Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə36/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   54

"Gücüme tekrar kavuşunca yollarda geçirdiğim yıllarda yaptığım gibi kendime bir iş aramaya koyuldum. Calla Bryn Sturgis'de Manpower veya Brawny Man'in bir şubesi yoktu ama iyi yıllardaydık ve çalışmak isteyen bir adam için iş boldu. Pirincin çok bereketli olduğu yıllardı. Diğer mahsuller de oldukça zengindi. Sonunda tekrar asıl mesleğime döndüm. Bu bilinçli bir karar değildi (Tanrı biliyor ya bunun için hiç dua etmemiştim.) ama başladığımda, bu insanların İsa Adam'ı tanıdığını gördüm." Güldü. "Tepe, Oriza ve Buffalo Yıldızı'nın yanı sıra yani. Buffalo Yıldızı'nı biliyor musun, Roland?"

"Ah, evet," dedi Silahşor bir zamanlar öldürmek zorunda kaldığı Buff rahibini hatırlayarak.

"Ama beni dinliyorlardı," dedi Callahan. "En azından çoğu dinliyordu ve bana bir kilise inşa etmeyi teklif ettiklerinde teşekkürler dedim. İşte İhtiyar'm hikâyesi bu. Gördüğünüz gibi, siz de hikâyemin içindeydiniz. En azından ikiniz. Jake, o ölümünden sonra mıydı?"

Jake başını eğdi. Çocuğun üzüntüsünü hisseden Oy, huzursuzca inledi. Ama cevap verdiğinde Jake'in sesi güçlüydü. "İlk ölümümden sonra, ikincisinden önceydi."

Callahan, ona şok içinde baktıktan sonra istavroz çıkardı. "Yani bir kereden fazla olabiliyor mu? Meryem Ana bizi korusun!"

Rosalita yanlarından ayrılmıştı. Elinde bir fenerle geri döndü. Masadaki fenerler sönmek üzereydi. Veranda hem tüyler ürpertici, hem de günahkâr görünen loş bir ışıkla aydınlanıyordu.

"Yataklar hazır," dedi kadın. "Çocuk bu gece pederle uyuyacak. Eddie, Susannah, siz daha önce olduğu gibi odayı alacaksınız."

"Ya Roland?" diye sordu Callahan çalı gibi kaşlarını kaldırarak.

"Ona da bir yer hazırladım," dedi kadın istifini bozmadan. "Daha önce kendisine göstermiştim."

"Öyle mi?" dedi Callahan. "Tamam o halde. Her şey ayarlandı." Ayağa kalktı. "En son ne zaman bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum."

"Sana uyarsa biz dördümüz beş dakika daha kalacağız," dedi Roland.

"Keyfinize bakın," dedi Callahan.

Susannah, adamın elini tuttu ve ani bir dürtüyle dudaklarına götürüp öptü. "Hikâyen için teşekkürler, peder."

"Sonunda anlatabilmek güzeldi, sai."

"Kutu, kilise inşa edilene kadar mağarada mı kaldı?" diye sordu Roland.

"Evet. Ne kadar süre orada kaldığını bilmiyorum. Belki sekiz yıl, belki daha az. Emin olmak güç. Ama bir zaman geldi, beni çağırmaya başladi. O Göz'den ne kadar korkup nefret etsem de bir parçam tekrar görmek istiyordu."

Roland başını salladı. "Büyücü'nün Gökkuşağı'nın tüm parçaları o çekime sahiptir, ama Siyah On Üç'ün en kötüleri olduğu söylenir. Galiba artık sebebini anlıyorum. O Kızıl Kral'in izleyen gözü."

"Her ne ise, beni mağaraya... ve daha ötesine çağırdığını hissedebiliyordum. Yolculuklarıma bıraktığım yerden devam etmemi fısıldıyordu. Kutuyu açarak kapıyı açabileceğimi biliyordum. Kapı beni istediğim her yere götürebilirdi. Ve her zamana! Tek yapmam gereken konsantre olmaktı." Callahan bir süre düşündükten sonra tekrar oturdu. Çarpık elleri üzerinden her birine teker teker baktı. Dinleyin beni, yalvarırım. Kennedy adında bir başkanımız vardı. Salem's Lot'a gitmemden on üç yıl kadar önce bir suikasta kurban gitmişti. Batı..."

"Evet," dedi Susannah. "Jack Kennedy. Tanrı onu kutsasın." Ro-land'a döndü. "Bir silahşordu."

Roland'ın kaşları yükseldi. "Öyle mi dersin?" "Evet. Hiç şüphem yok."

"Her neyse," dedi Callahan. "Onu öldüren katilin tek başına hareket edip etmediği, bir komploya dahil olup olmadığı hep tartışıldı. Bazen gece yarısı uyanır ve neden gidip görmüyorum diye düşünürdüm. Neden gidip o kapının önünde, kucağımda kutuyla durup Dallas, 22 Kasım 1963 diye düşünmüyorum? Kapı açılınca Bay Wells'in zaman makinesi hikâye-sindeki gibi kendimi o zaman ve mekânda bulacağımı biliyordum. Hatta belki o gün olacakları değiştirebilirdim. O olay, Amerika tarihinde bir dönüm noktasıydı. Onu değiştirirsem sonrasında gelen her şeyi değiştirmiş olurdum. Vietnam... ırk ayaklanmaları... her şeyi."

"Tanrım," dedi Eddie saygı dolu bir sesle. Hiçbir şeye olmasa böyle bir fikrin tutkusuna saygı duyulmalıydı. Tek bacaklı denizcinin beyaz balinanın peşine düşmesiyle birlikte listenin üst sıralarında yer alırdı. "Ama Peder... ya yapsaydın ve her şey daha kötü olsaydı?"

"Jack Kennedy kötü bir adam değildi," dedi Susannah soğukça. "Jack Kennedy iyi bir adamdı. Harika bir adamdı."

"Belki öyleydi. Ama bak ne diyeceğim; bence büyük hataları büyük insanlar yapar. Ayrıca, onu öldüren gerçekten çok kötü bir adam olabilirdi. Lee Harvey Oswald veya her kimse, onun yüzünden fırsat bulamamış bir Büyük Tabut Avcısı olabilirdi."

"Ama küre böyle düşüncelere izin vermiyor," dedi Callahan. "İnsanlara fısıldayıp sonuçlarının iyi olacağına inandırarak onları korkunç işler yapmaya teşvik ettiğine inanıyorum. Onları her şeyin yoluna gireceğine inandırıyor."

"Evet," dedi Roland. Sesi ateşte çıtırdayan bir dal gibi kupkuruydu.

"Sizce böyle bir yolculuk gerçekten mümkün olabilir mi?" diye sordu Callahan. "Yoksa sadece kürenin bir aldatmacası mı?"

"Bence mümkün," dedi Roland. "Ve Calla'dan ayrılışımızın küre ve kapıyla olacağına inanıyorum."

"Öyle bir durum gerçekleşirse seninle gelirim!" dedi Callahan. Şaşırtıcı bir coşkuyla konuşmuştu.

"Belki geleceksin," dedi Roland. "Sonuçta kutuyu (ve içindeki küreyi) kilisene sakladın. Onu susturmak için."

"Evet. Ve işe yaradığı söylenebilir. Çoğunlukla uyuyor."

"Yine de sana iki kez geçiş yaptırdığını söylemiştin."

Callahan başını salladı. Coşku, ateşe düşen saman çöpü gibi hızla yok olmuştu. Şimdi sadece yorgun görünüyordu. Ve çok da yaşlı. "İlki Meksika'ya idi. Hikâyemin başlarını hatırlıyor musunuz? Yazarı ve inanan çocuğu?"

Başlarını salladılar.

"Bir gece küre uyuduğum sırada bana dokundu ve beni Los Zapatos, Meksika'ya gönderdi. Bir cenaze töreniydi. Yazarın cenaze töreni."

"Ben Mears," dedi Eddie. "Havadaki Dans'm yazarı."

"Evet." 'İ

"Seni gören oldu mu?" diye sordu Jake. "Bizi göremiyorlardı." |

Callahan başını iki yana salladı. "Hayır. Ama hissettiler. Onlara doğru yürüdüğümde kenara çekiliyorlardı. Sanki soğuk bir esintiydim. Her neyse, çocuk da oradaydı; Mark Petrie. Ama artık bir çocuk değildi. Genç bir adamdı. Görünüşünden ve Ben anısına yaptığı konuşmasından ("Bir zamanlar elli dokuz yaşını çok yaşlı sanırdım," diye başlamıştı konuşmasına) 1990'ların ortalan olduğunu tahmin ettim. Orada fazla uzun kalmadım ama genç dostumun iyi olduğundan emin olacak kadar durdum. Belki Salem's Lot'ta iyi bir şeyler de yapmıştım." Bir süre durakladı. "Mark, konuşmasında Ben'den babası olarak bahsediyordu. Bu beni derinden etkiledi."

"Küre sana ikinci kez geçiş yaptırdığında ne oldu?" diye sordu Roland. "Seni Kral'ın Şatosu'na gönderdiğinde?"

"Kuşlar vardı. İri, şişman, kara kuşlar. Daha fazlasını anlatmayacağım. Gecenin bu saatinde olmaz." Callahan taviz vermez bir tavırla konuşmuştu. Tekrar ayağa kalktı. "Belki başka zaman."

Roland kabullenerek başını salladı. "Teşekkürler derim."

"Siz uyumayacak mısınız, dostlar?"

"Birazdan," dedi Roland.

Hikâyesi için ona teşekkür ettiler (Oy bile uykulu bir sesle havladı) ve iyi geceler dilediler. Gidişini izlediler ve daha sonraki saniyeler boyunca hiç konuşmadılar.
20

Sessizliği bozan Jake oldu. "O Walter denen adam arkamızdaymış Roland! Konaklama yerinden ayrıldığımızda arkamızdaymış! Peder Callahan da öyle!"

"Evet," dedi Roland. "Callahan ta o zamanlardan hikâyemize dahil olmuş. Midemde kelebekler uçuşuyormuş hissi veriyor. Sanki yerçekimi yok olmuş gibi."

Eddie gözünü kurularmış gibi yaptı. "Böyle duygular gösterdiğinde yüreğim sızlıyor, Roland," dedi. Roland, ona anlamadan bakınca ekledi.

"Haydi ama, kes gülmeyi. Espriyi anlamana bayıldığımı biliyorsun ama böyle abartınca beni utandırıyorsun."

"Bağışla," dedi Roland cılız bir gülümsemeyle. "Sanırım espri anlayışım erkenden uykuya dalıyor."

"Benimkiyse bütün gece uyumuyor," dedi Eddie neşeyle. "Beni de uyanık tutuyor. Bana espriler yapıyor. Tak-tak, kim o, kuş, hangi kuş, yokuş, he he he!"

"Bitti mi?" diye sordu Roland.

"Şimdilik evet. Ama merak etme Roland, daima geri döner. Sana bir §ey sorabilir miyim?"

"Aptalca mı?"

"Sanmıyorum. Umarım değildir."

"O halde sor."

"Batı Yakası'ndaki terk edilmiş çamaşırhanede Callahan'ın kıçını kurtaran iki adam benim düşündüğüm kişiler mi?"

"Sen kim olduklarını sanıyorsun?"

Eddie, Jake'e döndü. "Ya sen, Elmer'ın oğlu? Bir fikrin var mı?"

"Elbette," dedi Jake. "Calvin Tower ve kitapçıda yanında olan diğer adam, arkadaşı. Bana Samson ve nehir bilmecelerini soran." Parmaklarını şıklattı, sonra tekrar şıklattı ve sırıttı. "Aaron Deepneau."

"Ya Callahan'ın bahsettiği yüzük?" diye sordu Eddie. "Üzerinde Ex Libris yazan? İkisinde de öyle bir yüzük görmedim."

"Bakmış miydin?" diye sordu Jake.

"Hayır, pek sayılmaz. Ama..."

"Ve unutma ki onu 1977'de gördük," dedi Jake. "Adamlar pederin hayatını 1981'de kurtardı. Belki aradan geçen dört yıl içinde biri yüzüğü Bay Tower'a vermiştir. Hediye olarak. Ya da belki kendisi satın almıştır."

"Sadece tahminlerde bulunuyorsun," dedi Eddie.

"Evet," diye kabul etti Jake. "Ama Tower'm bir kitapçı dükkânı var, bu yüzden üzerinde Ex Libris yazan bir yüzüğünün olması gayet uygun. Sence de öyle değil mi? Hissetmiyor musun?"

"Evet. En azından yüzde doksanlık dilime koyarım. Ama Callahan'ın orada olduğunu..." Eddie sustu, bir süre düşündü ve kararlı bir ifadeyle

başım iki yana salladı. "Hayır, bu gece bunlara hiç girmeyeceğim. Bir başlarsak kendimizi Kennedy suikastını tartışır bulacağız ve çok yorgunum."

"Hepimiz yorgunuz," dedi Roland. "Ve önümüzdeki günlerde yapacak çok işimiz var. Ama pederin hikâyesinin beni tuhaf bir şekilde rahatsız ettiğini söylemeliyim. Akla getirdiği sorulardan daha azına mı cevap veriyor, yoksa tam tersi mi bilemiyorum."

Hiçbiri buna karşılık olarak bir şey söylemedi.

"Biz ka-tet'iz ve burada an-tet olarak birlikte oturuyoruz," dedi Roland. "Bir kurulda. Vakit oldukça geç ama birbirimize iyi geceler dilemeden önce konuşmamız gereken herhangi bir konu var mı? Varsa, söylemeniz gerek." Sessizlik devam edince Roland sandalyesini geri itti. "Pekâlâ o halde. Hepinize iyi..."

"Dur."


Susannah'ydı. Son konuşmasından beri o kadar çok zaman geçmişti ki orada olduğunu neredeyse unutmuşlardı. Her zamanki tarzının aksine cılız bir sesle konuşmuştu. Eben Took'a ona bir daha kakaolu dediği takdirde dilini çekip çıkararak kıçını sileceğini söyleyen kadına aitmiş gibi değildi sesi.

"Bir şey olabilir." Aynı cılız ses. "Başka bir şey." Daha da zayıflamıştı. "Ben..."

Sırayla onlara baktı. Bakışları en son Silahşor'u buldu. Roland, kadının gözlerinde hüzün, kınama ve bitkinlik gördü. Öfke yoktu. Öfkeli olsaydı, diye düşündü daha sonra, belki o kadar utanmazdım.

"Küçük bir sorunumuz olabilir," dedi Susannah. "Nasıl olduğunu... bunun nasıl mümkün olabileceğini bilmiyorum... ama çocuklar, sanırım benim bir sorunum var."

Susannah Dean/Odetta Holmes/Detta Walker/hicligin kızı Mia bunları söyledikten sonra elleriyle yüzünü örttü ve ağlamaya başladı.

ÜÇÜNCÜ KISIM KURTLAR


BİRİNCİ BOLUM SIRLAR

1

Rosalita Munoz'un kulübesinin arkasında, gök mavisine boyanmış yüksek duvarlı bir tuvalet vardı. Silahşor, Peder Callahan'm hikâyesini bitirdiği gecenin sabahında içeri girerken sol taraftaki duvarda sade bir demir kemer, yirmi otuz santim kadar altında da çelikten küçük bir disk olduğunu gördü. Bu derme çatma vazonun içinde iki dal arsız güneş şapkası vardı. Keskin sayılabilecek limoni kokusu, içeriye hâkim olmuştu. Oturağın hemen gerisindeki duvarda, çerçeve içinde, ellerini çenesinin hemen altında birleştirmiş, Baha'sına bakarak dua eden, kızılımsı saçları omzuna dökülmüş İsa Adam'ın bir resmi vardı. Roland bazı yavaş değişken kabilelerinin İsa'nın Baha'sına Ulu Gök Babası dediğini duymuştu.



İsa Adam'ın resmi profildendi ve Roland bunun için minnettardı. Silahşor mesanesi ne kadar dolu olursa olsun İsa Adam'ın yüzü karşıya dönük olsaydı gözlerini kapatmadan rahatlayabileceğim sanmıyordu. Tan-n'nın Oğlu'nun resmini koymak için garip bir yer, diye düşündü ve sonra o kadar da garip olmadığını fark etti. Normal şartlarda orayı sadece Rosalita kullanıyordu ve rahatladığı sırada resim arkasında kaldığı için görmek zorunda değildi.

Roland Deschain gülmeye başladı ve aynı anda rahatlayarak işini gördü.


2

Uyandığında Rosalita gitmişti ve epeydir orada olmadığı, yatağın soğukluğundan anlaşılıyordu. Roland dikdörtgen şeklindeki gök mavisi tuvaletin yanında durmuş pantolonunun düğmelerini iliklerken başını kaldırıp güneşe baktı ve vaktin öğleye yaklaştığını gördü. Zamanı bir saat veyf. bir pandül olmaksızın kestirmek son günlerde bir üayli güçleşmişti ancak hesaplarda dikkatli olunduğu ve biraz yanılgı payı bırakıldığı sürece hâlâ mümkündü. Cort öğrencilerinden birinin (mezun olmuş öğrencilerinden birinin, yani bir silahşorun) böyle bir meseleye neredeyse öğleye kadar uyuyarak başladığını görse dehşete düşerdi. Ve bu gerçekten de henüz başlangıçtı. Daha öncekilerin hepsi önemli, ancak çok da faydalı olmayan seremoni ve hazırlıklardan ibaretti. Pirinç dansı gibi. Artık o bölüm sona ermişti. Geç kalkmasına gelince...

"Kimse öğleye kadar uyumayı daha fazla hak etmemiştir," dedi ve kulübenin önündeki eğimli arazide ilerlemeye başladı. Callahan'ın arazisini bir çit ayırıyordu (peder oranın Tanrı'nın arazisi olduğunu düşünüyor olabilirdi). Çitin arkasında küçük bir dere, en yakın arkadaşıyla gizli sırlarını paylaşan bir kız gibi heyecanla çağıldıyordu. Derenin her iki tarafı, güneş şapkalarıyla doluydu. İşte (küçük de olsa) bir gizem daha açıklığa kavuşmuştu. Roland derin bir soluk alarak kokuyu içine çekti.

Kendini ka'yı düşünür buldu, ki bunu nadiren yapardı. (Roland'ın başka hiçbir şeyi düşünmediğini sanan Eddie bunu bilse şaşırırdı.) Ka'mn tek gerçek kuralı şuydu: Kenara çekil ve bırak işimi yapayım. Tanrı aşkına, böyle basit bir gerçeği kavramak neden o kadar zordu? Neden daima bu aptalca karışma isteği duyuluyordu? Her biri bunu yapmıştı; Susannah Dean'in hamile olduğunu hepsi biliyordu. Roland neredeyse Jake, Dutch flill'deki malikâneden geldiğinden beri biliyordu. Yol kenarına gömdüğü kanlı bezlere rağmen Susannah da biliyordu. Öyleyse önceki geceki konuşmayı yapmakta niye bu kadar geç kalmışlardı? Neden hepsi birden durumu bu kadar abartmıştı? Ve bu yüzden ne kadar acı çekmişlerdi?

Belki hiç, diye umdu Roland. Ama kestirmek güçtü, değil mi?

Belki en iyisi oluruna bırakmaktı. O sabah bu, iyi bir fikir gibi gelmişti zira kendini iyi hissediyordu. En azından fiziksel açıdan. Neredeyse hiç ağrısı...

"Benden hemen sonra yatacağınızı sanıyordum, Silahşor. Ama Rosalita neredeyse şafak vakti uyuduğunuzu söyledi."

Roland düşüncelerinden sıyrılarak çitin diğer tarafına döndü. Callahan o gün koyu renk bir pantolon, koyu renk bir gömlek ve ayakkabılar giymişti. Haçı göğsünde pırıldıyordu. Dağınık beyaz saçları muhtemelen bir tür yağlı malzemeyle nispeten düzene sokulmuştu. Silahşor'un bakışları altında bir süre daha sessiz kaldıktan sonra devam etti. "Dün ayin için küçük çiftliklere gitmiştim. Günah çıkarmalarını dinledim. Bugün de aynısını yapmaya hayvan çiftliklerine gideceğim. Rosalita beni at arabasıyla götürecek. Öğle yemeğini kendiniz halletmek zorundasınız."

"Sorun değil," dedi Roland. "Ama gitmeden önce bana birkaç dakikanı ayırabilir misin?"

"Elbette," dedi Callahan. "Biraz olsun kalamayacak insan en baştan uzak durmalı. Bence iyi bir tavsiye. Sadece rahipler için de değil."

"Benim itiraflarımı dinler misin?"

Callahan'ın kaşları yükseldi. "İsa Adam'a inanıyor musun yani?"

Roland başını iki yana salladı. "Hayır. Ama yine de dinler misin, yalvarırım? Ve duyduklarını kendine saklar mısın?"

Callahan omuz silkti. "Söylediklerini kendime saklama kısmı kolay. Hep öyle yaparım zaten. Gizliliği arınmayla karıştırma yeter." Roland'a yüzünde buz gibi bir gülümsemeyle baktı. "Biz Katolikler onu kendimize saklıyoruz, anlarsın ya."

Günahlardan arınma fikri Roland'ın aklının ucundan bile geçmemişti ve buna ihtiyaç duyabileceği (veya bu adamın ona bunu sağlayabileceği) fikri neredeyse komikti. Nasıl başlayacağını ve ne kadarını söyleyeceğini düşünerek yavaşça bir sigara sardı. Callahan saygılı bir sükutla bekliyordu.

Sonunda Roland söze başladı. "Üç kişiyi çekeceğime ve bir ka-tet oluşturacağımıza dair bir kehanet vardı. Bunu bana söyleyeni ve daha öncesinde olanları boş ver. O eski hikâye için artık canımı elimden geldiğince sıkmayacağım. Üç kapı vardı. İkincisinin ardında, daha sonra Ed-die'nin karısı olacak kadın vardı ama o zamanlar ismi Susannah değildi..."


3

Roland böylece Callahan'a hikâyelerinin Susannah ve öncesinde olduğu kadınlarla ilgili bölümünü anlattı. Jake'i kurtarıp Orta-Dünya'ya çekişleri üzerinde durarak Susannah'nın (belki o zaman Detta'ydı) onlar çocuğu kurtarırken çemberin içindeki iblisi oyalamasından bahsetti. Callahan'a risklerin farkında olduğunu ve Susannah'nın hamile kalmaktan kaçamadığını Mono Blaine'de yolculuk ettikleri sırada bile bildiğini söyledi. Eddie'ye söylemiş, genç adam haberi sakin karşılamış, pek şaşırmış görünmemişti. Sonra Jake, ona söylemişti. Hatta ona çıkışmıştı. Roland bunu hiçbir şey yapmadan kabullenmişti çünkü hak ettiğini düşünüyordu. Üçünün de farkında olmadığı gerçek, hamile olduğunu Susannah'nın da neredeyse Roland kadar uzun zamandır bildiğiydi. O hepsinden çok mücadele etmişti.

"Ne düşünüyorsun, peder?"

"Kocasının bu sırrı saklamaya razı olduğunu söylüyorsun," dedi Callahan. "Ve Jake'in de. O açıkça görüyor..."

"Evet, öyle. Öyleydi. Ve bana ne yapmamız gerektiğini sorduğunda ona kötü bir tavsiye verdim. Bu sorunu ka'nm halletmesine izin vermemizin en iyisi olacağını söyledim. Oysa onca zamandır onu bir kuş gibi avuçlarımın içinde tutuyordum."

"Olaylar geriye dönüp baktığımızda daima daha net görülür, değil mi?"

"Evet."

"Dün gece ona rahminde bir iblisin büyümekte olduğunu söylediniz mi?”



"Karnmdakinin Eddie'den olmadığını biliyor."

"Yani söylemediniz. Ya Mia? Ona Mia'dan ve şatodaki ziyafet salonundan bahsettiniz mi?"

"Evet," dedi Roland. "Sanırım bunu duymak onu üzüp korkuttu ama pek şaşırtmadı. Bacaklarını kaybettiği kazadan sonra diğeri (Detta) ortaya çıkmış ve uzun süre kalmıştı." Aslında bir kaza değildi ama Roland, Callahan'a Jack Mort'tan bahsetme gereği duymadı. "Detta Walker kendini Odetta Holmes'dan saklamayı iyi becermişti. Eddie ve Jake, onun şizofren olduğunu söylüyor." Roland bu yabancı kelimeyi dikkatle telaffuz etmişti.

"Ama onu iyileştirdiniz," dedi Callahan. "O geçitlerden birinde iki kişiliğini birbirleriyle yüzleştirdiniz. Değil mi?"

Roland omuz silkti. "Siğilleri yakıp yok edebilirsiniz, peder. Ama kişinin bünyesi buna yatkınsa yeni siğiller çıkacaktır."

Callahan başını geriye atıp kahkahalarla gülerek Silahşor'u şaşırttı. O kadar çok gülmüştü ki, sonunda cebinden mendilini çıkarıp gözlerinden akan yaşları kurulamak zorunda kaldı. "Roland tabancalarla şimşek gibi hızlı, Şeytan kadar da cesur olabilirsin ama bir psikiyatr değilsin. Şizofreni siğillerle bir tutmak... Tanrım!"

"Mia gerçek, peder. Onu gördüm. Jake gibi bir rüyada değil, gözlerimle gördüm."

"Benim söylemeye çalıştığım da bu," dedi Callahan. "O, Odetta Susannah Holmes olarak doğmuş kadının bir başka hali değil. O, kendisi."

"Bu bir fark yaratır mı?"

"Bence yaratır. Ama kesin olarak söyleyebileceğim bir şey var: halefinizde nasıl bir yol izlerseniz izleyin, bu mesele Calla Bryn Sturgis ahalisinden mutlaka gizlenmeli. Bugün işler istediğiniz gibi ilerliyor. Ama kadın silahşorun karnında bir iblis yavrusu taşıyor olabileceği duyulursa hemen aleyhinize döneceklerdir. Eben Took ise başlarım çekecektir. Yapacaklarınıza kendinizin karar vereceğini biliyorum, ama ne kadar hızlı ve keskin nişancı olursanız olun Kurtlar'la dördünüz başa çıkamazsınız. Yardıma ihtiyacınız olacak. Sayıları çok fazla."

Buna cevap vermek gereksizdi. Callahan haklıydı.

"En çok neden korkuyorsun?" diye sordu Callahan.

"Ka-tef in bozulmasından," dedi Roland hemen.

"Bununla Mia'nın kontrolü ele geçirip çocuğu doğurmak için tek başına bir yere gitmesini mi kastediyorsun?"

"Yanlış bir zamanda olursa çok kötü sonuçlar doğurabilir ama her şey yine de yoluna girebilir. Eğer Susannah geri gelirse. Ama taşıdığı şey, kalbi çarpan kuvvetli bir zehir." Roland, siyah giysiler içindeki din adamına kasvetli bir ifadeyle baktı. "Doğumunun ardından ilk işinin anneyi parçalamak olacağına inanıyorum."

"Ka-tet'in bozulması," dedi Callahan dalgınca. "Seni korkutan, dostunun ölümü değil, ka-tet'in bozulması. Arkadaşların nasıl bir adam olduğunu biliyor mu acaba, Roland?"

"Biliyorlar," dedi Roland ve konu hakkında başka bir şey söylemedi.

"Benden istediğin nedir?"

"Öncelikle, bir soruya cevap. Görünüşe bakılırsa Rosalita kocakarı ilaçları hakkında epey bilgili. Bebeği düşürmek için bir ilaç verebilir mi? Ve karşısına çıkabilecek görüntüye dayanabilir mi?"

Elbette hepsi de orada olmak durumundaydı. Eddie ve Roland hiç hoşlanmasa da Jake de orada olmalıydı. Çünkü Susannah'nın içindeki yaratık muhtemelen şimdiden çok güçlenmişti ve doğum vakti gelmemiş olmasına rağmen tehlikeli olduğuna şüphe yoktu. Ve doğumu çok yaklaştı, diye düşündü. Emin değilim ama hissedebiliyorum. Ben...

Callahan'ın yüzündeki ifadeyi fark edince düşünceleri bölündü. Peder ona dehşet, tiksinti ve giderek artan bir öfkeyle bakıyordu.

"Rosalita asla böyle bir şey yapmaz. Bu söylediğimi bir kenara yaz. Bunu yapmaktansa ölmeyi tercih eder."

Roland afallamıştı. "Neden?"

"Çünkü o bir Katolik!"

"Anlamıyorum."

Callahan, Silahşor'un gerçekten anlamadığını gördü ve öfkesi nispeten hafifledi. Roland, adamın hâlâ çok kızgın olduğunu hissedebiliyordu. "Sen kürtajdan bahsediyorsun!"

"Evet?"

"Roland... Roland." Callahan başını öne eğdi. Tekrar kaldırdığında öfkesi yok olmuş görünüyordu. Yerinde Silahşor'un daha önce hiç görmediği bir kararlılık vardı. Roland'ın bu inadı kırması, bir dağı çıplak elleriyle kaldırması gibi imkânsızdı. "Kilisem günahları ikiye ayırır: Tanrı' nın gözünde affedilir olan hafif günahlar ve asla bağışlanmayacak ölümcül günahlar. Kürtaj da ölümcül bir günahtır. Cinayettir."



"Peder burada bir insandan değil, iblisten bahsediyoruz."

"Sen öyle diyorsun. Ben Tann'nın işine karışmam."

"Ya iblis Susannah'yı öldürürse? Yine aynı şeyi söyleyip sütten çıkmış ak kaşık mı olacaksın?"

Callahan yüzünü buruşturdu ama hâlâ kararlıydı. "Onun hayatından önce ka-tet'inin bozulmasını düşünen sen mi söylüyorsun bunu? Kendinden utanmalısın!"

"Benim (ve ka-tef imin) hedefi Kara Kule'dir, peder. Sadece bu dünyayı ya da bu evreni değil, tüm evrenleri kurtarmak. Varlığın tamamını."

"Umurumda değil," dedi Callahan. "Olamaz. Şimdi bana kulak ver Steven'ın oğlu Roland, beni çok iyi dinlemelisin. Dinliyor musun?"

Roland iç geçirdi. "Teşekkürler derim."

"Rosa o kadına kürtaj yapmayacak. Kasabada bunu yapabilecek birileri vardır, bundan hiç şüphem yok. Çocukların her yirmi küsur yılda bir götürüldüğü bu kasabada bile o tür iğrenç işleri yapanlar bulunur. Ama onlardan birine gidecek olursan Kurtlar hakkında endişelenmene gerek kalmaz. Calla Bryn Sturgis'deki herkesi onlar gelmeden önce aleyhine Çeviririm."

Roland, ona inanmazca baktı. "Yüz çocuğu kurtarabileceğimizi bile bile mi? Yapabileceğimizi bildiğini biliyorum. Dünya üzerindeki ilk işleri annelerini yemek olmayan insan çocuklarından bahsediyorum."

Callahan, onu duymamış gibiydi. Yüzü çok solgundu. "Kadına kürtajdan bahsetmeyeceğine babanın yüzü üzerine yemin etmeni istiyorum."

Roland'ın aklına garip bir fikir geldi. Susannah bu konu açıldığından beri Callahan'ın gözünde Susannah değildi. Kadın olmuştu. Sonra bir başka şey düşündü: Peder Callahan kendi elleriyle kaç canavar öldürmüştü?

Roland'ın babası, son derece stresli anlarda olageldiği gibi beyninin içinde konuştu. Durumu kurtarman hâlâ mümkün ama aklından geçenleri dile getirecek olursan geri dönüşün olmayacak.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin