Bir erkek çocuk gördünüz mü? diye sormaya ve Johnny'nin zihinsel bir resmini göndermeye çalışmaya devam ediyordu, ama artık anlaşılır bir cevap alma ümidi yoktu. Çoğunlukla hiç cevap alamıyordu. Ertesi gece Gurleyville'm yedi kilometre kadar kuzeyinde bir karavanda kaldı ve
420
Cep
sonraki sabah saat dokuzu biraz geçe Gurleyville Cafe'nin önündeki kaldırımda oturmakta olan ufak tefek birini gördü.
0 olamaz, diye düşündü ama daha hızlı yürümeye başladı ve biraz yaklaştıktan sonra -gördüğünün bir yetişkin değil, çocuk olduğundan emin olduktan sonra- koşmaya başladı. Yeni çantası sırtında aşağı yukarı hopluyorcju. Ayakları Gurleyville'in kısa kaldırımına çıktı ve beton üstünde koşmaya başladı. Bir erkek çocuktu.
Uzun saçları neredeyse Red Sox tişört içindeki omuzlarına değen çok zayıf bir çocuktu.
"Johnny!" diye bağırdı Clay. "Jofınny, Johnny-Geef"
Çocuk irkilerek sesin geldiği yöne döndü. Çenesi düşüp ağzı açıldı. Gözlerinde belli belirsiz bir telaştan başka ifade yoktu. Kaçmaya niyetliy-mı§ gibi görünüyordu, ama daha ayağa kalkamadan Clay, onu kucaklayıp kaldırdı ve leş gibi yüzünün her noktasıyla karşılık vermeyen dudaklarını öpücüklere boğdu.
"Johnny," dedi Clay. "Johnny, senin için geldim. Geldim. Senin için geldim. Senin için geldim."
ve bir noktada -belki de sadece onu kucaklayan adam sürekli kendi etrafında çevirdiği için- çocuk kollarını kaldırıp Clay'in boynuna doladı. Bır §ey de söyledi. Clay bunun rüzgârın şişe ağzında oluşturduğu ses gibi anlamsız bir ses öbeği olduğuna inanmayı reddetti. Bu bir kelimeydi. Çocuk bana demek istiyorken bağa demiş olabilirdi.
fielki de baba demek istemişti.
Qay buna inanmayı seçti. Solgun, kirli, kötü beslenmiş, boynuna sarılan çocuğun ona baba dediğine inanmak istedi.
421
Stephen King
4
Bir hafta sonra bunun tutunmak için çok ince bir dal olduğuna inanmaya başladı. Bir kelime olabilecek bir ses, baba olabilecek bir kelime.
Çocuk yatak odasındaki giysi dolabının içinde bir kamp yatağı üzerinde uyuyordu. Bunun sebebi çocuğun sadece orada sakinleşmesi ve Clay'in onu yatağın altından çıkarmaya çalışmaktan yorgun düşmesiydi. Görünüşe bakılırsa orada kendini rahimdeki bir bebek gibi güvende hissediyordu. Belki bu da geçirildikleri işlemin bir etkisiydi. Ne işlemdi ama. Kashvvak'taki frekolar oğlunu rahatlatacak bir sürüsü bile olmayan hayalet gibi bir geri zekâlıya çevirmişti.
Dışarıda, gri akşam göğünden kar taneleri düşüyordu. Soğuk rüzgâr, kar tanelerini Springvale'in ışıksız ana caddesinde kıvrılan yılanlar gibi savuruyordu. Kar için çok erken gibi geliyordu, ama değildi elbette, özellikle bu kadar kuzeydeyken. Şükran Günü'nden önce yağarsa şikâyet ederdiniz, Cadılar Bayramı'ndan önce yağarsa daha fazla sızlanırdınız, ondan sonra biri size Capri adasında değil, Maine'de yaşadığınızı hatırlatırdı.
Tom, Jordan, Denişe ve Dan'in o gece nerede olduğunu merak etti. Acaba Denişe doğum vakti geldiğinde ne yapacaktı? Denise'in çetinceviz olduğunu, her sorunla başa çıkabileceğini düşündü. Acaba Tom ve Jordan onu, onun onları düşündüğü kadar sık düşünüyor, onu, onları özlediği kadar özlüyor muydu? Jordan'ın ciddi bakışlı gözlerini, Tom'un alaycı gülümsemesini çok özlemişti. O gülümsemeden nasibini yeterince alamamıştı, yaşadıkları pek de eğlenceli sayılmazdı.
Acaba oğluyla geçirdiği şu son bir hafta hayatının en yalnız haftası mıydı? Galiba bunun cevabı evetti.
422
Cep
Başını eğip elindeki cep telefonuna baktı. Her şeyden çok onu düşünüyordu. Bir arama daha yapıp yapmamayı. Üç sinyal çizgisi vardı, üç kesin çizgi ama şarjın eninde sonunda biteceğini biliyordu. Frekans'ın sonsuza dek süreceğinden de emin olamazdı. Sinyali uydulara gönderen bataryalar (eğer olan buysa ve hâlâ devanı ediyorsa) her an tükenebilirdi. Ya da Frekans değişim geçirip basit bir dalgaya, aptalca bir mırıltıya veya yanlışlıkla birinin faks cihazını aradığınızda duyduğunuz o tiz sese dönüşebilirdi.
Kaı. Iıkirnin yirmi birinde kar Aymyirmi biri miydi? Günlerin ucunu kaçırmıştı. Emin olduğu bir şey varsa o da her gece dışarıda daha çok frekonun öldüğüydü. Clay, onu arayıp bulmasaydı Johnny de onlardan bin olacaktı.
Asıl soru, ne bulduğuydu.
Kurtardığı neydi?
Bağa.
Baba?
Belki.
Çocuk o zamandan beri bir kelimeye benzer hiçbir şey söylememişti. Clay ile birlikte yürümeye itiraz etmiyordu... ama alıp başını başka yönlere gittiği de oluyordu. Böyle yaptığı zaman Clay, onu bir süpermarketin otoparkında uzaklaşmaya kalkan bir bebek gibi yakalayıp çeviriyordu. Bunu her tekrarlayışında elinde olmadan çocukken sahip olduğu kurmalı oyuncak robotu hatırlıyordu. Bir köşeye sıkışır, biri tekrar odanın ortasına doğru çevirene dek duvara karşı olduğu yerde adım atar dururdu.
Clay üzerinde anahtarı olan bir araba bulduğunda Johnny ilk anda panikle debelenmiş, koltuğa oturtulup kemeri bağlanıp yola çıkmalarının ardından ise hipnotize olmuş gibi sakinleşmişti. Hatta camı indirme düğmesini bulmuş, başını hafifçe kaldırıp gözlerini kapatarak rüzgârın yüzü-
423
Stephen King
ne çarpmasına izin vermişti. Clay rüzgârın oğlunun uzun, kirli saçlarını savuruşunu izlemiş ve, Tanrı'm bana yardım et, bir köpekle yolculuk etmeye benziyor, diye düşünmüştü.
Etrafından dolaşamayacakları bir yol barajına vardıklarında Clay, oğlunu arabadan indirdi ve altını ıslatmış olduğunu gördü. Komqma yeteneğinin yanı sıra tuvalet eğitimini de kaybetmiş, diye düşündü korkuyla. Ve düşüncesi doğru çıktı ama sonuçları Clay'in korktuğu kadar karmaşık veya kötü olmadı. Johnny'nin artık tuvalet eğitimi yoktu, ama durup bir tarlaya götürüldüğünde ihtiyacı varsa işiyordu. Büyüğünü yapması gerektiğinde de olduğu yere çömeîiyor ve dalgınca gökyüzüne bakarak bağırsaklarını boşaltıyordu. Belki gökyüzünde uçan kuşların yönlerini takip ediyordu. Belki etmiyordu.
Tuvalet eğitimli değildi ama ihtiyacını kendi görebiliyordu. Clay'in aklına yine daha önce beslediği köpekler geldi.
Ama bir fark vardı, köpekler gece yansı uyanıp on beş dakika boyunca çığlık atmıyordu.
5
O ilk gece Newfield Ticarethanesi'nin yakınlarında bir evde kalmışlar ve gece çığlıklar başladığında Clay, Johnny'nin ölmekte olduğunu sanmıştı. Çocuk, Clay'in kucağında uyumuş olmasına rağmen irkilerek uyandığında kollarının arasında değildi. Johnny yatağın üstünde değil, altındaydı. Clay nefes almayı güçleştiren toz topaklarıyla dolu dar yere sürünerek girmiş, demir bir çubuk gibi kaskatı olmuş zayıf çocuğu tutmuştu. Johnny'nin çığlıkları, o küçük ciğerlerin üretebileceğinden şiddetliydi ve Clay çığlıkları yükseltilmiş halde beyninin içinde duymakta olduğunu an-
¦1.24
Cep
lamıştı. Clay'in vücudundaki bütün tüyler, kasıklanndakiler bile dimdik olmuş gibiydi.
Johnny yatağın altında neredeyse on beş dakika boyunca çığlık atmış, sonra çığlıkları başladığı gibi aniden kesilmişti. Bedeni gevşeyivermişti. Ciay nefes aldığından emin olabilmek için başını Johnny'nin bedeninin yan tarafına yaslamak zorunda kalmıştı (Çocuğun kollarından biri her nasılsa o daracık yerde Clay'in ensesiyle yatağın altı arasına sıkışmıştı.).
Bedeni çuval gibi gevşek olan Johnny'yi yatağın altından çekerek çıkarmış ve tozlu, kirli çocuğu tekrar yatağa yatırmıştı. Uykuya dalmadan önce neredeyse bir saat boyunca yanında uyanık yatmıştı. Sabah yatakta yine yalnızdı. Johnny yine yatağın altına girmişti. Kendine sığınak arayan, dayak yemiş bir köpek gibiydi. Görünüşe bakılırsa daha önceki freko davranışının tam tersiydi... ama elbette Johnny onlardan biri değildi. Johnny yeni bir şeydi. Tanrı yardımcısı olsun.
6
Springvale Müzesi'nin küçük ve hoş bakıcı evindeydiler. Bol miktarda yiyecek, fırınlı odun sobası ve tulumbayla çekilen içme suyu vardı. Bir kimyasal tuvalet bile vardı (Johnny onu kullanmıyordu; Johnny ihtiyacını arka bahçede görüyordu.).
Zaman, Johnny'nin her geceki çığlık krizleri haricinde çok sessiz geçiyordu. Düşünecek çok vakit olmuştu ve Ciay, oğlunun giysi dolabında uyumakta olduğu o anda oturma odasının penceresinin önünde durup dışarıda yağmakta olan karı seyrederken düşünme faslının artık bittiğine karar verdi. O bir müdahalede bulunmadığı sürece hiçbir şey değişmeyecekti.
425
Steplıen King
Bir cep telefonuna daha ihtiyacın olacak, demişti Jordan. Ve onu kapsama alanı dahilinde bir yere götürmelisin.
Burası kapsama alanı dahilindeydi. Hâlâ sinyal vardı. Telefonun ekranındaki çizgiler bunun kanıtıydı.
Daha kötü ne olabilir ki? diye sormuştu Tom. Ve omuz silkinişti. Ama o omuz silkebilirdi, elbette, değil mi? Johnny, Tom'un çocuğu değildi, Tom'un artık kendi çocuğu vardı.
Her şey beyinlerin EMP'ye maruz kalan ciddi şekilde korunan bilgisayarlar gibi davranıp davranmayacağına bağlı, demişti Jordan. Sisteme kaydetmek.
Sisteme kaydetmek. Bir tür gücü olan bir cümle.
Ama böyle büyük oranda teorik bir ikinci sistem yüklemesi için fre-ko programının silinmesi gerekiyordu ve Jordan'ın fikri -ilkini söndürmek için ters yönde çıkarılan bir yangın gibi Johnny'yi tekrar Frekans'a maruz bırakmak- Clay'in Frekans'ın değişimden geçerek o an ne tür bir programa dönüştüğünü bilememe gerçeği düşünüldüğünde o kadar ürkütücü, o kadar delicesine tehlikeli geliyordu ki... hâlâ aktif olduğu varsayı-lırsa elbette (varsaymanın sonu boktur, tamam tamam)...
"Sisteme kaydet," diye fısıldadı Clay. Dışarıda hava neredeyse kararmıştı, kar taneleri belli belirsiz seçiliyordu.
Frekans artık farklıydı, bundan emindi. Gece ayakta gördüğü ilk fre-koları hatırladı, Gurleyville Gönüllü İtfaiye Teşkilatı'nda gördüklerini. Eski itfaiye kamyonu için kavga ediyorlardı ama bundan daha fazlasını yapıyorlardı; konuşuyorlardı. Kelime olabilecek anlamsız sesler çıkarmıyorlar, konuşuyorlardı. Mükemmel değildi, kokteyl partilerde edilen sohbetlere benzemiyordu ama bilinen anlamda konuşuyorlardı işte. Git. Sen git. Ve çok popüler olan Beniınyonum. O ikisi ilk frekolardan farklıydı -Hırpani Adam döneminin frekolarından- ve Johnny de o ikisinden fark-
426
Cep
lıydı. Neden? Virüs tahrip etmeye devam ettiği ve Frekans programı hâlâ değişim geçirmekte olduğu için mi? Muhtemelen.
Jordan'ırı onu öpüp kuzeye gitmeden önce son söylediği, Johnny ve diğerlerine işlem noktalarında yüklenen programın üstüne yeni versiyonunu yuklersen birbirlerini yiyip yok edebilirler, olmuştu. Çünkü virüslerin yaptığı budur. Yerler.
Ve soma, eğer eski program hâlâ oradaysa... sisteme kayıtlı duruyorsa...
Clay'in sıkıntılı düşünceleri Alice'e yöneldi... annesini yitiren, korkularını bir çocuk ayakkabısına naklederek cesur olmanın yolunu bulan Alice'e. Gaiten'dan ayrılmalarından saatler sonra, 156. Karayolu üzerinde Tom başka bir normal grubuna yol kenaıındaki piknik masasını paylaşmayı teklif etmişti. Bu onlar demişti içlerinden biri. Bunlar Gaiten tayfası. Bir başkası Toın'a cehenneme gitmesini söylemişti. Ve bunun üzerine Alice ayağa fırlamıştı. Ayağa fırlamış ve...
"En azından biz bir şey yaptık demişti," dedi Clay kararan caddeye bakarak. "Sonra onlara, 'siz ne bok yaptınız?' diye sormuştu."
İşte ölü bir kız sayesinde cevap karşısındaydı. Johnny-Gee'nin durumu iyiye gitmiyordu. Clay'in seçenekleri ikiye inmişti: elindekini tutmak veya hâlâ vakit varken bir fark yaratmaya çalışmak. Varsa tabi.
Pilü bir lamba yakarak yatak odasına gitti. Giysi dolabının kapağı aralıktı ve uyumakta olan Johnny'nin yüzünü görebiliyordu. Yanağı avu-cunda, dağınık saçları alnına düşmüş halde uyurken Clay'in elinde Kara Gezgirı'in bulunduğu evrak çantasıyla bin yıl önce Boston'a giderken veda öpücüğü verdiği çocuğa ne kadar da benziyordu. Ondan biraz daha zayıftı, ama onun dışında tıpatıp aynıydı. Aralarındaki farklar sadece uyanıkken görülebiliyordu. Sarkık çene ve boş gözler. Çökük omuzlar ve sarkan eller.
427
Stephen King
Clay kapağı ardına dek açtı ve kamp yatağının önünde diz çöktü. Johnny lambanın ışığı yüzüne vurduğunda hafifçe kıpırdandı, sonra yine hareketsiz kaldı. Clay dua eden biri değildi ve son birkaç hafta yaşadıklarının Taorı'ya duyduğu inancı kuvvetlendirdiği söylenemezdi, ama oğlunu bulmuştu, bu gerçek inkâr edilemezdi, bu yüzden içinden dua etti: Tony, Tony, duy beni, göster yitip gideni.
Cep telefonunun kapağını açtı ve çalıştırdı. Telefon bipledi. Ekranı aydınlandı. Üç çizgi belirdi. Bir an için tereddüt etti, ama aranacak numara konuşundu fazla düşünmeye gerek yoktu; Hırpani Adam ve dostlarının kullandığı üç rakamı tuşladı.
Uzanıp Johnny'nin omzunu sarstı. Çocuk uyanmak istemedi. İnleyip gerilemeye çalıştı. Sonra diğer tarafa dönmek istedi. Clay buna izin vermedi.
"Johnny! Johnny-üee! Uyan!" Daha şiddetli sarstı ve çocuk boş gözlerini tamamen açıp insana özgü o merak yerine ihtiyatla bakmaya başlayana dek durmadı. Kötü muamele edilmiş bir köpeğin bakışıydı ve her görüşünde Clay'in kalbini sızlatıyordu.
Son şans, diye düşündü. Bunu yapmak istediğinden emin misin? Şansın yüzde ondan fazla olamaz.
Ama Johnny'yi bulma ihtimali ne kadardı? Ya da Johnny'nin patlamadan önce Kashwakamak'tan ayrılma olasılığı? Binde bir mi? On binde bir mi? Johımy on üçüne, on beşine, yirmi birine vardığında Johnny'nin gözlerinde hâlâ o ihtiyatlı bakısı görmeye dayanabilecek miydi? Oğlunun giysi dolabında uyuyup arka bahçeye sıçmasına ne kadar dayanabilecekti?
Biz hiç olmazsa bir şey yupiık, demişti Alice Maxwell.
428
Cep
Tuşların üstündeki ekrana baktı. 911 rakamı ilan edilmiş bir kader gibi simsiyah, belirgindi.
Johnny'nin gözleri kapanıyordu. Clay uyumasına engel olmak için çocuğu sertçe sarstı. Bunu sol eliyle yapmıştı. Sağ elinin başparmağıyla arama tuşuna bastı. İki saniye geçtikten sonra ekranda BAĞLANDI yazısı belirdi. Bunu gören Clayton Riddell kendine düşünme fırsatı tanımadı.
"Hey, Johnny-Gee," dedi. "Telefon sana." Ve cep telefonunu oğlunun kulağına dayadı.
30 Aralık 2004 -17 Ekim 2005 Center Lovell, Maine
429
Cep
Teşekkür
Kitabı yayına Chuck Verrill hazırladı ve harika bir iş çıkardı. Teşekkürler, Chuck.
Rofoin Furth cep telefonları hakkında araştırmalar yaptı ve insan ruhunun özünde ne olabileceğine dair çeşitli teoriler buldu. Doğru bilgiler ona aittir, anlayıştaki hatalar ise bana. Teşekkürler, Robin.
Karım ilk taslağı okudu ve cesaret verici sözler söyledi. Teşekkürler, Tabby.
Bostonlular ve kuzey New Englandlılar coğrafi anlamda özgürce davrandığımı fark etmiştir. Ne diyebilirim? Arazi bana uydu (Küçük bir kelime oyunu yapmak istedim.).
Bildiğim kadarıyla FEMA cep telefonu iletişim kulelerine yedek jeneratörler yerleştirmek için ödenek almış değil, ama pek çok yayın kulesinin enerji kesintilerine karşı önlem olarak yedek jeneratörler bulundurduğunu belirteyim.
Stephen King _ Cep
www.kitapsevenler.com
Merhabalar
Buraya Yüklediğim e-kitaplar Aşağıda Adı Geçen Kanuna İstinaden
Görme Özürlüler İçin Hazırlanmıştır
Ekran Okuyucu, Braille 'n Speak Sayesinde Bu Kitapları Dinliyoruz
Amacım Yayın Evlerine Zarar Vermek Değildir
Bu e-kitaplar Normal Kitapların Yerini Tutmayacağından
Kitapları Beyenipte Engelli Olmayan Arkadaşlar Sadece Kitap Hakkında Fikir Sahibi Olduğunda
Aşağıda Adı Geçen Yayın Evi, Sahaflar, Kütüphane, ve Kitapçılardan Temin Edebilirler
Bu Kitaplarda Hiç Bir Maddi Çıkarım Yoktur Böyle Bir Şeyide Düşünmem
Bu e-kitaplar Kanunen Hiç Bir Şekilde Ticari Amaçlı Kullanılamaz
Bilgi Paylaştıkça Çoğalır
Yaşar Mutlu
Not: 5846 Sayılı Kanunun "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler " bölümünde yeralan "EK MADDE 11. - Ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim
ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü
bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill
alfabesi ve benzeri 87matlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde
satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması
ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." maddesine istinaden web sitesinde deneme yayınına geçilmiştir.
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Bilgi İşlem ve Otomasyon Dairesi Başkanlığı
Ankara
Tarayan
Eylem
Stephen King _ Cep
Dostları ilə paylaş: |