Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə32/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   54

Muhtemelen uyuyamayacağım, diye düşündü. Bayan Shaw'un bana Bama dediği günlerde bile şekerlemeye niyetlendiğimde uyuyamazdım.

Bir dakikadan kısa bir süre sonra hafifçe horluyordu. Bir kolu gözlerinin üzerindeydi. Oy da yatağın hemen yanında yere kıvrılmış, kafasını patilerinin üzerine koymuş uyuyordu.


3

Eddie ve Susannah, konuk yatak odasındaki yatağın üzerinde yan vana oturuyordu. Eddie hâlâ inanamıyordu: şekerleme yapmakla kalmayacak, gerçek bir yatakta uyuyacaktı. Bu ne lükstü böyle. Tek istediği yatağa uzanmak, Suze'u kollarına almak ve uyumaktı ama önce halledilmesi gereken bir konu vardı. Konuşmaların en yoğun anında bile zihnini meşgul etmişti.

"Suze, Tian'ın büyükbabası..."

"Duymak istemiyorum," dedi Susannah hemen.

Eddie'nin kaşları şaşkınl kla yükseldi. Bunu beklemiyor değildi ama yine de...

"Konuşabilirdik," dedi Susannah. "Ama çok yorgunum. Uyumak istiyorum. Yaşlı adamın söylediklerini Roland'a anlat. İstersen Jake'e de anlatabilirsin. Ama bana anlatma. Henüz değil." Kahverengi bacağı, Eddie'nin beyaz bacağına değiyordu. Kahverengi gözleri, Eddie'nin ela gözlerine dikilmişti. "Beni duyuyor musun?"

"Hem de çok iyi."

"Teşekkürler derim. Hem de çok çok."

Eddie güldü, ona sarıldı ve öptü.

Kısa bir süre sonra birbirlerinin kollarında uyuyakalmışlardı. Alınla-n birbirine değiyordu. Güneş batarken üzerlerine düşen dikdörtgen şeklindeki aydınlık yavaşça yer değiştirdi. Tekrar batıya, asıl yönüne dönmüştü. Hiç olmazsa o gün için. İhtiyar'ın evine yavaşça ilerleyen Roland bunu gördü ve ağrıyan bacaklarını üzengilerden kurtararak yere atladı.


4

Rosalita, onu karşılamaya geldi. "Selam Roland, uzun günler ve hoş geceler dilerim."

Roland başım salladı. "İki katını senin için dilerim."

"Sanırım bazılarımızdan geldiklerinde Kurtlar'a tabak fırlatmasını is-teyeceksin."

"Bunu kim söyledi?"

"Şey... küçük bir kuş kulağıma fısıldadı."

"Ah. Peki yapar mısın? İstendiği takdirde?"

Rosalita dişlerini göstererek sırıttı. "Hiçbir şey bana daha büyük bir zevk veremez." Dişleri görünmez oldu ve yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi. "Ama belki ikimiz ona yakın bir zevki paylaşabiliriz. Küçük kulübemi görmek ister miydin, Roland?"

"Evet. O sihirli yağınla beni yine ovacak mısın?"

"Ovulmak mı istiyosun?"

"Evet."

"Hafifçe mi, sertçe mi?"



"Duyduğuma göre ağrılı bir eklemin en iyi tedavisi ikisinin karışımıy-mış."

Rosalita bunu bir süre düşündü, sonra bir kahkaha atarak Roland'ın elini tuttu. "Gel. Güneş hâlâ aydınlatır ve herkes uyurken gidelim."

Roland, kadının peşinden gönüllü bir şekilde yürüdü. Rosalita yumuşak yosunlarla çevrili, gizli, tatlı bir pınar biliyordu. Silahşor orada tazelendi.
5

Callahan saat beş buçukta, tam da Eddie, Susannah ve Jake uyanmak üzereyken geldi. Rosalita ve Sarey Adams saat altıda, türlü sebze ve soğuk tavuktan oluşan akşam yemeğini evin arkasındaki paravanlı verandada sundu. Roland ve dostları yemeklere iştahla saldırdı. Silahşor tabağını iki kez doldurmakla yetinmemiş, üçüncü seferde ancak doymuştu. Öte yandan Callahan, tabağındaki yemeği bir o yana, bir bu yana itmekten başka bir şey yapmamıştı. Yüzünün renginin sağlıklı olduğu söylenebilirdi, ama gözlerinin altındaki mor halkaları saklayamıyordu. Neşeli, teZ canh, şişman ama çevik bir kadın olan Sarey masaya kek getirdiğinde sadece başını iki yana salladı.

Roland masanın üzerinde sadece fincanlar ve kahve demliği kaldığında tütün kesesini çıkardı ve kaşlarını sorarcasına kaldırdı.

"Keyfine bak," dedi Callahan. Sonra sesini yükseltti. "Rosie, adama külünü silkebileceği bir şey getir."

"Koca adam, seni bütün gün dinleyebilirim," dedi Eddie.

"Ben de öyle," dedi Jake.

Callahan gülümsedi. "Ben de sizin için aynı şekilde hissediyorum, en azından biraz." Kendine yarım fincan kahve doldurdu. Rosalita, Roland'a küller için toprak bir çanak getirmişti. İhtiyar, kadın gidince, "Bu hikâyeyi dün bitirmeliydim," dedi. "Dün gecenin büyük bölümünü hikâyenin kalanını nasıl anlatacağımı düşünüp yatağımda bir o tarafa, bir bu tarafa dönerek geçirdim."

"Bir kısmını bildiğimi söylememin bir faydası olur mü?" diye sordu Roland.

"Muhtemelen hayır. Henchick ile Geçit Mağarası'na gittin, değil mi?"

"Evet. Onları seni bulmak için oraya gönderen konuşan makinenin bir şarkı çaldığını ve onu duyduğunda ağladığını söyledi. Daha önce bahsettiğin şarkı mıydı?"

"Evet. 'Someone Saved My Life Tonight'. Calla Bryn Sturgis'de bir Manni kulübesinde oturup Gök Gürültüsü'nün karanlığına bakarken Elton John dinlemenin ne kadar acayip olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez."

"Hey, hey," dedi Susannah. "Birden ileri atladın, peder. Hatırladığım kadarıyla en son 1981 yılında Sacramento'daydın ve arkadaşının Hitler Kardeşler'in saldırısına uğradığını öğrenmiştin." Sonra bakışlarını Calla-han'dan Jake'e, sonra Eddie'ye çevirdi. "Beyler, benim zamanımdan sonra barış içinde yaşama konusunda pek bir ilerleme göstermediğinizi söylemem gerek."

"Benim suçum yok," dedi Jake. "Ben daha okula gidiyordum."

"Ben de kafayı bulmuştum," dedi Eddıe.

"Pekâlâ, suçu üzerime alıyorum," dedi Callahan ve hepsi güldü.

"Hikâyeni bitir, peder," dedi Roland. "Belki bu gece daha iyi uyursun."

"Belki uyurum," dedi Callahan. Devam etmeden önce bir dakika kadar düşündü. "Hastaneye dair hatırladıklarım (sanırım herkes bunları hatırlıyordur) dezenfektan kokusu ve cihazların sesi. Çoğunlukla cihazlar. Ötüşleri. Öyle sesler çıkaran cihazlar hastanelerden başka sadece uçakların kokpitleritıde bulunur. Bir keresinde pilota sesin kaynağını sormuştum, o da bana yön bulma cihazından geldiğini söylemişti. O gece hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde sürekli yön arandığını düşündüğümü hatırlıyorum.

"Rowan Magruder ben Home'da çalışırken evli değildi, ama sanırım bu durum daha sonra değişmişti zira başucunda oturan bir kadın vardı. Karton kapaklı bir kitap okuyordu. Şık giyimliydi. Üzerinde iyi kesimli bir yeşil takım, ayaklarındaysa ince çoraplar ve alçak topuklu ayakkabılar vardı. Kadının karşısına utana sıkıla çıkmamıştım en azından; bir güzel temizlenmiş, saçlarıma olabildiğince çeki düzen vermiştim ve Sacramen-to'dan beri ağzıma içki koymamıştım. Ama karşı karşıya geldiğimizde kendimi hiç iyi hissetmedim. Sırtı kapıya dönük oturuyordu. Kapıyı tıklattım, dönüp baktı ve allak bullak oldum. Bir adım gerileyerek istavroz çıkardım. Rowan ile aynı hastanede Lupe'un ziyaretine gittiğimiz akşamdan beri ilk kez istavroz çıkarıyordum. Sebebini tahmin edebiliyor musunuz?"

"Elbette," dedi Susannah. "Çünkü parçalar yerlerine oturuyor. Parçalar daima yerine oturur. Bunu daha önce defalarca gördük. Sadece resmin bütününün ne olduğunu bilmiyoruz."

"Ya da kavrayamıyoruz," dedi Eddie.

Callahan başını salladı. "Uzun sarı saçlı ve büyük göğüslü bir Ro-wan'a bakmak gibiydi. İkiz kardeşi. Ve güldü. Bir hayalet gördüğümü sanıp sanmadığımı sordu. Kendimi... gerçeklerden kopmuş gibi hissediyordum. Sanki diğer dünyalardan birine atlayıvermiştim, ama daha önce yaptığım yolculuklara da tam olarak benzemiyordu. İçimde bir ses çılgınca haykırıyor, cüzdanımı çıkarıp banknotların üzerindeki resimlere bakmamı söylüyordu. Sadece benzerlik değildi; gülüşüydü. Onunkine tıpatıp benzeyen yüzü muhtemelen tanınmayacak kadar parçalanmış ikizinin hemen başucunda duruyor ve gülüyordu."

"Geçiş Hastanesi'nin On Dokuz numaralı odasına hoş geldiniz," dedi Eddie.

"Anlamadım?"

"Sadece hissettiklerini anladığımı belirtmek istedim, Don. Hepimiz anlıyoruz. Devam et."

"Kendimi tanıttım ve içeri girip giremeyeceğimi sordum. Bunu sorarken aklımdan vampir Barlow geçiyordu. İlk seferinde onları davet etmek zorundasın, diye düşünüyordum. Bir kez davet edildikten sonra istedikleri zaman gelip gidebilirler. Bana içeri girebileceğimi söyledi. 'Son saatlerinde' (böyle diyordu) onunla olabilmek için Chicago'dan geldiğini söyledi. Sonra aynı hoş sesle ekledi. 'Seni görür görmez kim olduğunu anladım. Alnındaki izden. Rowan diğer hayatında dindar bir adam olduğundan hemen hemen emindi. Her zaman insanların diğer hayatlarından bahsederdi. Yani içmeye veya uyuşturucuya başlamadan ve akıllarını kaçırmadan önceki hayatları. Bu diğer hayatında bir marangozdu. Şu kadın ise bir mankendi. Hakkındaki tahmini doğru mu?' Tüm bunlar aynı hoş ses tonuyla söylenmişti. Bir kokteyl partide sohbet eden bir kadın gibiydi. Rowan ise kafası sargı bezleriyle sarılmış halde oracıkta yatıyordu. Güneş gözlükleri taksa, Görünmez Adam 'daki Claude Rains'e benzeyecekti.

"İçeri girdim. Bir zamanlar bir rahip olduğumu ama artık çok eskide kaldığını söyledim. Elini uzattı. Ben de benimkini uzattım. Sanmıştım ki..."


6

El sıkışmak istediğini sandığı için kadına elini uzattı. Hoş sesi onu aldatmıştı. Rowena Magruder Rawlings elini uzatmıyor, kaldırıyordu ve Callahan bunu anlayamamıştı. Hatta önce tokatlandığını da kavrayamadı. Öyleşine şiddetli bir tokattı ki sol kulağının çınlamasına, sol gözünün yaşarma, sına sebep olmuştu. Callahan'ın kafası karışmış, sol yanağında hissettiği a„(-sıcaklığın bir tür alerjik tepki olduğunu, belki de stresten kaynaklandığım düşünmüştü. Sonra kadın, tuhaf bir şekilde Rowan'a benzeyen yüzünden yaşlar süzülerek ona yaklaştı.

"Git de bak ona," dedi. "Bunun ne olduğunu tahmin et bakalım? Kardeşimin diğer hayatı! Sahip olduğu tek hayat! Yanına git ve yakından bak. Gözlerini oydular, yanaklarından birini kestiler... dişlerini boşluktan görebiliyorsun! Polis bana fotoğrafları gösterdi. Göstermek istemediler ama ben ısrar ettim. Kalbinde bir delik açmışlar ama sanırım doktorlar onu halletti. Onu öldüren, karaciğeri. Onu da şişlemişler. Ölüyor."

"BayanMagruder, ben..."

"Bayan Rawlings," diye düzeltti kadın. "Senin için fark edeceğini sanmıyorum gerçi. Haydi. Git de alıcı gözle bir bak. Ona yaptığını gör."

"California 'daydim... gazetede gördüm..."

"Ah eminim öyledir," dedi kadın. "Eminim. Ama tek ulaşabildiğim sensin, anlamıyor musun? Ona yakın olan tek kişi. Diğer dostu Homo Hastah-ğı'ndan öldü, geri kalanlarda burada değil. Herhalde sığınma evinde bedava yemek yemekle meşguldürler. Ya da toplantılarında olanları anlatıyorlardır. Kendilerini nasıl hissettiklerini. Eh, Rahip Callahan... yoksa peder mi demeliyim? İstavroz çıkardığınızı gördüm. Bunun kendimi nasıl hissetmeme yol açtığını söyleyeyim mi?Beni... ÇİLEDEN... çıkarıyor." Hâlâ aynı ses tonuyla konuşuyordu. Callahan bir şey söylemek üzere ağzını açmıştı ki kadın işaret parmağını adamın dudaklarına bastırdı. Tek parmağın dudakları ve dişleri üzerindeki baskısı öylesine fazlaydı ki Callahan konuşmaya çalışmaktan vazgeçti. Bırak o konuşsun, neden olmasın? Birinin günah çıkardığını dinlemeyeli yıllar olmuştu, ama bazı şeyler bisiklete binmeye benzerdi.

"New York Üniversitesi'nden onur derecesiyle mezun olmuştu," dedi kadın. "Biliyor muydun? 1949yılında, Beloit Ödülü Şiir Yaıışması'nda ikinci oldu. Bunu biliyor muydun peki? Daha öğrenciyken! Bir roman yazdı... harika bir roman... evimin tavan arasında tozlar içinde duruyor."

Callahan, kadının sıcak nefesini yüzünde hissedebiliyordu.

"Ondan yazmaya devam etmesini istedim, hatta yalvardım ama bana güldü ve iyi bir yazar olmadığını söyledi. KEn iyisi bu işi Mailer, O Hara ve Irwin Shaw gibilere bırakmak,' dedi. ^Gerçekten yazabilen kişilere. Ben ancak sonunda fildişi kuledeki ofisimde Bay Chips gibi lületaşı pipomu tüttürürüm. '"

"O kadarı da yeterdi," dedi kadın. "Ama sonra isimsiz Alkolikler programına bulaştı ve bir sığınma evi açması fazla uzun sürmedi. Vaktini arka-daşlanyla geçirmeye başladı. Senin gibilerle."

Callahan şaşırmıştı. Arkadaş kelimesinin bu kadar büyük bir nefret ve küçümsemeyle dile getirildiğini hiç duymamıştı.

"Bu zor vaktinde neredeler peki? Hani arkadaşlık?" diye sordu Rowena Magruder Rawlings. "Tedavi ettiği onca insan, ona dâhi adını takan gazeteciler şimdi nerede? Jane Pauley nerede? Today Show'da onunla bir röportaj yapmıştı, biliyorsun. Hem de iki kere! O kahrolası Rahibe Teresa nerede peki? Mektuplarında bana kadına Home'da azize dendiğini söylemişti. Şimdi bir azizeye ihtiyacı var. Peki Rahibe Teresa hangi cehennemde?"

Gözyaşları sicim gibi yanaklarından aşağı süzülüyor, göğsü hızla kalkıp iniyordu. Hem çok güzel, hem de korkunç görünüyordu. Callahan bir zamanlar gördüğü bir resmi hatırladı. Yok edici Hindu tanrısı Şiva'nın bir resmiydi. Kollarının sayısı az, diye düşündü ve içinden yükselen çılgınca gülme arzusunu güçlükle bastırdı.

"Hiçbiri burada değil. Sadece sen ve ben varız, değil mi? Bir de o. Edebiyat dalında Nobel Ödülü alabilirdi. Ya da otuz yıl boyunca yılda dört yüz öğrenciye ders verebilirdi. On iki bin beyinde etkisini bırakabilirdi. Ama onun yerine yüzü parçalanmış, gözleri oyulmuş halde bu hastane odasında yatıyor."

Yanakları ıslak bir halde gülümseyerek Callahan'a baktı. Makyajsızdı. Sümükleri akmıştı.

"Önceki diğer hayatında Sokak Meleği'ydi, Rahip Callahan. Ama bu °nun son diğer hayatı. İhtişamlı, değil mi? Bir kahve almak için koridorun sonundaki kantine gideceğim. On dakika kadar orada olacağım. Küçük zi-yaretini yapman için bu süre sana yeter de artar bile. Bana bir iyilik yap Ve döndüğümde gitmiş ol. Sen ve senin gibi asalaklar midemi bulandırıyor."

Odadan çıktı. Alçak topukları, koridorda yürürken hafif sesler çıkarıyordu. Callahan ayak sesleri duyulmaz olup odadaki cihazın düzenli ötüşünden başka ses kalmadığında baştan ayağa titremekte olduğunu fark etti.

Rowan sargı bezlerinin gerisinden konuştuğunda neredeyse bir çığl^ atacaktı. Eski dostunun sesi boğuktu, ama Callahan söylenenleri anlamakta güçlük çekmedi.

"Bu küçük vaazı bugün en az sekiz kez tekrarladı. Beolit'te ikinci olduğum sene yarışmaya sadece dört kişinin katıldığını tenezzül edip de kimseye söylemiyor. Sanırım savaş, çoğu insanın ilhamını alıp götürmüştü. Nasılsın, Don?"

Kelimeler peltekçe çıkıyordu ve sesi boğuk bir fısıltıdan ibaretti, ama konuşanın Rowan olduğuna şüphe yoktu. Callahan, dostunun yanına gitti ve elini tuttu. Rowan'inparmakları, elini şaşırtıcı bir kuvvetle kavradı.

"Romana gelince... üçüncü sınıf bir James Jones'tu ahbap ve bu kötü olduğu anlamına gelir."

"Nasılsın Rowan?" diye sordu Callahan. Gözyaşları yanaklarından aşağı sessizce süzülüyordu. Kahrolası oda yakında bulanıklaşacaktı.

"Eh, şey, oldukça kötü," dedi sargı bezlerinin gerisindeki adam. Sonra ekledi. "Geldiğin için sağ ol."

"Lafı bile olmaz," dedi Callahan. "Bir ihtiyacın var mı, Rowan? Yapabileceğim herhangi bir şey?"

"Home'dan uzak durabilirsin," dedi Rowan. Sesi zayıflıyordu ama parmakları Callahan'ın elini hâlâ sıkıca kavrıyordu. "İstedikleri ben değildim. Sendin. Anlıyor musun, Don? Seni arıyorlardı. Bana nerede olduğunu sorup durdular, Tanrı şahidimdir, bilseydim onlara söylerdim, inan bana. Ama bilmiyordum elbette."

Cihazlardan biri daha hızlı ötmeye başladı. Biraz daha hızlanırsa hemşireler alarma geçecekti. Callahan bunu nereden bildiğini bilmiyordu ama biliyordu işte. Bir şekilde biliyordu.

"Rowan gözleri kırmızı mıydı? Üzerlerinde... uzun paltolar mı vardı? Ynğmurluklar gibi? Büyük, lüks arabalar mı kullanıyorlardı?"

"Hayır," diye fısıldadı Rowan. "Muhtemelen otuzlu yaşlardalar ama on sekizlik gençler gibi giyiniyorlar. Görünüşleri de öyle. Bu herifler yirmi yıl sonra da gençler gibi görünecekler (o kadar yaşarlarsa tabi) ve sonra bir gün aniden yaşlanacaklar."

Callahan, sadece birkaç serseri, diye düşündü. Söylediği bu mu yani? Öyleydi. Ama bu, Hitler Kardeşler'in sırf bu iş için sığ adamlarca tutulmadığı anlamına gelmezdi. Evet, bu mantıklıydı. Rowan'in Hitler Kardeşler'in tipik kurban profiline uymadığı o kısa gazete haberinden bile anlaşılıyordu.

"Home'dan uzak dur," diye fısıldadı Rowan, ama Callahan cevap verme fırsatı bulamadan cihazlar kesintisizce ötmeye başladı. Elini tutcn parmaklar kasıldı ve Callahan bir anlığına, Rowan'in eski enerjisinin hayaletini hissetti. Home banka hesabının sıfırlandığı pek çok kez kapılarını bu yoğun enerji sayesinde açık tutabilmişti. Bu enerji, Rowan Magfuder'ın bizzat yapamadıklarını yapan adamları oraya çekmişti.

Sonra oda hemşireler ve küstah bir ifadeyle hastanın çizelgesini isteyen bir doktorun istilasına uğradı. Rowan'in ikiz kardeşi muhtemelen kısa bir süre sonra ağzından alevler saçarak odaya dönecekti. Callahan bu kargaşadan ve başlı başına bir kargaşa merkezi olan New York'tan ayrılma zamanının geldiğine karar verdi. Görünüşe bakılırsa sığ adamlar onunla hâlâ ilgileniyordu. Hem de fazlasıyla. Bir merkez üsleri varsa muhtemelen Amerika'nın Eğlence Kenti'ndeydi. Batı Kıyısı'na dönmek çok iyi bir fikre benziyordu. Parası uçak biletine yetmezdi, ama otobüsle gidebilirdi. Bu ilk olmayacaktı ayrıca. Batıya bir başka yolculuk. Neden olmasın? Kendini tüm ay-nntılarıyla gözünde canlandırabiliyordu. 29-C'deki adam: gömlek cebinde yeni alınmış, açılmamış bir paket sigara; kahverengi kesekâğıdı içinde açılmamış bir şişe Early Times; kucağında ise yeni John D. MacDonald romanı olacaktı. Belki 577 numaralı odadaki tüm cihazları sonunda kapattıkları ve eski dostunun sonsuz karanlıkta herkesi bekleyen akıbete doğru ilerlediği sıralarda o, Hudson'ın diğer yakasında olacak, Fort Lee'den geçerken kitabın l'k bölümünü bitirecek, ikinci şişesinden yudumlar almaya başlayacaktı.


7

"577," dedi Eddie.

"On dokuz," dedi Jake.

"Anlamadım?" dedi Callahan yine.

"Beş, yedi ve yedi," dedi Susannah. "Toplamları on dokuz ediyor."

"Bunun bir anlamı var mı?"

"Bir araya geldiklerinde anne anlamına geliyorlar; benim için anlamı çok büyük olan bir kelime," dedi Eddie duygusal bir ifadeyle gülümseyerek.

Susannah, onu duymazdan geldi. "Bilmiyoruz," dedi. "New York'tan ayrılmadın, değil mi? Ayrılmış olsaydın o alnındakine sahip olamazdın." Callahan'ın alnındaki yara izini işaret ediyordu.

"Ah, ayrıldım," dedi Callahan. "Ama niyetlendiğim kadar çabuk değil. Hastaneden ayrılırken niyetim, gidip bir Forty otobüs bileti almaktı."

"O ne?" diye sordu Jake.

"En son durak için alınan bilet. Fairbanks, Alaska için bir bilet al-mışsan Forty otobüsüne bineceksin demektir."

"Burada ona On Dokuz Otobüsü denirdi," dedi Eddie.

"Yürürken eski günleri düşünüyordum. Bazıları komikti. Home'da bir grup adamın sirk gösterisi yaptığı gün gibi. Bazılarıysa korkunçtu. Bir akşam tam yemekten önce bir adam diğerine şöyle demişti: 'Neden bunu tutmuyorsun, bok herif?' Sonra hiçbirimizin müdahale etmesine kalmadan koca bir av bıçağı çıkardı ve diğer adamın boğazını kesti. Ne olduğunu bile anlayamamıştık. Lupe haykırıyor, bense 'Tanrım! Yüce Tanrım!' diye bağırıyordum. Adamın şah damarı kesilmiş olmalıydı zira boynundan kan fışkırıyordu. Rowan o sırada bir eliyle pantolonunu, diğeriyle bir rulo tuvalet kâğıdını tutarak banyodan çıkageldi ve ne yaptı biliyor musunuz?"

"Tuvalet kâğıdını kullandı," dedi Susannah.

Callahan sırıttı. Bir an için olduğundan genç görünmüştü. "Aynen öyle. Ruloyu adamm boğazına bastırdı ve Lupe'a bağırarak 211'i aramasını söyledi. O günlerde ambulans çağırmak için bu numara aranıyordu.

Ren ise sadece izliyor, rulonun kanı emerek ortadaki kartona doğru kıpımızı oluşuna bakıyordum. Rowan, 'Bunu dünyanın en derin tıraş kesişi olarak düşünün,' dedi ve gülmeye başladık. Gözlerimizden yaşlar gelene kadar güldük."

"İyisiyle, kötüsüyle, çirkiniyle pek çok anı kafama üşüşmüştü. Bir crier's Market'te durup birkaç kutu Bud aldığımı hatırlar gibiyim. Birini içtim ve yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi düşünmeden, amaçsızca yürüyordum (en azından bilinçli bir şekilde ilerlemiyordum) ama galiba ayaklarımın kendi iradesi vardı zira kafamı kaldırıp baktığımda bir zamanlar yemek yediğimiz yerin önüne gelmiş olduğumu gördüm. İkinci Cadde'yle Elli İkinci Sokak'ın köşesindeydi."

"Chew Chew Mama's," dedi Jake.

Callahan, ona hayretle baktı, sonra Roland'a döndü. "Bu çocuklar beni korkutmaya başladı, Silahşor."

Roland hiç yorum yapmadan dostum devam et der gibi parmağıyla devam etmesini işaret etti.

"İçeri girip eski günlerin hatırına bir hamburger yemeye karar verdim," dedi Callahan. "Hamburgerimi yerken, Home'u bir kez olsun görmeden New York'tan ayrılmak istemediğimi anladım. Sadece camdan içeri bakmak bile yetecekti. Lupe öldükten sonra yaptığım gibi karşı kaldırımda durup bakabilirdim. Yapmamam için bir sebep yoktu. Orada daha önce hiç rahatsız edilmemiştim. Ne vampirler, ne de sığ adamlar tarafından." Duraksayıp onlara baktı. "Buna gerçekten inanıyor muydum yoksa aklımın bana intihara meyilli bir tür oyunu muydu bilmiyorum. O gece düşündüklerimin, hissettiklerimin ve yaptıklarımın pek çoğunu hatırlıyorum. Bu hariç."

"Her neyse, sonuç olarak Home'a hiç ulaşamadım. Hamburgerin parasını ödeyip İkinci Cadde'de yürümeye devam ettim. Home Birinci Cadde ve Kırk Yedinci Sokak'ın köşesindeydi ama doğruca önüne gitmek istemedim. Kırk Altıncı Sokak'a gidip diğer taraftan yaklaşmaya karar verdim."

"Neden Kırk Sekizinci değil?" diye usulca sordu Eddie. "Kırk Seki-zmci'den girsen daha çabuk varırdın."

Callahan soruyu bir süre düşündükten sonra başını iki yana salladı "Bir sebebi vardıysa da hatırlamıyorum."

"Vardı," dedi Susannah. "Boş arsanın yanından geçmek istiyordun."

"Neden boş bir..."

"İnsanların ekmekler fırından çıkarken fırının önünden geçmesiyle aynı sebepten," dedi Eddie. "Bazı şeyler güzeldir. Hepsi bu."

Callahan'ın yüzünde şüpheli bir ifade vardı. Omuz silkti ve, "Öyle di-yorsanız öyledir," dedi.

"Öyle, rai."

"Her neyse, ikinci biramı açmış, yürüyordum. Neredeyse Kırk Altına Sokak'a varmıştım ki..."

"Orada ne vardı?" diye hevesli bir ifadeyle sordu Jake. "1981'de köşede ne vardı?"

"Hatırla..." diye söze başladı Callahan ama sonra sustu. "Ah evet, hatırladım. Bir tür duvar resmiydi ama önce ne olduğunu tam anlamıyla göremedim, çünkü köşedeki sokak lambaları yanmıyordu. Ve birdenbire bunun doğru olmadığı kafama dank etti. Başımın içinde alarm zilleri çalmaya başladı. Rowan'in hastanedeki odasına onca sağlık görevlisinin toplanmasına sebep olan alarma benziyordu. Orada olduğuma inanamıyor-dum. Aklımı kaçırıyordum. Ama aynı zamanda düşünüyordum..."


8

Aynı zamanda düşünüyordu. Pekâlâ, sadece birkaç ışık arızalanmış, hepsi bu. Vampirler varsa görebilirsin, sığ adamların varlığını ise çınlamalar ve soğanla karışık sıcak metal kokusundan anlarsın. Yine de oradan bir an önce uzaklaşmaya karar verdi. Çınlamalar henüz yoktu ama tüm sinir uçlan ayaklanmıştı.

Döndüğünde arkasında iki adam olduğunu gördü. Peşindekiler bu ani yön değişikliğiyle öyle şaşalamıştı ki, aralarından hızla geçebilir ve İkinci Cadde'nin üst kısmına doğru koşabilirdi. Ama o da şaşkındı. Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söylemeden birbirlerine baktılar.

Bir iri, bir de ufak tefek iki Hitler Kardeş vardı. Kısa olanın boyu bir elli vediden fazla olamazdı. Siyah pantolonun üzerine bol bir spor gömlek giymişti. Başında ters takılmış bir beysbol şapkası vardı. Gözleri zift damlaları aibi kapkaraydı ve cildi bozuktu. Callahan, ona hemen Lennie ismini yakıştırdı. İti olanın boyu bir doksan beş vardı. Üzerinde bir Yankees eşofman üstü ve kot pantolon vardı. Ayağına spor ayakkabılar giymişti. Sarımsı kızıl bıyıkları vardı. Bel çantası yan tarafından aşağı sarkıyordu. Callahan, ona da George adını taktı.

İkinci Cadde'nin alt kısmına doğru kaçmayı düşünerek döndü. Olmazsa Kırk Altıncı Sokak'tan BMPlaza Hotel'e koşar ve kendini lobiye...

İri olan, George, onu gömleğinden yakalayıp yakasına yapıştı. Yaka yırtıldı ama ne yazık ki serbest kalmasına olanak verecek kadar değil.

"Olmaz, ahbap," dedi ufak tefek olan. "Olmaz." Sonra bir böcek gibi hızla öne atıldı ve Callahan neler olup bittiğini anlayamadan elini bacakla-nnın arasına uzatarak hayalarını şiddetle sıktı. Sıvı kurşuna benzeyen ani acı, biranda Callahan'ın zihnini sardı.

"Hoşuna gitti mi zenci sever?" diye sordu Lennie gerçekten ilgileniyormuş gibi bir ses tonuyla. Sanki,'Bunun senin için de en az bizim için olduğu kadar anlamlı olmasını istiyoruz,' der gibiydi. Sonra Callahan'ın hayalarını çekti ve acı üçe katlandı. Paslı bir testerenin dev gibi dişleri belini yarıyormuş gibi hisseden Callahan, koparacak diye düşündü. Zaten jöleye döndüler, şimdi onları koparacak. İncecik bir deri parçası tutuyor ve o...


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin