Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə22/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   54

"Vampirler," dedi Eddie.

"E-evet," dedi ve dudağını ısırdı Callahan. Sonra daha belirgin bir kararlılıkla tekrarladı. "Evet. Ama sadece vampirler değil. En mantıki, görünen o olmasına rağmen tam olarak doğru gibi gelmiyordu. En azın-dan ölüler olmadığını biliyordum; beni görebiliyorlardı ama onları düzeltebileceğimi veya çektiklerine bir son vermemi ummaları haricinde bana pek aldırmıyorlardı. Ama daha önce de söylediğim gibi, Üçüncü Tip'ler beni göremiyordu... en azından onları avlayan şey olarak değil. Ayrıca dikkatlerini uzun süre odaklayamıyorlardı. Sanki kurbanlarında görülen hafıza kaybı onları da bir şekilde etkiliyordu.

"Başımın dertte olduğunu, bankadaki kadını öldürdükten kısa bir süre sonra, Washington Square Park'ta olduğum bir gece anladım. Park benim için bir av bölgesi olmuştu. Tanrı biliyor ya orada tek avlanan ben değildim. Yaz günlerinde bir açık hava yatakhanesi gibi oluyordu. Benim bile sürekli uyuduğum bir bankım vardı ama her gece orada uyumuyordum... her gece oraya gidemiyordum bile.

"Bu bahsettiğim gece (hava boğucuydu ve ara sıra gök güdüyordu) parka saat sekiz civarı gittim. Elimdeki kahverengi kesekâğıdının içinde bir şişe içki vardı. Yanımda, Ezra Pound'un Canto'lanndan bir de kitap vardı. Her zaman yattığım banka yönelmiştim ki bir başka bankın arkasına sprey boyayla yazılmış olan yazıyı gördüm, BURAYA GELİYOR, ELI YANIK."

"Ulu Tanrım," dedi Susannah elini boğazına götürerek.

"Parkı hemen terk ettim ve yirmi blok ötede bir sokakta uyudum. 0 yazıda bahsedilen kişi olduğuma dair hiçbir şüphem yoktu. İki gün sonra, Lex'te sık sık gittiğim bir barın yakınında, kaldırımın üzerinde bir başka yazı gördüm. Tebeşirle yazılmıştı ve gelip geçenler üzerine bastığı için iyice belirsizleşmişti ama yine de okuyabildim. Aynı yazıydı, BURAYA GELİYOR, ELİ YANIK. Yazıyı yazan biraz süslemek istemiş gibi kelimelerin etrafına yıldızlar ve kuyrukluyıldızlar çizmişti. Bir blok ötede, Park Yasaktır tabelasının üzerinde yine sprey boyayla yazılmış bir başka yazı vardı: SAÇ-LARİ NEREDEYSE TAMAMEN KiRLAŞTi. Ertesi sabah, bir şehir içi hattı otobüsünün üzerinde başka bir yazı gördüm: İSMİ COLLINGWOOD OLABİLİR Bundan iki üç gün sonra, sıkça gittiğim yerlerde (Needle Park, Central p xv Lex'deki City Lights Bar, Village'da birkaç folk müzik ve şiir kulü-h") kayıp hayvan ilanları görmeye başladım."

"Kayıp hayvan ilanları," dedi Eddie ilgiyle. "Aslında dâhiyane bir fikir."

"Hepsi de aynıydı," dedi Callahan. "İRLANDA SETERİMİZİ GÖRDÜNÜZ

MÜ? YAŞLI APTALIN TEKİDİR AMA ONU SEVERİZ. SAĞ ÖN PATİSİ YANIK. KELLY, COLLINS VEYA COLLINGWOOD İSMİNE CEVAP VERİR. DOLGUN BİR ÖDÜL VERİLECEKTİR- Altında da bir dizi dolar işareti oluyordu."

"Bu tür ilanların hedefi kim olabilir?" diye sordu Susannah.

Callahan omuz silkti. "Bilemiyorum. Belki de vampirlerdir."

Eddie bitkince yüzünü ovuşturuyordu. "Pekâlâ, bir düşünelim. Üçüncü Tip vampirler... ve başıboş ölüler vardı... şimdi de bu üçüncü grup çıktı. Hayvanlarla ilgisi olmayan kayıp ilanları asıp oraya buraya yazılar yazıyorlar. Kim bunlar?"

"Sığ adamlar," dedi Callahan. "Aralarında kadınlar da olmasına rağmen kendilerine bazen böyle diyorlar. Bazen de düzenleyici olduklarını söylüyorlar. Birçoğu uzun, sarı yağmurluklar giyiyor... ama hepsi değil. Pek çoğunun elinde mavi tabut dövmesi var... ama hepsinde yok."

"Büyük Tabut Avcıları, Roland," diye mırıldandı Eddie.

Roland başını salladı ama gözlerini Callahan'ın üzerinden bir anlığına bile çekmemişti. "Bırak da adam konuşsun, Eddie."

"Onlar -onlar gerçekte- Kızıl Kral'ın askerleri," dedi Callahan. Ve istavroz çıkardı.
12

Eddie irkildi. Susannah'nın eli karnına gitti ve ovmaya başladı. Roland, Blaine'den kurtulmalarının ardından Gage Park'ta yürümelerini hatırladı. Hayvanat bahçesindeki ölü hayvanları. Vahşileşmiş gül bahçesini- Atlı karıncayı ve oyuncak treni. Sonra Eddie, Susannah ve Jake'in turnike dediği geniş yola açılan metal yolu hatırladı. Orada biri, bir tabelanın üzerine bir yazı yazmıştı. YÜRÜYEN ADAMA DİKKAT EDİN. Bir başka tabelanın üzerine kabaca bir göz çizilmiş ve şu yazılmıştı: HERKES KİZİL KRALI

SELAMLASIN! "Sanırım onlardan bahsedildiğini duydunuz," dedi Callahan ifadesiz bir sesle.

"İşaretini bizim görebileceğimiz yerlere de bırakmış diyelim," dedj Susannah.

Callahan başını Gök Gürültüsü'ne doğru salladı. "Yolculuğunuz sizi oraya götürürse," dedi. "Duvarlara sprey boyayla yazılmış birkaç yazıdan çok daha fazlasını göreceksiniz."

"Peki sen ne yaptın?" diye sordu Eddie.

"Önce oturup durumu bir gözden geçirdim. Ve dışardan bakan birine ne kadar inanılmaz ve paranoyakça görünse de gerçekten takip edildiğime karar verdim. Takipçilerimin Üçüncü Tip vampirler olmadığını biliyordum Duvarlara yazı yazan ve kayıp hayvan ilanları dağıtan kişilerin vampirleri bana karşı kullanmakta tereddüt etmeyecekleri de muhakkaktı.

"Unutmayın ki o sırada bu esrarengiz grubun kim veya nelerden oluştuğunu bilmiyordum. Barlow, Jerusalem's Lot'ta hayaletli olduğu söylenen bir harabeye yerleşmişti. Yazar olan, Mears, şeytani bir evin şeytani bir yaratığı kendisine çektiğini söylemişti. New York'ta düşünürken de aklıma bu fikir geldi. Marsten Malikânesi'nden Barlow'u çektiği gibi New York'a bir başka kral vampir, Birinci Tip bir vampir çektiğimi düşünmeye başladım. Doğru veya yanlış (yanlış olduğu sonradan anlaşıldı) alkolle bulanmış kafamı mantıklı bir sonuca varabilecek kadar çalıştı-rabildiğimi görmek beni memnun etmişti.

"Vermem gereken ilk karar, New York'tan ayrılıp ayrılmamam üzerineydi. Kaçmadığım takdirde er veya geç beni yakalayacaklarını biliyordum. Ellerinde bir tarif vardı. Ve bu da oldukça göze batan bir işaret." Callahan yanık elini havaya kaldırdı. "İsmimi neredeyse öğrenmişlerdi. Bir iki haftaya kalmaz biliyor olurlardı. Sıkça uğradığım ve kokumu bıraktığım her yeri gözetim altında tutacaklardı. Birlikte takıldığım, konuştuğum, dama veya iskambil oynadığım herkesi bulacaklardı. ManPower ve Brawny Man'de birlikte çalıştığım insanları da.

"Bunun üzerine çok daha önce gitmiş olmam gereken yeri düşündüm. Rowan Magruder'ı, Home'u ve beni tanıyan herkesi bulacaklardı-

Yarım gün çalışanlar, gönüllüler, düzinelerce alkolik ve evsiz. Lanet olun dokuz ayda yüzlerce kişiyle tanışmıştım.

"Tüm bunların yanı sıra yolların çekimi vardı." Callahan, Eddie ve Susannah'ya baktı. "Hudson Nehri'nin üzerindeki tahta köprüyü biliyor musunuz? George Washington Köprüsü'nün bir gölgesi gibidir. Bir tarafı boyunca hâlâ inekler ve atlar için bir yalak uzanır."

Eddie güldü. "Bağışla, peder ama bu mümkün değil. George Washington Köprüsü'nden belki beş yüz kere geçmişimdir. Henry ile sık sık Palisades Park'a giderdik. Orada tahta köprü falan yok."

"Ama var," dedi Callahan sakince. "On dokuzuncu yüzyılın başlarında yapılmış ama o zamandan beri pek çok kez tamir edilmiş elbette. Hatta köprünün tam ortasında bir tabela var. İKİ YÜZÜNCÜ YİL TAMİRATİ I975

YILINDA LAMERK ENDÜSTRİLERİNCE TAMAMLANMIŞTIR. Robot Andy'yİ İlk görüşümde bu isim aklıma gelmişti. Göğsündeki plakaya bakılırsa onu üreten de aynı şirket."

"Bu isme biz de rastlamıştık," dedi Eddie. "Lud Şehri'nde. Ama orada ismi LaMerk Dökümcülük idi."

"Muhtemelen aynı kuruluşun farklı kolları," dedi Susannah.

Roland hiçbir şey söylemedi. Sağ elinin kalan iki parmağını sabırsızca sallayarak anlatmaya devam etmesini istedi: çabuk ol, çabuk ol.

"Orada ama görülmesi zor," dedi Callahan. "Gizleniyor. Ve bu köprü, gizli yollardan sadece ilki. New York'tan bir örümceğin ağı gibi dağılıyorlar."

"Geçiş turnikeleri," diye mırıldandı Eddie.

"Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum," dedi Callahan. "Sonraki birkaç yıl boyunca yolculuk yaptım ve sıradışı pek çok olaya tanık oldum, iyi insanlarla da tanıştım. Onlara normal veya sıradan insanlar demek hakaretmiş gibi geliyor ama öylelerdi. Ve benim gözümde, normal ve sıradan kelimelerine ayrı bir asalet kazandırdılar.

"Rowan Magruder'ı tekrar görmeden New York'tan ayrılmak istemiyordum. Lupe'un cesedinin suratına işemiş olabilirdim, sarhoş olmuştum tabi, ama hiç olmazsa pantolonumu indirip diğer işi yapmamıştım. Rowan'in bunu bilmesini istiyordum. Hiç olmazsa tamamen pes etmemiş, tim. Farların aydınlığında donakalmış bir tavşan gibi davranmayacaktım."

Callahan tekrar ağlamaya başladı. Gözyaşlarını gömleğinin koluyla sildi. "Sanırım bir de biriyle vedalaşma ihtiyacı hissediyordum. Ne de olsa söylediğimiz ve duyduğumuz veda sözcükleri hâlâ hayatta olduğumuzun birer kanıtıdır. Ona sarılıp Lupe'un bana verdiği öpücüğü iletmek istiyor-dum. Ve bir de aynı mesajı: Kaybedilemeyecek kadar değerlisin. Ben..."

Rosalita'nın eteklerini tutup koşarak onlara doğru geldiğini görünce sustu. Kadın, Callahan'a üzerine tebeşirle bir şeyler yazılmış olan ufak bir yazı tahtası uzattı. Eddie çılgınca bir an, mesajın etrafının yıldızlar ve kuyrukluyıldızlarla süslenmiş olduğunu hayal etti: KAYİP KÖPEKİ ÖN PATİ-

LERİNDEN BİRİ YARİM! ROLAND İSMİNE CEVAP VERİR! HUYSUZDUR, ISIRABİ-LİR A MA ONU YİNE DE SEVERİZ!!!

"Eisenhart'tan," dedi Callahan başını kaldırarak. "Overholser en büyük tarım çiftliğine, Eben Took en büyük dükkâna, Eisenhart ise en büyük hayvan çiftliğine sahiptir. Size uyarsa, Slightmanlar, Jake ve o bu öğle vakti bizimle Huzurun Hanımı'nda buluşacakmış. El yazısını çözmek zor ama sanırım geceyi geçireceğiniz Rocking B'ye dönerken size yol üstündeki çiftlikleri, meraları ve tarlaları göstermeyi istiyor. Size uyar mı?"

"Pek sayılmaz," dedi Roland. "Ayrılmadan önce haritanın elimde olmasını tercih ederim."

Callahan bir süre düşündükten sonra Rosalita'ya baktı. Eddie, kadının basit bir kâhyadan fazlası olabileceğini düşündü. Duyma mesafesinden çıkmış ama eve dönmemişti. Tıpkı iyi bir yönetici sekreteri gibi, dedi içinden. İhtiyar'ın onu çağırmasına gerek yoktu; kadın bakışı üzerine hemen yaklaşmıştı. Bir süre konuştular ve Rosalita uzaklaştı.

"Sanırım kilisenin bahçesinde öğle yemeklerimizi yemenin vakti geldi," dedi Callahan. "Bahçedeki demirağacmın gölgesinde yemek keyifli oluyor. Eminim işimiz bittiğinde Tavery kardeşler senin için işe yarar bir şey hazırlamış olur."

Roland duyduklarından tatmin olarak başını salladı.

Callahan yüzünü buruşturarak, ayağa kalktı, belini tuttu ve gerindi. "Şimdi size bir şey göstereceğim."

"Hikâyeni bitirmedin," dedi Susannah.

"Doğru," dedi Callahan. "Ama vaktimiz azaldı. Siz yürürken dinleye-bilirseniz hikâyemi anlatmaya yürürken devam edebilirim."

"Yapabiliriz," dedi Roland ayağa kalkarken. Hafif bir sancı vardı ama önemsizdi. Rosalita'nın kedi-yağı müthişti doğrusu. "Ama gitmeden önce bana iki şeyi söyle."

"Elbette, Silahşor. Yapabilirsem söylerim."

"Şu işaretleri bırakanlar; yolculukların sırasında onlara rastladın mı?"

Callahan başını yavaşça salladı. "Evet, Silahşor, gördüm." Eddie ve Susannah'ya döndü. "Flaşla çekilen ve herkesin gözlerinin kırmızı çıktığı fotoğrafları bilirsiniz, değil mi?"

"Evet," dedi Eddie.

"Gözleri tıpkı fotoğraftakiler gibi. Kıpkırmızı. İkinci sorun nedir, Roland?"

"Onlar Kurtlar mı, peder? Şu sığ adamlar? Kızıl Kral'ın askerleri? Kurtlar onlar mı?"

Callahan cevap vermeden önce uzun süre duraksadı. "Kesin bir şey söyleyemem," dedi sonunda. "Yüzde yüz emin değilim. Ama sanmıyorum. Bununla birlikte insan kaçırıyorlar ve sadece çocukları da değil." Dediği şeyi bir süre düşündü. "Belki Kurtlar'ın bir türüdürler." Bir süre daha düşündükten sonra ekledi. "Evet, bir tür Kurt."

DÖRDÜNCÜ BOLUM RAHİBİN HİKÂYESİ DEVAM EDİYOR (GİZLİ OTOYOLLAR


1

Evin arka bahçesinden Huzurun Hanımı'nın ön kapısına kadar olan yürüyüş kısa sürdü; en fazla beş dakika sonra oradaydılar. Bu süre elbette İhtiyar'ın Sacramento Bee'deki haberi görüp 1981'de New York'a dönmesine kadar geçen yıllarda yaptığı yolculukları anlatması için yeterli değildi ama üç silahşor, yine de tüm hikâyeyi dinlemeyi başardı. Roland, bunun anlamını Eddie ve Susannah'nın da en az onun kadar iyi bildiğini düşünüyordu: Calla Bryn Sturgis'den ayrıldıklarında (orada ölmeyecekleri varsayılarak) Donald Callahan'ın da onlarla birlikte gelme ihtimali çok yüksekti. Bu sadece bir hikâye anlatımı değil, khef'ti, suyun paylaşılmasıy-dı. Ve farklı bir konu olan dokunuş bir yana bırakılırsa khef sadece kaderleri iyi veya kötü, aynı yöne doğru iç içe geçmiş insanlarca paylaşılırdı. Ka-tefi oluşturan kişilerce.

'"Artık Kansas'ta değiliz, Toto,' deyişini bilir misiniz?" diye sordu Callahan.

"Bu cümle bize hiç yabancı gelmiyor, tatlım," dedi Susannah ifadesiz bir sesle.

"Öyle mi? Evet, size bakınca bile anlaşılıyor. Belki bir gün siz de bana kendi hikâyelerinizi anlatırsınız. İçimde, benimkini gölgede bırakacak-larrmŞ gibi bir his var. Her neyse, tahta köprünün diğer ucuna yaklaştığımda artık Kansas'ta olmadığımı biliyordum. Ve görünüşe bakılırsa vardığını yer New Jersey de değildi. En azından Hudson'ın diğer yakasında olmasını beklediğim New Jersey değildi. Solumdaki..."
2

Büyük köprüde yoğun bir trafik olmasına rağmen Callahan'dan başka kimsenin bulunmadığı tahta köprünün ayağına dayanmış, tortop olmuş bir gazete vardı. Callahan eğilip gazeteyi yerden aldı. Nehir boyunda esen serin rüzgâr, omuz hizasına varan grilerle bezenmiş saçlarını dalgalandırıyordu.

Sadece tek bir sayfa vardı: Leabrook Register'm ön sayfası. Callahan daha önce hiç Leabrook adında bir yer duymamıştı. Duyması için bir sebep de yoktu, New Jersey'yi pek bilmezdi. Hatta en son, önceki yılın başlarında gelmişti ama George Washington Köprüsü'nün diğer ucunda Fort Lee olduğunu düşünmüştü hep.

Sonra gözleri, gazetedeki manşetlere kaydı. Üsttekinde tuhaf bir şey yoktu, MİAMTDE İRKSAL GERGİNLİKLER AZALDİ, diyordu. Tüm New York gazetelerinde birkaç gündür bu konudan bahsediliyordu. Ama ya TİANECK HACKEN-SACKTE UÇURTMA SAVAŞLARİDEVAMEDİYOR haberi? Hemen altında da yanan bir binanın resmi vardı. Yangın yerine gelen itfaiye aracının üzerindeki itfaiyecilerin hepsi gülüyordu! Ya BAŞKAN AGNEWNASA'NIN YERKÜRE-FORMU RÜ-YASİNİ DESTEKLİYOR başlığına ne demeliydi? Aşağıda Kiril alfabesiyle yazılmış olan bölüm neydi peki?

Ne oldu bana? diye sordu Callahan kendine. Vampirler, yürüyen ölüler hatta ondan bahsedildiği açıkça belli olan kayıp ilanları sorunlarıyla uğraştı-& zamanlarda bile akıl sağlığını sorgulamamıştı. Şimdi Hudson üzerindeki ö" mütevazı (ama bir o kadar da etkileyici!) tahta köprünün (ondan başka "'Ç kimsenin kullanmadığı köprünün) New Jersey ayağında duruyorken ilk kez bu soruyu kendine sordu. Spiro Agnew'un Amerika Başkanı olması fifa politikadan yalnızca bir gıdım anlıyor olsa bile insanın kendinden şüphe et. meşine yeterdi. Adam yıllar önce, patronundan bile önce itibarı beş paralık olmuş halde istifa etmişti.

Ne oldu bana? diye sordu tekrar kendine ama saçma sapan hayallere kapılan bir çılgınsa, bunu öğrenmek istemezdi doğrusu.

Leabrook Register 'dan geri kalan sayfayı köprünün kenarından aşağı attı. Gazete sayfası rüzgâra kapılıp uçarak George Washington Köprüsü'ne doğru uzaklaştı. Gerçek orası, diye düşündü, orada işte. Arabalar, kamyonlar, Peter Pan otobüsleri. Ama sonra o arabaların arasında tuhaf hal-kalara benzer şeyler üzerinde ilerliyormuş gibi görünen kırmızı bir araç gördü. Yaklaşık bir okul otobüsü büyüklüğündeki aracın üzerinde dönen bir kırmızı silindir vardı. Bir yüzünde BANDY, diğerinde BROOKS yazıyordu, BANDY BROOKS. Veya BANDYBROOKS. Bandy Brooks da neyin nesiydi? Callahan'ın hiçbir fikri yoktu. Hayatı boyunca böyle bir araç görmemişti.

Demek George Washington Köprüsü de güvenli dünya değildi. Artık değildi.

Callahan köprünün korkuluğunu tuttu ve dengesini kaybettiren baş dönmesi geçene dek sıkıca tutundu. Korkuluk, yeterince gerçek gibiydi. Üzerine birçok harf ve yazının kazındığı tahta korkuluk, güneşin sıcaklığıyla ısınmıştı. İçinde DK ve MB başharflerinin olduğu bir kalp gördü. Bir başka yere FREDDY So HELENA = GERÇEK AŞK küZinmiŞtl. TÜM KARA DERİLİ KÖPEKLERİ ÖLDÜRÜN yazısının etrafına gamalı haçlar çizilmişti. Bu aşk ve nefret mesajları, kalbinin hızla çarpışı veya kot pantolonunun sağ ön cebindeki bozuk paraların ağırlığı kadar gerçekti. Derin bir soluk aldı. İçine çektiği hava da gerçekti. Hem de taşıdığı egzoz kokusuna varıncaya kadar.

Bu bana oluyor, hepsi gerçek. Olduğunu biliyorum, diye düşündü. Kahrolası bir psikiyatri hastanesinin dokuzuncu koğuşunda değilim. Ken-dimdeyim, buradayım, hatta ayığım (hiç olmazsa şimdilik) ve New York ardımda. Maine'deki Jerusalem's Lot da öyle. Önümde tüm olasılıklarry-la Amerika var.

Bu düşünce onu biraz canlandırdı. Ardından gelen fikir ise daha da canlandırdı: belki sadece bir tek Amerika değil, bir düzine... bin... bir milyon

Amerika vardı. Karşısı Fort Lee değil, Leabrook ise belki New Jersey'nin tka bir versiyonunda Hudson'ın diğer yakasında Leeman veya Leighman

Lee Bluffs veya Lee Palisades ya da Leghorn Village vardı. Belki Hud-nn'ıft diğer yakasında kırk iki kıta eyaleti yerine olasılığın dikey coğrafyasına Aaidmış dört bin iki yüz veya kırk iki bin tane vardı.

Ve Callahan bunun doğru olabileceğini neredeyse içgüdüsel bir şekilde kavradı. Muhtemelen sonsuz sayıdaki dünyaların kesişme noktasındaydı. Hepsi Amerika 'ydı ama birbirlerinden farklıydılar. Birinden diğerine geçen otoyollar vardı ve onları görebiliyordu.

Köprünün Leabrook ayağına doğru hızla yürüdü, ardından yine durak-sadı. Ya geri dönemezsem? diye düşünüyordu. Ya kaybolur ve Hudson'ın diğer yakasında Fort Lee'nin olduğu ve başkanlığını Gerald Ford'un yaptığı (başka kimse kalmamış gibi!) Amerika'ya asla geri dönemezsem?

Sonra, Dönemezsem ne olur? diye düşündü. Ne bok olur yani?

Köprünün New Jersey ayağından inerken sırıtıyordu. Jerusalem's Lot'ta Danny Glick'in cenaze törenini yönettiği günden beri kendini bu kadar hafiflemiş hissetmemişti. Oltalarını omuzlarına atmış birkaç çocuk ona doğru yürüyordu. "Bana New Jersey'ye hoş geldiniz diyecek misiniz?" dedi daha da sıntarak.

"En-Jay'e hoş geldin, ahbap," dedi biri ama Callahan'a temkinli gözlerle bakıyorlardı. Onları suçlamıyordu. İçinde bulunduğu harika ruh halini hiçbir şey bozamazmış gibiydi. Kendini, güneşli bir günde gri, renksiz bir hapishaneden çıkmış gibi hissediyordu. Veda etmek için dönüp Manhattan'a bir kez bile bakmadan adımlarını hızlandırdı. Neden bakacaktı? Manhattan mazi olmuştu. Önündeki sayısız Amerika ise gelecekti.

Leabrook'taydı. Çınlama yoktu. Vampirler ve çınlamalar daha sonra olacaktı. Kaldırımlara tebeşirle, tuğla duvarlara sprey boyalarla yazılmış yanlar da olacaktı (ve hepsi kendisiyle ilgili de olmayacaktı). Daha sonra sığ adamları kırmızı Cadillac'ları, yeşil Lincoln'leri ve mor Mercedes-Benz'leri 'Cinde görecekti. Kıpkırmızı gözleri olan sığ adamları. Ama o gün değil. O 8ün, Hudson üzerindeki yenilenmiş köprünün diğer ucunda bir başka Ame-nka vardı ve güneş pırıl pırıl parlıyordu.

Ana caddede, Leabrook Ev Yemekleri Lokantası'nın önünde durdu, ACİL AŞÇİ ARANİYOR ilanını gördü. Don Callahan yemek pişirme konusuna deneyimliydi, Home'da da uzun bir süre bu isi yapmıştı. Leabrook Ev ye mekleri Lokantası'nda işe girebileceğini düşündü. Haklı da çıktı ama tek el le yumurtaları ızgaranın üzerine kırabilme yeteneği ancak üç vardiyada geri döndü. Dicky Rudebacher, lokantanın sahibi, Callahan'a herhangi bir SQS. lık sorunu olup olmadığını sormuş, Callahan olmadığını söyleyince daha fazla sorgulamadan başını sallamıştı. Callahan'dan hiçbir resmi evrak iste. memiş, Sosyal Güvenlik numarasını bile sormamıştı. Sorun olmazsa yeni aşçının ücretini kayıt dışı vermek istiyordu. Callahan, hiç sorun olmayacağı, nı söyledi.

"Bir şey daha var," dedi Dicky Rudebacher ve Callahan, bombanın patlamasını bekledi. Hiçbir şey onu şaşırtmayacaktı, ama Rudebacher sadece, "İçen birine benziyorsun," dedi. "Ben de içerim. Bu işte kahrolası aklını başında tutmak için başka çare yok. İşe geldiğinde nefesini koklayacak değilim... şayet vaktinde gelirsen. İşe iki kez geç gelirsen vedalaşırız, sen de yoluna gidersin. Bunu sana ilk ve son kez söylüyorum."

Callahan, Leabrook Ev Yemekleri Lokantası 'nda üç hafta çalıştı ve bu süre boyunca üç blok ötedeki Sunset Motel'de kaldı. Ama isimler her zaman aynı kalmıyordu. Kasabadaki dördüncü gününde Sunrise-"* Motel'de uyandı. Leabrook ise Fort Lee Ev Yemekleri Lokantası olmuştu. İnsanlann okuyup bazen tezgâhın üzerinde bıraktığı Leabrook Register ise Fort Lee Register-American oluyordu. Gerald Ford'un tekrar başkan seçildiğini öğrenmek onu pek rahatlatmamıştı doğrusu.

Rudebt'iher ilk haftanın sonunda ücretini verdiğinde (Fort Lee'de) Callahan, ellilik banknotların üzerinde Grant'in, yirmiliklerde Jackson'ın, patronun verdiği zarftaki tek onluğun üzerinde de Alexander Hamilton'in olduğunu gördü. İkinci haftanın sonunda (Leabrook'ta) ise elliliklerin üzerinde Abraham Lincoln, tek onlukta da Chadboume adında biri olduğunu gördü. Yirmiliklerin üzerinde hâlâ Alexander Hamilton'ın resmi olduğunu gör for nebze rahatlatıcıydı. Callahan'ın motel odası Leabrook'ta pembe, ri jee'de ise turuncuydu. Bu epey işine yarıyordu. Uyandığında New Jer-'in hangi versiyonunda olduğunu bu sayede hemen anlıyordu.

jki kez sarhoş oldu. ikinci seferinde Dicky Rudebacher lokantayı kapat-ktan sonra ona eşlik etti. Rudebacher'ın Leabrook versiyonu, "Burası eskiden harika bir ülkeydi," diye hayıflandı ve Callahan bazı şeylerin hiç değişmediğini düşündü; temel şikâyetler aynıydı.

Ama gölgesi her geçen gün büyüyordu. İlk Üçüncü Tip vampiri Leabro-0lc Twin Cinema'nın bilet kuyruğunda gördü ve bir gün istifasını verdi.

"Bana bir şeyin olmadığını söylediğini sanıyordum," dedi Rudebacher.

Anlamadım?"

Aynı yerde uzun süre kalamama sorunun var, dostum. Gene ide diğer sorunla beraber yaşanır." Rudebacher, bulaşık yıkamaktan kızarmış eliyle hayali bir şişeyi başına diker gibi yaptı. "Aynı yerde kalamama hastalığının tedavisi yoktur. Bak ne diyeceğim, hâlâ iyi bir kadın olan karım ve üniversitede iki çocuğum olmasaydı pilimi pırtımı toplayıp seninle gelirdim."

"Sahi mi?" diye sordu Callahan şaşırarak.

"Eylül ve ekim ayları daima en kötüleridir," dedi Rudebacher rüyaday-mış gibi. "Çağrıyı duyarsın. Kuşlar da duyar ve gider."

"Çağrı mı?"

Rudebacher, ona aptal olma dercesine baktı. "Onlar gökyüzünde ilerler. Bizim gibiler ise yollara düşer. Lanet olası yolların çağrısı. Benim gibi çocuklu ve hâlâ sadece cumartesi gecesiyle yetinmeyen eşleri olan adamlar radyonun sesini biraz daha açar ve çağrının şiddetinin azalmasını bekler. Sen böyle yapmayacaksın." Susup kurnazca Callahan'a baktı. "Bir hafta daha kal? Yirmi beş papel fazla veririm."

Callahan bir süre düşündükten sonra başını iki yana salladı. Rudebacher haklıysa, sadece tek bir yol varsa belki bir hafta daha kalmalıydı... sonra bir hafta daha... bir hafta daha. Ama bir tane değildi. Gizlenmiş pek çok yol, sayısız otoyol vardı. Üçüncü sınıfta okuduğu bir kitabın adını hatırlayarak güldü: Her Yere Giden Yollara ismi.

"Bu kadar komik olan ne?" diye sordu Rudebacher asık suratla.

"Hiçbir şey," dedi Callahan. "Her şey." Patronunun omzunu dostça tut tu. "Sen iyi bir adamsın, Dicky. Dönüşte buraya yolum düşerse sana uğta rım."

"Buraya dönmeyeceksin," dedi Dicky Rudebacher. Haklıydı elbette.


3

"Aşağı yukarı be§ yıl boyunca yolculuk ettim," dedi Callahan kilisesi, ne yaklaşırlarken ve bir anlamda, bu konuda tüm söyledikleri bu oldu. Ama daha fazlasını da duydular. Slightmanlar ve Eisenhart ile kasabaya giden Jake'in de bir kısmını duyduğunu öğrenince hiç şaşırmadılar. Ne de olsa o Jake'ti; dokunuşu en güçlü olandı.

Yollarda beş yıl, bundan fazlası yoktu.

Ve geri kalanların tümü: gülün binlerce kayıp dünyasıydı.


4

Aşağı yukarı beş yıl geçirmişti ama tek bir yol olduğu kesinlikle söylenemezdi ve belki de, doğru koşullarda o beş yıl sonsuzluk kadar uzun sürmüştü.

Delaware'in içinden geçen 71. Karayolu ve toplanacak elmalar vardı Bozuk bir radyosu olan, Lars adında küçük bir çocuk vardı. Callahan radyoyu tamir etti ve Lars'in annesi ona günlerce idare etmiş gibi görünen bir yolluk hazırladı. Kentucky'nin kırsal bölgesinden geçen 317. Karayolu ve hiç susmayacakmış gibi görünen Pete Petacki adında bir adamla beraber yaptığf mezar kazıcılığı işi vardı. On yedi yaşlarında güzelce bir kız onları izlemeye gelmiş, taş bir duvar üzerine oturarak üzerine dökülen sarı yapraklar eşliğinde iki adamı seyretmişti. Pete Petacki o uzun bacakların çıplak bir şekilde boynuna dolanmasının ve kızın apış arasının tadına bakmanın nasıl olabileceği üzerine dakikalarca konuşmuştu. Pete Petacki, kızın etrafındaki mavi ışığı göremiyordu. Daha sonra Callahan kızın yanına oturduğunda, kız bit elini bacağına koyup dudaklarını boğazına yapıştırmışken bıçağını kızın en;ne kemik, sinir ve kıkırdak yumağının ortasına ustaca daldırdığında çı-Anayı hayal ettiği giysilerin içleri bomboş kalmış halde yere süzüldüğünü , QQYtnedi elbette. Callahan bu işte giderek ustalaşıyordu.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin