Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə30/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   54

"Biliyorum!" Jake neredeyse bağırmıştı. "Bilmediğimi mi sanıyorsun?"

"Peki sence bu hoşuma gidiyor mu?" diye sordu Roland neredeyse onun kadar ateşli bir ifadeyle. "Her şeyin eskiden ne kadar kolay olduğunu görmüyor musun? Siz..." Söylemek üzere olduğu şeyin verdiği şokla sustu.

"Biz gelmeden önce," dedi Jake. Sesi ifadesizdi. "Bak ne diyeceğim! Gelmeyi biz istemedik. Hiçbirimiz istemedi." Ve ben de senden beni uçuruma bırakmanı istemedim. Ölüme bırakmanı.

"Jake..." Silahşor içini çekti, ellerini kaldırdı, sonra tekrar kalçasına koydu. Az ötelerinde, onları Jaffordslann küçük çiftliğine, Eddie ve Su-sannah'nın beklediği yere götürecek yolun son dönemeci vardı. "Tek yapabileceğim, daha önce söylediğimi tekrarlamak: kararlarından emin değilsen, bırak ka kendi işini yapsın. Burnunu sokarsan daima zararlı çıkarsın."

"New York Krallığı'nda buna sorunları görmezden gelmek deniyor, Roland. Gerçekte hiçbir şeyi cevaplamayan bir cevap. İnsanları senin istediğin şeylere razı etmek için öylesine söylenmiş sözler."

Roland bir süre düşündü. Dudakları sıkıca kapandı. "Benden kalbini yönlendirmemi istedin."

Jake ihtiyatla başını salladı.

"O halde sana Dan-dinh olarak iki şey söyleyeceğim. Birincisi şu; Sen, ben ve Eddie, Kurtlar gelmeden önce an-tet olarak Susannah ile konuşacak ve ona tüm bildiklerimizi anlatacağız. Hamile olduğunu, bebeğin çok büyük ihtimalle iblisten olduğunu ve içinde Mia adında bir başka ka. din yarattığını söyleyeceğiz. İkincisiyse şu; bu konuyu, ona anlatma vakti gelmeden tekrar açmayacağız."

Jake söylenenleri tarttı. Yüzü, hissettiği rahatlamayla her geçen saniye biraz daha aydınlandı. "Ciddi misin?"

"Evet." Roland bu sorunun onu ne kadar kırıp öfkelendirdiğini g0s. termemeye çalıştı. Çocuğun niçin sorduğunu anlıyordu ne de olsa. "Söz veriyorum ve sözümü tutacağıma yemin ediyorum. Bu sana uyar mı?"

"Evet! Hem de çok uyar!"

Roland başını salladı. "Bunu yapmamın sebebi en doğrusunun bu olduğunu düşünmem değil, Jake. Sen en doğrusunun bu olduğuna ikna olduğun için yapıyorum. Ben..."

"Dur bir dakika, hey, bekle," dedi Jake. Gülümsemesi soluyordu. "Sorumluluğu bana yıkmaya çalışma. Ben asla..."

"Mızmızlanmayı kes," dedi Roland, Jake'in nadiren duyduğu soğuk ve mesafeli bir sesle. "Bir erkek gibi kararın parçası olmaya çalışıyorsun. Buna izin veriyorum (vermeye mecburum) çünkü ka, şimdiye kadar büyük olaylarda sana bir erkeğe düşecek görevler verdi. Bu kapıyı, yargılan-mı sorgulayarak sen açtın. Bunu inkâr mı ediyorsun?"

Jake'in solan yüzü şimdi tekrar kızarmıştı. Dehşete düşmüş gibi görünüyor, başını tek kelime etmeksizin iki yana sallıyordu. Ah tanrılar, diye düşündü Roland. Bunun her anından nefret ediyorum. Ölen bir adamın dışkısı gibi kokuyor.

Daha sakin bir sesle devam etti. "Hayır, buraya gelmeyi sen istemedin. Ben de çocukluğunu çalmayı istemedim. Ama işte buradayız ve ka bir köşeden bize gülüyor. Ya istediğini yaparız ya da bedelini öderiz."

Jake başını eğdi ve titrek sesle tek bir kelime söyledi. "Biliyorum."

"Susannah'ya anlatılması gerektiğine inanıyorsun. Öte yandan ben, ne yapacağımı bilmiyorum, bu meselede yönümü kaybettim. Bir kişi biliyor, diğeri bilmiyorsa bilmeyen boyun eğmeli ve bilen de sorumluluğu almalı. Anlıyor musun, Jake?"

"Evet," diye fısıldadı Jake ve yumruğunu kaşına değdirdi.

"Güzel. Şimdi bu konuyu kapatıyoruz, teşekkürler derim. Dokunuşta çok güçlüsün."

"Keşke olmasaydım!" diye patladı Jake.

"Bu, güçlü olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Ona dokunabiliyor musun-'

"Evet. Beyninizin içine özellikle girmeye çalışıyor değilim ama bazen ona dokunuyorum. Bazen içinden söylediği şarkıların dizelerini yakalıyorum ya da New York'taki evine dair düşünceler. Susannah orayı özlüyor, gir keresinde, 'Keşke kitap kulübünden gelen yeni Ailen Drury romanını okuma fırsatım olsaydı,' diye düşünmüştü. Galiba Ailen Drury onun zamanında ünlü bir yazar."

"Yani yüzeydekilere dokunuyorsun."

"Evet."

"Ama derinlere inebilirsin."



"Ona bakarsan soyunmasını da seyredebilirim," dedi Jake asık suratla. "Ama bu doğru olmaz."

"Bu şartlar altında doğru olur, Jake. Onu suyun hâlâ tatlı olup olmadığını kontrol etmek için her gün gidip bir yudum içtiğin bir kuyu olarak düşün. Herhangi bir değişiklik olursa hemen bilmek istiyorum. Özellikle de kaçma planları olup olmadığını öğrenmeliyim."

Jake, ona irileşmiş gözlerle baktı. "Kaçmak mı? Nereye?"

Roland başını iki yana salladı. "Bilmiyorum. Bir kedi doğum yapmak için nereye gider? Bir dolaba mı? Ahırın bir köşesine mi?"

"Ya ona anlatırsak ve diğeri kontrolü ele geçirirse? Ya Mia kaçar ve Susannah'yı da kendisiyle sürüklerse ne olacak, Roland?"

Roland cevap vermedi. Onun korktuğu da tam olarak buydu elbette ve Jake bunu bilecek kadar zekiydi.

Jake, ona anlaşılabilir bir kırgınlık... ama aynı zamanda kabullenme ile bakıyordu. "Günde bir kez. Daha fazlası değil."

"Bir değişim hissedersen arttır."

"Pekâlâ," dedi Jake. "Bundan nefret ediyorum ama seninle dan-dinh olarak konuştum. Gafil avlandım."

"Bu bir yarış değil, Jake. Oyun da değil."

"Biliyorum." Jake başını iki yana salladı. "Beni kendi kazdığım kuyu. ya düşürmüşsün gibi hissediyorum ama sorun değil."

Gerçekten de öyle yaptım, diye düşündü Roland. O an ne kadar kay-bolmuş olduğunu, onu pek çok zor durumdan kurtarmış olan önsezisinin köreldiğini hiçbirinin bilmemesi muhtemelen daha iyiydi. Yaptım... ama sadece mecbur olduğum için.

"Şimdilik sessiz kalacağız ama Kurtlar gelmeden önce Susannah'ya her şeyi anlatacağız," dedi Jake. "Çarpışma başlamadan önce. Anlaşmamız böyle, değil mi?"

Roland başını salladı.

"Önce diğer dünyada Balazar ile savaşmak zorunda kal .rsak ona yine öncesinde her şeyi anlatacağız. Tamam mı?"

"Tamam," dedi Roland. "Olur."

"Bu hiç hoşuma gitmiyor," dedi Jake somurtarak.

"Benim de öyle," dedi Roland.


3

Roland ve Jake atları üzerinde çiftliğe geldiğinde Eddie, Jaffordsla-rın verandasında oturmuş bir tahta parçasını oyuyor, büyükbabanın anlattığı tutarsız bir hikâyeyi dinliyor ve uygun olduğunu umduğu yerlerde başını sallıyordu. Geldiklerini görünce bıçağını bıraktı ve omzunun üzerinden Suze'a seslenerek basamakları indi.

O sabah kendini olağanüstü iyi hissediyordu. Gece içine çöreklenen korkular, geceleri bizi esir alan çoğu korku gibi uçup gitmişti. Bu tür korkuların, pederin Birinci ve İkinci Tip vampirleri gibi güneşe alerjisi vardı. Öncelikle, Jaffordsların bütün çocukları kahvaltı masasında eksiksiz olarak yerini almıştı. Bunun yanı sıra ambardaki domuz yavrularından biri gerçekten de kayıptı. Tian, Eddie ve Susannah'ya gece bir ses duyup duymadıklarını sormuş, aldığı olumsuz cevap üzerine üzgünce başını sallamıştı.

"Değişime uğramış vahşi hayvanlar dünya üzerinden çoğunlukla si-1'nrniŞ olabilir, ama aynı şeyi kuzey bölgeleri için söyleyemeyiz. Her sonbaharda vahşi köpek sürüleri çiftliklere saldırır. İki hafta önce Calla Ajnity'de olduklarını duymuştum. Önümüzdeki hafta onlardan kurtulacağız, bu sefer de Calla Lockwood'a musallat olacaklar. Sessiz hayvanlar. Ses çıkarmıyolar anlamında değil, sesleri hiç çıkmıyo. Burada hiçbir şey vok." Tian eliyle boğazını göstermişti. "Bana hiç olmazsa bir iyilik yapmışlar. Aşağıda dev gibi bir sıçan buldum. Ölü. Görünüşe bakılırsa köpeklerden biri kafasını neredeyse koparıyomuş."

"İğrenç," demişti Hedda önündeki kâseyi abartılı bir yüz ifadesiyle iterek.

"O yulaf lapası yenecek, küçük hanım," demişti Zalia. "Çamaşırları asarken içini ısıtır."

"Ama anneee, nedennn?"

Eddie, Susannah'nın bakışlarını yakalamış ve ona göz kırpmıştı. Susannah da ona karşılık vermişti. Her şey yolundaydı. Tamam, gece küçük bir gezintiye çıkmış olabilirdi. Birazcık atıştırmış, artıkları yakmıştı. Susannah'nın bir çocuğu incitebileceği fikri gün ışığında insana son derece aptalca geliyordu.

"Selam Roland. Jake." Eddie verandaya çıkan Zalia'ya döndü. Zalia reverans yaptı ve Roland şapkasını çıkarıp ona doğru uzatarak selam verdi.

"Sai," dedi. "Kurtlar'la savaşma konusunda kocanın yanındasın, değil mi?"

Zalia içini çekti ama bakışları kararlıydı. "Evet, Silahşor."

"Yardım ve kurtarıcı arıyor musun?"

Soru gösterişli bir edayla değil, alelade bir konuyla ilgiliymiş gibi sorulmuştu ama Eddie, yüreğinin ağzına geldiğini hissetti ve Susannah'nın elini elinde hissedince kuvvetle sıktı. İşte üçüncü soru, anahtar soru da yöneltilmişti ve sorulan kişi Calla'nın en büyük çiftçisi, hayvan sahibi veya 'Şadamı değildi. Önemsiz bir çiftçinin kahverengi saçları ensesinde topuz yapılmış, kahverengi cildi kızgın güneşin etkisiyle sertleşip çatlamış, elbisesinin rengi defalarca yıkanmaktan solmuş karısına sorulmuştu. Ve aynı zamanda en doğru kişiye. Çünkü Calla Bryn Sturgis'in ruhu, tıpkı bun» benzer dört düzine küçük çiftlikte saklıydı. Zalia Jaffords hepsi adına ko~ nuşuyor, diye düşündü Eddie. Neden olmasın?

"Arıyom ve teşekkürler derim," dedi Zalia basitçe. "Tanrı ve İSa Adam seni ve seninle birlikte olanları korusun."

Roland sıradan bir konuyu tartışıyorlarmış gibi başını salladı. "Mar-garet Eisenhart bana bir şey gösterdi."

"Öyle mi?" diye sordu Zalia hafifçe gülümseyerek. Saat henüz sabahın dokuzu olmasına rağmen yorgun ve ter içinde görünen Tian köşeyi dönerek avluya geldi. Bir omzuna, kopuk bir koşum takımı atmıştı. Ro-land ve Jake'e iyi günler diledikten sonra karısının yanına geldi ve kolunu beline doladı.

"Evet. Bize Gri Dick ve Oriza'nın hikâyesini anlattı."

"Güzel bir hikâyedir."

"Öyle," dedi Roland. "Doğrudan soracağım, hanım-sar. Zamanı geldiğinde Kurtlar'a karşı tabağıma yanımızua yer alacak mısın?"

Tian'ın gözleri irileşti. Ağzı açıldı, sonra tekrar kapandı. Aniden çok büyük bir gereği kavramış bir adam gibi karısına baktı.

"Evet," dedi Zalia.

Tian koşum takımını yere bırakarak karısına sarıldı. Zalia da onu kısaca, sıkıca kucakladı ve tekrar Roland ve dostlarına döndü.

Roland gülümsüyordu. Eddie bu olağanüstü olayla her karşılaşmasında olduğu gibi hafif bir gerçekdışılık hissine kapılmıştı. "Güzel. Peki Susannah'ya da öğretir misin?"

Zalia düşünceli bir ifadeyle Susannah'ya baktı. "Öğrenmeyi ister mi?"

"Bilmiyorum," dedi Susannah. "Öğrenmem gerekiyor mu, Roland?"

"Evet."


"Ne zaman, Silahşor?" diye sordu Zalia.

Roland bir hesap yaptı. "Her şey yolunda giderse üç dört gün sonra. Fırlatmaya yeteneği yoksa onu geri gönderin ve Jake'i deneyelim."

Jake gözle görülür şekilde irkildi.

"Ama Susannah'mn buna yatkın olacağını sanıyorum. Her silahşor eni silahlara karşı doğal bir yeteneğe sahiptir. Ve sadece üç tabancamız Iduğu için birimizin mutlaka tabak fırlatmayı öğrenmesi veya arbalet loıllanması gerekecek. Şunu da belirtmeliyim ki tabak, çok işimize yarayabilecek bir silah."

"Elimden geleni yapacağım," diyen Zalia, Susannah'ya utangaç bir ifadeyle baktı.

"O halde dokuz gün sonra Margaret, Rosalita ve Sarey Adams ile İh-tiyar'ın evine gelin ve durumu değerlendirelim."

"Bir planın mı var?" diye sordu Tian. Umutla Silahşor'a bakıyordu.

"O zamana kadar olacak," dedi Roland.


4

Atları üzerinde kasabaya doğru ilerlediler. Roland, Doğu Yolu'nun kuzeyden güneye uzanan bir başka yolla kesiştiği noktada dizginleri çekerek atını durdurdu. "Burada sizden kısa bir süre için ayrılıyorum," dedi diğerlerine kuzeydeki tepeleri işaret ederek. "İki saatlik mesafede bazılarının Manni Calla, bazılarının da Manni Redpath dediği kasaba var. Mannilerin yaşadığı yer. Orada Henchick ile görüşeceğim."

"Dinhlen," dedi Eddie.

Roland başını salladı. "Manni kasabasının ötesinde, yaklaşık bir saatlik mesafede terk edilmiş madenler ve mağaralar var."

"Tavery ikizlerinin haritasında gösterdiğin yer mi?" diye sordu Susannah.

"Hayır ama oraya yakın. Benim ilgilendiğim, Geçit Mağarası dedikleri mağara. Bu akşam hikâyesini bitirirken Callahan da oradan söz edecek."

"Bunu biliyor musun yoksa sadece bir his mi?" diye sordu Susannah.

"Henchick sayesinde biliyorum. Dün gece bahsetmişti. Pederden de bahsetti. Size anlatabilirim, ama Callahan'dan duymanız daha iyi. Samım öyle. Her neyse, o mağara bizim için büyük önem taşıyacak."

"Geri dönüş yolu, değil mi?" diye sordu Jake. "Mağaranın New YorK dönüş yolu olduğunu düşünüyorsun."

"Daha da fazlası," dedi Silahşor. "Siyah On Üç'le orası her zamana ve her mekâna açılan bir kapı."

"Kara Kule'ye bile mi?" diye sordu Eddie. Bir fısıltıyı andıran sesi boğuktu.

"Bilmiyorum," dedi Roland. "Ama Henchick'in bana mağarayı göste-receğine inanıyor ve daha fazlasını öğreneceğimi umuyorum. Bu arada siz üçünüz Took'un Dükkânı'na gidiyorsunuz."

"Gidiyor muyuz?" diye sordu Jake.

"Evet," dedi Roland heybesini kucağına koyup açarak. Bir elini içine soktu ve derinlerini araştırdı. Sonra daha önce hiçbirinin görmediği, ağzı bağlı deri bir kese çıkardı.

"Bunu babam vermişti," dedi Roland kayıtsızca. "Ka yoldaşlarımla uzun yıllar önce Mejis'e gittiğim eski günlerde sahip olduğum gençlik yüzümün kalıntılarından başka tek sahip olduğum bu."

Aynı düşünceyi paylaşarak, büyülenmiş gibi keseye bakıyorlardı: Si-lahşor'un dedikleri doğruysa bu deri kese yüzyıllar öncesinden kalma olmalıydı. Roland keseyi açtı, içine baktı ve başını salladı. "Susannah, ellerini uzat."

Susannah ellerini uzattı ve Roland keseyi baş aşağı çevirerek içindeki on parça gümüşü boşalttı.

"Eddie, ellerini uzat."

"Şey, Roland, galiba kasa boşaldı."

"Uzat."


Eddie omuz silkerek ellerini avuçları dışarı gelecek şekilde uzattı. Roland, keseyi baş aşağı çevirince bir düzine altın Eddie'nin avuçlarına boşaldı.

"Jake?"


Jake de ellerini uzattı. Pançonun içinde duran Oy, olanları dikkatle izliyordu. Bu kez keseden yarım düzine değerli taş çıktı ve kese yine boşaldı. Susannah yutkundu.

"Sadece lâl," dedi Roland neredeyse özür dilercesine. "Söyledikleri-göre burada işe yarıyormuş. Fazla bir değerleri yok ama bir çocuğun .,tiyaçlannı rahatlıkla karşılarlar."

"Vay canına!" Jake sırıtıyordu. "Teşekkürler derim! Çok çok!" Sessiz bir merakla deri keseye bakıyorlardı. Roland gülümsedi. "Bildiğim veya ulaşabildiğim sihrin büyük bölümü artık yok ama gördüğünüz gibi küçük bir kısmına hâlâ sahibim. Bir demliğin dibindeki çay parçaları gibi."

"İçinde daha fazlası var mı?" diye sordu Jake.

"Hayır. Zamanla olabilir. Bu bir büyüten kese." Roland deri keseyi heybesine geri koydu, Callahan'ın verdiği tütünü çıkardı ve kendine bir sicara sardı. "Dükkâna gidin. Hoşunuza gidenleri alın. Birkaç gömlek alın, bana da bir tane alabilirseniz memnun olurum. Sonra kasabalıların yaptığı gibi verandaya çıkarsınız. Sai Took Gök Gürültüsü'ne doğru uzaklaşmamızı görmeyi tercih edecektir, ama sizi kovacağını sanmıyorum."

"Kovsun da görelim," diye homurdandı Eddie ve eli Roland'ın tabancasına uzandı.

"Ona ihtiyacın olmayacak," dedi Roland. "Âdetlere uygun davranıp tezgâhın gerisinde kalacaktır. Kasabalıların tepkisinden çekinmesinin de bir etkisi vardır elbette."

"Gelişmeler istediğimiz gibi, değil mi?" diye sordu Susannah.

"Evet, Susannah. Jaffordslara yaptığım gibi doğrudan sorarsan sana cevap vermeyeceklerdir, bu yüzden henüz sormamak en iyisi. Ama evet. Kurtlar'la savaşmaya niyetliler. En azından onlar adına savaşmamıza izin verecek gibi görünüyorlar. Bu yüzden onları suçlayamayız. Savaşamayan-lar için mücadele etmek bizim görevimiz."

Eddie, büyükbabanın anlattıklarını ona söylemek için ağzını açtı ama sonra tekrar kapadı. Roland, onu Jaffordsların çiftliğine bu sebeple göndermiş olmasına rağmen neler öğrendiğini sormamıştı. O an, Susan-"ah'nın da sormadığını fark etti. Yaşlı Jamie ile yaptığı sohbetin konusu-nu bile etmemişti.

"Henchick'e Bayan Jaffords'a sorduğunu soracak mısın?" diye sordu Jake.

"Evet," dedi Roland. "Ona soracağım."

"Çünkü ne cevap vereceğini biliyorsun."

Roland başını salladı ve tekrar gülümsedi. İnsanı rahatlatan bir gülümseme değildi. Kar üzerine düşen gün ışığı gibi buz gibiydi. "Bir silahşor o soruyu asla alacağı cevaptan emin olmadan sormaz," dedi. "Akşam yemeği için pederin evinde buluşuruz. Her şey yolunda giderse güneş ufka değdiğinde orada olurum. Hepiniz iyi misiniz? Jake? Eddie?" Bir an duraksadı. "Susannah?"

Hepsi başını salladı. Oy da.

"O halde akşama görüşürüz. Kendinize dikkat edin ve güneş gözünüzü hiç kamaştırmasın."

Atını çevirdi ve kuzeye uzanan bakımsız, dar yolda ilerlemeye başladı. Onu her gidişinde olduğu gibi gözden kayboluncaya dek izlediler ve üçünün de içi, onun yokluğunda her zaman olduğu gibi korku, yalnızlık ve huzursuzlukla karışık bir gurur hissiyle doldu.

Atlarını birbirine biraz daha yaklaştırarak kasabaya doğru yola koyuldular.


5

"Hayır, hayır! Sakın o pis mahluku dükkâna sokayım demeyin!" diye bağırdı Eben Took tezgâhın arkasından. Tiz, neredeyse kadınsı bir sesi vardı; dükkânın sessizliğini cam kıymıkları gibi parçaladı. Jake'in panço-sunun içinden dışarıya bakan Oy'u işaret ediyordu. Çoğu önlüklü kadınlar olan bir düzine kadar müşteri, adamın tiz haykırışı üzerine dönüp onlara baktı.

Sade kahverengi gömlekler, kirli beyaz pantolonlar giymiş iki çiftçi, tezgâhın önünde duruyordu. Yabancıların silahlarını çekip Eben To-ok'un kafasını havaya uçuracağını düşünüyormuşçasına tezgâhın önünden uzaklaştılar.

"Tamam, efendim," dedi Jake uysalca. "Bağışlayın." Oy'u pançonun içinden çıkararak dükkânın önündeki güneşli verandaya bıraktı. "Orada kal, oğlum."

"Oy, kal," dedi hayvan ve oturarak kuyruğunu ayaklarına doladı.

Jake, arkadaşlarının yanına geri döndü ve dükkânın içlerine doğru ilerlediler. İçerisi, Susannah'nın Mississippi'de gördüğü dükkânlar gibi kokuyordu: tuzlanmış et, deri, baharat, kahve ve naftalinin iç içe geçmiş kokusu. Tezgâhın arkasında kapağı hafifçe yana kaymış, büyük bir tahta fıçı vardı. Hemen yakınındaki çiviye bir maşa asılmıştı. Fıçıdan, turşunun keskin kokusu yayılıyordu.

"Veresiye yok!" diye bağırdı Took aynı tiz, kulak tırmalayıcı sesle. "Yabancılara hiç veresiye yapmadım, bundan sonra da yapacak diilim! Aynen öyle! Teşekkürler derim!"

Susannah, Eddie'nin elini tuttu ve uyarırcasına sıktı. Eddie, Susannah'nın elinden sabırsız bir hareketle kurtuldu ama konuştuğunda sesi Jake'inki gibi sakindi. "Teşekkürler deriz, sai Took, öyle bir talebimiz yok zaten." Sonra Peder Callahan'dan duyduğu bir şeyi hatırladı. "Hayatımız boyunca olmadı."

Dükkândaki müşterilerin bazılarından onaylayan mırıltılar yükseldi. Artık alışveriş yapıyormuş gibi görünmeye bile çalışmıyorlardı. Took'un yüzü kızardı. Susannah, Eddie'nin elini tekrar tuttu ve bu kez sıkarken gülümsedi.

Önce sessizlik içinde alışveriş yaptılar ama daha bitiremeden birkaç kişi (hepsi de önceki gece büyük çadırdaydı) yanlarına gelip selam verdi ve çekingen ifadelerle hatırlarını sordu. Üçü de iyi olduğunu söyledi. Roland için de iki tane dahil olmak üzere gömlekler, kot pantolonlar, iç çamaşırları ve çirkin ancak dayanıklı görünen üç çift kısa çizme aldılar. Jake istediği çeşitleri işaret etti ve Took, çocuğun istediği şekerlemeleri otlardan örülmüş torbaya asık suratla ve son derece yavaş hareketlerle doldurdu. Roland için bir kese tütün ve sigara kâğıdı almak istediğindeyse adam onu yüzünde bariz bir memnuniyet ifadesiyle reddetti. "Ah, olmaz, °ir çocuğa tütün satmam. Daha önce hiç yapmadım."

"İyi etmişsiniz," dedi Eddie. "Bugün tütün içen, yarın şeytanotuna başlar. Çocuklara satılmamalı elbette. Ama bana satarsınız, değil mi sai? Dinh'imiz akşamları, insanlara yardım etmenin yollarını ararken bir sigara tüttürmeyi sever."

Bu sözler üzerine birkaç kişi kıkırdadı. Dükkân, inanılmaz bir hızla kalabahklaşmıştı. Artık seyirciye oynuyorlardı ve Eddie için bunun hiçbir sakıncası yoktu. Took tam bir baş belası gibi davranıyordu ve doğrusu buna hiç şaşmamıştı.

"Daha önce commala dansını onun kadar iyi yapanını görmemiştim!" diye seslendi adamın biri dükkânın gerilerinden. Birkaç kişi, söyleneni onaylayarak mırıldandı.

"Teşekkürler derim," dedi Eddie. "Bu dediğinizi ona ileteceğim."

"Hanımınız da iyi şarkı söylüyo," dedi bir başkası.

Susannah görünmeyen eteğini tutarak reverans yaptı. Tahta fıçının yanına gitti ve maşayla iri bir parça turşu çıkararak alışverişini bitirdi. Eddie kulağına eğilerek fısıldadı. "Bir keresinde burnumdan bunun kadar yeşil bir şey çıkarmıştım galiba, tam olarak hatırlayamıyorum."

"İğrenç olma hayatım," dedi Susannah tatlı tatlı gülümseyerek.

Eddie ve Jake, ödeme işini Susannah'nın üstlenmesinden memnundu. O da durumundan şikâyetçi değildi. Eben Took yaptıkları alışveriş için fahiş bir ücret istedi. Eddie bunun onlara yönelik özel bir muamele olmadığını, adamın her müşteriyi yolmak için elinden geleni yaptığını her nasılsa biliyordu. Took altın ve gümüş sikkeleri dikkatle inceledi. Jake'in verdiği değerli taşları ışığa tutarak baktı ve içlerinden birini kabul etmedi (oysa Eddie, Jake ve Susannah'ya göre bu taşın diğerlerinden hiçbir farkı yoktu).

"Kasabada ne kadar kalacaksınız?" diye sordu ödeme faslı sona erince. Havadan sudan konuşur gibiydi ama gözlerinde keskin, kurnaz bir bakış vardı. Eddie, adamın gözlerine bakınca ağızlarından çıkacak her kelimenin büyük bir hızla Eisenhart veya Overholser'ın kulağına ulaşacağını anladı.

"Ah, şey, bu göreceklerimize bağlı," dedi. "Ve göreceklerimiz de ahalinin bize göstereceklerine bağlı, değil mi?"

. "Evet," dedi Took ama şaşırmış görünüyordu. Dükkânın içinde şimdi neredeyse elli kişi vardı ve çoğunun tek yaptığı, gözlerini dikip onları seyretmekti. Havayı bir tür heyecan sarmıştı. Eddie'nin hoşuna gitmişti. Bunun doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu bilmiyordu ama evet, çok hoşuna gitmişti.

"Sizin ne istediğinize de bağlı," dedi Susannah.

"Ne istediklerini sana söyleyeyim, kakaolu kek!" dedi Took cam kıymıklarına benzeyen tiz sesiyle. "Her zaman olduğu gibi barış istiyolar! Kasabanın hâlâ ayakta olduğunu görmek istiyolar! Siz..."

Susannah, adamın başparmağını yakaladı ve geriye büktü. O kadar çabuk davranmıştı ki çoğu kişi ne olup bittiğini anlayamadı. Jake tezgâha ya'an duran müşterilerden kaçının olayı görebildiğim merak etti. To-ok'un yüzü kirli beyaza dönmüş, gözleri yuvalarından fırlamıştı.

"Bu sözü aklının büyük bir bölümünü yitirmiş yaşlı bir adamdan duymaya katlanabilirim," dedi. "Ama bu senin için geçerli değil. Bana bir daha öyle hitap edersen dilini çekip çıkarır ve kıçını onunla silerim, şişko."

"Bağışla!" diyerek yutkundu Took. Yanaklarında iri ve mide bulandı-ncı ter damlaları belirmişti. "Bağışla, yalvarırım!"

"Pekâlâ," dedi Susannah ve onu serbest bıraktı. "Şimdi gidip verandada biraz oturacağız. Alışveriş insanı yoruyor ne de olsa."
6

İki düzine kadar sallanan sandalye, verandaya yan yana dizilmişti. Verandaya çıkan üç ayrı yerdeki basamakların iki yanma, hasat mevsimi Şerefine birer korkuluk dikilmişti. Roland'ın ka ...yoldaşları, dükkândan Çıkarak verandanın orta bölümündeki sandalyelere oturdu. Oy halinden memnun bir şekilde Jake'in ayaklarının dibine yattı ve başını patilerinin üzerine koyarak uykuya daldı.

Eddie başparmağıyla arkalarındaki dükkânı işaret etti. "Detta Wal-ker'ın burada olmaması ne kötü. Orospu çocuğunun mallarından birazını yürütebilirdi."

"Neredeyse içimdeki dürtüye uyup onu aratmayacaktım," dedi Su. sannah.

"Gelenler var," dedi Jake. "Sanırım bizimle konuşmak istiyorlar."

"Elbette istiyorlar," dedi Eddie. "Burada bulunuşumuzun sebebi o." Gülümsedi ve yakışıklı yüzü daha da çekici oldu. Bıyık altından mırıldandı. "Silahşorlarla tanışın, ahali. Gel-gel-commala, sıra geldi kurşunlara."

"Kapa çeneni," dedi Susannah ama gülüyordu.

Delirmiş bunlar, diye düşündü Jake. Kendisi onlardan farklıysa niye onlarla birlikte gülüyordu peki?


7

Mannilerden Henchick ve Gilead'lı Roland, soğuk tavuk eti ve tortil-la 'lara sarılmış pilavdan oluşan öğle yemeklerini dev bir kaya çıkıntısının gölgesinde yedi. Boğazlarını, sürahiyi elden ele geçirerek ortaklaşa içtikleri elma şarabıyla ıslatıyorlardı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin