını tekrar taktı. "Bilemiyorum," dedi. "Bildiri-lecekse bunu yapan biz olmayacağız. Bu çavuşun karan. Bu yüzden maaşı bizden çok."

387


Stephen King

"Bence de," dedi George. Sorumluluğun başkasına geçmesi onu rahatlatmış görünüyordu.

Shirley dönüp merkeze doğru yürümeye başladı. Birkaç adım sonra durdu ve omzu üzerinden geriye baktı. "Üzerini örtün, olur mu?" dedi. "Zavallı Mister D. Üzerine bir şey örtün. Onu bu şekilde görmek içimi acıtıyor."

"Tamam," dedim ve barakaya doğru yürümeye başladım. ,İ "Eddie?" dedi Huddie. 1

"Evet?" ' ¦]

"Kulübede bu işi görecek büyüklükte bir muşamba var. Onu al. Barakaya girme." "Neden?"

"Çünkü o Buick hâlâ bir şeylerin peşinde. Tam olarak ne olduğunu söylemek zor ama içeri girersen bir daha çıkamayabilirsin." "Tamam," dedim. "Israr etmene gerek yok." Kulübedeki muşambayı aldım; küçük, mavi bir şeydi ama D'nin üzerini örtmeye yeterdi. Kulübeden çıkınca barakanın arka taraftaki garaj kapısının üzerindeki pencerelerinden birine yüzümü dayadım ve bir elimi yansımayı engellemesi için başımın yanına koyup içeri baktım. Niyetim hem termometreye bakmak, hem de ] eski dostum Brian'ın içeride olmadığından emin olmaktı. Brian içe- \ ride değildi ve sıcaklık bir iki derece yükselmiş gibiydi. Manzarada tek bir değişiklik vardı. Bagaj kapağı inmişti. Timsah ağzını kapatmıştı.

388


Buick 8

Şimdi: Sandy

Shirley, Huddie, Eddie: üçünün iç içe geçen sesleri bana tuhaf bir şekilde çok güzel geliyordu; garip bir oyunun sıralan geldiğinde söz alan karakterleri gibiydiler. Eddie timsahın ağzını kapattığını söyledi ve sonra sustu. Diğer seslerin devam etmesini bekledim ama kimse konuşmayınca ve Eddie de söze devam etmeyince anlattıkla-nnın bittiğini anladım. Ama Ned Wilcox anlamamıştı. Ya da belki anladığı halde kabul etmeye yanaşmıyordu.

"Eee?" dedi. Pek gizleyemediği sabırsızlık yine sesine yansımıştı.

Yarasamsı yaratığı kestiğinizde ne oldu? Bana balığı anlat. Bana her şeyi anlat. Ama -bu çok önemli- bana bir bası, ortası ve sonu olan ve her şeyin bir açıklamasının olduğu bir hikâye anlat. Çünkü ben bunu hak ediyorum. Bana başı sonu belirsiz kesitler anlatma. Bunu reddediyorum. Varlığını inkâr ediyorum. Ben bir hikâye istiyorum.

Çok gençti ve bu bir kısmını açıklıyordu, nasıl derler, kendi dünyasına yabancı bir olguyla karşı karşıyaydı ve bu daha büyük bir

389

Stephen King



bölümünü açıklıyordu... ama başka bir şey daha vardı ve hiç hoş değildi. Bencilce, hırs yüklü bir ısrar, bir eşeleme. Ve buna hakkı olduğunu düşünüyordu. Yas tutanları hep şımartırız, bunu fark etmiş miydiniz? Ve onlar da bu muameleye alışırlar.

"Ne eee?" diye sordum. Sesimin tonu pek cesaret verici değildi, ama bunun bir etkisi olmadı elbette.

"Çavuş Schoondist ve babam merkeze dönünce ne oldu? Brian Lippy'yi yakaladınız mı? Görmüş mü? Kimseye anlatmış mı? Tannm, anlatmayı burada kesemezsiniz!"

Yanılıyordu, istediğimiz yerde keserdik, ama bu gerçeği kendime sakladım (en azından o an için) ve ona Brian Lippy'yi hiçbir zaman yakalayamadığımızı söyledim; Brian Lippy, hâlâ Kubrick idi.

"Raporu kim yazdı?" diye sordu Ned. "Sen mi, Eddie? Yoksa Memur Morgan mıydı?"

"George," dedi Eddie hafifçe gülümseyerek. "O tür işlerde her zaman daha iyi olmuştur. Üniversitede Yaratıcı Yazarlık dersleri almış. Her eyalet polisinin yaratıcı yazarlık hakkında bilgisi olması gerektiğini söylerdi. O gün işler çığnndan çıkmaya başladığında bizi toparlayan George olmuştu. Değil mi, Huddie?"

Huddie başını salladı.

Eddie ayağa kalktı, ellerini beline koydu ve kemikleri kütürde-yene dek gerindi. "Artık eve gitmeliyim, millet. Belki The Tap'e uğrayıp bir bira içerim. Hatta belki iki. Onca konuşmadan sonra boğazım iyiden iyiye kurudu ve tek bir bira beni kesmeyeceğe benzer."

Ned ona öfke, hayret ve sitemle baktı. "Öylece gidemezsin!" diye bağırdı. "Her şeyi duymak istiyorum!"

Ve yeniden Şişko Eddie olma yolunda isteksizce ilerleyen Eddie bildiğim şeyi, hepimizin bildiği şeyi dile getirdi. Bunu, Ned'e

390

Buick 8


pek de dostça sayılmayacak bir ifadeyle bakarak yaptı. "Duydun zaten, evlat. Sadece duyduğunun farkında değilsin."

Ned onun uzaklaşmasını izledikten sonra bize döndü. Ona sempatiyle bakan tek kişi Shirley'ydi ve sanınm onu yumuşatan da çocuk için duyduğu üzüntüydü.

"Her şeyi duydun derken ne demek istedi?"

"Birkaç anekdot haricinde anlatacak hiçbir şey kalmadı," dedim. "Ve onlar da aynı konunun değişik çeşitlemeleri. Ancak bir patlamış mısır kâsesinin dibindeki sert kalıntılar kadar çekici olduklarını söyleyebilirim.

"Brian Lippy'ye gelince, George'un raporunda şöyle yazıyordu: 'Memur Morgan ve Memur Jacubois söz konusu şahısla konuşup ayık olduğuna kanaat getirdiler. Söz konusu şahıs kız arkadaşına fiziksel saldında bulunduğunu inkâr etti ve Memur Jacubois, kız arkadaşın bu yönde onayını aldı. Bunun üzerine söz konusu şahıs 'serbest bırakıldı.'"

"Ama Lippy devriye aracının camını tekmeleyerek çıkmıştı?"

"Öyle ama o şartlar altında George ve Eddie hasan bildire-mezdi."

"Eee?"


"Eeesi, parası muhtemelen beklenmedik durumlar için aynlan bütçeden alındı. Daha doğrusu Buick Roadmaster fonundan. Yeri hiç değişmedi, hâlâ mutfaktaki kahve kutusunda duruyor."

"Evet, parası oradan çıktı," dedi Arky. "Sevgili kahve kutumuz bize yıllar boyunca sadakatle destek oldu." O da ayağa kalkıp gerindi. "Gitsem iyi olacak, beyler bayanlar. Bazılannızın aksine benim arkadaşlanm var, gündüz kuşağı sohbet programlannda buna özel hayat diyorlar. Ama gitmeden önce sana bir şey söylememi ister misin, Neddie? O gün hakkında bir şey?"

"Bana istediğin her şeyi anlatabilirsin."

391


Stephen King

"D'yi gömdüler." Aksanı yine belirginleşmişti. "Onu zehirleyen şeyi parçalamakta kullandıkları aletleri de hemen yanına gömdüler. Aralannda benim delgi aletim de vardı ve onun için bana bütçeden para veren olmadı!"

"Bir K.K. formu doldurmadın da ondan," dedi Shirley. "Bu tür işlerin angarya olduğunu biliyorum ama..." Hayat böyle işte, der gibi omuz silkti.

Arky kaşlarını çatmış, kuşkuyla ona bakıyordu. "K.K. mı? Ne tür bir formmuş o?"

"Senin kıçımın kenan listen," dedi Shirley son derece ciddi bir ifadeyle. "Her ay doldurup papaza gönderdiğin liste. Tannm, hiç bu kadar kalın kafalı bir İsveçli görmedim. Size orduda hiçbir şey öğretmediler mi?"

Arky elini ona doğru salladı ama gülümsüyordu. Yıllar boyu böyle takılmalara maruz kalmıştı, bundan emin olabilirsiniz; sanı-nm aksanı karşıdakini tahrik ediyordu. "Git başımdan, cadı!"

"Kendin kaşındın, Arky," dedim. Ben de gülümsüyordum. Ned gülümsemiyordu. Tüm bu takılmalar ve şakalaşmalar -normale dönme girişimlerimiz- ona hiç ulaşmamış gibiydi.

"Sen neredeydin, Arky?" diye sordu. "Tüm bunlar olurken sen neredeydin?" Eddie Jacubois kamyoneti çahştınp otoparktan çıkarken farlann aydınlığı bir anlığına bizi yalayıp geçti.

"İzindeydim," dedi Arky. "Kardeşimin Wisconsin'deki çiftli-ğindeydim. Bu yüzden o pisliği başkaları temizlemek zorunda kaldı." Bu son cümleyi söylerken yüzünde tatmin dolu bir ifade vardı.


Yüklə 1,4 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin