Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə12/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   54

Andy'nin içinden tıkırtılar duyuldu. Bu kez sesler çok yoğundu ve neredeyse bir dakika boyunca devam etti. Andy tekrar konuştuğunda sesi değişmişti. Duyunca Eddie'nin aklına Memur Bosconi geldi. Bosco Bob'ın bölgesi Brooklyn Caddesi'ydi. Onunla caddede aşağı yukarı devri-ye gezerken ilk kez karşılaşan ve konuşan biri, insan muamelesi görürdü -n'aber Eddie, annen nasıl bugünlerde, işe yaramaz ağabeyin n'apryor PAL Middlers'a kaydolacak mısın, tamam o zaman seninle spor salonunda görüşürüz, dumandan uzak dur, kafanı temiz tut, iyi günler. Ama Bosco Bob kötü bir şey yaptığınızı düşünürse tanışmayı kesinlikle istemeye-ceğiniz türde birine dönüşürdü. Bu Memur Bosconi asla gülümsemezdi ve gözlüklerinin ardındaki gözleri, şubat soğuğunda (Büyük Her Ney-se'nin bu tarafında Keçi Zamanı olarak bilinen zamana denk gelirdi) donmuş gölcükleri andırırdı. Bosco Bob, Eddie'ye hiç vurmamıştı ama Eddie birkaç kez, (bir keresi çocukların Woo Kim'in marketini ateşe vermesinden hemen somaydı) mavi üniformalı bok soyunun ona vuracağını düşünmüştü. Akıllıca davranıp herifin üzerine gitmeyince ucuz atlatmıştı. Şizofreni değildi (en azından Detta/Odetta gibi bariz bir vaka değildi) ama yakındı. Memur Bosconi'nin iki yüzü vardı. Biri iyi bir adamdı. Di-ğeriyse aynasız.

Andy tekrar konuştuğunda sesi, inside View'da. yayınlanan timsah -çocuk ve Elvis Buenos Aires'te- yaşıyor safsatalarının kesinlikle doğru olduğuna inanan saf ve iyi niyetli bir amca gibi değildi. Bu Andy duygusuz ve bir şekilde ölü gibi konuşuyordu.

Bir başka deyişle gerçek bir robot gibi.

"Parolanız nedir, sai Eddie?"

"Ha?"


"Parola. On saniyeniz var. Dokuz... sekiz... yedi..."

Eddie seyrettiği casus filmlerini düşündü. "Yani sana 'Kahire'de güller açıyor,' gibi bir şey söyleyeceğim, sen de 'Sadece Bayan Wilson'in bahçesinde,' diye cevap vereceksin ve ben de..."

"Parola yanlış, sai Eddie... iki... bir... sıfır." Andy'nin içinden, Eddie'nin nahoş hislere kapılmasına yol açan alçak bir çarpma sesi geldi. Bir tırın eti yararak alttaki kütüğe saplanmasını andırıyordu. İlk kez Andy'yi yapan Eski İnsanlar'ı (hatta belki onlardan da önce yaşayan İyice pski İnsanlar'dı, kim bilir?) düşündü. Lud'daki son örnekleri gibilerse Eddie onlarla karşılaşmayı kesinlikle istemezdi.

"Bir hakkınız daha var," dedi soğuk ses. Eddie'ye günlük falını dinlemek isteyip istemediğini soran sese benziyordu, ama hepsi bu kadardı; sadece benziyordu. "Deneyecek misiniz, New York'lu Eddie?"

Eddie hızla düşündü. "Hayır," dedi. "Sorun değil. Sanırım bu bilgi gizli, hıı?"

Tıkırtılar. "Gizli: açıklanamai, saklı, parolayı belirtenler dışındakilere verilmesi yasak bilgi." Andy bir süre duraksadıktan sonra devam etti. "Evet, sai Eddie. Bu bilgi gizli."

"Neden?" diye sordu Eddie.

Cevap beklemiyordu ama Andy cevapladı. "On Dokuz Yönetmeliği."

Eddie, robotun rnetal gövdesine hafifçe vurdu. "Dostum, bu beni hiç şaşırtmadı doğrusu. On Dokuz Yönetmeliği, tamam."

"Burcunuzun derinlemesine analizini dinlemek ister misiniz, Eddie saiT

"Sanırım şimdi almayacağım."

"Ya 'The Jimmy Juice I Drank Last Night adlı şarkıyı dinlemeye ne dersiniz? Çok eğlenceli bir çok kıtası var." Andy'nin karnından bir yerlerden tiz bir nota yükseldi.

Birçok eğlenceli kıta fikrini her nedense ürkütücü bulan Eddie adımlarım hızlandırdı. "Neden şarkı faslını sonraya bırakmıyoruz?" dedi. "Sanırım şimdi bir kahveye daha ihtiyacım var."

"Afiyet olsun, sai," dedi Andy. Sesinde bir ümitsizlik varmış gibiydi. 0 yaz Pal Ligi için çok meşgul olacağınızı söylediğinizde Bosco Bob'ın sesinde olduğu gibi.


3

Roland bir kaya çıkıntısına oturmuş, kahvesini içiyordu. Eddie'yi w konuşmadan dinledi. Dinlediği süre boyunca yüz ifadesinde sadece bit kez değişim olmuştu, o da On Dokuz Yönetmeliği'ni duyduğundaydı Rakamı duyunca kaşları hafifçe yükselmişti.

Oğul Slightman açıklığın diğer tarafında son derece dayanıklı baloncuklar yapan bir kamış bulup çıkarmıştı. Oy baloncukları kovalıyor, dişle, yerek patlatıyordu. Baloncuklardan küçük bir tepe oluşmuştu. Baloncuk tepesini gören Eddie'nin aklına Büyücü'nün Gökkuşağı, o tehlikeli küreler geldi. Callahan'da gerçekten bu kürelerden biri var mıydı? İçlerinde en kötüsü onda mıydı?

Andy, çocukların gerisinde, gümüş rengi kollarını çelik göğsü üzerinde kavuşturmuş halde oturuyordu. Eddie, robotun hazırlayıp sunduğu yemeklerden kalan bulaşıkları yıkamak için beklediğini düşündü. Kusursuz bir hizmetkârdı. Yemek pişiriyor, temizlik yapıyor, karşılaşacağınız koyu tenli hanımdan bahsediyordu. Sadece On Dokuz Yönetmeliği'ni ihlal etmesini beklemeyin. Yani parolanız yoksa.

"Yanıma gelir misiniz, arkadaşlar?" dedi Roland sesini biraz yükselterek. "Görüşme vakti geldi. Fazla uzun sürmeyecek, ki bu iyi. En azından bizim için, çünkü sai Callahan gelmeden önce aramızda konuşmuştuk. Konuşma, uzadıkça faydasızlaşır."

Calla'dan gelenler ve çok uzaklardan gelenler, muhtemelen daha da uzaklara gidecekler uslu çocuklar gibi gelip Roland'ın yakınma oturdu.

"Öncelikle şu Kurtlar hakkında bildiklerinizi dinlemek istiyorum. Eddie'nin söylediklerine göre Andy bu konuda bilgi vermiyormuş."

"Doğru," dedi büyük Slightman. "Bizi geleceklerine dair uyarıyo, ama başkaca bilgi vermiyo. Onu yapanlar ya da sonradan gelenler bir şekilde sesini kesmişler. Başka konularda hiç durmamacasma konuşur."

Roland, Calla'nm zengin çiftçisine baktı. "İlk sözü almak ister misiniz, sai Overholser?"

Tian Jaffords ilk konuşan olmaya davet edilmediği için düş kırıklığına uğramış görünüyordu. Karısı da onun adına hayal kırıklığına uğranuhivdi. Baba Slightman, Roland'm beklenen seçimi yaptığını düşünüyor-sçaSına başını salladı. Overholser, Eddie'nin sandığı gibi şişinmedi. Otuz saniye boyunca bağdaş kurduğu bacaklarına baktı. Yüzünü ovuşturuyor, söyleyeceklerini düşünüyordu. Bulundukları açıklık öylesine sessizdi ki Eddie, adamın birkaç günlük sakalına sürten elinin hışırtısını duyabiliyordu. Overholser sonunda içini çekerek başını salladı ve Roland'a baktı.

"Teşekkürler derim. İtiraf etmeliyim ki beklediğim gibi diilsiniz. Tefiniz beklediğim gibi diil." Overholser, Tian'a döndü. "Bizi buraya getirmekte haklıydın, Tian Jaffords. Bu görüşme yapılmalıydı. Bu yüzden, teşekkürler derim."

"Sizi buraya getiren ben diilim," dedi Jaffords. "İhtiyar."

Overholser, Callahan'a doğru başını salladı. Callahan da ona başını salladı ve yanmış eliyle, Eddie'nin düşüncesine göre sebebin kendisi değil, Tanrı olduğunu belirtircesine havaya bir haç çizdi. Belki öyleydi ama iş, alevler arasından kızgın kömür parçaları çıkarmaya geldiğinde Gile-ad'lı Roland'a iki, Tanrı ve İsa Adam'a, o ilahi silahşorlara ise bir dolar koyardı.

Roland yüzünde sakin ve nazik bir ifadeyle, sessizce bekliyordu.

Overholser sonunda konuşmaya başladı. Neredeyse on beş dakika boyunca konuştu. Yavaşça ama öz konuşuyordu. Öncelikle ikizler konusu vardı. Calla sakinleri, dünyanın diğer bölgelerinde ikizlere, tek çocuklara nazaran nadiren rastlandığını geçmişte öğrenmişti. Calla'da ise bunun aksine, Jaffordsların Aaron'u gibi tek çocuklar ender görülürdü. Hem de çok ender.

Kurtlar yüz yirmi yıl kadar önce (belki de yüz elli yıldı; zamanın iler-leyişindeki belirsizlik, bu tür hesaplamaları zorlaştırıyordu) akınlarına başlamıştı. Tam olarak her nesilde bir geliniyorlardı; bu yaklaşık her yirmi yılda bir demek olurdu ve aralar, bundan uzundu. Yine de yakındı.

Eddie, Slightman ve Overholser'a, Kurtlar akınlarına yüz elli yıl kadar önce başlamışsa Andy'nin Kurtlar hakkında konuşmasının Eski İn-sanlar'ca engellenmesinin nasıl mümkün olabileceğini sormayı düşündü ama sonra vazgeçti. Cevaplanamayacak sorular sormak vakit kaybından başka bir işe yaramaz, derdi Roland. Yine de ilginç bir noktaydı, degı mi? Haberci Andy'yi (ve başka birçok özellik) en son kimin (veya neyi^ programladığını öğrenmek ilginç olabilirdi.

Ve nedenini.

Overholser'ın dediğine göre yaşları üç ila on dört arasında deği§en ikiz kardeşlerden biri doğuya, Gök Gürültüsü Ülkesi'ne götürülüyordu (Büyük Slightman'ın bu konuşmalar sırasında kolunu oğlunun omzuna atması Eddie'nin gözünden kaçmadı.) Çocuklar, belki dört, belki sekiz hafta boyunca orada kalıyordu. Sonra çoğu geri gönderiliyordu. Dönmeyenlerin Karanlık Ülke'de, yapılan kötülük dolu ayinlerde öldürüldüğü varsayılıyordu.

Geri dönenler, en iyi ihtimalle söz dinleyen geri zekâlılar oluycrdu. Beş yaşında bir çocuk döndüğünde konuşmayı unutmuş oluyordu. Tek yaptığı anlamsız sesler çıkararak istediği eşyalara uzanmaktı. İki üç yıl önce ortadan kalkan alt bezleri tekrar kullanılmaya başlanıyor, bu durum çocuk on, hatta on iki yaşına gelene dek sürebiliyordu.

"Aynen öyle, Tia hâlâ altı günde bir altına işiyo, ayda bir de büyüğünü kaçırıyo," dedi Jaffords.

"Dinleyin onu," diye hüzünle onayladı Overholser. "Kardeşim Wel-land'ın durumu da ölene dek böyleydi. Sürekli gözlem altında tutulmalan gerek, çünkü sevdikleri yiyeceği patlayana dek yiyebilirler. Sizinkilerle kim ilgileniyo Tian?"

"Kuzenim," diye atıldı Zalia, Tian cevap veremeden. "Artık Heddon ve Hedda da biraz yardım edebiliyo. Yaşları..." Söylemek üzere olduğu şeyi fark ederek sustu. Dudakları sımsıkı kapandı ve konuşmamayı tercih etti. Eddie anlamıştı galiba. Evet, Heddon ve Hedda bu sene yardım edebiliyordu. Bir sonraki yıl, içlerinden biri yardım edebilecekti. Ama diğeri...

On yaşında bir çocuk geri döndüğünde çat pat konuşabiliyor oluyordu, ama asla bundan öteye geçemiyordu. Daha ileri yaşta götürülenlerin durumu daha da kötüydü, zira kendilerine yapılanın bir şekilde farkın-daymış gibi dönüyorlardı. Kendilerinden çalmanın. Böyle olanlar sürekli ağlama eğilimindeydi. Ya da doğuya kaçıp kayboluyorlardı. Sanki zavallı beyinlerini kuşlar gibi havada daireler çizerken göreceklerdi. Böyle olan-A n varım düzine kadarı daha ileri yaşlarda intihar etmişti. (Callahan laroau ysırada yine istavroz çıkardı.)

Deforme olanlar on altı yaşa kadar hem konuşma, hem davranış, h m de görünüm olarak çocuk gibi kalıyordu. Sonra büyük bir bölümü aniden irileşerek genç devlere dönüşüyordu.

"Bunun nasıl bir şey olduğunu görüp yaşamadan anlamanız imkânım " dedi Tian. Ateşin küllerine bakıyordu. "Onlara çektirdiği acıyı tah-min bile edemezsiniz. Bebekler diş çıkarırken ağlar, bilirsiniz diil mi?"

"Evet," dedi Susannah.

Tian başını salladı. "Sanki tüm bedenleri diş çıkarıyomuş gibi oluyo."

"Dinleyin onu," dedi Overholser. "Kardeşimin on altı, on sekiz ay boyunca tek yaptığı uyumak, yemek, ağlamak ve büyümek olmuştu. Uyurken bile ağladığını hatırlıyom. Yatağımdan kalkıp yanına giderdim. Göğsünden, bacaklarından ve başından çıkan fısıltıları duyardım. Gece boyunca büyüyen kemiklerinin sesiydi."

Eddie anlatılanların dehşetini düşündü. Devler hakkında hikâyeler duymuştu, ama o ana dek bir dev olmaya dair hikâyeler duymamıştı. Sanki tüm bedenleri diş çıkarıyor, diye düşündü ve ürperdi.

"Büyümeleri bir buçuk yıl kadar sürüp sona eriyo, ama bazen onlara ne kadar uzun gelmiş olabileceğini merak ediyom. Geri döndüklerinde zaman kavramları bir kuş veya böceğinki gibi basit oluyo."

"Sonsuzluk," dedi Susannah. Yüzü çok solgundu, sesi de hastaymış gibi çıkmıştı. "Sonsuzluk kadar uzun gelmiş olmalı."

"Geceleri kemikleri büyürken çıkan fısıltılar," dedi Overholser. "Ka-fataslan büyürken çektikleri baş ağrısı."

"Zalman bir keresinde dokuz gün boyunca hiç durmadan haykırmıştı," dedi Zalia. Sesi ifadesizdi ama Eddie, kadının yüzündeki korkuyu görebiliyordu; hem de çok iyi görüyordu. "Elmacık kemikleri yükseldi. Değişimi gözlerinizle takip edebiliyodunuz. Alnı ileri fırladı ve büyümeye devam etti. Kulak verdiğimizde kafatasının çıtırdadığını duyabiliyoduk. Buzların ağırlığı altında kalmış bir ağaç dalı gibiydi.

"Dokuz gün boyunca çığlıklar attı. Dokuz. Sabah, öğlen, gece. Çığ-'ıklar, çığlıklar. Gözyaşları hiç durmuyodu. Sesinin kısılması, hatta tamamen hissizleşmesi için bütün tanrılara dua ettik ama böyle bir şey olma^ teşekkürler derim. Bir tabancamız olsaydı, sırf acısına son verebilme^ için onu vururduk galiba. Babam tam dayanma gücünün sonuna gelmişti boğazını kesecekti ki çığlıklar durdu. Kemikleri bir süre daha büyüdü -se. keleti yani, anlarsınız ya- ama en kötüsü kafasıydı. O da sonunda dur. muştu, tüm tanrılara ve İsa Adam'a teşekkürler derim."

Callahan'a doğru başını salladı. O da başını salladı ve elini kaldıra-rak bir süre havada tuttu. Zalia, Roland ve arkadaşlarına döndü.

"Şimdi beş evladım var," dedi. "Aaron tehlikede değil, teşekkürler derim. Ama Heddon ve Hedda on yaşında. En tehlikeli dönem. Lyman ve Lia sadece beş yaşında ama beş de yeterince büyük. Beş..."

Yüzünü ellerine gömdü ve daha fazla konuşmadı.


4

Overholser büyüme sürecinin ardından bazılarının çalışabildiğini söyledi. Diğerleri (çoğunluğu) kütük çekmek veya kazık için çukur kazmak gibi basit işleri bile yapamıyordu. Böyleleri Took'un dükkânının önündeki basamaklarda oturur, bazen grup halinde kasabada yürürdü. İnanılmaz irilikte, aptalca geveleyen, anlamsızca sırıtan, bazen de sadece gökyüzüne bakan hantal genç erkekler ve kadınlardan oluşan gruplar...

Neyse ki üremiyorlardı. Hepsi korkunç iriliğe ulaşmıyor, zekâ seviyeleri ve fiziksel kabiliyetleri değişkenlik gösterebiliyordu, ama hepsinde ortak olan bir nokta vardı: döndüklerinde cinsel anlamda ölmüş oluyorlardı. "Açık sözlülüğümü bağışlayın," dedi Overholser. "Ama kardeşim Welland'm sabah sertleşmesi bile yaşadığım sanmıyom. Zalia? Sen kardeşini hiç... bilirsin işte..."

Zalia başını iki yana salladı.

"Geldiklerinde kaç yaşındaydınız, sai Overholser?" diye sordu Roland.

"İlk seferini kastediyosan, Welland ile dokuz yaşındaydık." Overholser artık daha hızlı konuşuyordu. Bu, insana söyleyeceklerini daha önce prova ettiği hissini veriyordu ama Eddie öyle olduğunu sanmıyordu.

nverholser, Calla Bryn Sturgis'te bir güçtü; Tanrı bizi korusun ve karga-ı rı taş etsin, o en büyük çiftçiydi. Zihninde çocukluk günlerine, küçük, avunmasız ve dehşet içinde olduğu o günlere dönmek onun için zor olmalıydı- "Annemle babam bizi kilere saklamaya çalıştı. En azından bana söylenen bu. Ben hiçbir şey hatırlamıyom. Galiba kendi kendime hatırlamamayı öğrettim. Evet, muhtemelen öyle. Bazıları diğerlerinden daha iyi hatırlıyo ama tüm hikâyeler aynı sonuca ulaşıyo, Roland: ikizlerden biri alınıyo, biri geride bırakılıyo. Götürülen, deforme olmuş halde geri dönü-yo, belki birkaç işe yarıyolar ama belden aşağıları ölü oluyo. Sonra... otuzlu yaşlara geldiklerinde..."

Deforme ikizler otuzlu yaşlara geldiklerinde aniden, şok edici bir hızla yaşlanıyordu. Saçları aklaşıyor, çoğunlukla tamamen dökülüyordu. Gözlerinin feri kaçıyordu. Kuvvetli kaslar (Tia Jaffords ve Zalman Hoonik'in şimdi sahip olduğu gibi) incelip porsuyordu. Bazen uykularında, huzur içinde ölüyorlardı. Ama çoğunun ölümü hiç de huzurlu değildi. Yaralar açılıyordu. Bazen deride oluyorlardı ama çoğunlukla midede veya başta görülüyordu. Beyinde. Hepsi de çok erken yaşta ölüyor, ölürken devleşirken olduğu gibi acı feryatlar ediyordu. Eddie, ona kanser yüzünden ölenleri hatırlatan bu geri zekâlıların kaçının boğularak, kaçının uykunun, acının ötesine geçiren ağrı kesicilerle öldüğünü merak etti. Bu, sorulabilecek türde bir soru değildi ama cevabın "çok fazla" olduğunu tahmin edebiliyordu. Roland bazen delah sözcüğünü kullanır, söylerken de elini hafifçe ufka doğru sallardı.

Çok.

Dilleri ve anıları duydukları gerginlikle boşalmış, Calla'dan gelen ziyaretçiler konuşmaya ve üzücü anekdotlar anlatmaya bir süre daha devam edebilirdi, ama Roland onlara izin vermedi. "Şimdi Kurtlar'dan bahsedin, yalvarırım. Sayıları kaç civarında oluyor?"



"Kırk," dedi Tian Jaffords.

"Tüm Calla'ya dağılanlar mı?" diye sordu Baba Slightman. "Kırktan fazladır." Özür dilercesine Tian'a döndü. "Son gelişlerinde yaşın dokuzdan fazla diildi, Tian. Ben yirmilerin başlarındaydım. Belki kasabada kırk 'ane vardı ama kasabanın dışına doğru yayılan çiftliklere de pek çok Kurt geldi. Toplam altmış diyebilirim, sai Roland. Belki de seksen."

Roland kaşlarını kaldırarak Overholser'a baktı.

"Yirmi üç yıl oldu," dedi Overholser. "Ama altmış civarı diyebilirim.»

"Onlara Kurtlar diyorsunuz ama gerçekte nedirler? İnsan mı? Yok$a başka bir şey mi?"

Overholser, Slightman, Tian, Zalia: Eddie bir an için /c/teflerini pay. laştıklarım hissetti, neredeyse duyabiliyordu. Bir an, kendini yalnız ve dış. lanmış hissetti. Tıpkı bir cadde köşesinde, birbirinin kollarında, dünya, dan habersiz öpüşen âşık bir çiftin yanında hissedilene benzer bir duy. guydu. Eh, artık o şekilde hissetmesine gerek yoktu, değil mi? Artık ken-di ka-tet'i, kendi khefi vardı. Üstelik bir de kendi kadınına sahipti.

Bu arada Roland, Eddie'ye artık çok tanıdık gelen o sabırsız parmak çevirme hareketini yapıyor, devam etmelerini istiyordu. Haydi arkadaşlar, diyordu. Zaman geçiyor.

"Ne olduklarını kesin olarak bilemiyoz," dedi Overholser. "İnsana benziyolar ama maske takıyolar."

"Kurt maskeleri," dedi Susannah.

"Evet, hanımefendi, atları gibi gri maskeler."

"Hepsinin gri atları mı var?" diye sordu Roland.

Sessizlik bu kez daha kısaydı, ama Eddie yine de ka-tet ve khefi hissetti; zihinler, tam anlamıyla telepati denemeyecek temel bir bağı kullanarak birbirine danışıyordu. Telepatiden daha temel bir bağdı.

"Aynen öyle!" dedi Overholser. "Hepsi de gri atlar üzerinde geliyo. Derileriymiş gibi görünen gri pantolonlar giyiyolar. Büyük mahmuzlan olan siyah çizmeleri var. Başlıklı yeşil pelerinler giyiyolar. Ve maskeler. Maske olduklarını, geride birkaç tanesini bırakmalarından biliyoz. Çeliğe benziyolar ama güneşte et gibi çürüyolar. Lanet şeyler."

"Ah."


Overholser başını hafifçe yana eğerek ona hakaret kabul edilebilecek bir bakışla baktı. Aptal mısın yoksa geç mi anlıyorsun? der gibiydi-Sonra Slightman söze devam etti: "Atları rüzgâr gibi hızlı. Bazıları eyerin önünde bir, arkasında bir başka çocuk taşıyo."

"Öyle mi?" dedi Roland.

Slightman başını salladı. "Tanrılara teşekkürler derim." Sonra Calla-n'ın favaya haç çizdiğini görerek iç geçirdi. "Kusura bakma, İhtiyar."

Callahan omuz silkti. "Benden önce buradaydın. İstediğin tanrılara 'nan. Benim onlara inanmadığımı bil yeter."

"Ve Gök Gürültüsü'nden geliyorlar, öyle mi?" diye sordu Roland son konuşmalara aldırmayarak.

"Evet," dedi Overholser. "Yüz tekerlek kadar ötede," diyerek güneydoğuyu işaret etti. "Bu bölge, Hilal'den önceki son engebeli alandır. Bundan sonra arazi dümdüz ilerler. Yüz tekerlek ötesi karanlıktır. Ufukta bir yağmur bulutu varmış gibi. Bir zamanlar orada dağların görülebildiği söylenir."

"Nebraska'dan Rockies'in görünmesi gibi," dedi Jake.

Overholser, çocuğa baktı. "Anlamadım, Jake-so/ı?"

"Önemli bir şey değil," dedi Jake, çiftçiye mahcup bir gülümsemeyle bakarak. Bu arada Eddie, Overholser'ın Jake'e hitap ederken kullandığı kelimeyi aklının bir köşesine not etmişti; adam sai değil, soh demişti. İlginç bir nokta daha.

"Gök Gürültüsü'nü duymuştuk," dedi Roland. Duygusuz sesi, her nedense insanın içinde bir dehşet hissi uyandırıyordu. Susannah'nın elini elinde hissedince mutlu oldu.

"Öykülerde anlatıldığına göre orası vampirlerin, hortlakların ve canavarların ülkesiymiş," dedi Zalia onlara. Alçak sesi, titremenin eşiğin-deydi. "Elbette bunları çok uzun zamandır dinliyoz..."

"Hepsi doğru," dedi Callahan. Sesi sertti ama Eddie, içindeki korkuyu hissetmişti. Hem de çok iyi hissetmişti. "Vampirler var, diğerleri de büyük ihtimalle gerçek ve yuvaları da Gök Gürültüsü. Sana uyarsa bu konuyu daha sonra uzun uzadıya konuşuruz, Silahşor. Ama şimdi beni dinleyin yalvarırım, vampirler hakkında çok şey bilirim. Kurtlar Calla'nın çocuklarını onlara mı götürüyor bilemem -umarım öyle değildir- ama evet, ampirler gerçek."

"Neden bundan şüphem varmış gibi konuşuyorsunuz?" diye sordu Roland.

Callahan bakışlarını önüne çevirdi. "Çünkü çok kişi inanmıyor. Ben de inanmamıştım. Ve..." Sesi çatladı. Boğazını temizledi ve fısıldadı. "...Ve bu felaketim oldu."

Roland kollarını dizlerinin etrafına dolamış halde çömelerek ağırh. ğmı çizmelerinin iyice yıpranmış topuklarına vermişti. Hafifçe öne arkaya sallanarak bir süre düşündü. Sonra Overholser'a döndü. "Günün hangi saati geliyorlar?"

"Kardeşim Welland'i aldıklarında sabahtı," dedi çiftçi. "Kahvaltıdan hemen sonra. Hatırlıyom çünkü Welland, anneme kahvesini kilere götürüp götüremeyeceğini sormuştu. Ama son gelişlerinde... Tian ve Za-lia'nm kardeşlerini götürdüklerinde..."

"Ben de üç yeğenimi kaybettim," dedi Baba Slightman.

"O zaman da öğle vaktini biraz geçiyodu. Gününü biliyoz, çünkü Andy biliyo ve bize söylüyo. Sonra doğudan yükselen nal seslerini duyu-yoz ve kaldırdıkları toz bulutunu görüyoz..."

"Yani gelecekleri zamanı biliyorsunuz," dedi Roland. "Andy söylüyor, nal seslerini duyuyorsunuz ve toz bulutunu görüyorsunuz."

Roland'ın imasını anlayan Overholser'ın boynundan yanaklarına doğru bir kızıllık yükseldi. "Silahlı geliyolar, Roland, anlarsın ya. Ateşli silahları -tüfekleri ve tefinin taşıdığı gibi tabancalar- ve başka silahları var. Eski İnsanlar'ın korkunç silahları. Bir dokunuşta öldüren ışıklı çubuklar, eşekarısı veya sneetch denen uçan metal toplar var. Çubuklar deriyi yakıp kalbi durduruyo... elektrikli olabilir, veya..."

Overholser'ın söylediği sözcük, Eddie'ye ant-NOMİK gibi geldi ve önce anatomik demeye çalıştığını sandı. Daha sonra "atomik" diyor olmasının daha muhtemel olduğunu düşündü.

"Eşekarıları kokunuzu aldılar mı ne kadar hızlı koşarsanız koşun, kurtuluşunuz yok," dedi Slightman'ın oğlu heyecanla. "Zikzaklar çizseniz de işe yaramaz. Diil mi baba?"

"Aynen öyle," dedi Baba Slightman. "Bir de hızla dönen bıçaklan var."

"Hepsi gri atlar üzerinde," dedi Roland dalgınca. "Her biri aynı renkte. Başka?"

Görünüşe göre başka bir şey yoktu. Her şey anlatılmıştı. Kurtlar, Andy'nin söylediği gün doğudan çıkıp geliyor, korkunç bir saat boyunca Cbelki biraz daha fazla) Calla'da gri atların gök gürültüsüne benzeyen nal sesleri ve çocukları alınan ailelerin feryatları duyuluyordu. Yeşil pelerinler uçuşuyor, güneş altında çürüyen metal görünümlü kurt maskeleri soğukça sırıtıyordu. Çocuklar evlerinden çekilip alınıyordu. Bazen birkaç çifte dokunmadan geçiyorlardı. Bu, ön bilgilerinin kusursuz olmadığı anlamına gelebilirdi. Eddie istihbaratlarının yine de çok iyi olması gerektiğini düşündü, çünkü çocuklar evlerinden uzaklaştırılsa veya evin bir köşesine saklamalar da (ki çoğunluğu öyle yapıyordu) Kurtlar onları kısa sürede buluyordu. Saman balyalarının ve patates çuvallarının arasında olsalar bile bulunuyorlardı. Karşı koymaya çalışan Calla sakinleri vuruluyor, ışıklı çubuklarla (bir tür lazer miydi?) kızartılıyor veya uçan eşekarılarıyla parçalanıyordu. Daha sonra bunları hayalinde canlandırmaya çalıştığında aklına Henry'nin onu sürükleyerek götürdüğü bir film geldi. Adı, Haya-let'ü. Eski Majestic'te oynuyordu. Brooklyn ve Markey Caddesi köşesinde. Eski hayatını geçirdiği pek çok yerde olduğu gibi Majestic de idrar, patlamış mısır ve kahverengi kesekâğıtlarında taşman ucuz şaraplardan kokuyordu. Bazen koltuk aralarında iğneler olurdu. Belki iyi değildi, ama bazen, uykunun gelmekte nazlandığı uzun gecelerde derinlerinde bir yerlerde bir parçası, Majestic'in dahil olduğu eski hayatına özlem duyuyordu. Tıpkı evinden kaçırılan bir çocuğun annesine duyduğu özlem gibi.

Çocuklar alınıyor, nal sesleri geldiği gibi uzaklaşıyor ve dehşet dolu anlar böylece sona eriyordu.

"Ama onları sonradan geri getiriyorlar, değil mi?" diye sordu Jake.

"Hayır," dedi Overholser. "Deforme olanlar geriye trenle dönüyo... Ne? Ne oldu?" Jake'in ağzı bir karış açılmış, yüzü kireç gibi olmuştu.

"Kısa bir süre önce bir trende kötü anlar geçirdik," dedi Susannah. "Çocuklarınızı geri getiren trenler mono mu?"

Değillerdi. Aslında Overholser, Jaffordslar ve Slightmanlar mono-nun ne olduğunu bile bilmiyordu. (Gençliğinde Disneyland'e gitmiş olan Callahan biliyordu.) Çocukları getiren trenler, basit lokomotifler tarafından çekilen (umarım hiçbirinin adı Charlie değildir, diye düşündü Eddie) Ustü açık iki vagondan ibaretti. Çocuklar bu iki vagona dolduruluyordu.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin