"Kötü rüyanın dışında hayır."
Tom başını iki yana salladı.
"Benim için kâğıt üstünde bir resimden ibaret," dedi Alice. "Rüyamda onu görmedim ve etrafta da Harvard kazaklı birine gözüm ilişmedi. Futbol sahasında ne yapıyorlardı acaba? Ölüleri teşhis etmeye falan mı çalışıyorlardı sizce?" Yüzünde kuşkulu bir ifade vardı. "Ve orası hâlâ çok sıcak değil mi? Öyle olmalı."
"Ne bekliyorlar?" diye sordu Tom. "Bize saldırmayacaklarsa veya bıçaklarla birbirimizi öldürtmeyeceklerse bekledikleri nedir?"
Clay aniden ne beklediklerini ve Jordan'ın Hırpani Adam'ınm nerede olduğunu anladı... lisedeki cebir öğretmeni Bay Devane'in aha! Anı dediği anlardandı. Dönüp hole yöneldi.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Tom.
"Bize ne bıraktıklarını görmeye," dedi Clay.
218
Cep
Onu aceleyle takip ettiler. Tom, Clay'i eli kapının tokmağındayken Isladı. "Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."
"Olmayabilir, ama bunu bekliyorlar," dedi Clay. "Ve ne, biliyor musun? Bizi öldürmek isteselerdi çoktan ölmüştük."
"Haklı olabilir," dedi Jordan alçak sesle.
Clay kapıyı açtı. Rahat, hasır mobilyaları ve Akademi Bulvan'na inen Akademi Bayın manzarasıyla Cheatham Köşkü'nün uzun ön verandası böyle güneşli günler için inşa edilmişti, ama o an ortamın karakteristiği, Clay'in aklındaki son konuydu. Basamakların altında, ok şeklinde duran telemanyaklar vardı: en önde bir tane, onun arkasında iki, üçüncü sırada üç kişi, sonra dört, beş ve altı. Toplam yirmi bir kişi. En öndeki, Clay'in rüyasından hatırlayıp kâğıda çizdiği Hırpani Adam'dı. Resim, hayat bulmuştu. Parçalanmış kırmızı kazağın önünde gerçekten de har-vard yazıyordu. Yırtılıp aşağı sarkmış olan yanağı kaldırılmış ve iki özensiz dikişle burnun yan tarafına tutturulmuştu. Üçüncü ve dördüncü dikişlerin deriden ayrıldığı yerlerde iki yırtık oluşmuştu. Clay dikişlerin misinayla atılmış olabileceğini düşündü. Aşağı sarkan dudak, dünyanın daha sakin olduğu günlerde, yakın zamanda iyi bir diş doktorunun elinden çıkmış görünen dişleri ortaya çıkarmıştı.
Kapının önünde, paspası gömen ve iki yana yayılan, şekilsiz siyah cisimlerden oluşan bir tepecik vardı. Yan deli bir heykeltıraşın sanat anlayışı olabilirdi. Clay bir an sonra baktığı şeyin Tonney Sahası sürüsünün erimiş müzik setleri olduğunu anladı.
Sonra Alice çığlık attı. Clay kapıyı açtığında ısıyla erimiş müzik setlerinden bazıları devrilmiş ve muhtemelen tepenin üstünde durmakta °lan bir şey yere düşmüştü. Alice, Clay, onu durduramadan yere diz çöktü ve tabancalardan birini bırakarak gördüğü şeyi aldı. Minik ayakkabıy-<>• Sıkıca tutarak göğsüne bastırdı.
249
Stephen King
Clay, kızın yanından Tom'a baktı. Tom da ona bakıyordu. TeleD ¦ yeteneğine sahip değillerdi ama o an aralarında benzer bir bağlantı o]u tu. Şimdi ne olacak? diyordu Tom'un gözleri.
Clay dikkatini yine Hırpani Adam'a yöneltti. İnsanın zihninin okun duğunu hissedip hissedemeyeceğini ve o an böyle bir şeyin söz konusu olup olmadığını merak etti. Ellerini Hırpani Adam'a doğru kaldırdı. Tabanca hâlâ elindeydi ama ne Hırpani Adam, ne de yanındakiler ürkmüş görünüyordu. Clay avuçlarını yukarı çevirdi: /Ve istiyorsunuz?
Hırpani Adam gülümsedi. Gülümsemesinde hiç neşe yoktu. Clay ko-yu kahverengi gözlerde öfke görebildiğini düşündü ama yüzeysel gibiydi. Altında hiçbir ışıltı yoktu, en azından bunu ayırt edebiliyordu. Bir oyun-cak bebeğin gülümseyişine bakmak gibiydi adeta.
Hırpani Adam başını yana eğdi ve bir parmağını kaldırdı. -Bekle. Ve arkalarından, Akademi Bulvarı'ndan bu bir işaretmişçesine çığlıklar yükseldi. Ölümcül acılar çeken insanların çığlıklarıydı. Onlara az sayıda vahşi, yırtıcı haykırış eşlik ediyordu.
"Ne yapıyorsunuz?" diye bağırdı Alice. Küçük ayakkabıyı durmaksızın sıkarak bir adım öne çıktı. Kolunun ön üst kısmındaki kaslar bir geriliyor, bir gevşiyor, derisinin üzerinde kurşunkalemle çizilmişe benzer çizgilerin belirip kaybolmasına yol açıyordu. "O insanlara ne yapıyorsunuz?"
Sanki ne yaptıkları belli değilmiş gibi, diye düşündü Clay.
Alice tabancayı tutmakta olan elini kaldırdı. Tom bileğini kavrayarak tabancayı tetiği çekmesine fırsat bırakmadan aldı. Kız serbest elini pençe gibi uzatarak ona döndü.
"Ver şunu geri, onları duymuyor musun? Duymuyor musun?"
Clay, onu Tom'dan zorla ayırıp uzaklaştırdı. Tüm bunlar olurken Jordan kapının gerisinde durarak onları dehşetle irileşmiş gözlerle seyretmiş, Hırpani Adam ise yüzünde, altında öfkenin kaynadığı sahte gü-lümsemesiyle okun uç noktasını oluşturarak durmuştu. Öfkenin gerisin-deyse... Clay'in görebildiği kadarıyla hiçbir şey yoktu. Hem de hiçbir şey.
250
Cep
"Emniyeti kapalıymış zaten," dedi Tom tabancaya kısaca göz attıktan nra. "Küçük lütufları için Tann'ya şükürler olsun." Sonra Alice'e dön-Hü "Hepimizi öldürtmek mi istiyorsun?"
"Gitmemize öylece izin vereceklerini mi sanıyorsun?" Ağlaması öylesine şiddetliydi ki söyledikleri güçlükle anlaşılıyordu. Sümükleri iki sıra halinde burun deliklerinden sarkıyordu. Gaiten AkademJsi'nin önünden geçen üç şeritli bulvardan yine feryatlar yükseldi. Bir kadının yoo, lütfen yapmayın, lütfen, diye yalvardığını duydular ama bir an sonra sözler acı dolu, korkunç bir ulumaya dönüştü.
"Bize ne yapacaklarını bilmiyorum," dedi Tom sakin olmaya çalışarak. "Ama bizi öldürmeye niyetleri olsaydı bunu yapmazlardı. Bak ona, Alice... aşağıda olanlar bizim yararımıza."
İnsanların kendini savunmaya çalıştığını belirten silah sesleri duyuldu ama sayıları fazla değildi. Çoğunlukla sadece acı ve korkuyla karışık şaşkınlık çığlıkları vardı ve hepsi de sürünün yakıldığı Gaiten Akademi-si'nin hemen yan tarafından geliyordu. On dakikadan fazla sürmüş olması imkânsızdı, ama Clay zamanın bazen gerçekten göreceli olduğunu düşündü.
Ona saatler gibi gelmişti.
30
Alice çığlıklar nihayet kesildiğinde Clay ve Tom'un arasında, başı üne eğik halde sessizce durdu. Her iki otomatik tabancayı da kapının he-men iç tarafına şapkalar ve çantalar için konmuş masanın üzerine bırak-llüStı. Jordan, kızın elini tutmuş, Hırpani Adam ve diğerlerine bakıyordu. Çocuk, müdürün yokluğunu o ana dek fark etmemişti. Clay yakında fark Geçeğini biliyordu. O zaman bu korkunç günün ikinci perdesi başlayacaktı.
251
Stephen King
Hırpani Adam bir adım öne çıktı ve elleri iki yanında, hizmetinim yim der gibi hafitçe öne eğildi. Sonra başını kaldırdı ve bir elini Akadem' Bayırı ve gerisindeki bulvara doğru uzattı. Bunu yaparken erimiş müzik setleri heykelinin gerisindeki açık kapının önünde toplanmış olan küçük gruba bakıyordu. Clay'e göre hareketin anlamı açıktı: Yol sizindir. Gidebi. lirsiniz.
"Belki," dedi. "O zamana kadar bir konuyu açıklığa kavuşturalım. js. tediğiniz takdirde bizi öldürebileceğinizden eminim, o güce sahip olduğu, nuz belli ama Komuta Üssü'nde kalmayı planlamıyorsan yarın kontrol bir başkasının elinde olacak. Çünkü ilk geberenin sen olmanı bizzat sağlayacağım."
Hırpani Adam ellerini yanaklarına koyup gözlerini iri iri açtı: Eyvah! Arkasındakiler robotlar gibi ifadesizdi. Clay bir süre daha baktıktan sonra kapıyı yavaşça kapadı.
"Üzgünüm," dedi Alice durgunca. "Çığlıkları duymaya katlanamadım."
"Önemli değil," dedi Tom. "Kimse zarar görmedi. Ve hey, Bay Ayak-kabı'yı da geri getirdiler."
Alice ayakkabıya baktı. "Yapanın biz olduğunu bu şekilde mi anladılar? Bir av köpeği gibi kokumuzu mu takip ettiler?"
"Hayır," dedi Jordan. Şemsiyeliğin yanında, yüksek arkalıklı bir sandalyeye oturmuş, yılgın ve ufalmış görünüyordu. "Seni tanıdıklarını göstermenin bir yolu bu. En azından benim fikrim bu."
"Evet," dedi Clay. "Bahse girerim daha buraya gelmeden sorumluların biz olduğunu biliyorlardı. Yüzünü rüyalarımızdan bildiğimiz gibi onlar da yaptığımızı rüyalarımızdan öğrendi."
"Ama ben rüya görme..." diye başladı Alice.
"Çünkü uyanma aşamasındaydın," dedi Tom. "Sanırım ondan yakında yine haber alacaksın." Duraksadı. "Söyleyecek bir şeyi varsa, tabi. Anlayamıyorum, Clay. Biz yaptık. Yapan bizdik ve onlar da bunu biliyor," kadarından eminim."
252
Cep
»Evet," dedi Clay.
"O halde içeri dalıp işimizi kolaylıkla bitirebilecekken neden o zaval-I masumları öldürdüler? Tamam, misilleme kavramını biliyorum, ama bu yaptıklarının hiçbir anlamı..."
Tam o sırada Jordan yüzünde giderek artan bir endişeyle sandalyeden kalkıp etrafına bakarak sordu: "Müdür nerde?"
31
Clay, çocuğun peşinden seğirtti ama yakaladığında Jordan ikinci katın sahanlığına varmıştı bile. "Bekle bir dakika, Jordan."
"Hayır," dedi çocuk. Yüzü her zamankinden beyaz ve korkuluydu. Saçları karışıp dağılmıştı ve Clay, çocuğun saç tıraşına ihtiyacı olabileceğini düşündü ama saç telleri dikleşmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. 'Tüm bu kargaşada onun da yanımızda olması gerekirdi! Başına bir şey gelmemiş olsa yanımızda olurdu." Dudakları titremeye başladı. "Göğsünü nasıl ovuşturuyordu, hatırlıyor musun? Ya ciddi bir şeyse?"
"Jordan..."
Çocuk, ona hiç aldırmadı ve Clay o an için Hırpani Adam ve marifetlerini en azından o an için unutmuş olduğunu düşündü. Kolunu Clay'in elinden kurtarıp koridorda, on dokuzuncu yüzyıldan beri okulu idare etmiş müdürlerin duvara dizilmiş portrelerinin önünden geçerek koşmaya başladı. Bir yandan da bağırıyordu: "Efendim! Efendim!"
Clay arkasına dönüp merdivenlere bir göz attı. Alice'ten fayda yoktu ¦kız en alt basamağa oturmuş, elindeki kahrolası spor ayakkabıya Yo-rick'in kafatasıymış gibi bakıyordu- ama Tom merdiveni gönülsüzce tırmanmaya başlamıştı. "Sence ne kadar kötü olacak?" diye sordu Clay'e.
"Eh... Jordan, iyi olsa müdürün mutlaka yanımızda olacağını düşünüyor ve bence haksız sayılmaz ama..."
253
Stephen King
Jordan tiz bir sesle çığlık atmaya başladı. Clay'in beyninde delip 0 çen bir mızrak etkisi yapıyordu. İlk harekete geçen Tom oldu; Clay, divenlerin başında, düşünceler kafasının içinde panikle sıralanırken nere deyse beş altı saniye boyunca kök salmış gibi kalakalmıştı. Kalp krizi geÇiy miş birini gören biri bu şekilde çığlık atmaz. Yaşlı adam işi yüzünde gözüne mi bulaştırdı acaba? Belki yanlış hapı aldı. Tom şok içinde bağırdığı sırada koridoru yarılamıştı. "Aman Tanrı'm, Jordan, bakma!"
"Bekle!" diye seslendi Alice arkasından ama Clay, onu dinlemedi. Müdürün üst kattaki geniş odasının kapısı açıktı: kitaplarla dolu çalışma odası ve artık işe yaramayan elektrikli ocakla daha gerideki yatak odasını ilk bakışta görmek mümkündü. Tom çalışma masasının önünde, J0r-dan'ın kafasını karnına bastırarak duruyordu. Müdür masanın gerisinde oturmaktaydı. Koltuğu, vücut ağırlığıyla geriye kaykılmıştı ve yaşlı adamın geri kalan tek gözü, tavana bakıyor gibiydi. Karışık beyaz saçları koltuğun üzerinden aşağı sarkıyordu. Clay'e, zor bir parçanın son notalarını çalıp bitirmiş bir konser piyanistiymiş gibi göründü.
Alice'in nefesi kesilircesine, dehşetle haykırdığını hayal meyal duydu. Kendi vücudunda kendini bir yolcu gibi hissederek masaya yürüdü ve üzerindeki kâğıda baktı. Kanla lekelenmişti ama kelimeler seçilebiliyor-du, müdürün el yazısı gayet okunaklıydı. Jordan olsa sonuna dek eski ekolden olduğunu söylerdi.
aliene geisteskrank insano elnebajos vansinnig fon atamagaokaslıii gek dolzinnig
hullu gila meshııge nebun demeni
254
Cep
çlay İngilizce ve lisede öğrendiği çat pat Fransızcadan başka dil bil-
zdi ama bunun ne olduğunu ve ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştı.
Hırpani Adam gitmelerini istiyordu ve Müdür Ardai'nin onlarla gideme-
ek kadar yaşlı ve sağlıksız olduğunu her nasılsa anlamıştı. Böylece onu
masasının başına oturtmuş ve deli kelimesini on dört ayrı dilde yazdırmış-
Ve yazma işi bittiğinde, kullandığı ağır dolmakalemi sağ gözüne ve gö-
7İin ardındaki yaşlı, zeki beynin derinliklerine saplamasını sağlamıştı.
"Ona kendini öldürtmüşler, değil mi?" diye sordu Alice çatallanan sesiyle. "Neden onu da bizi değil? Neden bizi öldürmediler? Bizden ne istiyorlar?"
Clay, Hırpani Adam'ın Akademi Bulvarı'na -aynı zamanda New Hampshire 102. Karayolu olan Akademi Bulvarı'na- doğru yaptığı hareketi hatırladı. Artık tam olarak manyak sayılmayan telemanyaklar -ya da delilikleri farklı bir boyuta taşınmıştı- yine yollara düşmelerini istiyordu. Onun da ötesinde ne gibi bir niyetleri olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ama belki böylesi daha iyiydi. Belki en iyisi buydu. Belki merhametli olan böylesiydi.
255
A
ec
nJ <
o o
COo 63
Ö Ü"
s SES
o s
V)
£3
Cep
1
Arka koridordaki dolapların birinde yarım düzine masa örtüsü buldular. Müdür Ardai'nin bedenini buldukları bu masa örtülerinden birine sararak üstünü diktiler. Dikme işi için gönüllü olan Alice, başladıktan bir süre sonra gözyaşlarına boğularak bıraktı. Tom işi ondan devralarak seri, neredeyse profesyonelce hareketlerle iğneyi kumaşa batınp çıkarmaya başladı. Clay bir boksörün sağ eliyle görünmez bir kum torbasına art arda vurduğunu izliyormuş gibi olduğunu düşündü.
"Sakın espri yapayım deme," dedi Tom başını kaldırmadan. "Yukarıda yaptığını takdir ediyorum -ben asla yapamazdım- ama şu an tek bir sata bile kaldıramam, Will and Grace tarzı hafif şakalardan bile olsa. Kentlimi güçlükle kontrol ediyorum."
"Pekâlâ," dedi Clay. Aslında espri yapmayı hiç düşünmemişti. Üst tatta yaptığına gelince... eh, dolmakalemin müdürün gözünden çıkarılması gerekiyordu. Onu orada bırakmaları mümkün değildi. Bu yüzden Qay gözlerini odanın köşesine dikerek, o an ne yapmakta olduğunu ve tahrolası kalemin ftiçjn kolayca yerinden çıkmadığını düşünmemeye ça-m. Bunu başardığını düşünerek yapılması gerekeni yapmış, kalemi sap-andığ, yerden çıkarırken duyulan plop sesi tüylerini ürperterek kendini lasta gibi hissetmesine sebep olmuştu. Bu sesleri ömrünün sonuna dek
259
Stepheıı King
unutmayacaktı, ama lanet olası kalemi çıkarmayı başarmıştı ve öne olan da buydu.
Dışaııda, sayılan neredeyse bini bulan telemanyaklar duman tm futbol sahasıyla Cheatham Köşkü arasındaki çim alanda duruyordu. Ösı sonrasının büyük bölümünde orada ayakta durmuşlardı. Sonra saat be civarı kasaba merkezine doğru sürü halinde, sessizce uzaklaştılar. Clay ve Tunı, müdürün örtüye sarılı bedenini aşağı taşıyıp arka verandaya çıkardı. Hayatta kalan dört kişi mutfağa geçti ve dışarıda gölgeler uzarken kahvaltı demeye başladıkları öğünü yediler.
Jordan şaşırtıcı bir iştahla yemişti. Yüzü kızarmıştı ve canlı bir şekilde konuşuyordu. Müdür Ardai'nin Madison, Wisconsin'dcn gelen arka-daşsız, bilgisayar delisi, içine kapanık çocuğun kalbinde ve aklında bıraktığı etkiyi anlattıklarında görmek mümkündü. Durmaksızın müdür ile Gaiten Akademisi'ndeki eski hayatına dair anılarını anlatıyordu. Çocuğun hatıralarının berraklığı Clay'i huzursuz etmişti ve Alice ile Tom'la göz göze geldiğinde aynı rahatsızlığı onların da duyduğunu anladı. Jor-daa'ın aklı yalpalamaktaydı ve bu konuda ne yapacaklarını bilmiyorlardı; unu bir psikiyatra gönderemezlerdi ya.
lorn karanlık çöktükten sonra Jordan'a dinlenmesinin iyi olacağını söyledi. Jordan dinleneceğini, ama müdür gömülmeden önce yapmayacağını söyleyerek karşılık verdi. Onu köşkün arkasındaki bahçeye gömebile-çeklerini de ekledi. Dediğine göre müdür küçük sebze bahçesine "zaftf bahçesi" ismini vermişti ama sebebini lordan'a hiç söylememişti.
"Oraya gönıülmeli," dedi Jordan gülümseyerek. Yanakları artık iyitf kıpkırmızı olmuştu. Bereli yuvalan içindeki gözleri coşku, neşe, delil''1 veya uçü birden olabilecek bir sebepten ışıl ışıklı. "Hem toprağı yumup hem de en sevdiği yerdi... dışarda yani. Eee, ne diyorsunuz? Gittiler, ı1>
20
Cep
celeri ortalıkta görünmüyorlar, bu değişmedi, gaz lambalarını kullana-'ak kazabiliriz. Ne diyorsunuz?"
Tom bir süre düşündükten sonra sordu. "Kürek var mı?"
"Bahçedeki kulübede var. Seralara gitmek zorunda bile değiliz." Ve jordan güldü.
"Hadi yapalım," dedi Alice. "Onu gömüp 5u işi bitirelim."
"Sonra iıepiniz dinleneceksiniz," dedi Clay, Jordan'a bakarak.
"Tabi, tabi!" dedi Jordan sabırsızca. Sandalyesinden kalkıp odada v0lta atmaya başladı. "Haydi millet!" Sanki elim sende oynamak için onları da harekete geçirmeye çalışıyordu.
Böylece köşkün arkasındaki sebze bahçesinde bir mezar kazıp müdürü fasulyelerle domatesler arasına gömdüler. Tom ve Clay sarılı bedeni yaklaşık bir metre derinlikteki çukura indirmişti. Kazma işi vücut ısılarını yükseltmişti, gecenin ne kadar soğuk, neredeyse dondurucu olduğunu mezarı doldurduktan sonra anlamışlardı. Yıldızlar gökte pırıl pırıl parlıyordu ve bayırı yoğun bir sis kaplamıştı. Akademi Bulvarı çoktan sise gömülmüştü, beyaz tabakanın yüzeyini sadece eski evlerin yüksek çatıları bozuyordu.
"Keşke aramızda güzel bir şiir bilen olsaydı," dedi Jordan. Yanakları daha da kızarmıştı, ama gözleri daire şeklinde mağaralara dönüşmüştü ve üzerinde iki süveter olmasına rağmen titriyordu. Nefesi soğuk gece havasında buharlaşıyordu. "Şiirleri çok severdi, gerçek sanatın onlar olduğunu düşünürdü. O..." Jordan'ın en baştan beri tuhaf bir şekilde neşeli olan sesi sonunda çatallaştı. "Tam eski ekoldendi."
Alice, onu kendine çekti. Jordan önce direnir gibi oldu, sonra kendili bıraktı.
"Bak ne diyeceğim," dedi Tom. "Onu iyice örtüp soğuktan koruyanın, sonra ben bir şiir okurum. Olur mu?"
"Gerçekten bildiğin bir şiir var mı?"
261
Stephen King
"Evet, var," dedi Tom.
"Çok zekisin, Tom. Teşekkür ederim." Ve Jordan, ona korkunç w kin bir minnettarlıkla baktı.
Sonlara doğru bahçenin başka yerlerinden toprak taşımaları gereU. de mezarı kapatmak uzun sürmedi. İşleri bittiğinde Clay vücudundan ya-yılan ter kokusunu hissedebiliyordu. Son duş alışından beri epey zaman geçmişti.
Alice, Jordan'ın yardım etmesine engel olmaya çalışmıştı, ama çocuk ondan kurtulup mezara elleriyle toprak atmıştı. Clay mezarın üstünü kü-reğin arkasıyla düzelttiği sırada Jordan'ın gözleri yorgunluktan cam gibi olmuştu ve ayakları üzerinde sarhoş gibi sallanıyordu.
Yine de Tom'a baktı. "Haydi. Söz vermiştin." Clay bir an için çocuğun bir Sam Peckinpah Western filmindeki gözü dönmüş haydut gibi ve en iyisinden olsun, sinyor, yoksa kurşunu yersin, diye ekleyeceğini sandı.
Tom mezarın bir ucuna yöneldi... Clay o tarafın baş olduğunu sanıyor, ama yorgunluktan tam olarak hatırlayamıyordu. Müdürün ön adının Charles mı, yoksa Robert mı olduğundan bile emin değildi. Sis, Tom'un ayaklarını ve bileklerini sarmıştı. Tom başındaki beysbol şapkasını çıkardı. Alice de öyle. Clay kendisininkini çıkarmak için elini başına uzattı ve takmadığını hatırladı.
"Evet!" diye bağırdı Jordan. Yüzünde çılgınca bir gülümseme vardı. "Şapkalar çıkarılsın! Müdür için şapkalar çıksın!" Başında şapka yoktu ama yine de hayali bir şapkayı çıkanyormuş -ve havaya fırlatıyormuş- git" yaptı ve Clay, çocuğun akıl sağlığı için yine endişelendi. "Şimdi sıra şiirde Haydi, Tom!"
'Tamam," dedi Tom. "Ama saygı gösterip sessiz olmanız gerek."
Jordan anladığını belirtmek için işaret parmağını dudaklarına basttf' di ve parmağın yukarısındaki kalbi kırık gözleri gören Clay, çocuğun aP'
262
Cep
niiz kaybetmediğini anladı. Arkadaşını kaybetmiş, ama aklını kay-
Tom'un nasıl devam edeceğini merak ederek sessizce bekledi. Biraz st belki biraz da Shakespeare bekliyordu (Sadece tekrar ne zaman bu-acağız? bile olsa müdürün Shakespeare'i onaylayacağından emindi.), hatta Tom McCourt'tan doğaçlama bir performans bile görebilirlerdi. Tom'un dudaklarından dökülen ölçülü dizeleri hiç beklemediği muhakkaktı-
"Merhametini bizden esirgeme, Tanrı'm; sevgin ve adaletin bizi daima
korusun. Çünkü etrafımız sayısız belayla sarılmış; günahlarımız bizi ele geçirdi ve gözlerimizi köreltti. Günahlarımız başımızdaki saç tellerinden çok ve yüreklerimiz artık bizi taşıyamıyor. Bizden hoşnut kal ve bizi kurtar, Tanrı'm; gel bizi bir an önce kurtar, Tanrı'm."
Alice mezarın ayakucunda durmuş, küçük ayakkabıyı sıkarak ağlıyordu. Başı öne eğikti. Hıçkırıkları sık ve sessizdi.
Tom tek elini taze mezarın üzerine uzatarak devam etti. Avucunu açmış, parmaklarını kapamıştı. "Hayatlarımıza kastedenlerin tümü utanca ve kargaşaya boğulsun; kötü durumda olmamızı isteyenlerin itibarı kalmasın. Bizi parmakla gösterip 'İşte, işte!' diyerek gülenlerin suratı utançla morarsm. Burda bir ölü yatıyor, toprak..."
"Çok üzgünüm, efendim!" diye bağırdı Jordan iç paralayan tiz bir sesle. "Bu haksızlık, çok üzgünüm, efendim, öldüğünüz için çok üzgünüm..." Gözleri yuvalarında döndü ve mezarın üzerine yığıldı. Sis, açgöz-"i parmaklarıyla onu hemen kavradı.
Clay, çocuğu yerden kaldırıp nabzını kontrol etti. Güçlü ve düzenliydi' "Sadece bayıldı. Okuduğun neydi, Tom?"
Tom mahcup görünüyordu. "Kırkıncı ilahinin serbest bir uyarlaması, efeydi onu içeri götürelim..."
"Hayır," dedi Clay. "Fazla uzun değilse bitir."
263
Stephen Kiııg
"F.vet, lütfen," dedi Alice. "Çok güzel. Yaraya sürülen merhem gjb „
Tom tekrar mezara döndü. Kendini toparlıyor gibi göründü, ben sadece kaldığı yeri hatırlamaya çalışıyordu. "Burda bir ölü yatıyor, tn raktaıı bir parça ve biz hayatta olanlar da hurdayız, zavallı ve muhtaç; bj düşün, Tanrı'm. Sen bizim yardımcımız ve kurtarıcımızsm; geç kalma Tann'm. Amin."
"Amin," dedi Clay ve Alice aynı anda.
"Haydi içeri girelim," dedi Tom. "Dışarsı buz gibi."
"Okuduğunu Kurtarıcı İsa Kilisesi'nin kutsal müdavimlerinden mj öğrendin?" diye sordu Clay.
"Alı, evet," dedi Tom. "Pek çok ilahi ezberlemiştim. Ödül olarak fazladan tatlı vardı. Ayrıca köşe başlarında dilenmeyi ve Sears otoparkını sadece yirmi dakikada Cehennemde Bir Yudum Su Olmaksızın Bir Milyon Yıl yazan risalelerle doldurmayı da öğrendim. Şu zavallı çocuğu yatağına yatıralım. Yarın saat on altıya kadar uyuyacağına ve uyandığında kendini çok daha iyi hissedeceğine bahse girerim."
"Ya o yanağı yırtık adam gelir ve gitmemizi istediği halde hâlâ burda olduğumuzu görürse?" diye sordu Alice.
Clay bunun iyi bir soru olduğunu düşündü ama üzerinde dakikalarca kafa yoracak değildi. Hırpani Adam ya onlara bir gün daha verecekti ya da vermeyecekti. Jordan'ı üst kattaki yatağına taşırken kendini hangisi olacağını umursamayacak kadar yorgun hissediyordu.
2
Alice saat sabah dört civan Clay ve Tom'a boğuk sesle iyi geceler d'' leyip yatmaya gitti. İki adam buzlu çay içip pek fazla konuşmadan mu1' fakta oturmaya devam etti. Söylenecek bir şey yok gibiydi. Sonra, şaM'
264
Cep
n hemen önce mesafenin hayalet gibi belirsizleştirdiği o toplu iniltilerin biri daha kuzeydoğudan yükselerek sisli havayla onlara doğru taşındı Bir korku filmindeki müzik gibi dalgalandı ve tam hafifleyip yok olmaya yüz tutmuştu ki Hırpani Adam'ın yeni, daha büyük sürüsünü götürdüğü Gaiten'dan daha şiddetli bir haykırış duyuldu.
Clay ve Tom ön tarafa gidip erimiş müzik setlerini bir kenara iterek verandanın basamaklarından indi. Hiçbir şey göremiyorlardı, dünya bembeyaz olmuştu. Bir süre dışarıda durduktan sonra tekrar içeri girdiler.
Alice ve Jordan'ı ne ölüm çığlığı, ne de Gaiten'dan yükselen karşılık uyandırabildi; Clay ve Tom buna şükrediyordu. Köşeleri artık kıvrılıp yıpranmış olan yol atlasları mutfak tezgâhının üzerindeydi. Tom başparmağını atlasın üstünde gezdirip sonra, "Çığlık Hooksett veya Suncook'tan gelmiş olabilir," dedi. "İkisi de buranın kuzeydoğusunda ve büyük şehirler... New Hampshire için büyük yani. Acaba kaçını hakladılar? Ve nasıl yaptılar?"
Clay başını iki yana salladı.
"Umarım sayıları çoktur," dedi Tom neşesiz, cılız bir gülümsemeyle. "Umarım en az bin tanedirler ve ağır ateşte pişmişlerdir. Aklıma kızarmış tavuk reklamları veren restoran zinciri geldi. Yarın akşam gidiyor muyuz?"
"Hırpani Adam bugünü geçirmemize izin verirse gitsek iyi olur sanırım. Sence de öyle değil mi?"
"Başka seçeneğimiz yok gibi," dedi Tom. "Ama sana bir şey söyleyeyim, Clay... kendimi mezbahaya doğru güdülen bir inek gibi hissediyorum. Küçük inek dostlarımın kanının kokusunu nerdeyse alabiliyorum."
Dostları ilə paylaş: |