Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə34/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   54

Sen öyle sanıyor olabilirsin, diye düşündü Roland. Üç dostunun da benzer düşüncelere sahip olduğunu öğrenirse hiç şaşırmayacaktı.

"Hastanede bir hafta kaldım. Çıktığımda beni Queens'te bir rehabilitasyon merkezine gönderdiler. İlk önerdikleri yer, Manhattan'daydı ve çok daha yakındı, ama Home'la ilişkiliydi; ara sıra oraya hastalar gönderirdik. Oraya gidersem Hitler Kardeşler'in bana yine musallat olacağından korktum."

"Seni buldular mı?" diye sordu Susannah.

"Hayır. Riverside Hastanesi'nin 577 numaralı odasında yatan Ro-wan'i ziyaret ettiğim ve daha sonra aynı odaya yatırıldığım gün, 19 Mayıs 1981'di," dedi Callahan. "Ayın yirmi beşindeyse benim gibi üç dört yürüyen yaralıyla birlikte bir minibüsün arkasında Queens'e gittim. Ondan yaklaşık altı gün sonra, rehabilitasyon merkezinden ayrılıp tekrar yollara düşmeden hemen önce Post'taki haberi gördüm. Ön sayfa haberiydi ama manşetten verilmemişti, CONEY ISLAND'DA İKİ ADAM VURULARAK ÖLDÜRÜLDÜ, diyordu başlığı, POLİSLER BİR ÇETE HESAPLAŞMASİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR. Bunun sebebi, kurbanların ellerinin ve yüzlerinin asitle eritilmiş olmasıydı. Polisler buna rağmen kimliklerini belirlemeyi başarmıştı: Norton Randolph ve William Garton. İkisi de Brooklyn'dendi. Fotoğraflar vardı. Emniyette çekilmiş fotoğraflardı; ikisinin de sabıka dosyası yüklüydü. Beni kaçıran Hitler Kardeşler'di. George ve Lennie."

"Onları sığ adamların öldürdüğünü düşünüyorsun, değil mi?" diye sordu Jake.

"Evet. İşlerini tamamlayamamışlardı, bu yüzden cezalandırıldılar." "Gazetelerde Hitler Kardeşler oldukları yazıyor muydu?" diye sordu Eddie. "Benim geldiğim zamanlarda birbirimizi hâlâ onların isimlerini kullanarak korkuturduk."

"Birkaç küçük gazetede bu ihtimale dair haberler çıktı," dedi Callahan. "Bence Hitler Kardeşler cinayetleri haberlerini yapan muhabirler Randolph ve Garton'ın onlar olduğunu içten içe biliyordu, ama hiçbir gazete öcünün ölmesini istemez, çünkü gazeteleri sattıran öcülerdir." "Ahbap," dedi Eddie. "Savaşlarda gerçekten bulunmuşsun." "Daha son kısmı duymadın," dedi Callahan. "Ağzın açık kalacak." Roland parmağını çevirerek devam etmesini işaret etti ama fazla acele eder gibi görünmüyordu. Kendine bir sigara sardı. Diğer üç yoldaşı gibi halinden gayet hoşnut gibiydi. Oy, Jake'in ayaklarının dibinde kendi halinde uyuyordu.

"Elimde karton kapaklı kitabım ve şişemle George Washington Köprüsü üzerinde New York'u ikinci kez terk ederken tahta köprüyü aradım," dedi Callahan. "Ama köprü daha önce gördüğüm yerde yoktu. Sonraki birkaç ay içinde gizli otoyolları nadiren gördüm (birkaç kez de üzerinde Chadbourne'un olduğu on dolarlık banknotlar gördüğümü hatırlıyorum) ama çoğunlukla yoklardı. Pek çok Üçüncü Tip vampir gördüm. Sayılarının giderek arttığını düşündüğümü hatırlıyorum. Ama hiçbir şey yapmadım. İçimdeki dürtüyü kaybetmiş gibiydim. Thomas Hardy'nin yazma, Thomas Hart Benton'ın duvar resimlerini yapma isteğini kaybetmesi gibi. 'Sadece sivrisinekler,' diye düşünüyordum. 'Bırak gitsinler.' Yeni bir şehre giriyor, en yakın Brawny Man'i, Manpower'i veya Job Guy'ı bulup bir işe başlıyor ve kendimi rahat hissedebileceğim bir bar arıyordum. New York'taki Blarney Stone veya Americano'ya benzeyen yerleri seviyordum."

"Yani içkinle beraber küçük bir buharlı masa hoşuna gidiyordu," dedi Eddie.

"Doğru," dedi Callahan. Eddie aklından geçenleri tam olarak dile getirmişti. "Ve oralarda ortalığı rezil etmemeye dikkat ederdim. Çakırkeyif olana dek sevdiğim barda kalır; yerlerde sürünme, çığlıklar atma, gömleğin önüne kusma faslını ise başka yerde yapardım."

"Ne..." diye başladı Jake.

"Yani dışarda sarhoş olurmuş, tatlım," dedi Susannah. Çocuğun saçlarını sevgiyle karıştırdı. Sonra yüzünü buruşturdu ve eli karnına gitti.

"İyi misin, sai?" diye sordu Rosalita.

"Evet ama içinde baloncuklar olan bir şey ikram edersen hiç itiraz etmeden içerim."

Rosalita, Callahan'ın omzuna dokunarak yerinden kalktı. "Devam et, peder. Yoksa sen hikâyeni bitirene kadar saat iki olacak ve uğursuz topraklardaki kediler uyanacak."

"Pekâlâ," dedi Callahan. "Sonuç olarak sürekli içiyordum. Her gece içiyor ve önüme çıkan herkese Lupe'u, Rowan'i ve Rowena'yi anlatıyordum. Sonra da sızıyordum.

"Bu hastalıklı düzen, ben Topeka'ya varana dek devam etti. 1982 kısmın sonlarıydı. Orada dibe vurdum. Dibe vurmanın ne anlama geldiğini biliyor musunuz?"

Uzun bir sessizlikten sonra başlarını salladılar. Jake, Bayan Avery'nin dersini ve Son Kompozisyon'unu düşünüyordu. Susannah, Oxford, Missis-sippi'yi hatırladı. Eddie ise Batı Denizi kıyısındaki kumsalı düşünüyordu. Boğazını kesmek niyetiyle sonradan dinh'i olacak adamın üzerine eğilmişti, çünkü Roland o sihirli kapılardan geçmesine izin vermiyordu.

"Bir hapishane hücresinde dibe vurdum," dedi Callahan. "Sabahın erken saatleriydi ve nispeten ayık sayılırdım. Yatağın üzerinde bir battaniye, içerde bir klozet vardı. Bulunduğum bazı yerlerle karşılaştırıldığında saray gibi kalıyordu. Can sıkan iki şey vardı; isim manyağı ve... o şarkı."


12

Hücrenin küçük, önüne gerilen telle güçlendirilmiş penceresinden gri bir ışık giriyor, teninin griymiş gibi görünmesine yol açıyordu. Elleri kirli ve çizik içindeydi. Bazı tırnaklarının altı siyahtı (pislik), bazılarının alüysa koyu kahverengi (kuru kan). Ona sürekli efendim diye hitap eden biriyle cebelleştiğini hatırlıyordu, yani orada bulunuş sebebi şu çok popüler 48 numaralı Ceza Kanunu, Görev Başındaki Memura Saldırı olabilirdi. Tek istediği (Callahan bunu oldukça iyi hatırlıyor gibiydi) bir çocuğun çok güzel olan şapkasını denemekti. Genç polise (görünüşüne bakılırsa yakında tuvalet eğitimi bile almamış veletleri polis teşkilatına alacaklardı, en azından Topeka'da durum buydu) güzel şapkaların daima dikkatini çektiğini, alnında Kabil'in İşareti olduğu için daima şapka taktığını söylemeye çalışmıştı. "Bir haça benzi-yorrjj," dediğini hatırlıyordu (ya da demeye çalıştığını). "Ama ajjlında Ga-bil'in İjareti." Kabil'in İşareti demeye çalışmış ama ancak bu kadar becerebilmişti.

Önceki gece gerçekten çok sarhoştu, ama elini karmakarışık saçları arasından geçirerek hücredeki dar yatağın üzerine oturduğu şu sırada kendini o kadar da kötü hissetmiyordu. Ağzında kötü bir tat vardı (sanki Siyam kedisi Ruta ağzına sıçmış gibiydi) ama başı o kadar da kötü ağrımıyordu. Bir de şu sesler sussaydı! Koridorun sonunda biri alfabetik sırayla sonsuz gibi görünen bir isim listesini sayıyordu. Daha yakın bir hücrede biri ise en sevmediği şarkıyı söylüyordu: "Biri bu gece, biri bu gece, biri bu gece hayatımı kurtardım..."

"Nailor!... Naughton!... O'Connor!... O'Shaugnessy!... Oskowski!... Osmer!"

Baldırları titremeye başladığında şarkıyı söyleyenin kendisi olduğunu anladı. Titreme giderek şiddetlenerek dizlerine ve bacaklarının üst kısmına yükseldi. Bacaklanndaki kasların pistonlar gibi inip yükseldiğini görebiliyordu. Ona ne oluyordu böyle?
"Palmer!... PalmgrenL."

Titremeler apış arasına ve karnına ulaştı. Altına işeyince pantolonunun önünde koyu bir leke belirdi. Ayakları, görünmez bir futbol topuna vurmaya çalısırcasına havaya tekmeler savurmaya başladı. Kriz geçiriyorum, diye düşündü. Evet, galiba öyle. Ölüyorum. Hoşça kal, karatavuk. Seslenip yar. dim istemeye çalıştı, ama boğazından alçak bir hırıltıdan başka ses çıkmadı. Kolları sertçe havalanıp inmeye başladı. Şimdi ayakları görünmez futbol toplarına vurmaya çalışırken kolları bir kuşun kanatları gibi yükselip alçalı-yordu. Koridorun sonundaki adam isimleri saymaya yüzyılın sonuna dek devam edecekmiş gibiydi. Belki de bir sonraki Buzul Çağı gelene dek sayacaktı.

"Peschier!... Peters!... Pike!... Polovik!... RanceL. Rancourt!"

Callahan'ın bedeninin üst kısmı elektrik çarpmışçasına öne arkaya savrulmaya başladı. Her öne savruluşunda dengesini kaybedip yere kapaklana-cakmış gibi oluyordu. Kolları yükseldi. Bacakları kalktı. Sonra alt tarafında ani bir sıcaklık hissetti ve pantolonunu çikolatayla doldurduğunu anladı.

"Ricupero!... RobillardL. Rossi!"

Sırtı geriye büküldü. Neredeyse başını üzerine BANGO SKANK ve AZ ÖNCE ON DOKUZUNCU SİNİR KRİZİMİ GEÇİRDİM! yazılmış beyaz badanalı beton duvara vuracaktı. Ardından sabah namazını kılan bir Müslüman'ın huşuyla secdeye varması gibi tüm vücudu öne savruldu. Çıplak dizleri arasından bir anlığına hücrenin beton zeminine baktı, sonra dengesi bozuldu ve yere kapaklandı. Her gece yaptığı içki âlemlerine rağmen her nasılsa iyileşmiş olan çenesinin daha önce kırılan dört yerinin üçü, tekrar kırıldı. Dengeyi sağlayıp doğru sayıyı yakalamak istercesine bu kez burnu da kırılmıştı (sihirli rakam dörttü). Sudan çıkmış bir balık gibi kendi kanı, idrarı ve dışkısı içinde çırpınıyordu. Evet, gidiciyim, diye düşündü.

"Ryan!... SannelliL. Seher!"

Ama sarsıntıların şiddeti giderek azaldı ve sonunda küçük seğirmelere dönüştü. Birinin gelmesi gerektiğini düşündü, ama kimse gelmedi, hemen değil. Vücudundaki seğirmeler tamamen kayboldu. Artık sadece Topeka, Kansas'ta bir hücrenin zemininde yatan Donald Frank Callahan'di. Koridorun uzak ucundaki adam, isimleri alfabetik sıraya göre saymaya devam ediyordu.

"Seavey!... SharrowL. Shatzer!"

Aniden, aylar sonra ilk kez Hitler Kardeşler, onu Kırk Yedinci Sokak'ın doğusundaki boş çamaşırhanede öldürmek üzereyken yetişen süvarileri düşündü. Onu gerçekten öldüreceklerdi ve bir gün birileri mutlaka Donald frank Callahan'ın terk edilmiş çamaşırhanenin zemininde yatan cesedini bulacaktı. Muhtemelen hayaları küpe niyetine takılmış vaziyette. Ama süvariler gelmiş ve...

Onlar süvari değildi, diye düşündü yerde yatarken. Yüzü yine şişiyordu, bu his oldukça tanıdıktı. Onlar Bir Numaralı Ses ve İki Numaralı Ses'ti. Ama bu da doğru değildi. Onlar en azından orta yaşa ulaşmış, yaşlanmakta olan iki adamdı. Onlar Bay Ex Libris ve ne anlama geliyorsa, Bay Gai CocknifEn Yom'du. Her ikisi de ölesiye korkuyordu. Ve korkmakta haklıydılar. Hitler Kardeşler, Lennie'nin böbürlendiği gibi binlerce kişi öldürmemişti belki, ama pek çok cinayet ve saldırıdan sorumluydular ve evet, Bay Ex Libris ve Bay Gai CocknifEn Yom korkmakta kesinlikle haklıydı. Sonuçta zarar görmemişlerdi ama pekâlâ görebilirlerdi. Ya George ve Lennie onları bir şekilde alt etseydi? Kaplumbağa Koyu Çamaşırhanesinde bir değil, üç ceset bulunurdu muhtemelen. Bu haber Post'un ön sayfasında mutlaka yer alırdı! Evet, bu adamlar onu kurtarmak için hayatlarını riske atmıştı ve uğruna kendilerini tehlikeye attıkları adam yedi ay sonra dibe vurmuştu; bir hapishane hücresinde kendi kanı ve pisliği içinde perişan halde yatıyordu. Damarlarında her an alkol dolaşan bir sarhoştu.

Olan olmuştu. Koridorun sonundaki adam hâlâ isimleri saymayı sürdürüyordu. Sprang, Steward Sudby. Biraz ötede, hücresinin pislik içindeki zemininde kendi vücut sıvıları içinde yatan adam dibe vurmuştu. Yani artık bundan kötüsü olamazdı. Tabi bir kazma kürek alıp kazmaya başlamadığı müddetçe.

Zemindeki toz topaklan, yattığı yerden bakınca kendi halinde küçük bir maden kasabasındaki ağaçlan, birikmiş pislikler ise sıralanmış tepeleri andırıyordu. Hangi aydayız, diye düşündü. Şubat mı? 1982 Şubatı mı? Öyle bjr şey. Eh, bak ne diyeceğim. Kendime bir yıl daha vereceğim. O iki adamın göze aldığı riske değecek bir şey, herhangi bir şey yapmak için bir yıl. Bjr şey yapmayı becerebilirsem, devam edeceğim. Ama 1983 Şubatı'nda hâlâ içiyor olursam kendimi öldüreceğim.

Koridorun ucundaki ses sonunda Targenfield'a ulaştı.


13

Callahan bir dakika kadar sessiz kaldı. Kahvesinden bir yudum aldı, yüzünü buruşturdu ve kendine elma suyu doldurdu.

"Tırmanışın nasıl başladığını biliyordum," diyerek anlatmaya devam etti. "Tanrı biliyor ya, dibe vurmuş pek çok alkoliği İsimsiz Alkolikler toplantısına götürmüştüm. Beni salıverdiklerinde Topeka'da bir alkolikler derneği buldum ve her gün gitmeye başladım. Ne ileriye, ne de geriye bakıyordum. 'Geçmiş mazi, gelecek gizemdir,' derler. Toplantılarda eskiden yaptığım gibi sessizce bir köşede durmuyordum. Kendimi zorlayarak öne çıkıyor ve kendimi tanıtıyordum. 'Ben Don C," diyordum. 'Ve artık içmek istemiyorum.' İstiyordum, her gün içmek istiyordum ama o toplantılarda her durum için bir deyiş vardır. Bunlardan biri de 'Becerene kadar beceriyormuş gibi yap'tır. Ve gün geçtikçe becerebildiğimi gördüm. 1982 sonbaharında bir gün uyandım ve artık içmek istemediğimi fark ettim. 0 mecburiyet hissi yok olmuştu.

"Hayatıma devam ettim. Ayıklığın ilk yılında büyük değişiklikler yapmanız beklenmiyor ama bir gün Gage Park'tayken... aslında Reinisch Gül Bahçesi idi..." Susup onlara baktı. "Ne var? Orayı biliyor musunuz? Re-inisch'i bildiğinizi söylemeyin sakın!"

"Oradaydık," dedi Susannah usulca. "Oyuncak treni gördük."

"Bu inanılmaz," dedi Callahan.

"Saat on dokuz ve bütün kuşlar şakıyor," dedi Eddie. Gülümsemiyor-du.

"Her neyse, ilk ilanı orada gördüm. İRLANDA SETERİMİZ CALLAHANİ

GÖRDÜNÜZ MÜ? PATİSİNDE VE ALNINDA YARA İZİ VAR. BULANA ÖDÜL VERİLECEKTİR- Vb., vb. İsmi sonunda doğru yazmışlardı. Hâlâ yapabiliyorken oradan ayrılmaya karar verdim. Böylece Detroit'e gittim ve Deniz Feneri Sığınma Evi adında bir yer buldum. Tıpkı Home gibiydi ama Rowan Magru-der eksikti. İyi iş çıkarıyorlardı, ama güçlükle ayakta durabiliyorlardı. Adımı yazdırdım. Ve 1983 yılının aralık ayında oradayken olan oldu."

"Ne oldu?" diye sordu Susannah.

Cevap veren Jake Chambers oldu. Biliyordu, belki de içlerinde bilebilecek olan tek kişi oydu. Ne de olsa onun da başına gelmişti.

"Öldün," dedi.

"Evet," dedi Callahan. Şaşırmış gibi görünmüyordu. Andy'yi çalıştıranın ant-nomikler olup olmadığını veya o seneki hasadı tartışıyor gibiydi. "Öldüm. Roland, bana bir sigara sarar mısın? Elma suyundan daha sert bir şeye ihtiyacım var sanırım."
14

Deniz Feneri'nde bir gelenek vardı, epey eskilerden kalma bir gelenek... dört yıllık bile olabilirdi (Deniz Feneri Sığınma Evi beş yıl önce açılmıştı). West Congress Caddesi üzerindeki Holy Name Lisesi'nde Şükran Günü kutlaması yapılacaktı. Bir grup sarhoş, salonu turuncu ve kahverengi krepon kâğıtları, karton hindiler, plastik meyveler ve sebzelerle süslüyordu. Bir başka deyişle, Amerikan usulü hasat süslemeleri. Kutlamaya katılmak için en az iki hafta boyunca ayık olmak gerekiyordu. Aynca, (Ward Huckman, Al Mc-Cowan ve Don Callahan aralarında buna karar vermişti) dekorasyon işleriyle uğraşanların kesinlikle alkollü olmaması gerekiyordu.

Detroit'te yaşayan neredeyse yüz kadar alkolik, uyuşturucu bağımlısı ve yarı çıldırmış evsiz Holy Name'e gelerek hindi, et suyu ve çeşitli mezelerden oluşan mükellef bir yemek yedi. Basketbol sahasına bir düzine kadar uzun masa yerleştirilmişti. Yemeklere yumulmadan önce (bu da geleneğin birparçasıydı) herkes şükran duyduğu bir şeyi yüksek sesle dile getirecekti. Evet Şükran Günü'ydü, ama alkolikler programının temel inançlarından biri, minnettar bir alkoliğin sarhoş olmayacağı, minnettar bir uyuşturucu bağım-lısının kafayı bulmayacağıydı.

Callahan, sıra ona gelene dek hiçbir şey düşünmemiş olduğundan, aniden konuşması gerekince neredeyse ağzından başını derde sokabilecek bir şey kaçıracaktı. En azından çok tuhaf bir espri anlayışı olduğu düşünülebilirdi.

"Minnettarım çünkü..." diye başladı ve söylemek üzere olduğu şeyi fark ederek sustu. Herkes ona beklenti içinde bakıyordu. Sakalları uzamış adamlar, yağlı saçlı, solgun yüzlü kadınlar... hepsinin üzerine metro istasyonlanna ve caddelere özgü o koku sinmişti. Bazıları onu Rahip diye çağırmaya başlamıştı bile. Peki nereden biliyorlardı? Nasıl bilebilirlerdi? Bunu duymanın tüylerini ürperttiğini bilseler ne hissederlerdi? Ona Hitler Kardeşler'i ve çamaşır yumuşatıcısının hoş kokusunu hatırlattığını bilseler? Herkes hâlâ ona bakıyordu. Ward ve Al de öyle.

"Minnettarım çünkü bugün içki içmedim ve uyuşturucu almadım," diye tamamladı cümlesini. Masadan onaylayan mırıltılar yükseldi. Callahan'ın yanındaki adam, kız kardeşi Noel'i onlarla geçirmesine izin verdiği için minnettar olduğunu söyledi. Callahan'ın az kalsın, "Minnettarım çünkü son günlerde hiç Üçüncü Tip vampir veya kayıp hayvan ilanı görmedim," diyeceğini kimse anlamamıştı.

Bunun Tanrı kendisini geri kabul ettiği için olduğunu düşünüyordu, hiç olmazsa bir deneme sürecindeydi ve Barlow'un ısırığının etkisi sonunda geçmişti. Bir başka deyişle, lanetli bir armağan olan görme yeteneğinden kurtulduğunu sanıyordu. Bununla birlikte bir kiliseye girmeye çalışarak bu fikirlerini sınamıyordu, Holy Name Eisesi'nin spor salonu onun için yeterliydi, teşekkürler. Bu kez ağlarını etrafına iyice dolamak isteyebilecekleri hiç aklına gelmiyordu (en azından bilinçli düşüncelerinde). Daha sonra kavramakta yavaş olduklarını ama er ya da geç öğrendiklerini anlayacaktı.

Sonra, aralık ayı başlarında Ward Huckman müjdeli bir mektup aldı. »tfoel erken geldi, Don! Al, şuna bir bak!" Bir yandan da mektubu sevinçle sallıyordu. "Başardık, dostlar! Tüm endişelerimiz sona erdi!"

Al McCowan mektubu aldı ve yüzündeki dikkatli ifade okudukça kayboldu. Mektubu Don'a uzatırken ağzı kulaklarına varıyordu.

Mektup, New York, Chicago, Detroit, Denver, Los Angeles ve San Francisco'da büroları olan büyük bir şirketten geliyordu. Öylesine kaliteli bir kâğıda yazılmıştı ki insan kesip biçip bir tişört haline getirerek üzerine giymek istiyordu. Mektupta, şirketin o sene yirmi milyon doları ülke çapında yirmi ayrı hayır kumlusuna bağışlama niyetinde olduğu belirtiliyordu. Söylendiğine göre şirketin bunu 1983 yılı sona ermeden yapması gerekiyordu. Bağışı alabilecek potansiyel kuruluşlar arasında aşevleri, evsizler için sığınma evleri, muhtaçlara iki klinik ve Spokane'de bir AİDS araştırma programı vardı. Söz konusu sığınma evlerinden biri de Deniz Feneri'ydi... Mektubun altındaki imza, Başkan Vekili Richard P. Say re'a aitti. Her şey yerli yerinde görünüyordu. Üçünü bir görüşme için Detroit bürolarına davet etmeleri de gayet uygun gibiydi. Görüşme tarihi, (Donald Callahan'ın öleceği gfXn) 19 Aralık 1983'tü. Pazartesi gününe denk geliyordu.

Şirketin adı SOMBRA'ydı.
15

"Gittin," dedi Roland.

"Üçümüz beraber gittik," dedi Callahan. "Davetiye sadece benim için olsaydı asla gitmezdim. Ama üçümüzü birden çağırıyorlardı... ve ucunda bir milyon dolar vardı... Home veya Deniz Feneri gibi yerler için o miktarda paranın ne anlama geldiğini tahmin edebiliyor musunuz? Özellikle de Reagan yıllarında?"

Susannah bunun üzerine irkildi. Eddie, ona zafer dolu bir ifadeyle baktı. Callahan bunların anlamını sormak istedi, ama Roland parmağını yine devam etmesini istercesine çeviriyordu ve vakit bir hayli geç olmuştu. Gece yarısına yaklaşıyordu. Gerçi Roland'ın ka-tet'inden hiç kimsenin uykusu gelmiş gibi görünmüyordu; tüm dikkatleriyle pederi dinliyorlardı.

"Benim inandığım şu," dedi Callahan hafifçe eğilerek. "Vampirler ve sığ adamlar işbirliği yapıyordu. Sanırım bu işbirliği derinlemesine araştırıldığı takdirde kökleri karanlık topraklara kadar uzanır. Yani Gök Gü-rültüsü'ne."

"Bundan hiç şüphem yok," dedi Roland. Mavi gözleri solgun ve yorgun yüzünde ışıldıyordu.

"Vampirler (Birinci Tip hariç) aptal. Sığ adamlar daha zeki ama o kadar da değil. Yoksa asla onlardan o kadar uzun süre kaçamazdım. Ama sonra (sonunda) bir başkasının ilgisini çektim. Her kim veya neyse, Kızl Kral'ın bir ajanı diyebilirim. Sığ adamlar benden uzaklaştırıldı. Vampirler de öyle. Gördüğüm kadarıyla son aylarda ne kayıp hayvan ilanları, ne de West Ford Caddesi veya Jefferson Bulvarı'nın kaldırımlarına tebeşirle yazılmış yazılar vardı. Bence emirleri bir kişi veriyordu. Çok daha zeki biri. Ve bir milyon dolar!" Başını iki yana salladı. Dudakları acı bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Sonunda beni kör eden o oldu. Sadece para. 'Evet ama bu para hayır için!' diyordum kendime... birbirimize de böyle söylüyorduk elbette. 'Kendi ayaklarımız üzerinde en az beş sene rahatça durabiliriz! Artık Detroit Şehir Meclisi'ne gidip yalvarmamız gerekmeyecek!' Hepsi de doğruydu. Ortada çok basit bir başka gerçek daha olduğunu ancak iş işten geçtikten sonra fark edebildim: açgözlülük, hayır için bile olsa açgözlülüktü."

"Ne oldu?" diye sordu Eddie.

"Eh, görüşmeye gittik," dedi peder. Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. "Michigan Bulvarı, 982 numara, Tishman İş Hanı. Detroit'in en pahalı bölgelerinden biri. 19 Aralık günü, saat 16.20'de oradaydık."

"Bir randevu için acayip bir saat," dedi Susannah.

"Biz de öyle düşünmüştük, ama işin ucunda bir milyon dolar varken böyle küçük ayrıntıları kim umursar? Bir süre tartıştıktan sonra Al'le fikir birliğine vardık; daha doğrusu Al'in annesiyle. Dediğine göre önemli bir randevuya tam beş dakika erken gidilmeliydi. Böylece saat tam 16.10'da enafetlerimize bürünmüş halde Tishman İş Hanı'ndan içeri girdik, «toınbra şirketi'ni panoda bulduk ve otuz üçüncü kata çıktık."

"Şirket hakkında araştırma yapıp kontrol etmiş miydiniz?" diye sordu Eddie.

Callahan ona aptalca bir soruyla karşılaşmış gibi baktı. "Kütüphanede bulduklarımıza göre Sombra, çoğunlukla diğer şirketleri alan bir şirketti ve hisseleri halka açık değildi. İleri teknoloji alanında, emlak ve inşaat işlerinde uzmanlaşmışlardı. Bunlardan başka bilgi edinmek mümkün değil gibiydi. Malvarhkları iyi korunan bir sırdı."

"Birleşik Devletler'de mi kurulmuş?" diye sordu Susannah.

"Hayır. Nassau, Bahamalar'da."

Kokainman olduğu günleri ve son malı aldığı soluk benizli şeyi hatırlayan Eddie irkildi. "Çok tanıdık geldi," dedi. "Ama Sombra Şirketi'nden kimseyi görmemiştim."

Ama bunun doğru olduğundan emin miydi? Belki İngiliz aksanıyla konuşan soluk benizli şey Sombra için çalışıyordu? Uyuşturucu ticaretine bulaşmış olduklarına inanmak o kadar zor muydu? Hayır, hiç de zor sayılmazdı. Enrico Balazar ile aralarında bir ilişki olabileceğine dair bir işaretti.

"Her neyse, kuşkulanmamızı gerektirecek hiçbir şey görmemiştik," dedi Callahan. "Her şey açık seçik ortada değildi, ama bizi tatmin edecek kadarını görmüştük. Çok zengin ve büyük bir şirketti. Sombra'nm tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, ama otuz üçüncü katta gördüğümüz çalışanların çoğunun rol yaptığından, sırf bu küçük gösteri için orada bulunduğundan neredeyse eminim. Bir Sombra Şirketi gerçekten vardı muhtemelen. Ama orada olduğunu sanmıyorum.

"Asansöre bindik ve çok şık bir resepsiyon alanında indik (duvarlarda Fransız empresyonistlerin tabloları vardı). Resepsiyon görevlisi son derece güzel bir kadındı. Beni mazur gör Susannah, ama o an, göğüslerine bir kez dokunursam sonsuza dek yaşayabileceğimi düşündüğümü hatırlıyorum."

Eddie bir kahkaha attı, göz ucuyla Susannah'ya baktı ve hemen sustu. ™ "Saat 16.17'ydi. Oturmamız teklif edildi. Oturduk ama sinirlerimiz o kadar gergindi ki yerimizde duramıyorduk. İnsanlar gelip gitti. Ara sıra sol tarafımızda bir kapı açılıp kapanıyor, içerdeki masaları ve bölmeleri bir anlığına görüyorduk. Telefonlar çalıyor, sekreterler ellerinde dosyalarla, hızlı adımlarla yürüyor, fotokopi makinesinin hafif gürültüsü duyuluyordu. Bu bir dekorsa (ki ben öyle olduğunu düşünüyorum) bir Hollywood yapımı gibi özenle hazırlanmıştı. Bay Sayre ile yapacağımız görüşme yüzünden biraz heyecanlıydım ama hepsi buydu. Bu gerçekten de sıra dışıydı. Sekiz yıl önce Salem's Lot'tan ayrılmıştım; o günden beri neredeyse sürekli kaçıyordum ve bu süre içinde oldukça etkin bir erken uyarı sistemi geliştirmiştim ama o gün hiçbir şeyden şüphelenmedim. Bir cadı tahtasıyla ulaşabilsek muhtemelen John Dillinger da Anna Sage ile sinemada olduğu akşam için aynı şeyi söyleyecektir.

"Saat 16.19'da üzerine Hugo Boss diye bağıran çizgili bir gömlek giymiş, kravatlı genç bir adam yanımıza geldi ve önümüze düştü. Üst düzey yöneticilerin son derece meşgul göründüğü çok şık ofislerin önünden geçerek koridor boyunca yürüdük ve sonundaki çift kanatlı kapıya vardık. Kapının üzerinde KONFERANS SALONU yazıyordu. Bize yolu gösteren genç kapıları açtı ve, "İlahi şanslar, beyler," dedi. Bunu çok iyi hatırlıyordum. İyi şanslar değil, ilahi şanslar demişti. Beynimde alarm zilleri o an çalmaya başladı ama artık çok geçti. Her şey çabucak olup bitti, görüyorsunuz ya. Onlar..."
16

Her şey biranda olup bitti. Çok uzun bir süredir Callahan'm peşindeydiler ama ellerini ovuşturarak sevinmeye pek fazla zaman ayırmadılar. Kapının kanatları arkalarından çerçeveyi titretecek bir şiddetle hızla, gürültüyle kapandı. Yılda başlangıç olarak on sekiz bin dolar kazanan yönetici asistanları kapıları böyle sertçe değil, paraya ve güce duydukları saygıyla, nazikçe kapatırdı. Kapıyı bu şekilde gürültüyle kapatanlar öfkeli sarhoşlar ve keşlerdi Ah, bir de kaçıklar elbette. Kaçıklar her kapıyı çarparak kapatırdı. Bu isin en iyileri onlardı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin