Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə11/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   54

"Evcil olanını hiç görmemiştim," dedi Tian. "Duymuştum elbette ama dünya ilerledi."

"Belki de tümü ilerlememiştir," dedi Roland. Overholser'a baktı-"Belki eskilerden değişmeyen şeyler kalmıştır."

"Onu okşayabilir miyim?" diye sordu çocuk. "Isırır mı?"

"Okşayabilirsin, ısırmaz," dedi Jake.

Susannah, genç Slightman'ın hayvanın önünde çömelmesini Jake'in haklı olduğunu umarak izledi. Oy'un çocuğun burnunu koparması, görüşmeleri için hiç de iyi bir başlangıç olmazdı.

Ama Oy okşanmaya hiç itiraz etmedi. Hatta burnunu uzatıp Slightman'ın yüzünü kokladı. Çocuk güldü. "İsmi ne demiştin?"

Hantal Billy, Jake'in konuşmasına fırsat vermeden atıldı. "Oy!"

Bunun üzerine herkes güldü. Ve böylece Işının Yolu'nda yeni tanışan iki grup arasında bir bağ oluştu. Kırılgan bir bağdı ama Overholser bile hissetmişti. Ve büyük çiftçi güldüğünde, iyi bir adam olabilirmiş gibi görünüyordu. Belki korkmuş ve kendini beğenmişti. Ama bir şey daha vardı.

Susannah sevinsin mi, korksun mu bilemedi.


4

"Sana uyarsa seninle yalnız konuşmak isterdim," dedi Overholser. İki çocuk, yanlarına Oy'u alarak biraz uzaklaşmıştı. Genç Slightman, Jake'e Oy'un sayı saymayı bilip bilmediğini soruyordu. Bazılarının sayabildiğini duymuştu.

"Bence bu iyi bir fikir diil, Wayne," dedi Jaffords hemen. "Kampımıza dönüp yemek yemeyi ve ihtiyacımızı bu insanlara anlatmayı kararlaştırmıştık. Daha da ileri gelmeye razı olurlarsa..."

"Sai Overholser ile iki çift laf etmeye bir itirazım yok," dedi Roland. "Sanırım senin de olmaz, sai Jaffords. Ne de olsa o sizin dinh'iniz, değil mi?" Tian daha fazla itiraz (veya inkâr) edemeden konuşmaya devam etti- "Dostlarımıza çay ikram et, Susannah. Eddie, sana uyarsa sen de yanımıza gel."

Hepsinin kulaklarına tuhaf gelen deyim, Roland'ın dudaklarından son derece doğal bir şekilde dökülüyordu. Susannah bunu hayretle izliyordu. Kendisi deneseydi insanlar muhtemelen garipserdi.

"Güneyde yiyeceğimiz var," dedi Zalia utangaçça. "Yiyecek, graf v« kahve. Andy..."

"Yemeğinizi afiyetle yiyip kahvenizi keyifle içeceğiz," dedi Roland "Ama önce çayımızı için, yalvarırım. Konuşmamız sadece birkaç dakika sürer, değil mi sail"

Overholser başını salladı. Yüzündeki haşin ifade ve huzursuzluk kaybolmuştu. Bedenindeki katılık da öyle. Oy'un zekice bir şey yapmasıy. la yolun öte tarafındaki (Mia adında bir kadının önceki gece ormana gir. diği noktaya yakın bir yerdeki) çocuklar neşeyle güldü. Benny'nin gülü-şünde şaşkınlık, Jake'inkinde ise belirgin bir gurur vardı.

Roland, Overholser'm kolunu tuttu ve yolun yukarısına doğru yürüdüler. Eddie de yanlarındaydı. Yüzü asılan Jaffords da peşlerinden gidecek oldu, ama Susannah omzuna dokundu. "Yapma," dedi alçak sesle. "0 ne yaptığını biliyor."

Jaffords, ona bir an şüpheyle baktıktan sonra gitmekten vazgeçti. "Belki ateşi sizin için canlandırabilirim, 5a/," dedi Baba Slightman, Susan-nah'nm bacaklarına nazikçe bakarak.

"Çok iyi olur," dedi Susannah tüm bunların ne harika olduğunu düşünerek. Hem harika, hem de garip. Muhtemelen ölümcül, ama Susannah bunun da kendine has güzellikleri olduğunu öğrenmişti. Günü aydınlık yapan, karanlık ihtimaliydi.
5

Üç adam, diğerlerinden on iki metre kadar ötede durup konuşmaya başladı. Konuşmanın neredeyse tümünü Overholser yapıyor gibiydi. Bazen, bir noktanın önemini vurgulamak istercesine elini kolunu sertçe sallıyordu. Sanki Roland yanında birkaç işe yaramaz başı boş serseriyle dolaşan bir silahşor özentisiymiş gibi konuşuyordu. Roland'a Tian Jaf-fords'ın hayatın gerçeklerinden bihaber, iyi niyetli bir aptal olduğunu söyledi. Jaffords'ın sadece kendi iyiliği için değil, tüm Calla'nm iyiliği için dizginlenip sakinleştirilmesi gerektiğini anlattı. Roland'a, yapılacak bir şey olsaydı kendisinin, Alan'm oğlu Wayne Overholser'm ilk gönüllü olasini söyledi. Hayatında hiçbir işten kaçmamıştı ama Kurtlar'a karşı vınaya çalışmak delilikti. Ve delilikt bahsetmişken, bir de İhtiyar ardı. Bu arada sesini de alçaltmıştı. Sadece kilisesi ve ayinleriyle ilgilendiği sürece sorun yoktu. Böyle şeylerde biraz deliliğin zararı olmazdı. Ama karşı karşıya oldukları durum son derece ciddi ve tehlikeliydi.

Roland arada sırada başını sallayarak sonuna kadar dinledi. Neredeyse hiç konuşmadı. Calla Bryn Sturgis'in güçlü çiftçisi, sözlerini sonunda bitirdiğinde önünde dikilmekte olan Silahşor'a büyülenmiş gözlerle baktı. Bakışlarını soluk mavi gözlerden ayırmıyordu.

"Gerçekten söylediğin kişi misin?" diye sordu sonunda. "Bana doğruyu söyle, sai."

"Ben Gilead'lı Roland'ım," dedi Silahşor.

"Eld'in soyundan mı? Öyle mi diyosun?"

"Kesinlikle," dedi Roland.

"Ama Gilead..." Overholser duraksadı. "Gilead uzun zaman önce yok oldu."

"Ben buradayım."

"Hepimizi öldürecek veya ölümümüze sebep olacak mısın, yalvarırım söyle."

"Siz ne yapacaksınız, sai Overholser. Bir gün, bir hafta veya bir ay sonrasında değil, şu anda?"

Overholser bir süre sessizce Roland'a, Eddie'ye, sonra tekrar Roland'a baktı. Fikrini değiştirmeye alışık olmayan bir adamdı, değiştirdiği takdirde kendisiyle çelişecekti. Oy, Benny'nin attığı koca bir dalı getirince yolun aşağısındaki çocuklar gülüştü.

"Dinleyeceğim," dedi Overholser sonunda. "Tanrılar yardım etsin bu kadarını yapacağım, teşekkürler derim."

"Bir başka deyişle bunun neden bu kadar aptalca bir hareket olacağını kendine göre sebepleriyle açıkladı," dedi Eddie daha sonra Susan-nah'ya. "Ve sonra tam olarak Roland'ın istediğini yaptı. Sihir gibiydi."

"Bazen Roland sihrin ta kendisi," dedi Susannah.
6

Calla'dan gelenler, yoldan biraz uzaktaki tepenin üzerindeki hoş bir düzlükte kamp kurmuştu. Işının Yolu'nun hemen dışında oldukları içjn bulutlar hareketsizce, uzanıp dokunacaklarmış gibi alçakta duruyordu. Ormanın içinden geçtikleri yol, dikkatle işaretlenmişti. Bıraktıkları bazı izler, Susannah'nın eli büyüklüğündeydi. Bu insanlar son derece iyi çiftçiler olabilirdi ama ormanda kendilerini huzursuz hissettikleri aşikârdı.

"İskemleyi itmene yardım edeyim mi, genç adam?" diye sordu Over-holser son yokuşu tırmanırlarken. Susannah pişen etin kokusunu alınca kampta kalıp yemekle ilgilenenin kim olduğunu merak etti. Calla'dan gelenlerin hepsi yanlarındaydı, değil mi? Kadın, Andy isminde birinden bahsetmişti sanki. Evet, bahsetmişti. Bir çeşit hizmetkâr mıydı? Overhol-ser için mi çalışıyordu? Belki. Şu an hafifçe geriye ittiği Stetson'ı satın alacak güçte bir adamın hizmetkârı da olabilirdi elbette.

"Uyarsa," dedi Eddie. "Yalvarırım," diye eklemeye cesaret edememişti (Kulağına hâlâ tuhaf geliyor, diye düşündü Susannah) ama yana çekilip tekerlekli iskemleyi Overholser'a bıraktı. Çiftçi, iriyarı bir adamdı ve yokuş da fazla dik değildi. Altmış beş kiloya yakın olan Susannah'yı itmeye başladı. Nefesi biraz ağırlaşmakla beraber düzenliydi.

"Size bir şey sorabilir miyim, sai Overholser?" dedi Eddie.

"Elbette," dedi Overholser.

"Göbek adınız nedir?"

Susannah iskemlenin hareketinde bir anlık bir duraksama hissetti ve bunu adamın şaşkınlığına bağladı. "Garip bir soru, genç adam. Neden so-ruyosun?"

"Ah, bu benim hobim gibi bir şey," dedi Eddie. "Aslında isimlerden fal bakarım."

Dikkat et, Eddie, dikkat et, diye düşündü Susannah ama tedirginliğine rağmen durumu eğlenceli bulmuştu.

"Ah, gerçekten mi?"

"Evet," dedi Eddie. "Bence göbek adınız..." Bir şeyleri hesaplıyormuş gibi duraksadı. "...D harfiyle başlıyor." Harfi, Yüksek Dil'deki harfler gibi laffuz etmişti. "Ve kısa bir isim olduğunu söyleyebilirim. Beş harfli, belki de dört?"

İskemlenin ilerleyişinde yine bir duraksama oldu. "Vay canına!" dedi Overholser heyecanla. "Nereden bildin? Söyle!"

Eddie omuz silkti. "Sadece biraz saymak ve tahmin etmekten geçiyor. Aslında neredeyse bildiğim kadar çok yanıldığım olur."

"Hatta daha çok," dedi Susannah.

"Göbek adım Dale," dedi Overholser. "Her nasılsa aklımda kalmış. Annemi ve babamı küçükken kaybettim."

"Başınız sağ olsun," dedi Susannah, Eddie'nin uzaklaştığını görüp rahatlayarak. Muhtemelen Jake'e yamlmadığını söylemeye gitmişti: Wayne Dale Overholser. Toplam on dokuz harf."

"Bu genç adam bir dâhi mi yoksa aptal mı?" diye sordu Overholser. "Yalvarırım söyle çünkü ben akıl sır erdiremedim."

"İkisinden de biraz var," dedi Susannah.

"Ama bu iskemle konusunda eminim. Bir pusula gibi dâhice."

"Teşekkürler derim," dedi Susannah ve rahatlayarak içten içe gülümsedi. Kulağına garip gelmemişti. Muhtemelen söylemeyi planlamadığı içindi.

"Nereden geldi?"

"Epey geride, yolumuzun üstünde bulduk," dedi Susannah. Konuşmanın gidişatı pek hoşuna gitmiyordu. Geçmişlerini anlatmak (veya anlatmamak) Roland'ın bileceği işti. Dinh'leıi oydu. Ayrıca tek kişinin anlatımında çelişkiler olmazdı. Yine de biraz daha fazlasını söyleyebileceğini düşündü. "Bir incecik var. Onun diğer tarafından, her şeyin çok farklı olduğu bir yerden geldik." Olduğu yerde hafifçe dönüp adama baktı. Yanakları ve boynu kızarmıştı, ama ellilerinde bir adam için çok iyi idare ediyordu. "Neden bahsettiğimi biliyor musunuz?"

"Evet," dedi adam havlarcasma ve sol tarafına tükürdü. "Kendi gözlerimle görüp kulaklarımla duymadım. Hiçbir zaman fazla uzaklaşmam, Çiftlik bütün vaktimi alıyo. Calla'nın insanları ormanı çok sevmez zaten, anlarsın ya."

Oh evet, anlarım, diye düşündü Susannah bir ağacın üzerindeki tabak büyüklüğündeki ize göz ucuyla bakarak. Zavallı ağaç o kışı çıkarabilirse şanslı sayılırdı.

"Andy incecikten çok bahsetti. Dediğine göre bir ses çıkarıyomuş ama nasıl bir ses olduğunu tarif edemiyo."

"Andy kim?"

"Yakında onunla tanışacaksın, sai. Sen de arkadaşların gibi York Calla'sından mısın?"

"Evet," dedi Susannah tekrar savunmaya geçerek. Overholser iskemleyi yaşlı bir demirağacının etrafından dolaştırdı. Artık ağaçlar seyrelmiş, et kokusu şiddetlenmişti. Et... ve kahve. Karnı guruldadı.

"Silahşor olmasalardı," dedi Overholser başını Eddie ve Jake'e doğru sallayarak. "Bana söylemezdin elbette, diil mi?"

"Zamanı geldiğinde buna kendiniz karar vermelisiniz," dedi Susannah.

Overholser birkaç dakika boyunca sessiz kaldı. İskemle tepeye doğru ilerliyordu. Oy, çocukluğun ürkütücü hızıyla dost olmuş Jake ve Benny Slightman arasında yürüyordu. Susannah bunun iyi bir gelişme olup olmadığını düşündü. İki çocuk birbirinden çok farklıydı. Zaman farklarını gösterebilir ve bu da onları üzebilirdi.

"Beni korkuttu," dedi Overholser. Sesi neredeyse duyulmayacak kadar alçaktı. Adeta kendi kendine konuşuyordu. "Galiba gözleriydi. Çoğunlukla gözleri."

"Öyleyse şimdiye kadar olduğu gibi devam etmeyi mi tercih ediyorsunuz?" diye sordu Susannah. Soruyu öylesine sormak istemiş ama pek becerememişti. Yine de adamın cevabmdaki hiddet onu şaşırttı.

"Çıldırdın mı sen, kadın? Elbette hayır. İçinde bulunduğumuz kapandan bir çıkış yolu görebildiğim sürece hayır. Beni iyi dinle! O çocuk (ötelerinde karısıyla birlikte yürüyen Tian Jaffords'ı işaret etti) beni korkaklıkla suçladı. Kurtlar'ın istediği yaşlarda çocuklarım yok, doğru. Onun var. Ama ben zararı göremeyecek bir aptal mıyım sence?"

"Hayır," dedi Susannah sakince.

"Peki ya o ne düşünüyor?" Overholser içinde korkuyla gururun savaş verdiği bir adam gibi konuşuyordu. "Bebekleri Kurtlar'a vermek ister miyim hiç? Deforme olup dönen bebekleri? Hayır! Ama sonu ölümle bitecek bir maceraya girmeyi de istemiyom."

Susannah dönüp omzu üzerinden ona baktı ve büyüleyici bir şey gördü. Overholser artık evet demek istiyordu. Evet diyebilmek için yollar arıyordu. Roland, onu bu noktaya kadar getirmişti. Hem de doğru dürüst hiçbir şey söylemeden. Sadece... sadece ona bakması yetmişti.

Göz ucuyla bir hareket fark etti. "Ulu Tanrım!" diye bağırdı Eddie. Susannah'nın eli, orada olmayan tabancaya ok gibi uzandı. Tekrar önüne döndü. En az iki metre on santim boyunda metal bir adam, Susannah'yı şaşkınlığına rağmen eğlendiren bir titizlikle tepeden aşağı, onlara doğru yürüyordu.

Jake'in eli, koltukaltındaki askıda duran tabancaya uzanmıştı.

"Sakin ol, Jake!" dedi Roland.

Gözleri mavi ışıklar saçan metal adam, önlerinde durdu. Yaklaşık on saniye boyunca hiç kıpırdamadan bekledi. Bu süre, Susannah'nın metal adamın göğsündeki plakayı okuması için yetmiş de artmıştı bile. Kuzey Merkez Pozitronik, diye düşündü.

Sonra robot gümüş rengi kollarından birini kaldırdı ve elini paslanmaz çelikten alnına götürdü. "Selam olsun, uzaklardan gelen Silahşor," dedi. "Uzun günler ve hoş geceler dilerim."

Roland da parmaklarını alnına götürdü. "İki mislini senin için temenni ederim, Andy-sai."

"Teşekkürler." Robotun karın boşluğundan anlaşılmaz tıkırtılar yükseldi. Andy mavi gözleri daha da parlayarak Roland'a doğru eğildi. Susannah, Eddie'nin elinin tabancasının kabzasına doğru uzandığını gördü. Bununla birlikte Roland gözünü bile kırpmamıştı.

"Ağzınıza layık bir yemek hazırladım, Silahşor. Dünyanın bereketli ürünlerinden."

"Teşekkürler derim, Andy."

"Yarasın." Robotun karnından tekrar tıkırtılar duyuldu. "Belki bu arada günlük falınızı dinlemek istersiniz?"

ALTINCI BOLUM ELDİN YOLU
1

O öğleden sonra saat iki civarında Roland'ın "çiftçi yemeği" dediği sofranın başına oturdular. "Sabahki işleri yaparken dört gözle beklersiniz," dedi dostlarına daha sonra. "Akşamki işleri yaparken de özlemle ardınıza bakarsınız."

Eddie şaka yaptığını düşündü, ama söz konusu Roland iken asla tam anlamıyla emin olunamazdı. Espri anlayışı kesinlikle sıfırdı.

Eddie'nin yediği en güzel yemek değildi, Nehir Geçidi'ndeki ziyafet hâlâ gönlünde birinci sırayı işgal ediyordu, ama ormanda silahşor dürüm-leri yiyerek (ve haftada iki kez tavşan dışkısına benzer büyük tuvalet yaparak) geçirdikleri haftaların ardından nefis gelmişti. Andy mantar soslu biftek yapmıştı. Bifteğin yanında fasulye, taco tarzı şeyler ve közlenmiş mısır vardı. Eddie mısırı tadınca oldukça sert ama lezzetli olduğunu gördü. Tian Jaffords'un, karısının elleriyle yaptığını söylemeye can attığı lahana salatası ve çilekli muhteşem bir de tatlı vardı. Ve elbette kahve. Eddie dördünün aşağı yukarı üç litre kahve içmiş olduğunu tahmin etti. Oy bile biraz içmişti. Jake tabağa koyu renkli sıvıdan biraz dökmüş, Oy da koklayıp, "Kah!" dedikten sonra hepsini bir çırpıda yalayıp yutmuştu.

Yemek sırasında ciddi konular konuşulmadı ("Yemek ve görüşme hirbirine karıştırılmamalı" Roland'ın bilgece laflarından biriydi.). Bununla birlikte Eddie, Jaffords ve karısından, Tian ve Zalia'nın "sınır topraklar" dediği bu yerde yaşamın genel hatlarıyla nasıl bir şey olduğunu öğrendi. Eddie, Overholser'ın yanında oturan Susannah'nm ve şimdiden Küçük Benny olarak düşünmeye başladığı çocukla oturan Jake'in de bir «eyler öğrenebildiğini umuyordu. Roland'ın Callahan ile oturacağını sanmıştı, ama Callahan herkesten biraz uzakta, tek başına oturuyordu. Tabağını almış, biraz uzaklaşmış, kendini kutsamış ve tek başına yemeye başlamıştı. Pek fazla yediği söylenemezdi. Overholser'ın sazı eline almasına mı kızmıştı yoksa doğası gereği yalnızlığı tercih eden biri miydi? Bu kadar kısa sürede kesin bir şey iöylemek zordu, ama biri cevap için kafasına silah dayayacak olsa, ikinci seçeneği söylerdi.

Eddie'yi en çok şaşırtan, dünyanın bu bölümünde yaşamın ne kadar medeni olduğuydu. Buranın yanında Lud (savaş halindeki Griler ve Buluğlarla), bir çocuğun uydurduğu deniz hikâyelerindeki yamyam adaları gibi kalıyordu. Bu insanların yollan, düzenli bir yaşam tarzı ve Eddie'ye New England şehir toplantılarını hatırlatan bir yönetim sistemi vardı. Bir Kasaba Toplantı Salonu ve otoriteyi simgeleyen bir tüyden bahsediliyordu. Bir toplantı yapılmasını isteyen, tüyü tüm kasabada dolaştırıyordu. Eğer tüye yeterli sayıda kişi dokunursa toplantı yapılıyordu. Dokunmazsa toplantı da olmuyordu. Tüyü iki kişi dolaştırıyordu ve söyledikleri sayı hiç tartışılmadan kabul ediliyordu. Eddie bu yöntemin New York'ta işe yarayacağından şüpheliydi, ama böyle bir yerde işler sorunsuzca yürüyordu.

Calla Bryn Sturgis'in kuzeyine ve güneyine doğru uzanan yay üzerinde en az yetmiş Calla daha vardı. Güneyde Calla Bryn Lockwood, kuzeyde ise Calla Amity en yakınlarıydı; onlarda da halkın çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Kurtlar oraları da ziyaret ediyordu. Daha güneyde Calla Bryn Bouse ve Calla Staffel vardı ve Jaffordsların dediğine göre Kurtlar onların da korkulu rüyasıydı. En azından Jaffordslar öyle sa-nıyordu. Daha kuzeylerindeki Calla Sen Pinder ve Calla Sen Chre'de de Çiftçilikle uğraşılıyor ve koyun yetiştiriliyordu.

"Büyük çiftlikler," dedi Tian. "Ama kuzeye, kar yağan topraklara gj. dildikçe küçülüyolarmış, ben öyle duydum. Kendim hiç görmedim. Çojç güzel peynirler de yapıyolarmış."

"Kuzeydekilerin tahta pabuçlar giydiği söyleniyo," dedi Zalia, Ecj. die'ye özlem dolu bir ifadeyle. Onun ayağında kısa çizme denen kaba sa-ba botlar vardı.

Calla'ların insanları fazla seyahat etmiyordu ama yolları vardı ve ti-caret de canlıydı. Bir de bazen Büyük Nehir, diye anılan Whye vardı. Nehir, Calla Bryn Sturgis'in güneyinden Güney Denizi'ne kadar uzanıyordu. En azından söylenen buydu. Madencilikle uğraşan veya üretim yapan (buhar presiyle ve hatta elektrikle üretim yapan) Calla'lar da vardı. Hatta bir Calla sadece eğlence işiyle uğraşıyordu; kumar, gösteriler ve...

Ama bu sırada bunları anlatan Tian, Zalia'nın bakışlarıyla karşılaştı ve susup tabağına biraz daha fasulye almayı tercih etti. Karısının yaptığı salatadan eklemeyi de ihmal etmedi.

"Demek," dedi Eddie toprağa bir yay çizerek. "Burası sınır bölgesi. Calla'lar sınır bölgesinde sıralanıyor. Bu yay kuzeye ve güneye ne kadar uzanıyor, Zalia?"

"Bu erkeklerin bileceği iş," dedi kadın. Sonra kocasının salata tabağının başında olduğunu gördü ve öne eğilerek ekledi. "Kilometrelerle mi tekerleklerle mi konuşuyosunuz?"

"Her ikisinden de biraz ama kilometrelerde daha iyiyim."

Zalia başını salladı. "Bu tarafa doğru belki üç bin iki yüz kilometre," dedi kuzeyi işaret ederek. "Bu tarafa doğru da bunun iki katı falan," dedi güneyi göstererek. Her iki koluyla zıt yönleri işaret ederek bir süre öylece durdu, sonra kolların indirip ellerini kucağında kavuşturdu ve sırtını dik-leştirerek önceki pozuna döndü.

"Ve bu kasabalar... Calla'lar... bu mesafeler boyunca uzanıyor mu?"

"Biz öyle duyduk, tacirler ara sıra uğrar. Büyük Nehir buranın kuzeybatısında ikiye ayrılır. Doğu koluna Devar-Tete Whye, bir diğer deyişle Küçük Whye deriz. Elbette kuzeyden nehir trafiği daha fazla oluyo çünkü nehir kuzeyden güneye akıyo, anlarsınız ya."

"Anlıyorum. Peki doğuya giden olmuyor mu?"

Zalia başını indirdi. "Gök Gürültüsü," dedi duyulur duyulmaz bir sesle. "Oraya kimse gitmez."

"Neden?"


"Orası karanlık," dedi kadın başını kaldırmadan. Sonra bir kolunu kaldırdı ve Roland ile dostlarının geldiği yönü işaret etti. Orta-Dünya'yı. "Orada," dedi. "Dünya sona eriyo. Ya da bize öyle söylendi. Oradaysa..." Doğuyu işaret etti ve bu kez başını kaldırıp Eddie'ye baktı. "Orada, Gök Gürültüsü'nde çoktan sona ermiş. Ortalarında da sadece barış içinde yolumuza gitmek isteyen biz varız."

"Sence bu gerçekleşecek mi?"

"Hayır."

Eddie, kadının ağladığını gördü.


2

Eddie bundan kısa bir süre sonra izin istedi ve ihtiyacını görmek için sık ağaçlar arasına girdi. Çömeldiği yerden kalkıp temizlenmek için bir tutam yaprağa uzanmıştı ki hemen arkasından bir ses geldi.

"Onlar olmaz, sai. Onlar zehirli. Sizi bütün gün kaşındırırlar."

Eddie irkilerek hızla arkasına döndü. Tek elle kot pantolonunun belini tutuyor, diğeriyle de Roland'ın yakınlarda bir dala astığı tabancasına uzanmaya çalışıyordu. Sonra kimin (veya neyin) konuştuğunu gördü ve biraz rahatladı.

"Andy, insanlar tuvalet ihtiyacını görürken arkalarından sinsice yaklaşmak hiç güzel değil." Sonra bir başka çalı kümesini işaret etti. "Şunlar nasıl? Onlarla temizlenirsem sorun yaşar mıyım?"

Duraksamalar ve tıkırtılar oldu.

"Ne?" dedi Eddie. "Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır," dedi Andy. "Sadece bilgi işlem yapıyorum, sai. Sinsice yaklaşmak: öyle yapmadım, sadece yürüdüm. Ayrıca..."

"Tamam," dedi Eddie. "Ama sinsice yaklaşmadıysan seni nasıl oldu da duymadım? Yani çoğu insan çalıların arasından geçerken gürültü yapar."

"Ben bir insan değilim, sai," dedi Andy. Sesi, Eddie'ye kendini be. ğenmişçe gelmişti.

"Biri o zaman. Senin gibi iriyarı biri nasıl o kadar sessiz olabilir?"

"Programlama," dedi Andy. "O yapraklar zararsızdır, işinizi görür."

Eddie gözlerini devirdi ve bir tutam kopardı. "Ah, peki. Tabi ya, pro», ramlama. Benim aklıma niye gelmedi? Teşekkürler derim, uzun günler, lg. çimi öp ve cennete git."

"Cennet," dedi Andy. "Ölümden sonra gidilen yer; cehennemin zıttı. İhtiyar'ın dediğine göre cennete gidenler sonsuza dek yüce Tanrı'nın sağında otururmuş."

"Öyle mi? Solunda kim oturacakmış peki? Tutya satıcıları mı?"

"Bilmiyorum, sai. Tutya sözcüğünü anlamlandıramadım. Günlük falınızı dinlemek ister miydiniz?"

"Neden olmasın?" dedi Eddie. Çocukların gülüşmelerine ve Oy'un havlamasına kulak vererek kampa doğru yürümeye başladı. Andy hemen ardından yürüyen bir kule gibi ilerliyordu. Bulutlu havaya rağmen parlıyor ve en ufak ses bile çıkarmıyordu. Biraz ürpertici bir durumdu.

"Doğum tarihiniz nedir, 5a/?"

Eddie bir süre düşündü. "Keçi Ayı," dedi. Sonra biraz daha hatırladı. "Sakallı Keçi."

"Kış karı hüzün dolu, kış çocuğu vahşi ve güçlü," dedi Andy. Evet, sesinde kesinlikle kendini beğenmişçe bir ton vardı.

"Vahşi ve güçlü, işte o benim," dedi Eddie. "Bir aydan fazla süredir gerçek anlamda banyo yapamadım, vahşi ve güçlü olduğum kesin. Başka bilgiye ihtiyacın var mı, Andy dostum? Avucuma bakmak falan ister misin?"

"Ona gerek yok, sai Eddie." Robotun sesindeki mutluluğu duymamak imkânsızdı. Eddie, her gittiğim yere neşe saçıyorum, diye düşündü. Robotlar bile beni seviyor. Bu benim ka 'm. "Tam Dünya'dayız, teşekkürler deriz. Orta-Dünya'da Avcı Kadın denen ay kıpkırmızı. Yolculuk görünüyor, Eddie! Uzaklara gideceksin! Sen ve arkadaşların! Bu gece Calla Ne* York'a dönebilirsiniz. Koyu tenli bir hanımla karşılaşıp..."

"Şu New York yolculuğundan biraz daha bahset," dedi Eddie durala Kamp yeri biraz ötelerindeydi. Hareket eden insanları seçebilecek kadar yakındı. "Dalga geçme yok, Andy."

"Geçiş yapacaksınız, sai Eddie! Sen ve arkadaşların. Dikkatli olmalımız Kammen duyduğunuzda -yani çınlamaları, anlarsınız ya- hepiniz birbiriniz üzerine konsantre olmalısınız. Kaybolmamak için."

"Sen bunları nereden biliyorsun?" diye sordu Eddie.

"Programlama," dedi Andy. "Falınız bu kadar, sai. Ücretsiz." Sonra, Eddie'ye çılgınlığın son belirtisi gibi gelen cümleyi sarf etti. "Sai Callahan yani İhtiyar fal bakmak için iznim olmadığından karşılığında ücret alamayacağımı söylüyor."

"Sai Callahan doğru söylüyor," dedi Eddie. Vndy tekrar yürümeye başlayınca robota seslendi. "Ama dur bir dakika, Andy. Dur, yalvarırım." Böyle konuşmaya bu kadar çabuk alışması tuhaftı.

"Kurtlar hakkında bilgin var."

"Ah, evet. Sai Tian'a söyledim. Çok öfkelendi." Eddie, Andy'nin sesinde yine kendini beğenmişliğe benzer bir tını yakaladı... ama ona öyle geliyor olmalıydı, değil mi? Bir robot (eski günlerden beri varlığını sürdürebilmiş bile olsa) insanların düştüğü kötü durumlarla eğlenemezdi. Değil mi?

Mono'yu hemen unutuverdin, değil mi şekerim? diye sordu Susan-nah'nın kafasının içinden gelen sesi. Hemen ardından Jake'in sesini duydu. Blaine tam bir baş belası. Sonra kendi sesi geldi. Eğer bu herife bir karnavaldaki şarlatan falcılar gibi muamele edersen alacağın karşılığı da hak etmiş olursun, Eddie, dostum.

"Bana Kurtlar'dan bahset," dedi Eddie.

"Ne öğrenmek isterdiniz, sai Eddie?"

"Başlangıç olarak nereden geldiklerini. Ayaklarını kaldırıp gürültüyle osurabileceklerini hissettikleri yeri. Kimin için çalıştıklarını. Çocukları neden götürdüklerini. Ve dönenlerin niçin deforme olduğunu." Sonra ak-hna bir soru daha geldi. Belki en bariz soruydu. "Geleceklerini sen nereden biliyorsun?"


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin