Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə13/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   54

Döndüklerinde genellikle yiyecek ve dışkıya bulanmış, susuz kalmış, kor. ku içinde ağlıyor oluyorlardı (Gök Gürültüsü'nün batısında hava açık ve sıcaksa meydana gelen güneş yanıklarının acısı bazen korkularına eklenj. yordu). Demiryolu hattının sonunda bir istasyon yoktu. Overholser yU2. yıllar önce olabileceğini düşünüyordu. Atlar, çocukların boşaltılmasının ardından vagonları paslı raylardan çekiyordu. Eddie, Kurtlar'ın geliş sayı-sının, çürümeye bırakılan makineleri sayarak bulunabileceğini düşündü. Bir ağacın yaşını gövdesindeki halkaları sayarak öğrenmek gibi.

"Bu yolculuk ne kadar sürüyormuş, tahmin edebiliyor musunuz?" diye sordu Roland. "İçinde bulundukları şartlara bakarak bir şey söyleyebilirsiniz belki."

Overholser önce Slightman'a, sonra Tian ve Zalia'ya baktı. "İki güı mü? Üç?"

Omuz silkip başlarını salladılar.

"İki üç gün," dedi Overholser, Roland'a sesindeki güven artarak. Diğerlerinin ifadesine bakılırsa sesindeki güven gereğinden fazlaydı. "Güneş yanıklarına sahip olacak ve yanlarına bırakılan yiyeceklerin çoğunu yiyecek kadar..."

"Ya da üstlerini başlarını onlarla kaplayana dek," diye homurdandı Slightman.

"Ama ölüm tehlikesi yaşayacak kadar uzun süre diil," diye sözlerini tamamladı Overholser. "Calla'dan ne kadar uzağa gidip geldiklerini kestirmek için soruyosanız size kolay gelsin derim çünkü trenin düzlükleri hangi hızla aştığını kimse bilmiyo. Nehrin karşısına yavaş denebilecek bir hızda geliyo ama bu, sağlıklı bir tahminde bulunmak için yeterli diil."

"Hayır," dedi Roland. "Değil." Bir süre düşündü. "Gelmelerine yirmi yedi gün mü kaldı?"

"Artık yirmi altı," dedi Callahan usulca.

"Bir şey var, Roland," dedi Overholser. Özür dilercesine konuşuyordu ama çenesi öne uzanmıştı. Eddie, adamın yine ilk görüşte hoşlanılmayacak türde birine dönüştüğünü düşündü. Yani otorite figürleriyle bir sorununuz varsa. Eddie'nin daima olmuştu.

Roland kaşlarını kaldırarak gözlerinde sessiz bir soruyla baktı.

"Henüz evet demedik." Destek istercesine Slightman'a baktı ve Slight-man onaylarcasına başını salladı.

"Anlarsınız ya, söylediğiniz kişiler olduğunuzu bilmemizin bir yolu yok," dedi Slightman biraz mahcup bir ifadeyle. "Büyüdüğüm evde kitap yoktu. Şu an çalıştığım çiftlikte de -Eisenhart'm Rocking B'sinin kâhyası-yım- sadece mahsullerle ilgili kitaplar var. Ama her çocuk gibi ben de Gi-lead, silahşorlar ve Arthur Eld'den bahsedilen hikâyeleri dinleyerek büyüdüm... Jericho Tepesi'ni ve uydurulan kanlı hikâyeleri duydum... ama iki parmağı eksik, veya kahverengi derili kadın silahşorlardan bahsedildiğini hiç duymadım. Üstelik biri henüz bıyıkları bile terlememiş bir çocuk."

Bu sözler üzerine Slighlman'ın oğlu şok geçiriyor gibi göründü. Mahcubiyetinin verdiği acı da yüzünden okunabiliyordu. Slightman da hafifçe utanmış görünüyordu ama yine de sözlerine devam etti.

"Söylediklerim sizi gücendirdiyse beni affedin, yalvarırım. Aslında ben..."

"İyi dinleyin, onu iyi dinleyin," diye mırıldandı Overholser. Eddie, adamın çenesinin birazdan yerinden fırlayabileceğim düşünmeye başlamıştı.

"...Ama verdiğimiz kararın yankıları çok uzun süre devam edecek. Bunu anlamanızı diliyom. Yanlış bir karar, kasabamızın ve içindeki herkesin sonunu getirebilir."

"Bu duyduklarıma inanamıyom!" dedi Tian Jaffords öfkeyle. "Bu insanların sahtekâr olduğunu mu sanıyosunuz? Ulu tanrılar, adama hiç bakmadınız mı? Sizin hiç..."

Karısı, Tian'ın kolunu tutarak parmak uçlarının çevresinde beyazlıklar oluşana dek sıktı. Tian, ona baktıktan sonra sustu ama sımsıkı kapalı dudakları, düşüncelerini açıkça belirtiyordu.

Uzaklarda bir yerlerde bir karga öttü ve bir ekinkargası daha ince °lan sesiyle karşılık verdi. Sonra ortalığa sessizlik çöktü. Tüm başlar, na-s" cevap vereceğini görmek için birer birer Gilead'lı Roland'a çevrildi.


5

Hep aynı şey oluyordu, artık bıkmıştı. Hem yardım istiyorlar, hem de referans soruyorlardı. Ellerinde olsa bir şahit ordusu isteyeceklerdi. I-jj. riske girmeden kurtarılmayı bekliyorlardı. Sanki gözlerini kapatıp aça. caklar ve her şey yoluna girecekti.

Kollarını dizlerinin etrafına dolayan Roland, öne arkaya hafifçe sal-lanıyordu. Sonra kendi kendine başını salladı ve diğerlerine döndü. "Ja. ke," dedi. "Yanıma gel."

Jake yeni arkadaşı Benny'ye kısaca baktıktan sonra Roland'a doğru yürüdü. Oy da her zamanki gibi hemen ayaklarının dibinde yürüyordu.

"Andy," dedi Roland.

"SaiT


"Bize yemek yediğimiz tabaklardan dört tane getir." Roland, Andy tabakları getirirken Overholser'a döndü. "Birkaç tabağınız kırılacak. Kasabaya silahşorlar geldiğinde bir şeyler kırılır dökülür, sai. Bu, hayatın basit gerçeklerinden biridir."

"Roland bence buna pek gerek..."

"Artık susun," dedi Roland. Sesi nazikti, ama Overholser tek söz daha etmeye cesaret edemeden hemen sustu. "Siz hikâyenizi anlattınız, şimdi sıra bizde."

Andy'nin gölgesi Roland'ın üzerine düştü. Silahşor başını kaldırıp yıkanmış ama hâlâ yağla parlamakta olan tabakları aldı. Sonra dikkat çekici bir şekilde değişmiş olan Jake'e döndü. Jake, Benny ile şakalaşır, Oy'un yaptığı zekice numaraları seyredip gülerken on iki yaşındaki herhangi bir çocuk gibi masum ve pervasız görünüyordu. Şimdiyse yüzündeki gülümseme silinmişti ve kaç yaşında olduğunu kestirebilmek imkânsızdı. Mavi gözleri, Roland'ın neredeyse aynı tondaki gözlerine ciddiyetle dikilmişti. Jake'in, bir başka dünyada babasının çalışma masasından aldığı Ruger, koltukaltındaki askıdan sarkıyordu. Tabancanın tetiği, Jake'in o an bakmadan gevşettiği ham deriden bir şeritle emniyete alınmıştı. Tek bir çekişi yetmişti.

"Elmer'ın oğlu Jake, dersini söyle ve dürüst ol."

Roland, Susannah veya Eddie'nin müdahale etmesini beklememiş A sildi. Ama ikisi de yapmadı. Onlara dönünce yüzlerinde Jake'inki gibi 5uk ve ciddi bir ifade olduğunu gördü. Güzel.

Jake'in sesi ifadesiz ama güçlüydü.

"Elimle nişan almam; eliyle nişan alan babasının yüzünü unutmuştur Ben gözümle nişan alırım. Elimle ateş etmem..."

"Bunun ne işe yarayacağından..." diye söze başladı Overholser.

"Kapa çeneni," dedi Susannah parmağını ona doğru uzatarak.

Jake, onları duymamış gibiydi. Gözleri, Roland'ınkilerden bir anlığına bile ayrılmamıştı. Çocuğun sağ eli göğsü üzerinde, parmaklarıysa açıktı. "Eliyle ateş eden, babasının yüzünü unutmuştur. Ben aklımla ateş ederim. Silahımla öldürmem; silahıyla öldüren, babasının yüzünü unutmuştur."

Jake durdu. Bir nefes aldı ve konuşurken verdi.

"Ben yüreğimle öldürürüm."

"Bunları öldür," dedi Roland ve başkaca hiçbir uyarıda bulunmadan dört tabağı birden havaya fırlattı. Beyaz gökyüzünde koyu birer leke gibi görünen tabaklar, dönerek ve birbirlerinden ayrılarak yükseldi.

Jake'in göğsünde duran eli bir anda bulanıklaştı. Daha Roland'ın eli havadayken Ruger'ı çekip, nişan alıp ateş etmeye başladı. Tabaklar birbiri ardına değil, aynı anda parçalanmış gibi göründü. Parçaları, açıklığın üzerine yağmur gibi yağdı. Birkaçı, kıvılcım ve küller saçarak ateşin içine düştü. Bir ikisi, Andy'nin metal kafasından sekti.

Roland'ın havadaki eli öyle hızlı hareket etti ki ne yaptığını seçmek mümkün olmadı. Onlara hiçbir emir vermemiş olmasına rağmen Eddie ve Susannah da aynısını yaptı. Tüm bunlar, Calla Bryn Sturgis'den gelenlerin silah sesiyle irkilip gerilediği o kısacık anda olup bitmişti. Hepsi şok olmuştu.

"Size yararsa bizi görün ve teşekkürler deyin," dedi Roland. Ellerini uzattı. Eddie ve Susannah da aynısını yaptı. Eddie üç parça yakalamıştı. Susannah da beş (bir parmağı hafifçe kesilmişti). Roland ise düşen parçalardan bir düzinesini yakalamıştı. Yapıştırılacak olsalar bir tabak edecekmiş gibi görünüyorlardı.

Calla'dan gelen altı kişi hayretle bakıyordu. Benny kulaklarını kapat, tığı ellerini yavaşça indirdi. Jake'e hayalet görmüş gibi bakıyordu.

"Aman Tanrım," dedi Callahan. "Eski bir Vahşi Batı şovundan bir hi. le gibi."

"Hile değil," dedi Roland. "Bunu aklınızın ucundan bile geçirmeyin, Bu, Eld'in yolu. Biz o an-tet, khefve ka'ya aidiz. Buna hiç şüpheniz olma-sın. Bizler silahşoruz. Şimdi de size ne yapacağımızı söyleyeceğim." Göz-leri, Overholser'ınkileri aradı. "Yapacaklarımız, bizim tercihlerimizdir zira hiç kimse bizi kiralayamaz. Söyleyeceğim hiçbir şeyin sizi gücendireceğini sanmıyorum. Öyle olursa da..." Omuz silkti. Olursa çok yazık, der gibiydi.

Tabak parçalarını ayaklarının dibine bıraktı ve ellerindeki tozu silkeledi.

"Bunlar Kurtlar olsaydı," dedi. "Geride size bela olacak altmış yerine elli altı tanesi kalacaktı. Dördü, siz daha nefes alamadan ölmüş olacaktı. Bir çocuk tarafından öldürülmüş." Jake'e baktı. "Belki de çocuk denebilecek biri." Duraksadı. "Görünüşe aldanmamak gerektiğini bilirsiniz."

"Genç çocuk nefes kesici bir gösteri sergiledi," dedi Baba Slightman. "Ama tabaklarla at üstündeki Kurtlar arasında fark var."

"Belki senin için var, sai. Bizim için yok. Ateş etme faslı başladıktan sonra yok. Zira o andan sonra hareket eden her şeyi vururuz. Bizi bu yüzden aramıyor muydunuz?"

"Ya vurulmaları mümkün diilse?" diye sordu Overholser. "Ya en güçlü kurşunlar bile işe yaramıyosa?"

"Neden zaten kısa olan zamanınızı harcıyorsunuz?" diye soruyla karşılık verdi Roland. "Öldürülebildiklerini biliyorsunuz, yoksa buralara kadar gelip bizi arama zahmetine girmezdiniz. Sormadım, çünkü cevap açık seçik ortadaydı."

Overholser bir kez daha kıpkırmızı oldu. "Kusura bakmayın."

Bu arada Benny irileşmiş gözlerle Jake'e bakmaya devam ediyordu. Roland yüreğinde iki çocuk için hafif bir sızı hissetti. Az önce yaşadıkları, aralarındaki ilişkiyi temelden değiştirecekti. Belki yine de arkadaş olabilirlerdi ama o yaşlarda iki çocuğun paylaşacağı türde bir khefe asla sahip ,amayacaklardı. Çok yazıktı, çünkü Jake bir silahşor olmadığı zamanlarda hâlâ bir çocuktu. Roland'ın erkeklik sınavından geçtiği yaşa yakındı. Ama muhtemelen fazla uzun süre genç kalmayacaktı. Bu yüzden çok yazıktı.

"Beni dinleyin," dedi Roland. "Beni çok iyi dinleyin. Birazdan kendi kamp alanımıza döneceğiz ve aramızda görüşeceğiz. Yarın kasabanıza geldiğimizde kalacak yer..."

"Seven-Mile'a gelin," dedi Overholser. "Sizi ağırlarız ve teşekkürler deriz, Roland."

"Bizim çiftliğimiz çok daha küçük," dedi Tian. "Ama Zalia ve ben..."

"Sizi konuk etmekten zevk duyarız." Overholser kadar kızardı. "Gerçekten."

"Kilisenizin yanı sıra bir de eviniz var mı, sai Callahan?" dedi Roland.

Callahan gülümsedi. "Var ve Tanrı'ya teşekkürler diyorum."

"Calla Bryn Sturgis'deki ilk günümüzde sizinle kalabiliriz," dedi Roland. "Bu mümkün mü?"

"Elbette. Başımın üzerinde yeriniz var."

"Bize kilisenizi gösterip içindeki gizemlerle tanıştırabilirsiniz."

Callahan'ın ifadesinde bir değişiklik olmadı. "Çok hoşuma gider."

"Sonraki günlerde," dedi Roland gülümseyerek. "Kendimizi kasabanın misafirperverliğine bırakacağız."

"Bu konuda hiçbir sıkıntınız olmayacaktır," dedi Tian. "Bundan eminim." Overholser ve Slightman başlarını sallıyordu.

"Az önce yediğimiz yemek bir işaretse buna hiç şüphem yok. Teşekkürler deriz, sai Jaffords. Dördümüz, bir hafta boyunca kasabanızda kalıp incelemeler yapacağız. Daha uzun da sürebilir ama muhtemelen bir hafta yeter. Araziyi inceleyip binaların yerleşimine bakacağız. Kasaba halkıyla konuşup bilgiler alacağız. Bunu sağlayabilirsiniz, değil mi?"

Callahan başını salladı. "Manniler adına konuşamam ama diğerleri-nın sizinle Kurtlar hakkında seve seve konuşacağından eminim. Tanrı ve lsa Adam biliyor ya hiçbiri mutlu değil. Hilal'dekiler, onlardan ölesiye korkuyor. Bize yardım edebileceğinize inanırlarsa istediğiniz her şeyi ya. parlar."

"Manniler benimle konuşacaktır," dedi Roland. "Onlarla daha önce görüşmüşlüğüm oldu."

"İhtiyar'ın hevesli görünümü seni yanıltmasın, Roland," dedi Over-holser. Tombul ellerini ihtiyatla havaya kaldırdı. "Kasabada ikna etmen gereken başka insanlar..."

"Örneğin Vaughn Eisenhart," dedi Slightman.

"Evet ve Eben Took," dedi Overholser. "Kasabanın en zengin ve güçlü adamlarından biridir. Büyük mağazanın sahibi. Ayrıca lokantanın ve hanın..."

"Bucky Javier'i de unutmamalı," cedi Slightman.

"Kasaba merkezindekilerin en zengini diil ama bunun tek sebebi, mallarının yarısını evlenirken kız kardeşine vermiş olması," dedi Overholser. Kasaba tarihinden inciler sunmaya hevesli bir ifadeyle Roland'a döndü. "Bucky'nin kardeşi Roberta Javier çok şanslı," dedi. "Kurtlar'ın son gelişinde ikisi de bir yaşındaydı. Bu yüzden tehlikeyi atlattılar."

"Ama Bucky'nin ikizi, bir önceki seferde götürüldü," dedi Slightman. "Bully öleli neredeyse dört yıl oluyo. Hastalıktan gitti. Bucky o günden beri küçük kardeşleri için elinden geleni esirgemiyo. Ama onu da ikna etmelisiniz, tabi."

Roland hâlâ anlamıyorlar, diye geçirdi içinden.

"Teşekkürler," dedi. "Yapacaklarımız çoğunlukla izlemek ve dinlemek olacak. Gözlemlerimizi tamamladığımızda bir toplantı için tüyü kasabada dolaştıracağız. O toplantıda size kasabanızın savunulup savunulmayacağım, eğer savunulabiliyorsa kaç kişi gerekeceğini bildireceğiz."

Roland, Overholser'ın ağzını açtığını gördü ve başını iki yana sallayarak konuşmasına engel oldu.

"İsteyeceğimiz sayı fazla olmayacak. Bizler ordu mensubu değil, silahşorlarız. Askerlerden farklı düşünür, farklı davranırız. Bizimle birlikte savaşması için beş kişiden fazlasını isteyeceğimizi sanmıyorum. Muhtemelen daha azı yetecek. İki veya üç kişi. Ama hazırlık aşamasında daha çok insanın yardımına ihtiyaç duyabiliriz."

"Niçin?" diye sordu Benny.

Roland gülümsedi. "Bunun cevabını henüz veremem, evlat, çünkü ralla'nızda durumun nasıl olduğunu görmedim. Ama böyle durumlarda en etkili silah, sürprizdir ve iyi bir sürprizin hazırlanması için genellikle cok insanın katkıda bulunması gerekir."

"Kurtlar'a en büyük sürpriz, onlara karşı savaşmamız olur," dedi Tian.

"Ya Calla'nın savunulamayacağına karar verirseniz?" diye sordu

Overholser. "Söyleyin, yalvarırım."

"Öyle bir durumda misafirperverliğiniz için teşekkür eder, dostlarımla yolumuza devam ederiz," dedi Roland. "Işının Yolu'nun ilersinde yapmamız gerekenler var." Tian ve Zalia'nın düş l.ırıklığıyla dolu yüzlerine baktıktan sonra ekledi. "Ama buna pek ihtimal vermiyorum. Genellikle bir yol bulunur."

"Umarım toplantıda fikriniz olumlu karşılanır," dedi Overholser.

Roland tereddüt etti. Bu noktada gerçeği yüzlerine çarpabilirdi. Bu insanlar, silahşorların bir grup çiftçinin vereceği karar uyarınca hareket edeceğini düşünüyorsa, dünya gerçekten bir zamanlar sahip olduğu şeklini kaybetmiş demekti. Ama bu o kadar kötü bir şey miydi? Sonunda olaylar gelişecek ve sonuçlarıyla birlikte uzun tarihinin birer parçası halini alacaktı. Belki de almayacaktı. Belki ömrü diğerleriyle birlikte Calla Bryn Sturgis'de son bulacak, cesetleri kargalara yem olacaktı. Kararı ka verecekti. Her zaman olduğu gibi.

Bu arada, herkes ona bakıyordu.

Roland sağ kalçasında duyduğu sancı yüzünden yüzünü buruşturarak ayağa kalktı. İşareti alan Eddie, Susannah ve Jake de kalktılar.

"Tanıştığımıza mutlu oldum," dedi Roland. "Bizi nelerin beklediğine gelince... Tanrı isterse su olacaktır."

"Amin," dedi Callahan.

YEDİNCİ BÖLÜM GEÇİŞ


1

"Gri atlar," dedi Eddie.

"Evet," dedi Roland.

"Gri atlar üzerinde elli altmış Kurt."

"Dedikleri bu."

"Ve bir an bile bunun ne kadar garip olduğunu düşünmediler," dedi Eddie şaşkınca.

"Hayır. Öyle bir görüntüleri yoktu."

"Sence öyle mi peki?"

"Aynı renkte elli altmış at mı? Evet, bence de öyle."

"Bu Calla'lılar at yetiştiriyor."

"Evet."

"Bizim için birkaç tane getirmişler." Hayatında hiç ata binmemiş olan Eddie, bunun ertelenmiş olmasına minnettardı ama renk vermiyordu.



"Evet, tepenin üzerinde bağlanmış bekliyorlar."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Kokularını aldım. Sanırım robot onlarla ilgileniyor."

"Hepsi aynı renkte elli altmış at olabilmesi bu insanlara neden garip gelmiyor?"

"Çünkü aslında Kurtlar'ı veya onlarla ilgili herhangi bir şeyi düşünüyorlar," dedi Roland. "Sanırım korkmakla fazlasıyla meşguller."

Eddie ıslıkla, bir melodi oluşturmayan beş ayrı nota çaldı. Sonra, »Gri atlar," dedi.

Roland başım salladı. "Gri atlar."

Birkaç saniye boyunca birbirlerine baktıktan sonra güldüler. Eddie, Roland'ın gülmesine bayılıyordu. Sesi ekinkargası dedikleri o koca kara Icuşlarınki kadar çirkindi... ama Eddie çok seviyordu. Belki bunun sebebi, Roland'ın çok nadir gülmesiydi.

Akşamüstüydü. Başlarının üzerindeki bulutlar incelmiş, gökyüzünün rengine benzeyen soluk mavi bir renge bürünmüştü. Overholser'm grubu kamp alanlarına geri dönmüştü. Susannah ve Jake ise çörek-topları toplamaya gitmişti. Yedikleri mükellef yemeğin ardından midelerini ağır yiyeceklerle doldurmak istemiyorlardı. Eddie bir kütüğün üzerine oturmuş, elindeki tahta parçasını yontuyordu. Roland, onun yanında yere oturmuş, tabancaları parçalarına ayırarak bir parça geyik derisi üzerine dizmişti. Her bir parçayı yağlıyor, tekrar birleştirilmek üzere bir kenara koymadan önce havaya kaldırıp gün ışığında iyice kontrol ediyordu.

"Onlara inisiyatifin onlarda olmadığını söyledin," dedi Eddie. "Ama gri atlardaki tuhaflığı olduğu gibi bunu da fark etmiş görünmüyorlar. Sen de üstlerine gitmedin."

"Endişelerini arttırmaktan başka bir işe yaramazdı," dedi Roland. "Gilead'da bir söz vardır: bırak kötülük yenileceği gün ortaya çıksın."

"Hı-hı," dedi Eddie. "Brooklyn'de de bir söz vardır: Sümüğü süet ceketten çıkaramazsın." Yaptığı nesneyi havaya kaldırdı. Roland bunun bir bebek için oyuncağa benzediğini düşündü. Eddie'nin her gece yanında yattığı kadın hakkında ne kadar bilgisi olduğunu bir kez daha merak etti. Daha doğrusu kadınlar hakkında. Bilinçli düşüncelerinde değil, daha derinlerde. "Onlara yardım edebileceğimize karar verirsen yardım etmek zorundayız. Eld'in yolu tam olarak bunu gerektiriyor, değil mi?"

"Evet," dedi Roland.

"Ve hiçbirini yanımızda savaşmaya ikna edemezsek yalnız başırnıza mücadele edeceğiz."

"Ah, o konuda bir endişem yok," dedi Roland. İçi tabanca yağıy]a dolu bir fincanı vardı. Bir güderi parçasının köşesini yağa batırdı ve Jg. ke'in Ruger'ının bir parçasını temizlemeye başladı. "Tian Jaffords'un bizimle birlikte savaşacağından eminim. Toplantıda ters bir karar çıksa bile bize yardım edecek birkaç yandaşı olacaktır mutlaka. En başta karısını sayabiliriz."

"Ya ikisinin birden ölümüne sebep olursak? Çocukları ne olacak? Beş çocukları var. Ayrıca bir de yaşlı adam var galiba. Birinin büyükbabası. Muhtemelen o da yanlarında kalıyor."

Roland omuz silkti. Eddie birkaç ay önce olsa bu hareketi (ve Silah-şor'un ifadesiz yüzünü) yanlış anlar, umursamadığını düşünürdü. Ama şimdi öyle olmadığını biliyordu. Roland kurallara ve geleneklere, Ed-die'nin bir zamanlar eroine olduğu kadar tutsaktı.

"Ya bu ufak kasabada Kurtlar'la uğraşırken ölen biz olursak?" diye sordu Eddie. "Son düşüncen, 'Ne salakmışım, Kara Kule'ye ulaşma şansımı bir avuç sümüklü mızmız için elimin tersiyle ittim,' gibi bir şey olmayacak mı? Ya da buna benzer hisler."

"Doğru yoldan ayrıhrsak Kule'nin bin kilometre yakınına bile ulaşa-mayız," dedi Roland. "Bana böyle hissetmediğini söyleyebilir misin?"

Eddie öyle bir şey söyleyemezdi, çünkü hissettiği tam olarak buydu. Başka bir şey de hissediyordu: bir tür kana susamış heves. Tekrar savaşmak istiyordu. Kurtlar mıdır her ne iseler, onları Roland'ın büyük altıpatlarının namlusunun ucunda görmek istiyordu. Gerçeği kendisinden saklaması mümkün değildi: birkaç kafa derisi yüzmek istiyordu.

Veya kurt maskesi çıkarmak.

"Seni asıl rahatsız eden ne, Eddie? Yalnız başımızayken anlat istersen." Silahşor'un yüzünde küçük, çarpık bir gülümseme belirdi. "Anlat bana, yalvarırım."

"Belli oluyor demek?"

Roland omuz silkerek bekledi.

Eddie soruyu kafasında tarttı. Önemli bir soruydu. Bu soruyla karşı karşıya kalmak kendisini umutsuz ve yetersiz hissetmesine sebep oluyordu Tıpkı Jake Chambers'ı kendi dünyalarına alabilmelerini sağlayan anahtarı yontma göreviyle karşı karşıya olduğu sırada hissettiği gibi. Ama o zaman suçlanabilecek biri vardı; ağabeyi Henry. Kafasının içinde yetersiz, i§e yaramaz, beceriksiz olduğunu ve asla başaramayacağını fısıldayan Henry. Şimdiyse Roland'ın sorusunun büyüklüğü altında eziliyordu. Çünkü her şey onu rahatsız ediyordu, her şeyde bir yanlışlık vardı. Her şeyde. Belki de yanlış, yüz seksen derece yanlış bir sözcüktü. Çünkü bir yandan da her şey çok doğru görünüyordu. Fazla mükemmel, fazla...

"Offf," dedi Eddie. Başının iki yanındaki saçları kavrayarak çekiştirdi. "Söylemenin bir yolunu bulamıyorum."

"O halde aklına ilk geleni söyle. Hiç duraksamadan."

"On dokuz," dedi Eddie. "Her şey on dokuzlaştı."

Kendini ormanın tabanına sırtüstü bıraktı, gözlerini elleriyle kapadı ve bir çocuk gibi havayı tekmelemeye başladı. Belki birkaç kurt öldürmek bana iyi gelir, diye düşündü. Belki tek ihtiyaç duyduğum şey budur.
2

Roland bir dakika boyunca hiç konuşmadan ona baktıktan sonra sordu. "Kendini daha iyi hissediyor musun?"

Eddie doğrulup oturdu. "Aslında evet."

Roland hafifçe gülümseyerek başını salladı. "O halde belki şimdi biraz anlatabilirsin? Yapamazsan boş veririz, ama hislerine saygı duyuyorum, Eddie -sandığından da çok- konuşursan seni dinlerim."

Söyledikleri doğruydu. Silahşor'un Eddie'ye dair ilk duyguları ihtiyatla küçümseme arasında gidip gelmiş, saygı daha sonra yavaşça gelmişti. İlk 'Şaretleri, Eddie'nin çıplak dövüştüğü Balazar'ın ofisinde belirmişti. Roland'ın tanıdığı pek az kişi yapabilirdi bunu. Eddie'nin Cuthbert'e olan Müthiş benzerliğini fark ettikçe ona dair olumsuz hisleri azalmıştı. Ve Ed-"'e, Mono'da umutsuzluk anında müthiş bir yaratıcılık sergilemişti. Roland bunu asla yapamayacağını biliyor ve Eddie'yi takdir ediyordu. Eddie De^ Cuthbert Allgood'un daima akıl karıştıran, bazen de rahatsız edici olabiu espri anlayışına ve düşünce tarzına sahipti. Alain John'un önsezilerinden de nasibini almıştı. Ama yine de Roland'ın eski arkadaşlarından hiçbiri gj^ değildi. Bazen zayıf ve ben-merkezciydi, ama cesaretiyle güçlü bir yüreg vardı.

Roland'ın o an tetiklemek istediği, önsezisiydi.

"Pekâlâ," dedi Eddie. "Ama sözümü kesme. Soru sorma. Sadece dinle."

Roland başını salladı ve Susannah'yla Jake'in bir süre daha geri dönmemesini diledi.

"Gökyüzüne -bulutların şu anda ayrıldığı göğe- bakıyorum ve mavi bir on dokuz rakamı görüyorum."

Roland başını kaldırıp baktı. Evet, oradaydı. O da görebiliyordu. Ama aynı zamanda kaplumbağa şeklinde bir bulut da görüyordu.

"Ağaçlara bakıyorum ve on dokuz görüyorum. Ateşte de on dokuz. Sonra isimler var. Callahan ve Overholser gibi. Ama söyleyebildiğim, görebildiğim, yakalayabildiğim bu." Eddie gözlerini Roland'ınkilere dikmiş, umutsuz bir hızla konuşuyordu. "Bir şey daha var. Geçişle ilgili. Her şeyin bana kafayı bulmayı hatırlattığını düşündüğünüzü biliyorum ve belki de gerçekten öyledir ama Roland, geçiş yapmak tıpkı kafayı bulmak gibi."

Eddie bu tür konulardan Roland ömrü boyunca graf tan başka bir madde içmemiş gibi bahsediyordu, ama gerçeğin bununla hiçbir ilgisi yoktu. Bunu bir başka zaman Eddie'ye hatırlatmaya karar verdi. O an değil.

"Burada senin dünyanda olmak bile geçiş yapmak gibi. Çünkü... ah, dostum... bu çok zor... Roland buradaki her şey gerçek ama aynı zamanda değil."

Roland, Eddie'ye bu dünyanın kendi dünyası olmadığını hatırlatmayı düşündü, artık onun dünyası değildi. Onun için Lud Şehri Orta-Dünya'nın sonu ve ötesinde yatan gizemlerin başlangıcıydı ama yine ağzını açmadı.

Eddie orman tabanından bir avuç yaprak aldı ve geride beş parmağının izi kaldı. "Gerçek," dedi. "Hissedebiliyorum, kokusunu alabiliyorum. Yapraklan ağzına doğru kaldırıp dilinin ucunu değdirdi. "Tadını hissediyorum. Ama her şey aynı zamanda ateşin içindeki on dokuz veya göky11^ndeki kaplumbağaya benzer bulut gibi gerçekdışı. Söylediklerimi anlayabiliyor musun?"


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin