Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə29/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   54

Benim görmek istediğim ikider, diye düşündü. Dördünün de hayatta ve sağlıklı olduğunu görmek istiyorum. Özellikle de Lia'nın. Başka ne istiyo-n*m? Tian'ın kaşları çatılmış halde ambardan dışarı çıkmasını. Bize gece herhangi bir ses duyup duymadığımızı sormasını. Ambara bir tilkinin veya dağ kedilerinden birinin girmiş olabileceğini söylemesini. Çünkü yavrular-dan biri eksilmiş olacak. Umarım arta kalanları iyice saklamışsındır, Mia ya da her kimsen. Umarım ortalıkta hiçbir iz bırakmamışsındır.

Susannah yanına geldi, uzandı, yerinde döndü ve uykuya daldı... Eddie uyuduğunu nefesinden anlayabiliyordu. Başını çevirip Jaffordsların evine baktı.

Evin yakınına gitmedi.

Ambarın arkasından dolaşmadıysa elbette. Eve arka taraftaki pencerelerden girmiş olabilirdi. Küçük ikizlerin odasına girip küçük kızı alarak ambara götürmüş ve...

Yapmadı. Öncelikle bunun için yeterli zamanı yoktu.

Belki öyleydi ama yine de kendini sabah daha iyi hissedecekti. Kahvaltı sofrasında tüm çocukları eksiksiz gördüğünde. Tombul bacaklı, şiş göbekli Aaron da dahil. Annesinin eskiden ona benzer bir bebeği caddede bebek arabasında gördüğünde söylediklerini hatırladı: Öyle tatlı ki onu yiyebilirim!

Kes şunu. Uyu artık!

Ama Eddie uzun bir süre boyunca uyuyamadı.


3

Jake gördüğü kâbustan dehşetle yutkunarak uyandı ve bir süre nerede olduğunu anlayamadı. Doğrulup titreyen kollarını gövdesine sardı. Üzerinde sadece ona fazlasıyla büyük gelen pamuklu, sade bir gömlek ve yine ona büyük gelen ince bir şort vardı. Ne?...

Hafif bir inilti ve boğuk bir yellenme sesi duydu ve başını seslerin geldiği tarafa çevirdi. Göz hizasına dek çektiği iki kat battaniyenin altında uyuyan Benny Slightman'ı görünce taşlar yerine oturdu. Ona büyük gelen giysiler Benny'nin iç çamaşırlarıydı. Benny'nin çadırındaydılar. Nehre bakan uçuruma kamp kurmuşlardı. Benny o bölgede nehir yataklarının taşlı olduğunu, bu nedenle pirinç ekilmediğini ama balık tutmak için ideal olduğunu söylemişti. Biraz şansları varsa kahvaltılarını De-var-Tete Whye'da avlayabilirlerdi. Benny, Jake ve Oy'un dinh'leri ve ka yoldaşlarının yanına, İhtiyar'ın evine dönmeleri gerektiğini biliyordu. ^ma belki Jake birkaç gün sonra geri dönerdi? Orada bol bol balık avlayabilirler, nehrin biraz yukarısında yüzebilirler, duvarları karanlıkta ışıldayan mağaralara gidebilirler ve karanlıkta parlayan kertenkeleleri görebilirlerdi. Jake tüm bunları düşünerek keyifle uykuya dalmıştı. Yanında tabancası olmadan dışarıda uyumaktan pek memnun değildi (son günlerde tabancasız rahat edemeyecek kadar çok şey görüp yaşamıştı) ama Andy'nin gerekirse onları koruyacağını biliyordu. Bu yüzden derin bir uykuya dalabildi.

Ve o rüyayı gördü. Korkunç kâbusu. Susannah terk edilmiş bir şatonun tozla kaplı büyük mutfağındaydı. Bir et çatalına saplanmış kıvranan sıçanı yüzüne doğru kaldırıyordu. Çırpınan hayvanın kanı, çatalın sapından eline doğru süzülürken çılgınca kahkahalar atıyordu.

Bu bir rüya değildi \e sen de bunu biliyorsun. Roland'a anlatman gerek.

Ama bunu takip eden düşünce, daha da rahatsız ediciydi. Roland zaten biliyor. Eddie de öyle.

Jake dizlerini göğsüne çekerek oturdu ve kollarını bacaklarına doladı. Kendini Bayan Avery'nin İngilizce kompozisyon dersinde Son Kompozisyonuna baktığı andan beri bu kadar üzgün hissetmemişti. Adı, Gerçeği Anlayışım idi ve artık çok daha iyi anlıyor olmasına rağmen (Ro-land'ın dokunuş dediği yetenekti bu) ilk tepkisi katıksız dehşet oldu. Şimdi hissettiği dehşet değildi. Daha çok...

Hüzün, diye düşündü.

Evet. Bir ka-tet olmaları gerekiyordu. Çoktan oluşan bir bütün ama artık birlikleri bozulmuştu. Susannah bir başkası olmuştu ve Roland hem bu dünyada, hem de diğerinde karşılaşacakları Kurtlar olduğu için onun bunu bilmesini istemiyordu.

Calla'nın Kurtlar'ı, New York'un Kurtlar'ı.

Kızmak istedi ama öfkesini yöneltebileceği kimse yok gibiydi. Susannah, ona yardım ederken hamile kalmıştı. Roland ve Eddie ondan gizlenmeye karar vermişse muhakkak iyiliğini düşündükleri içindi.

Yaa tabi, dedi içinden kırgın bir ses. Kurtlar Gök Gürültüsü'nden geldiğinde yardım edebilmesini de istiyorlar. Bir düşük yapmakla veya sinir krizi falan geçirmekle meşgul olursa Kurtlar'a karşı koyacak bir kişi eksilmiş olur.

Bu düşüncelerin haksızca olduğunun farkındaydı ama rüya onu çok sarsmıştı. Çatalın ucunda kıvranan sıçanın görüntüsü gözlerinin önünden gitmiyordu bir türlü. Susannah'nın çatalı yüzünün karşısında tutuşu. Sırı-tısı. Onu unutma. Korkunç sırıtışı. Tam o sırada onun zihnine dokunmuş ve düşüncesini okumuştu: Sıçan-kebap.

"Tanrım," diye fısıldadı.

Roland'ın Susannah'ya Mia'dan (ve Mia'nın bebe diye bahsettiği bebekten) bahsetmeme sebebini anlayabiliyordu ama Silahşor çok daha önemli bir şeyi kaybettiklerini ve böyle sürerse kaybetmeye devam edeceklerini bilmiyor muydu?

Onlar senden iyi bilirler. Yetişkin onlar.

Saçma. Yetişkin olmak her şeyi daha doğru yapmak anlamına geliyorsa neden babası günde üç paket filtresiz sigara içmeye ve burnu kanayana dek kokain çekmeye devam etmişti? Yetişkin olmak, insana yapılacak doğru hareketlere dair özel bir yetenek katıyorsa annesi neden kocaman kasları ve minicik bir beyni olan masörüyle yatmıştı? Neden 1977 bahan yaza dönerken biricik oğullarının (lakabı Bama'ydı ve bunu sadece kâhyaları biliyordu) keçileri kaçırmakta olduğunu görememişlerdi?

Bu aynı şey değil.

Ama ya öyleyse? Ya Roland ve Eddie soruna çok yakın oldukları için gerçeği göremiyorsa?

Gerçek nedir? Senin gerçek anlayışın nedir?

Artık bir ka-tet değillerdi. Onun anladığı gerçek buydu.

Roland ilk görüşmelerinde Callahan'a ne demişti? Biz bir çemberiz ve birlikte döneriz. Bu o zaman için doğruydu ama Jake artık doğru olmadığına inanıyordu. Lastikleri patlayan insanların eskiden söylediği bir söz geldi aklına: Eh, sadece altı düz. Onlar da böyleydi işte. Altları düzdü. Artık gerçek bir ka-tet değillerdi. Birbirlerinden sakladıkları sırlar varken nasıl olabilirlerdi? Mia ve Susannah'nın karnında büyüyen çocuk tek sır mıydı peki? Jake tek sırrın bu olduğunu sanmıyordu. Bir şey daha vardı. Roland'ın sadece Susannah'dan değil, hepsinden sakladığı bir sır.

Kurtlar'ı sadece birlik olursak yenebiliriz, diye düşündü. Ka-tet olabilirsek- Ama şu anki durumumuzda yenemeyiz. Ne buradaki Kurtlar'ı ne de \few York'takileri. Buna inanmıyorum.

Bunu bir başka düşünce izledi. Öylesine korkunçtu ki, ilk tepkisi onu hemen zihninin gerilerine göndermeye çalışmak oldu. Ama beceremedi. Hiç istemese de bu fikir üzerine düşünmeliydi,

İnisiyatifi elime alabilirim. Susannah'ya kendim söyleyebilirim.

Sonra ne olacaktı? Roland'a ne diyecekti? Nasıl açıklayacaktı?

Açıklayamam. Yapabileceğim ve onun dinleyeceği hiçbir açıklaması yok. Yapabileceğim tek şey...

Roland'ın Cort'la karşı karşıya gelme hikâyesini hatırladı. Kargısıyla tecrübeli, yaşlı adam ve şahiniyle kendini ispatlamamış tecrübesiz çocuk. Jake'in, Roland'ın haberi olmaksızın Susannah'yla konuşması ve ondan gizlenenleri anlatması, bir erkeklik sınavına açık davetiye olurdu.

Buna henüz hazır değilim. Belki Roland hazırdı (ucu ucuna da olsa) ama ben, o değilim. Kimse o olamaz. Beni alt eder ve tek başıma Gök Gürültü-sü'ne gitmek zorunda kalırım. Oy da benimle gelmek ister ama onu yanıma alamam. Çünkü Gök Gürültüsü'nde ölüm var. Belki tüm ka-tet'imiz için var. Ama tek başına bir çocuğun hayatta kalmayı başaramayacağı kesin.

Ama Roland'ın sır saklaması yanlıştı. Yakında Callahan'ın hikâyesinin geri kalanını dinlemek ve (belki) kilisedeki şeyle ilgilenmek için bir araya geleceklerdi. O zaman ne yapmalıydı?

Onunla konuş. Ona yaptığının yanlışlığını anlat.

Pekâlâ. Bunu yapabilirdi. Kolay olmayacaktı ama yapabilirdi. Ed-die'yle de konuşmalı mıydı? Sanmıyordu. Eddie'yi işin içine katmak durumu iyice karmaşıklaştıracaktı. Eddie'yle konuşma işini Roland'a bırakacaktı. Ne de olsa dinhleri oydu.

Çadırın yan duvarı dalgalanınca Jake'in eli hemen Ruger'm her zamanki yerine gitti. Tabanca orada değildi elbette ama sorun değildi. Oy burnuyla çadırı yokluyor, kafasını içeri sokmak için bir açıklık arıyordu.

Jake hayvanın başını okşadı. Oy, çocuğun uzanan elini dişleriyle hafifçe kavradı ve acıtmadan çekti. Jake hiç direnmeden yerinden kalktı. Tekrar uyuyabileceğini hiç sanmıyordu zaten.

Çadırın dışındaki dünya siyah ve beyazdan ibaretmiş gibiydi. Kaya. lık, dik bir yamaç nehre doğru iniyordu. Bulundukları yerde nehir alça^ ve genişti. Ay bir lamba gibi geceyi aydınlatıyordu. Jake kayalıklarda ikj şekil gördü ve donakaldı. Tam o sırada ay bir bulutun arkasına gizlendi ve dünya yine karanlığa gömüldü. Oy elini dişleriyle tekrar tuttu ve çekti. Jake, onunla gitti, bir metre yüksekliğinde bir çıkıntı buldu ve indi. Oy yukarıda kalmış, hemen arkasında duruyordu. Jake hayvanın nefes alıp verişini duyabiliyordu.

Ay bulutun arkasından sıyrıldı. Ortalık tekrar aydınlandı. Jake, Oy'un onu yerden gömülü bir geminin pruvası gibi yükselen bir kaya çıkıntısına getirmiş olduğunu anladı. Saklanmak için iyi bir yerdi. Çıkıntının kenarından nehre doğru baktı.

Şekillerden birinin kim olduğuna şüphe yoktu. Upuzun boyu ve ay ışığı altında parlayan metal gövdesi Haberci Robot Andy'yi (ve başka birçok özellik) ele veriyordu. Ama yanındaki... o kimdi? Jake gözlerini kısarak baktı ama önce anlayamadı. Nehir yatağı, bulunduğu yerden en az iki yüz metre aşağıdaydı ve ay ışığı çok parlak olmakla birlikte bir o kadar da yanıltıcıydı. Adam, Andy'ye bakmak için başını kaldırdı ve ay ışığı yüzüne vurdu ama hatları belirsizdi. Başındaki şapka... o şapkayı tanıyordu...

Yanılıyor olabilirsin.

Adam o sırada başını çevirdi ve ay ışığı yüzünden yansıdı. Jake artık emin olmuştu. Calla'da böyle yuvarlak şapkalar takan pek çok insan olabilirdi ama Jake, gözlük takan tek bir kişi tanıyordu.

Tamam, bu Benny'nin babası. Ne olmuş? Herkesin ailesi benimki gibi değil ki. Bazıları çocukları için endişeleniyor. Bay SUghtman daha önce Benny'nin ikizini kaybettiği için bu çok doğal. Benny, kardeşinin altı yıl önce kızgın-ciğer hastalığından öldüğünü söylemişti. Muhtemelen zatürreeyi kastediyordu. Buraya kamp kurmaya geldik, Bay SUghtman, Andy'yi bize göz kulak olması için gönderdi. Belki Bay SUghtman gecenin bir yarısı uyandı ve bizi bizzat kontrol etmek, iyi olduğumuzu görmek istedi. Belki o da kötü bir rüya gördü.

Belki bunlar doğruydu. Ama neden ta nehir boyunda konuşuyorlardı?

Şey belki bizi uyandırmaktan korktu. Belki şimdi yukarı gelecektir (çadıra gen dönsem iyi olacak). Ya da belki Andy'den iyi olduğumuzu öğrendikten sonra Rocking B"ye geri dönecek.

Ay yine bir bulutun ardına gizlenince Jake, çadıra dönmek için tekrar ortaya çıkmasını beklemeye karar verdi. Ortalık tekrar aydınlanınca gördükleri içinin, rüyasındaki terk edilmiş şatoda Mia'yı takip ederken hissettiğine benzer bir korkuyla dolmasına sebep oldu. Bir an için bunun da bir rüya olduğuna inanmak istedi ama çıplak ayaklarına batan çakıl taşları ve Oy'un nefesi uyanık olduğunu gösteriyordu. Olanlar gerçekti.

Bay Slightman, çocukların çadırı kurduğu tepeye doğru gelmiyordu. Rocking B'ye doğru da gitmiyordu (ama Andy uzun adımlarla nehir boyunda çiftliğe doğru ilerliyordu). Hayır. Benny'nin babası nehrin karşısına geçiyordu. Doğuya doğru ilerliyordu.

Oraya gitmesi için makul bir sebebi olabilir. Son derece iyi bir sebep.

Gerçekten mi? Peki bu iyi sebep ne olabilirdi? Orası Calla sınırları içinde değildi, Jake o kadarını biliyordu. Nehrin diğer yakasında çorak topraklar ve çölden başka bir şey yoktu. Sınır boylarıyla Gök Gürültüsü adındaki ölüm krallığı arasında bir tampon bölgeydi.

Önce, Susannah ile ilgili bir sorun çıkmıştı; dostu Susannah. Görünüşe bakılırsa yeni arkadaşının babası da bir belaya bulaşmıştı. Jake tırnaklarını yediğini fark ederek kendini engelledi. Bu alışkanlık, okuldaki son haftalarında başlamıştı.

"Bu haksızlık," dedi Oy'a. "Bu kesinlikle haksızlık."

Oy kulağını yaladı. Jake döndü, hayvana sarıldı ve yüzünü gür kürküne gömdü. Hantal Billy, ona izin vererek sabırla bekledi. Jake bir süre sonra kendini Oy'un bulunduğu yere çekti. Kendini biraz daha iyi, nispeten rahatlamış hissediyordu.

Ay bir başka bulutun arasına girdi ve yine zifiri karanlık çöktü. Jake olduğu yerde bekledi. Oy hafifçe inledi. "Bir dakika," diye mırıldandı Jake.

Ay tekrar göründü. Jake, Andy ve Ben Slightman'ın konuştuğu yeri dikkatle hafızasına kaydetti. Parlak yüzeyli iri bir kaya vardı. Jake, Benny' nm çadırı olmasa bile orayı tekrar bulabileceğinden emindi.

Roland'a söyleyecek misin?

"Bilmiyorum," diye mırıldandı.

"Bil," dedi Oy ayaklarının dibinden ve bunu duyan Jake irkildi. Hay. van kelimeyi, bilerek mi söylemişti?

Aklını başına topla.

Ama aklı başındaydı. Bir zamanlar çıldırdığına inanmıştı ama artık öyle hissetmiyordu. Ayrıca Oy bazen gerçekten de düşüncelerini okuyor-du, bunu biliyordu.

Çadırın içine süzüldü. Benny hâlâ derin bir uykudaydı. Jake dudağı-nı ısırarak birkaç saniye boyunca ona baktı (yaşça ondan küçük olabilirdi ama pek çok yönden daha büyüktü). Benny'nin babasının başını derde sokmak istemiyordu. Mecbur kalmadıkça.

Yerine yatıp battaniyesini çenesine kadar çekti Daha önce kendini hiç bu kadar kararsız ve çaresiz hissetmemişti. Ağlamak istiyordu. Günün ilk ışıkları belirirken tekrar uykuya dalabildi.

SEKİZİNCİ BÖLÜM TOOK'UN DÜKKÂNI; BULUNMAMIŞ KAPI
1

Roland ve Jake, Rocking B'den ayrılmalarından sonraki yarım saati sessizlik içinde o civardaki küçük çiftlikleri gezerek geçirdiler. Atları kusursuz bir uyumla yan yana ilerliyordu. Roland, Jake'in aklında ciddi bir konu olduğunu anlamıştı; çocuğun yüzündeki ifadeden açıkça belli oluyordu. Silahşor yine de Jake elini yumruk yapıp göğsünün soluna bastırarak, "Roland, Eddie ve Susannah bize katılmadan önce seninle dan-dinh olarak konuşabilir miyim?" diye sorunca şaşırdı.

Kalbimi emrine açabilir miyim? Ama Arthur Eld'in döneminin yüzyıllar öncesinden gelen kelimelerin içerdiği anlam bundan çok daha derin ve karmaşıktı ya da Vannay öyle iddia ediyordu. Genellikle bir aşk ilişkisine dair çözümü olmayan bir duygusal sorunun dinh'e açılması sırasında kullanılırdı. Bunu yapan, dinh'inin söylediğini hiç sorgulamaksızın, hemen, kelimesi kelimesine yapacağını taahhüt ederdi. Ama Jake Cham-bers'ın aşkla ilgili bir duygusal sorunu yoktu elbette (muhteşem Francine Tavery'ye abayı yakmadıysa tabi). Hem bu deyişi nereden biliyordu?

Bu arada Jake, ona Roland'ın pek hoşlanmadığı bir ciddiyetle bakı. yordu. Çocuğun gözleri irileşmiş, yanakları solmuştu.

"Dan-dinh. Bunu nereden duydun, Jake?"

"Daha önce hiç duymamıştım. Sanırım kafanın içinden çekip çıkar-dim." Sonra çabucak ekledi. "Sürekli kafana girip oraları didikliyor değilim. Sadece bazen bana geliveriyorlar. Çoğu önemsiz, yani sanırım öyle. Bazen de böyle deyişler oluyor."

"Onları uçarken gözüne ilişen parlak bir nesneyi gagasıyla alan bir karga gibi topluyorsun."

"Galiba öyle."

"Bunun gibi başka neler var? Birkaçını söylesene."

Jake utanmış görünüyordu. "Fazla hatırlamıyorum. Dan-dinh sana kalbimi açtım ve söylediğini sorgusuzca yapacağım anlamına geliyor."

Bundan daha karmaşıktı ama çocuk esası kavramıştı. Roland başını salladı. Atların üzerinde sakince ilerlerken güneşin sıcaklığını yüzünde hissetmek iyi gelmişti. Margaret Eisenhart'm tabakla yaptığı gösteri onu sakinleştirmişti. Daha sonra sai hanımın babasıyla da bir görüşme yapmış, önceki gece uzun zamandan beri ilk kez güzel bir uyku çekmişti. "Evet."

"Bir bakayım. Anlat-bana var. Sanırım anlamı dedikodu yapmaman gereken biri hakkında dedikodu yapmak. Aklımda kalmış, çünkü bana dedikodu yapmayı çağrıştırmıştı." Jake bir eliyle kulağını kapadı.

Roland gülümsedi. Aslında sözcük anatina idi ama Jake en yakın kelimeye benzetmişti elbette. Bu büyüleyiciydi. Kendi kendine gelecekte gizli düşüncelerini daha derinlerde saklaması gerektiğini hatırlattı. Tanrılara şükür ki bunu yapmanın yolları vardı.

"Bir tür dini lider anlamına gelen dash-dinh var. Bu sabah onu düşünüyordun. Sanırım şey yüzünden... o yaşlı Manni yüzünden, değil mi? O bir dash-dinh mi?"

Roland başını salladı. "Evet, öyle. Peki ismi nedir, Jake?" Silahşor kelime üzerine tüm dikkatini topladı. "İsmini kafamın içinde görebiliyor musun?"

»Elbette, Henchick," dedi Jake hemen. "Onunla konuştun. Ne zaman? Dün §ece §ec- saatlerde miydi?"

"Evet." Konuşma vakti üzerine odaklanmamıştı ve Jake bu ayrıntıyı bilmeseydi daha mutlu olurdu. Ama çocuğun dokunuşu çok kuvvetliydi ve kafalarını didiklemediğine inanıyordu. En azından bilinçli olarak yapmadığını biliyordu.

"Bayan Eisenhart ondan nefret ettiğini sanıyor ama sen sadece korktuğunu düşünüyorsun."

"Evet," dedi Roland. "Dokunuşun çok kuvvetli. Alain'den çok daha güçlüsün. Eskiden bu kadar güçlü değildin. Gül yüzünden, değil mi?"

Jake başını salladı. Evet, gül. Bir süre daha sessizce ilerlediler. Atları toprak yol üzerinde ince bir toz bulutu oluşturuyordu. Hava, güneşe rağmen serindi. Sonbahar kendini iyice göstermeye başlamıştı.

"Pekâlâ, Jake. İstiyorsan benimle dan-dinh olarak konuşabilirsin. Bana ve bilgime güvenin için teşekkür ederim."

Ama Jake yaklaşık iki dakika boyunca hiçbir şey söylemedi. Roland, çocuğun aklından geçenlere dair bir ipucu bulabileceğini umarak onun (kolayca) yaptığı gibi beynine girmeye çalıştı ama hiçbir şey bulamadı. Hiçbir...

Ama bir şey vardı. Bir sıçan... bir şeyin ucunda, kıvranan bir sıçan...

"Gittiği şato neresi? Biliyor musun?" diye sordu Jake birdenbire

Roland şaşkınlığını gizleyemedi. Tam anlamıyla şok olmuştu. Hissettikleri arasında suçluluk da olduğunu kabul etmeliydi. Birdenbire anladı. Her şeyi değil... ama pek çoğunu.

"Bir şato yok. Hiçbir zaman da olmadı," dedi Jake'e. "Orası zihninin yarattığı hayali bir mekân. Muhtemelen okuduğu kitaplardan veya ateşin başında anlattığımız hikâyelerden esinlenerek yarattı. Gerçekte neler yediğini görmek zorunda kalmamak için oraya gidiyor. Bebeğinin nelere ihtiyaç duyduğunu görmek istemiyor."

"Onu kızarmış domuz yerken gördüm," dedi Jake. "Ama o gelmeden önce domuzu bir sıçan kemiriyordu. Onu bir et çatalıyla şişledi."

"Bunu nerede gördün?"

"Şatoda." Duraksadı. "Rüyasında. Rüyanın içindeydim."

"Seni gördü mü?" Silahşor'un mavi gözlerinde keskin bir bakış vardı neredeyse alevler fışkıracaktı. Atı, binicisinin ruh halindeki değişikliği fark etmiş olacaktı ki durdu. Jake'in atı da durmuştu. Doğu Yolu'nda Kızıl Molly Doolin'in Gök Gürültüsü'nden gelen bir Kurt'u öldürdüğü noktadan yaklaşık bir kilometre ötede, yüz yüze duruyorlardı.

"Hayır," dedi Jake. "Beni görmedi."

Roland, onu bataklığa kadar takip ettiği geceyi düşündü. Kadının zihninin bir başka yerde olduğunu biliyordu, o kadarını hissetmişti, ama neresi olduğunu anlamamıştı. Beyninden çekip alabildiği görüntüler bulanıktı. Ama artık biliyordu. Bir şeyi daha biliyordu: Jake, dinh'inin Susannah hakkındaki kararlarından pek emin değildi. Belki böyle bir rahatsızlık duymakta haklıydı. Fakat...

"Gördüğün kişi Susannah değildi, Jake."

"Biliyorum. Bacakları olan. Kendine Mia adını takmış. Hamile ve ölesiye korkuyor."

"Benimle dan-dinh olarak konuşmak istiyorsan bana rüyanda gördüğün ve sonrasında düşündüğün her şeyi anlat. Seni dinledikten sonra yüreğimden gelenleri söyleyip sana yol göstereceğim."

"Beni... beni azarlamayacak mısın?"

Roland şaşkınlığını yine gizleyemedi. "Hayır, Jake. Tam tersi. Belki ben senden bana kızmamanı rica etmeliyim."

Çocuk ihtiyatla gülümsedi. Atlar tekrar yürümeye başladı, ama adımları, neredeyse bir sorun çıkacağını hissetmiş ve oradan bir an önce uzaklaşmak istiyorlarmış gibi hızlanmıştı.


2

Jake konuşmaya başlamadan önce aklındakilerin ne kadarını dile getireceğinden emin değildi. Uyandığında Roland'a Andy ve Baba Slightman'dan bahsedip bahsetmeme konusunda kararsız kalmıştı. Sonunda Roland'ın bana rüyanda gördüğün ve sonrasında düşündüğün her anlat sözünü kafasına göre yorumlayarak nehir boyundaki buluşmadan hiç bahsetmemeyi seçti. İşin aslı, o bölüm bu sabah gözüne pek de önemli görünmemişti.

Roland'a Mia'nın merdivenlerden inişini, yemek salonunda hiç yiyeceğin kalmadığını gördüğünde kapıldığı paniği anlattı. Sonra mutfakta gördüklerinden bahsetti. Sıçanın kemirdiği eti bulmasını. Sıçanı öldürüşünü. Ete yumuluşunu. Sonra kan ter içinde, haykırmamaya çalışarak uyanmasını.

Tereddütle Roland'a baktı. Silahşor devam etmesini işaret eden o sabırsız el hareketini yaptı... devam et, hikâyeni bitir.

Eh, diye düşündü Jake. Azarlamamaya söz vermişti ve sözünü tutuyor.

Bu doğruydu ama ona konuyu Susannah'yla konuşmaya niyetlendiğinden bahsetmemişti. Bununla birlikte en büyük korkusunu açıkça söyledi. Yani üçünün bilip birinin bilmemesinin ka-tef\enrn en sağlam olması gereken zamanda parçaladığını. Roland'a patlak lastikten bile bahsetti. Gülmesini beklemiyordu ve tahmininde haklı çıktı. Ama Roland'ın bir anlamda utanç duyduğunu hissetti ve bunu son derece ürkütücü buldu. İçinden bir ses, utancın ne yaptığından emin olmayan insanlara özgü bir duygu olduğunu söylüyordu.

"Ve dün geceye kadar durum daha da kötüydü," dedi Jake. "Çünkü bana da söylemeyecektiniz, değil mi?"

"Hayır," dedi Roland.

"Hayır mı?"

"İşleri oluruna bırakmıştım, kasıtlı bir dışlama söz konusu değildi. Eddie'ye söyledim, çünkü gece yarısı onu etrafta dolaşırken görüp uyandırmaya kalkmasından korkuyordum. Uyandıracak olursa başlarına gelebileceklerden çekmiyordum."

"Neden Susannah'ya söylemiyorsun?"

Roland içini çekti. "Dinle beni, Jake. Cort küçük birer çocukken bizi fiziksel olarak eğitti. Vannay ise zihinsel eğitimimizden sorumluydu. Her 'kişi de bildikleri ahlak değerlerini bize aşılamaya çalıştı. Ama Gilead'da bize ka'yı öğretmekle yükümlü olan kişiler, babalanmızdı. Her birimizin bu konudaki öğretmeni farklı olduğundan büyüdüğümüzde hepimizin ka anlayışı değişikti, anlıyor musun?"

Basit bir soruya cevap vermekten kaçındığını anlıyorum, diye düşündü Jake ama başını sallamakla yetindi.

"Babam bana ka hakkında pek çok şey anlattı, çoğu da aklımdan uç. tu gitti ama birini çok iyi hatırlıyorum. Ne yapacağından emin değilsen, bırak ka kendi işini görsün, demişti."

"Yani bu ka." Jake'in sesinde düş kırıklığı vardı. "Roland bunun pek faydası olmuyor."

Roland, çocuğun sesindeki endişeyi duymuştu ama ona batan, düş kırıklığı oldu. Eyerin üzerinde döndü, ağzını açtı, bir başka sığ mazeret göstermek üzere olduğunu fark etti ve tekrar kapadı. Bahane sunmak yerine gerçeği söylemeye karar verdi.

"Ne yapacağımı bilmiyorum. Yapmam gerekeni sen söylemek ister misin?"

Çocuğun yüzü bir anda kıpkırmızı oldu ve Roland, onu iğnelediğini, öfkeli olduğunu sandığını anladı. Tannlar aşkına. Böylesi bir anlayış eksikliği korkutucuydu. Haklı, diye düşündü Silahşor. Parçalandık. Tannlar yardımcımız olsun.

"Böyle yapma," dedi Roland. "Dinle beni, yalvarırım, iyi dinle. Calla Bryn Sturgis'de Kurtlar geliyor. New York'ta ise Balazar ve 'centilmenleri' olay çıkarmaya hazırlanıyor. İkisi de kısa süre sonra gerçekleşecek. Su-sannah'nın bebeği bu olayların öyle ya da böyle sonuçlanmasını bekleyecek mi? Bilmiyorum."

"Hamile gibi bile görünmüyor," dedi Jake cılız bir sesle. Yüzünün kızarıklığı hafiflemişti ama başı hâlâ önüne eğikti.

"Öyle," dedi Roland. "Görünmüyor. Göğüsleri, belki bir de kalçaları hafifçe dolgunlaştı ama bunlardan başka bir işaret yok. Bu yüzden umut etmek için bir nedenim var. Umut etmeliyim, sen de öyle. Çünkü Kurtlar ve senin dünyandaki gül meselelerinin yanı sıra bir de halletmemiz gereken Siyah On Üç sorunu var. Sanırım bu konuda çözümü biliyorum (bil-

Heimi ümit ediyorum) ama Henchick ile tekrar konuşmak zorundayım. ye peder Callahan'ın hikâyesinin geri kalanını dinlememiz gerek. Susan-ah'ya konuyu tek başına açmayı düşündün mü?"

"Ben..." Jake dudağını ısırdı ve sessiz kaldı.

"Görüyorum ki düşünmüşsün. Bu fikri aklından çıkar. Ka-tet'imizi ölümün yanı sıra geri dönüşü olmayacak şekilde parçalayacak bir şey varsa o da benim onayım olmaksızın bunu ona söylemendir, Jake. Ben senin dinh'inim"


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin