Stephen King Hayvan Mezarlığı



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə18/26
tarix29.12.2017
ölçüsü1,11 Mb.
#36363
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   26

«İkisi de yandılar öylece.»

— 229 —


«Evet. Ama yangından önce ölmüşlerdi. Timmy, Büly Bater-man'm tabancasıyla göğsünden iki kere vurulmuştu. Tabancayı Bill'in elinde buldular. Anlaşıldığı kadanyla oğlunu öldürmüş, cesedi yatağına yatırmış, sonra da evi kundaklamıştı. Radyonun yanındaki koltuğuna oturmuş, gazı ateşlemiş, kendini de tüfeğiyle ağzından vurmuştu.»

«Tannm»


«İkisi de yanmışlardı ama adli tıp doktoru Timmy Baterman' in cesedinden iki üç hafta önce öldüğünün anlaşıldığını söyledi.»

Jud ayağa kalktı. «Oğlunun ölümünde benim de parmağım olduğunu söylerken abartıyor değildim. Louis. Micmac'lar o yeri biliyorlardı, ama orasının bu iş için yapıldığı anlamına gelmez bu, Micmac'lar ilk zamanlardan beri burada yaşamamışlardır. Kanada'dan, belki Rusya'dan, hatta Asya'dan gelmiş olabilirler buraya. Bin, iki bin yıl yaşamışlardır Maine'de. Toprakta bir iz bırakmadıkları için zamanı kestirmek güçtür. Şimdi de yine iz bırakmadan yokolup gittiler. Günün birinde bizim de yokolup gideceğimiz gibi. Ama belki de biz daha kalıcı bir iz bırakırız. Ama buralarda kim yaşarsa yaşasın, o yer hep kalacaktır, Louis. Birisi orasının sahibiymiş de giderken sırnnı da götürmüş gibi değil yani. Kötü bir yer orası. Kediyi gömmek için seni oraya götürmem yanlış bir şeydi. Bunu şimdi anlıyorum. Ailenin, kendinin iyiliğini düşünürsen çok dikkatli olman gereken bir gücü var o yerin. Ben buna karşı koyacak kadar güçlü değildim. Sen Norma'nm hayalını kurtarmak istemiştin, ben de bunun karşılığında sana bir şeyler yapmak istedim... ama o yer benim iyiliğimi kendi kötülüğüne alet etti. Bir gücü var orasının... tıpkı ay gibi çeşitli dönemlerden geçiyor bu güç sanınm. Daha önce gücünün doruğundaydı, yine o zamanın yaklaşmış olmasından korkuyorum. Oğlun aracılığıyla seni ele geçirmek istemesinden korkuyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musun, Louis?» Yaşlı adamın gözlerinde yalvaran bir bakış vardı.

«O yerin Gage'in öleceğini bildiğini söylüyorsun sanınm.•

«Hayır. Sana orasının gücünü gösterdiğim için Gage'i öldürdü diyorum. Niyetimin iyiliğine karşılık oğlunu ben öldürdüm diyorum, Louis.»

«inanmıyorum,» dedi Louis. inanmıyordu, inanmayacaktı, inanamazdı.

— 230 —


Sımsıkı tuttu Jud'un elini. «Gage'i yann gömüyoruz. Ban-gor'a. Ve Bangor'da kalacak. Hayvan Mezarlığına ya da ötesine bir daha gitmeyeceğim.»

•Söz ver!» dedi Jud sert bir sesle. -Söz ver bana!»

«Söz veriyorum.»

Ama aklının bir köşesinde bir türlü sönmek bilmeyen titrek bir alev yanıyordu.

40

Ama bunlardan hiçbiri olmadı.



Kahkahalarla gülen oğlunun ardından koştuğu birkaç saniye içinde hepsi Louis'in aklından geçti yalnızca: Orinco tankerinin homurtusu. Rachel'in sabahlığıyla oğlunun ölüsünü ziyarete gitmek istemesi, Ellie'nin Gage'in resmini taşıması, iskemlesini yatağının yanına yerleştirmesi. Steve Masterton'ıın gözyaşları, Invin Goldman'la kavga. Jud Crandall'ın Timmy Bater-man hikâyesi. Arkasında Rachel bağırıyordu. Gage. gel buraya, koşma! Ama Louis soluğunu beş yere harcamıyordu. Çok az zamanı vardı, yolda tankerin homurtusu duyuluyordu. Kafasının içinde bir bellek anahtarı çevrilmişti, Ludlow'daki ilk günlerinde Jud'un Rachel'e söylediklerini anımsıyordu. Yola dikkat edin. Dayan Creed. Çocuklar ve hayvanlar için çok tehlikelidir.

Gage şimdi bahçeden yola inen hafif eğimli yamacın başındaydı. Küçük bacakları motor gibi işliyordu, normal olarak tökezleyip düşmesi gerekirdi, ama düşmeden koşuyordu işte, kamyonun gürültüsü de artmıştı şimdi. Louis'in kimi zaman gece uykuya dalmak üzereyken duyduğu o alçak, horultu gibi motor gürültüsü.

Tannm. ne olur yakalayayım onu, yola çıkmasın. Tanrım!

Louis son bir hızla ileri fırlayıp bir ragby oyuncusu gibi kendini yere attı. Gözucuyla gölgesini görüyordu, Bayan Vinton'un arsasında uçurduklan uçurtmanın gölgesini hatırladı. Gage kendini yola attığında parmaklan da oğlanın ceketine değmişti...

Gage'i yakaladığı anda kendisi de yüzüstü yere düştü, yüzü

— 231 —


taşlara sürtünclü, burnu kanadı. Gage'in kıçüstü yere oturup da başını yamaca vurunca çıkardığı sesi duyduğu anda tüm acısı kayboldu ama. Bir an sonra oğlanın ağlaması yanlannda hızla geçen kamyonun gürültüsü ve havalı kornasının böğürmesiy-le duyulmaz olmuştu.

Louis, güçlükle doğrulup oğlunu kucakladı. Bir an sonra Rac hel de ağlaya ağlaya gelmişti yanlarına. «Bir daha sakın yola inme, Gage! Asla! Asla! Yol kötül Kötü!» Gage bu ağlamaklı derse öylesine şaşmıştı ki, kendi ağlamasını unutup şaşkınlıkla baktı annesine.

«Louis, burnun kanıyor.» Rachel kocasını öyle sıkı kucakla di ki, Louis soluğunun kesildiğini hissetti.

Rachel'in birkaç dakika hiç durmadan gülmesi Louis'i korkutmuştu. Gage gerçekten ölseydi Rachel buna dayanamam, mutlaka aklını kaçırırdı, diye düşündü.

Ama Gage ölmemişti. Güneşli mayıs günü Louis oğlunun ölümüyle yarışırken yalnızca hayalinden geçmişti bunlar.

Louis yağmurlu sabahın saat yedisinde, yastığını kucaklamış olarak uyandı. Kalbi attıkça başı zonkluyor, sancı bir geliyor, bir hafifleyip kayboluyordu. Geğirdikçe ağzına ekşi bira tadı geliyor, midesi allak bullak oluyordu. Ağlamış olmalıydı, yastığı sırılsıklamdı. Rüyasında bile içinde bir yer gerçeği biliyordu ve ağlamıştı.

İçkinin verdiği başağrısımn sarsıntıyla güçlükle kalkıp ban- \ yoya gitti. Tam anında kalkmış, geceki biranın tümünü öğüre öğüre küsmüştü.

Gözleri kapalı olarak klozetin önünde diz çöktü, ayağa kalkmak için başının dönmesinin hafiflemesini bekledi. El yordamıyla sifonu çekti. Gözlerinin ne kadar kanlı olduğuna bakmak; için aynaya gitti, ama aynanın üzerine kâğıt örtülmüştü. Son-; ra anımsadı. Rachel hatırlamak bile istemediği geçmişine dönmüş ve evdeki bütün aynaları örtmüştü. Eve girerken de ayakkabılarını çıkanyordu artık.

Dönüp yatağına oturdu. Biranın ekşi tadı dilini pas gibi kaplamıştı. Bir daha ağzına değdirmeyeceğine söz verdi ne ilk. ne de son olarak, öylece yatağında oturmuş pencerenin dışında camdan süzülerek akan yağmuru seyrederken birden acısı bir tokat gibi çarptı yüzüne. Bir anda gelip hiçe çevirdi kendisini.

— 232-


kalan tüm savunmasını alıp götürdü. Louis yüzünü avuçlanna gömüp hüngür hüngür ağlamaya başladı, bir yandan da olduğu yerde iki yana sallanıyor, ikinci bir fırsata sahip olmak için her şeyi, her ne olursa olsun, her şeyi yapmaya hazır olduğunu düşünüyordu.

41

Gage o öğledensonra saat ikide gömüldü. Yağmur dinmişti. Başlan üstünde hâlâ bulutlar vardı ama, cenazeye katılanların çoğu cenaze evinin sağladığı siyah şemsiyeleri kullanıyorlardı.



Rachel'in isteği üzerine mezar başındaki kısa ayini yöneten cenazeevi müdürü Matthew İncilinden «Küçük çocuklarınız bana gelsin» pasajını okudu. Mezarın kenarında duran Louis karşısındaki kayınpederine baktı. Goldman da biran damadının yüzüne baktı, sonra bakışlarını indirdi. Kavga edecek gücü kalmamıştı artık. Gözlerinin altında şişkin torbalar vardı, takkesinin çevresindeki örümcek ağı gibi ince ve beyaz saçları rüzgârda savruluyordu. Yanaklarından sarkan kırçıl sakalıyla her ?.amankinden çok bir ayyaşı andırıyordu. Louis onun nerede olduğunu bilmediği izlenimine kapıldı. Yüreğinde hâlâ adama karşı bir acıma duyamıyordu.

Gage'in kilidi onarılmış küçük beyaz tabutu kızaklar üstündeydi. Mezann kenarlarına insanın gözlerini kamaştıracak yeşillikte yapma bir ot tabakası serilmişti. Bunun üzerinde renkli çiçek sepetleri vardı. Louis müdürün omzu üzerinden arkaya baktı. Adamın ardında aile mezarlarıyla kaplı alçak bir tepe görünüyordu. PHİPPS adını taşıyan bir tanesinin arkasında san bir şey vardı. Müdür. «Dua edelim,» diyerek başını yere indirdiğinde bile Louis oraya bakmaya devam etti. Az sonra bunun ne olduğunu anlamıştı. Bir greyderdi bu. Yaşlı ailenin göremeyeceği bir yere park edilmişti. Tören sona erer ermez sürücüsü sigarasını söndürüp yanında taşıdığı her ne biçim bir kutuysa ona atacak (mezarlıkta mezar kazıcıların sigara içmeleri yasaktı, yakalanan hemen kovulurdu; kötü bir izlenim yaratırdı

•233 —

sigara içilmesi, müşterilerden çoğu çifter kanserinden ölmüştü)» aracına atlayıp motoru çalıştıracak ve oğlunun güneşle ilişkisini tümden kesecekti... Yeniden Diriliş gününe kadar.



Yeniden Diriliş... işte bir sözcük sana..

(Bunu kafandan silip atman gerektiğini çok iyi biliyorsun.)

Müdür, «Amin,» deyince Louis karısının koluna girip kadını oradan uzaklaştırdı. Rachel itiraz etti, birkaç dakika daha kalmak istiyordu, lütfen Louis. ama Louis kararlıydı. Arabalara doğru yürüdüler. Müdür cenaze evinin adı yazılı şemsiyeleri saygıyla ziyaretçilerden alıp yanındaki yardımcısına veriyordu. Yardımcısı ıslak çimenler üstündeki şemsiyeliğe yerleştiriyordu bunlan. Louis sağ eliyle karışım, sol eliyle de Ellie'nin beyaz eldivenli elini tutuyordu. Ellie'nin üzerinde Norma CrandaU'm cenazesine giydiği elbise vardı.

Louis karısıyla kızını arabaya bindirirken Jud geldi yanına. O da berbat bir gecş geçirmiş gibiydi.

«iyi misin, Louis?»

Louis başını salladı.

Jud arabanın içine doğru eğildi. «Nasılsın, Rachel?»

«tyiyim, Jud.»

Jud hafifçe kadının omzuna dokundu. Ellie'ye baktı. «Sen nasılsın, sevgili yavrum?»

«tyiyim.» Ellie ne kadar iyi olduğunu göstermek için köpekbalığı gibi açtı ağzını.

-O elindeki resim de ne bakalım?»

Louis bir an kızın resmi göstermeyeceğini düşündü. Amı Eüie insanın yüreğini burkan bir utangaçlıkla resmi Jud'a uzattı. Jud daha çok. büyük yol makinelerinin motorlarıyla ya da vagonların bağlantılarıyla çalışmaya uygunmuş gibi görünen kaba, iri parmaklan arasında tuttu resmi. Ama bu parmaklar bir sihirbaz ya da cerrah ustalığı ve inceliğiyle Gage'in boynundan arının iğnesini çekip çıkarmıştı aynı zamanda.

«Bu güzel işte,» dedi Jud. «Kardeşinin kızağını çekiyorum, ha? Bundan çok horlanmıştı herhalde, öyle mi, Ellie?»

Ellie başını salladı, ağlamaya başladı.

Rachel bir şey söylemek için ağzını açarken Louis karışıma kolunu sıktı... sakin oi biraz.

«Hep onun kızağını çekerdim,» dedi Ellie ağlayarak, «öyle

— 234 —

çok güzeldi ki. Sonra eve girerdik, annem bize kakao verirdi. 'Ayakkabılarınızı kaldırın,' derdi. Gage de ayakkabılarını yakalar. 'Kabı! Kabil' diye bağırırdı. Hatırlıyor musun, anne?»



Rachel başını eğdi.

«iyi günler geçirmiş olmalısınız,» diyen Jud resmi geri verdi. -Şimdi Gage ölmüş olabilir, Ellle, ama anılarını hep saklayabilirsin anık.»

«Saklayacağım.» Ellie gözlerini sildi. «Gage'i severdim. Bay Crandall.»

«Biliyorum, yavrum.» Jud eğilip kızı öptü. Geri çekilirken taş gibi bakışlarla baktı Louis'le Rachel'e. Rachel anlamayarak, biraz da kırılmış olarak baktı adama. Ama Louis onun ne demek istediğini çok iyi anlamıştı.- Kız için ne yapıyorsunuz? diye soruyordu Jud'un bakıştan. Oğlunuz öldü. ama kızınız yasıyor. Onun için ne yapıyorsunuz?

Louis gözlerini kaçırdı. Ellie için yapacak bir şey yoktu. Hiç olmazsa şimdilik. Kız elinden geldiğince başa çıkmalıydı kendi yaşıyla. Louis'in aklında yalnızca oğlu vardı.

42

Akşama doğru sert bir kuzey rüzgârı başlamış, gök bulutlarla dolmuştu. Louis ceketini giydi, fermuarını çekti, duvardaki çividen arabanın anahtarlarını aldı.



«Lou, nereye gidiyorsun?» diye sordu Rachel. Fazla bir merak göstermeden konuşuyordu. Yemekten sonra yine ağlamaya başlamıştı. Louis kansına bir Valium verdi zorla. Şimdi kadın gazeteyi açmış, bilmece yapmaya çalışıyordu. Ellie ise öteki o-dada Küçük Ev'i seyretmektc;ydi. Gage'in resmi kucağındaydı.

«Bir pizza alayım dedim.-

-Akşamüstü doymadın mı?»

«O zaman aç değildim.» diye gerçeği söyledi Louis. Sonra da bir yalan kıvırdı. «Şimdi acıktım.»

O öğledensonra, saat üçle altı arası. Gage'in cenaze töreninin son bölümü yapılmıştı. Ludlow'daki evde. Yemek töreniydi

— 23iS —


bu. Steve Masterton'la karısı ellerinde bir tencere yemekle gelmişlerdi. Ardından Charlton da bir kap yemek getirmişti. Rac-hel'e, «Hepsini yiyemezseniz bile yarına da kalabilir,» demişti. Az ileride oturan Danniker'ler jambon getirmişlerdi. Goldman* lar -ikisi de Louis'le konuşmamışlar, hatta selam bile vermemişlerdi- çeşitli soğuk et ve peynir getirmişlerdi. Jud da pek sevdiği peynirden bir tekerlek getirmişti. Missy Dandridge limonlu pasta. Surrendra Hardu da elma getirmişti. Yiyecek töreni dini farklılıkların üstündeydi anlaşıldığı kadanyla.

Cenaze töreni partisi buydu işte, sakin olmasına rağmen pek sessiz sayılmazdı. Normal bir partide olduğunda daha az içki içilmişti. Birkaç şişe biradan sonra (daha bir gece önce biraya tövbe etmişti Louis, ancak öğledensonrasmın o soğuk İşığında bir gece öncesi çok eskilerde kalmış gibiydi) Louis, Cari Amcasından öğrendiği bir iki şey anlatmayı düşünmüştü ölüler üzerine. Sicilya'da cenaze törenlerinde evlenmemiş kadınlar, aşkta şans getirsin diye kefenden bir parça kopanp yastıklarının altına saklarlardı, ölülerin ayak parmaklarının bağlanması Keklerin ölünün hayaletinin kalkıp dolaşmasını önlemek içindi. Cari Amca cesetlerin ayak başparmaklarına küçük levhalar bağlama geleneğini çoğu İrlandalı olan morgda çalışanlar tarafından başlatıldığını söyler, bunun da eski geleneklerin devam ettirilmesine bağlandığını iddia ederdi. Ama Louis dinleyicilerinin yüzlerine bakınca bu tür hikâyelerin yanlış yorumlanabileceğini farketmişti.

Rachel yalnızca bir kez ağlamış, annesi de kızını avutmaya koşmuştu. Rachel, Dory Goldman'ın göğsüne kapanıp doyasıya ağlamıştı. Bunu Louis'le yapamamıştı, çünkü ya hem kendisini, hem de kocasını Gage'in ölümünden suçlu tutuyordu, ya da kendi dünyasına kapanmış olan Louis, böyle bir şeyi yapması için ona cesaret vermemişti. Her neyse, avuntu aramak için annesine dönmüştü ve Dory Goldman da kızını avutmaya, onunla birlikte gözyaşı dökmeye hazırdı. Irvrin Goldman arkalarında, bir elini kızının omzuna dayamış olarak duruyor ve pis bir zafer ifadesiyle Louis'e bakıyordu.

Ellie üzerlerine birer kürdan sokulmuş kanepelerle dolu gümüş tepsiyi odada gezdirmişti. Gage'in resmi kolunun altındaydı.

Louis başsağlığı dileklerini kabul etti. Başsağlığı dileyenlere

— aaa —


tek tek teşekkür ettt. Gözlerinde bakışları uzak. tavırları biraz soğuksa da herkes onun geçmişi, kazayı, önündeki Gage'siz yaşamı düşündüğünü sanmış olmalıydı. Hiçbiri (belki de Jud bile) onun mezar soygunculuğu düşündüğünü aklına getiremezdi... bir düşünce olarak kuşkusuz böyle bir şey yapmaya biç niyeti yoktu. Kafasını meşgul etmek için bir düşünceydi bu yalnızca.

Bir şey yapmaya hiç niyeti yoktu.

Louis, Orrington Corner Mağazasının önünde durup bir düzine bira aldı, Napoli'ye telefon edip bir mantarlı pizza sipariş etti.

«Adınızı verecek misiniz, efendim?»

Müthi$ ve Büyük Öz, diye düşündü Louis.

«Lou Creed •

«Tamam, Lou, şimdi işimiz biraz fazla, kırk beş dakika sonra falan hazır olur. tamam mı?»

«Tamam.» Louis telefonu kapatıp arabasına döndüğünde Bangor civannda en az yirmi pizzacı olduğunu, ama kendisinin Gage'in gömülü olduğu Pleasantvievv'a en yakın olanını seçtiğini farketti. Neymiş yani. diye düşündü. Esaslı pizza yapıyorlar. Donmuş mayadan değil. İnsanın gözü önünde yapıyorlar üstelik, havaya atıp tutuyorlar hamuru, Gage ne kadar gülerdi...

Ama hemen bıraktı bu tür düşünceleri.

Napoli'nin yanından geçip arabayı Pleasantvievv'a sürdü. Bunu yapacağını biliyordu daha ilk baştan, ama ne zaran vardı ki? Hiç.

Arabayı karşı kaldırımda bırakıp sokağı geçti, süslü demir parmaklıklı kapıdan içeri girdi. Günün son ışıklarında parlıyordu kapı. Üstünde yanm daire biçiminde, yine dövme demirden harflerle PLEASANTVlEVV (HOŞ MANZARA; yazıyordu. Lo-uis'e göre. manzaranın hoşa gidecek ya da gitmeyecek bir yanı yoktu. Mezarlık birkaç alçak tepe üzerine kurulmuştu. Uzun ağaçlıklı yollar vardı mezarlar arasında. Günün bu son ışıklı birkaç dakikasında ağaçların gölgeleri karanlık sulan andırıyordu. Birkaç tane de salkım söğüt. Sakin bir yer değildi. Karayolu yakın olduğu için rüzgar estikçe trafiğin boğuk gürültüsü ke-

— 237 —


sintisiz olarak geliyordu; kararan gökyüzündeki parıltı da Bar. gör Uluslararası Havaalanıydı.

Louis, kilitlidir herhalde, diye düşünerek elini kapıya uzattı, ama kapı kilitli değildi. Belki de erkendi saat, yada ancak sarhoşlara, sevişmek için kuytu bir yer arayanlara karşı kilitlenir di daha sonra. Sağdaki kapı hafif bir gıcırtıyla açıldı. Louis kendisini gözetleyen biri bulunmadığından emin olmak için omzu üzerinden arkasına baktıktan sonra içeri girdi. Kapıyı arkasın dan kapadı, kilidin yerine oturduğunu duydu.

Ölülerin bu alçakgönüllü mahallesinde durup çevresine bakındı.

Güzel ve özel bir yer. ama o kadar işte.

Birden kafasının içinde Jud'un endişeli ve korkulu sesini duydu. Evet, korkulu.

Louis, ne işin var burada? Gitmek istemediğin bir yola bakmaktasın.

Sesi bir yana itti Louis. Eğer işkence ettiği biri varsa, o da kendisiydi. Gün geceye dönüşürken burada olduğunu kimsenin bilmesi gerekmezdi.

Ara yollardan birine dalıp Gage'in mezanna doğru yürümeye başladı. Az sonra ağaçlar arasındaki yoldaydı. Taze yapraklar esrarlı hışırtılarla mırıldanıyorlardı başı üzerinde. Kalbi güm-leyerek atıyordu. Mezarlar karışıktı. Müdürlük binasında bir yerde Pleasantvie\v'un yirmi dönüm arazisinin bir planı olacaktı, orada arazi kuşkusuz karelere bölünmüştü ve her karede neresinin dolu, neresinin boş olduğu belliydi.'Satılık emlak. Tek odalı apartman daireleri. Yatak odası yalnızca:

Hayvan Mezarlığına benzemiyor, diye düşündü. Sonra şaşkın bir halde durdu bir an. Hayır, benzemiyordu. Hayvan Mezarlığı kendisinde karmaşıklığın içinden doğan bir düzen izlenimi yaratmıştı. Ortaya doğru gelen o tek merkezli daireler, ka-basaba taşlar, tahtalardan yapılmış haçlar... Sanki hayvanlarını oraya gömen çocuklar kendi ortak bilinçaltlanyla bir biçim yaratmışlar, sanki...

Hayvan Mezarlığındaki mezarlar en eski dinsel simgenin taklidiydi: Aşağı, sonsuza doğru giden bir sarmalı belirten küçülen daireler. Karmaşadan düzene ya da düzenden karmaşaya... insanın aklı nasıl kabul ederse. Mısırlılar firavunların mezaria-

— 238-

nna bu simgeyi çizmişlerdi. Fenikeliler krallarının gömüldükleri tepelere, eski Miken'in duvarlannda aynı simge bulunmuştu. Stcnehenge'de aynı şey evrenin geçiş süresinin saati olarak kullanılmıştı.



Sarmal yeryüzünün en eski güç simgesiydi. Dünyayla boşluk arasında varolabileceği düşünülen o dönemeç!i köprünün simgesi.

Louis sonunda Gage'in mezarına varmıştı. Yol makinesi götürülmüş, yapay çimen kaldırılmıştı. Herhalde işten sonra içeceği birayı düşünürken neşeyle ıslık çalan bir işçi tarafından bir depoya yerleştirilmişti. Gage'in yattığı ter, bir metreye bir buçuk metrelik çıplak topraktı. Başına bir taş dikilmişti henü?.

Louis çömeldi. Rüzgâr saçlarını savuruyordu. Gökyüzü iyice kararmıştı artık. Bulutlar gök kubbeyi örtmek için yanşıyorlardı.

Kimse yüzüme bir fener tutup burada ne işim olduğunu sormadı. Köpek falan da havlamadı. Kapı kilitli değildi. Buraya bir kazma ve kürekle gelirsem...

İrkilerek kendine geldi birden. Gece saatlerinde Pleasant-vievv'un nöbetçisiz olduğunu düşünerek kendi kendiyle tehlikeli bir kafa oyunu oynamaktaydı. Oğlunun mezarı içindeyken gece bekçisi kendisini yakalarsa? Gazetelere geçmeyebilirdi belki, ama gpçme olasılığı da vardı. Suçlanırdı. Neyle? Mezar soygunculuğu. Olamaz. Barbarlıkla belki. Gazeteler yazsa da, yax.-masa da haber kulaktan kulağa yayılırdı. İnsanlar konuşurlardı, saklanmayacak kadar esaslı bir dedikoduydu: Kısa bir süre önce acı bir trafik kazasında ölen iki yaşındaki oğlunun mezarını kazarken yakalanan doktor. İşini kaybederdi. Kaybetmese bile. Rachel söylenen sözlerden huzursuz olurdu, Ellie'nin okul yaşamı cehenneme dönerdi. Kendisine karşı dava açılmaması için belki de akıl doktoru muayenesini şart koşarlardı.

Ama Gage'i yeniden yaşama döndürebilirim! Gage yeniden yaşar ama!

Buna gerçekten inanıyor muydu?

İnanıyordu. Gage ölmeden önce de, öldükten sonra da kendi kendine defalarca Church'ün gerçekten ölmediğini, yalnızca bayıldığım söylemişti. Church toprağı eşeleyip kurtulmuş ve eve dönmüştü. Sahibi hayvanın canlı olduğunu bilmeden gömüp

— 230 —

üstüne taşlardan bir yığın yapıyor. Sadık hayvan toprağı kazıp eve dönüyor. Çok güzel. Ama gerçek değildi bu. Church ölmüştü. Micmac Mezarlığı onu diriltmişti.



Gage'in mezarın yanına çöküp bu büyünün imkân verdiği ölçüde mantıklı ve belirli bir düzen içinde düşünmeye çalıştı.

Timmy Baterman. O hikâyeye inanmış mıydı? İnanıp inanmaması ne farkederdi?

Kendisine kolaylık sağlıyordu, doğru, ama yine de çoğuna inanmaktaydı. Micmac Mezarlığı gibi bir yer varsa (ki vardı) ve insanlar bunu biliyorsa (yaşlı Ludlcrvv'lulardan bazıları biliyordu), o zaman ergeç biri bu denemeye kalkışırdı, kaçınılı maz bir şeydi bu. Louis'in anladığı biçimiyle insan doğası bir iki evcil hayvanla tatmin olamazdı.

Peki, o halde Timmy Baterman'ın her şeyi bilen şeytan gibi, cin gibi bir şeye dönüştüğüne inanıyor muydu?

Bu daha güç bir soruydu, buna karşı çok dikkatli olmalıydı, çünkü buna inanmak istemiyordu ve böyle önyargılı olmanın sonuçlarını daha önce de görmüştü.

Hayır, Timmy Baterman'm bir şeytana dönüştüğüne inanmak istemiyordu, ama yine de istediğinin mantığını gölgelemesine izin vermeyecekti.

Louis, Hanratty adındaki boğayı düşündü ondan sonra da. Hanratty aksi bir hayvan oldu, demişti Jud. Timmy Baterman da öyle olmuş sayılırdı. Hanratty daha sonra, kendisini kızak üstünde Micmac Mezarlığına götüren adam tarafından öldürülmüştü. Timmy Baterman da babası tarafından...

Hanratty'nin aksileşmesi, bütün hayvanların aksileşip kö-tüleşecekleri anlamına gelmezdi ki. Bundan bir genelleme çıkarılamazdı. Hanratty bir istisnaydı. Öteki hayvanlara bak bir kere: Jud'un köpeği Spot, yaşlı kadının kuşu, sonra Church. Hepsi de değişmiş olarak dönmüşlerdi, değişiklik her birinde görülmüştü, ama hiç olmazsa Spot'ta bu değişiklik öyle pek aşın olmamıştı ki, Jud önermekten kaçınmamıştır... (Yeniden dirilme).

Evet, yıllar sonra bir dosta yeniden dirilmeden söz etmekten kaçınmamıştı. Tabii daha sonra kemküm etmiş, kendini haklı çıkaracak şeyler söyleyip zihnini karıştırmış, bir sürü palavralar sıkmıştı.

— 240


Tlmmy Baterman'ın hikâyesine dayanarak kendi elindt olan bir fırsat -tek fırsattı- kaçırabilir miydi? Bir çiçekle yaz m: olurdu?

Bütün kanıtlan kendi lebine yontuyorsun, diyordu içinden, bir ses. Hiç olmazsa Church'teki değişiklik hakkında dürüst ot Fareleri ve kuşları saymak istemiyorsan, hayvanın o haline ne diyeceksin? Kafası karışmış... bulanık... Uçurtmayı uçurduğu-nuz gün. Gage'in o gün nasü olduğunu hatırlıyor musun? Nasü da canlıydı, nasıl da her şeye karşı bir tepki gösteriyordu? Onu hep öyle hatırlamak en iyisi değil mi? İkinci sınıf bir dehşet filminden bir zombi mi çıkarmak istiyorsun? Yoksa geri zekalı bir çocuk mu? Yemeğini parmaklarıyla yiyen, anlamadan televizyon ekranına bakan ve hiçbir zaman adını yazmayı göremeyecek bir çocuk mu istediğin? Jud köpeği için ne demişti? «Bir parça et yıkarmışsın gibi.» istediğin bu mu senin? Soluk alıp veren bir et parçası. Sen bununla tatmin olsan bile, oğlunun dirildiğini karına nasıl açıklayacaksın? Ya kızına? Steve Mas-terton'a? Dünyaya? Missy Dandridge eve gelip de Gage'i üç tekerlekli bisiklet üzerinde görünce ne yapar dersin? Çığlıklarını duyabiliyor musun, Louis? Tırnaklarıyla yüzünü parçalayışını gözlerinin önüne getirebiliyor musun? Gazetecilere ne diyeceksin? «Gerçek insanlar» programından bir kamera ekibi kapının önüne dikilip de ölümden dönen oğlunun filmini çekmek isteyince ne yapacaksın?

Bunlar gerçekten önemli -niydi, yoksa bu yalnızca korkaklığın sesi miydi? Bu işlerin üstesinden gelinmeyeceğine gerçekten-inanıyor muydu? Rachei ölü oğlunu sevinç gözyaşlanndan başka bir şeyle karşılar mıydı?

Evet, bir olasılıkla Gage döndüğünde biraz... değişmiş olacaktı, tyi ama, bu onun duyduğu sevgiyi azaltacak mıydı? Ana babalar kör doğan, Siyamlı ikiller olarak doğan, sakat doğan çocuklarını severlerdi. Gage sekiz yaşına kadar altında bezle dolaşsa bile onu sevemeyeceğini düşünmek mümkün müydü? On iki yaşına kadar alfabeyi sökemezse ya da hiç okuma yazma öğrenmezse? Silkinip atacak mıydı oğlunu yani...


Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin