Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə38/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   54

Bu düşünce ona Benny ile tepelerde çadır kurdukları geceyi hatırlattı (havalar çok soğuduğu için o geceden sonra bir daha tekrarlamamışlar-dı). Benny'nin babasıyla Andy'yi konuşurken gördüğü geceyi. Benny'nin babası daha sonra nehri geçip doğuya doğru gitmişti.

Gök Gürültüsü'ne doğru.

"İyi olduğundan emin misin, Jake?" diye sordu Susannah.

"Aynen öyle," dedi Jake bunun onu güldüreceğini düşünerek. Öyle de oldu. Jake, Susannah ile birlikte güldü ama hâlâ Benny'nin babasını düşünüyordu. Benny'nin babasının taktığı gözlükleri. Kasabada gözlük takan başka kimse olmadığından emindi. Bir gün üçü Rocking B'nin kuzeyindeki tarlalarda başı boş hayvanları ararken Jake, ona gözlüklerini sormuştu. Benny'nin babası ona, teknelerden birinden bir satıcıyla pazarlık ederek kaliteli bir kırbaç karşılığında gözlükleri aldığı hikâyesini anlatmıştı. O sıralar Benny'nin kardeşi hâlâ hayattaydı, Oriza onu kutsasm. Herkes (hatta Vaughn Eisenhart bile) onu gözlüklerin hiçbir zaman işe yaramayacağını söyleyerek uyarmış, Andy'nin falları gibi faydasız olduklarını söylemişti. Ama Ben Slightman gözlükleri takınca her şey değişmişti- Belki yedi yaşından beri dünyayı ilk kez olduğu gibi görebilmişti.

Atı üstünde ilerlerken gözlüklerini çıkarıp gömleğiyle silmiş, havaya kaldırıp camlarda leke olup olmadığını kontrol ettikten sonra tekrar tak-rcuştı. "Gözlüğümü kaybedecek veya kıracak olursam ne yaparım bilmi-yom," demişti. "Gözlüksüz yirmi sene kadar idare etmiştim ama bir kez alışınca yokluğuna katlanmak çok zor olur gibime geliyo."

Jake bunun iyi bir hikâye olduğunu düşünmüştü. İçinden bir ses, Su-sannah'nın bu masalı yutacağını söylüyordu. Roland da inanabilirdi Slightman hikâyeyi doğru şekilde anlatıyordu: talihi güldüğü için duyduğu minnet ve çoğu insan (patronu da dahil) aksini iddia ederken doğru bildiğinden vazgeçmeyip haklı çıkan bir adamın kıvancıyla. Eddie bile yu. tabilirdi. Slightman'ın hikâyesindeki tek yanlışlık, gerçek olmamasıydı, Jake gerçeğin ne olduğunu bilmiyordu, dokunuşu o kadar derine ulaşa-mıyordu ama adamın yalan söylediğini biliyordu ve bu onu endişelendiriyordu.

Muhtemelen bir önemi yoktur, diye düşündü. Belki gözlükleri anlatınca kulağa bu kadar iyi gelmeyecek bir şekilde elde etti. Belki Manniler gözlüğü diğer dünyalardan birinden getirdi ve Benny'nin babası onu çaldı.

Bu da bir ihtimaldi; Jake bunun gibi yarım düzine hikâye daha uydu-rabilirdi. Hayal gücü kuvvetliydi.

Yine de o gece nehir boyunda gördüklerini düşününce kendini endişelenmekten alamıyordu. Eisenhart'ın kâhyasının Whye'in karşı tarafında ne işi olabilirdi? Jake bilmiyordu. Ve bu konuyu ne zaman Roland'a açmayı düşünse, bir şey ona engel oluyordu.

Bir de sır saklamak konusunda başına ekşimiştin!

Evet, evet, evet. Ama...

Ama ne?


Benny. Buydu işte. Sorun Benny'ydi. Ya da belki Jake'in kendisiydi. Arkadaş edinmede hiçbir zaman iyi olmamıştı ve şimdi çok iyi bir arkadaşa sahipti. Gerçek bir arkadaşa. Benny'nin babasının başını derde sokma fikri, midesine sancılar girmesine sebep oluyordu.
7

Rosalita, Zalia, Margaret Eisenhart, Sarey Adams ve Susannah Dean iki gün sonra, saat beşte, Rosa'nın tuvaletinin hemen batısındaki çayırda bu araya geldi. Kıkırdamalar ve heyecanlı kahkahalar duyuluyordu. Roland

j2ak durdu ve Eddie ile Jake'e de yaklaşmamalarını söyledi. Içlerindekini sistemlerinden kendi kendilerine atmalarına izin vermek en iyisiydi.

Çitin önüne, üçer metre arayla balkabağı kafalı korkuluklar dizilmişti Her birinin kafasına, pelerin başlığı gibi görünmelerini sağlayacak çuvallar geçirilmişti. Her korkuluğun ayaklarının dibinde üçer sepet vardı. Birinde balkabakları, diğerinde patatesler vardı. Üçüncü sepetlerin içindekiler, inlemelere ve protesto çığlıklarına yol açmıştı. Üçüncü sepetlerde küçük turplar vardı. Roland onlara mızmızlanmayı kesmelerini, önce bezelye koymayı düşündüğünü söylemişti. Hiçbiri (Susannah bile) söylediğinin şaka mı, ciddi mi olduğunu anlayamamıştı.

O gün kot pantolon ve çok cepli bir yelek giymiş olan Callahan verandada oturmuş sigara içen ve hanımların sakinleşmesini bekleyen Ro-land'ın yanına geldi. Eddie ve Jake hemen yakınlarında dama oynuyordu.

"Vaughn Eisenhart ön tarafta," dedi peder. "Took'un Dükkânı'na gidip bir bira içeceğini söylüyor ama önce seninle konuşmak istiyormuş."

Roland içini çekti, yerinden kalktı ve evin içinden geçerek ön tarafa gitti. Eisenhart tek atın çektiği bir arabanın üzerinde oturuyor, dalgınca Callahan'm kilisesine bakıyordu.

"Seni gördüğüme sevindim, Roland," dedi geldiğini görünce.

Wayne Overholser birkaç gün önce Roland'a geniş kenarlı bir kovboy şapkası vermişti. Silahşor şapkanın kenarına dokunarak çiftçiye selam verdi ve bekledi.

"Tahminimce yakında tüyü göndereceksin," dedi Eisenhart. "Ahaliyi bir toplantıya çağıracaksın."

Eld'in şövalyelerine işlerini nasıl yapacaklarını söylemek kasabalılara düşmezdi ama Roland onlara yapılacakları anlatacaktı. Onlara bu kadarını borçluydu.

"Tüy bana geldiğinde dokunup göndereceğimi söylemek istedim. Ve toplantıya gelip sizi destekleyeceğim."

"Teşekkürler derim," diye karşılık verdi Roland. Duygulanmıştı. Kalbi Jake, Eddie ve Susannah'yla tanışmasından sonra büyümüş gibiydi. Bazen üzülüyordu. Ama çoğunlukla üzülmüyordu.

"Took ikisini de yapmayacak."

"Biliyorum," dedi Roland. "Took ve onun gibiler işleri iyi gittiği sürece tüye asla dokunmaz."

"Overholser da onun yanında."

Bu sarsıcı bir darbeydi. Beklenmedik değildi ama Roland büyük çift. çinin desteğini alabileceklerini ummuştu. Bununla birlikte Roland yeterince yandaşa sahipti ve Overholser muhtemelen bunu biliyordu. Eğer akıllıysa hiçbir şeye karışmadan oturur ve olayların öyle veya böyle sona ermesini beklerdi. Burnunu sokacak olursa büyük ihtimalle ambarlarının yeni mahsullerle dolduğunu göremezdi.

"Bir şeyi bilmeni istedim," dedi Eisenhart. "Sizin tarafınızda olmamın tek sebebi, karımın sizin tarafınızda olması. Ve bunun tek sebebi de avlanmak istemesi. Tabak fırlatma gibi şeylerin sonucu hep budur, kadın kocasına neyin olup neyin olmayacağını söyler. Bu doğal diil. Bir evde erkeğin sözü geçmeli. Bebeklerle ilgili konular hariç."

"Seninle evlendiğinde her şeyini geride bıraktı," dedi Roland. "Şimdi fedakârlık sırası sende."

"Sence ben bunu bilmiyo muyum? Ama ölümüne sebep olursan, Calla'dan lanetlenmiş olarak ayrılırsın, Roland. Kaç çocuk kurtulursa kurtulsun, Margaret ölürse, seni lanetlerim."

Daha önce de lanetlenmiş olan Roland başını salladı. "Ka dilerse sağ salim sana dönecektir, Vaughn."

"Öyle. Ama söylediğimi unutma sakın."

"Unutmam."

Eisenhart dizginleri salladı ve araba ilerledi.


8

Kadınların her biri önce kırk, sonra elli ve son olarak altmış metreden balkabaklarını ikiye ayırmayı başardı.

"Başın mümkün olduğunca üst kısmına isabet ettirmeye çalışın," dedi Roland. "Daha aşağıdan vurmanın bir faydası olmayacaktır."

"Zırhları mı var?" diye sordu Rosalita.

"Evet," dedi Roland bu tam anlamıyla gerçek sayılmamasına rağmen. Bilmeleri gerekmedikçe onlara gerçeklerin tamamını anlatmayacaktı.

Sonra sıra patateslere geldi. Sarey Adams kırk metreden ilk patatesine isabet ettirdi, elli metreden sadece kenarından bir parça alabildi, altmış metreden ise ıskaladı. Tabağı patatesin üzerinden uçmuştu. Bir hanıma hiç yakışmayacak küfürler savurduktan sonra başı öne eğik halde tuvaletin yanma yürüdü. Orada oturup yarışmanın kalanını izlemeye koyuldu. Roland gidip kadının yanına oturdu. Gözyaşlarının yanaklarından aşağı usulca yuvarlandığını görebiliyordu.

"Seni düş kırıklığına uğrattım, yabancı. Üzgünüm."

Roland, kadının elini tutup sıktı. "Hayır, hanım, yapma. Senin de yapacağın işler olacak. Sadece bu kadınlarla değil. Ayrıca yine de tabak fırlatabilirsin."

Kadın, ona üzgünce gülümsedi ve başını salladı.

Eddie korkulukların omuzlarının üzerine balkabağı "kafaları" koyarak onların üzerine birer turp yerleştirdi. Turplar çuvalların altında kalıyor, görünmüyordu. "İyi şanslar, kızlar," diyerek uzaklaştı Eddie.

"Bu kez on metreden başlayın!" diye seslendi Roland.

On metreden hepsi isabet ettirdi. Yirmi metreden de. Susannah, otuz metrede Roland'ın daha önce tembihlediği gibi bilerek ıskaladı. Roland, bu turu Calla'lı kadınlardan birinin kazanmasını istiyordu. Zalia Jaffords kırk metrede çok uzun süre bekledi ve turp yerine balkabağını ikiye böldü.

"Bok canına!" diye haykırdı ve ağzını elleriyle kapayarak evin arka basamaklarında oturan Callahan'a baktı. Duymamış gibi yapan peder gülümsedi ve neşeyle el salladı.

Zalia öfkeden kulaklarına dek kızarmış halde Jake ve Eddie'nin yanına yürüdü. "Bana bir şans daha vermesini istemelisiniz," dedi Eddie'ye. 'Yapabilirim, yapabileceğimi biliyom..."

Eddie elini kadının koluna koydu. "Bunu o da biliyor, Zee. Sen de takımın bir parçasısın."

Kadın, ona kıpkırmızı olmuş gözlerle baktı. Dudakları sıkılmaktan neredeyse görünmez olmuştu. "Emin misin?"

"Evet," dedi Eddie. "Mets için bile fırlatabilirsin, hayatım."

Artık sadece Margaret ve Rosalita kalmıştı. Elli metreden ikisi de turplara isabet ettirmeyi başardı. Eddie, Jake'e, "Gözlerimle görmeseydim bunun mümkün olacağına inanmazdım," diye mırıldandı.

Margaret Eisenhart altmış metreden bariz bir şekilde ıskaladı. Rosalita tabağı sağ omzuna kaldırdı (solaktı), bir an tereddüt etti ve "Rizal" diye haykırarak fırlattı. Roland gözleri çok keskin olmasına karşın tabağın turpa çarpıp çarpmadığını anlayamadı. Turpu deviren rüzgâr da olabilirdi. Rosalita yumruklarını havaya kaldırıp sallayarak gülmeye başladı.

"Panayır kazı! Panayır kazı! Büyük ödül!" diye bağırdı Margaret. Diğerleri de ona katıldı. Callahan bile neşeyle bağırıyordu.

Roland, Rosalita'nın yanına gitti ve kısa, ama kuvvetli bir şekilde ona sarıldı. Aynı anda kadının kulağına kazı olmadığını, ama akşam olduğunda uzun boyunlu bir erkek kaz bulabileceğini fısıldadı.

"Eh," dedi Rosalita gülümseyerek. "İnsan yaşlandıkça kısmetine çıkan ödüle razı olmayı öğreniyor, diil mi?"

Zalia, Margaret'a baktı. "Roland ona ne dedi? Biliyo musun?"

Margaret Eisenhart gülümsedi; "Eminim daha önce duymadığın bir şey değildir."


9

Sonra kadınlar gitti. Bir işini halletmek isteyen peder de öyle. Gile-ad'h Roland, verandanın en alt basamağına oturarak yarışmanın yapıldığı alana baktı. Susannah, ona o gün gördüklerinden memnun olup olmadığını sorduğunda başını salladı. "Evet, sanırım her şey yolunda. Öyle olduğunu ummak zorundayız zira zamanımız azalıyor. Olaylar çok hızlı bir şekilde olup bitecek." İşin aslı, daha önce sorunların böylesine kesiştiğine hiç tanık olmamıştı... ama Susannah hamileliğini kabul ettiğinden beri bir nebze rahatlamıştı.

Ka gerçeğini kaytaran zihnine geri çağırdın, diye düşündü. Bu kadın geri kalanımızın beceremediği bir cesaret gösterisinde bulunmasaydı bu gerçekleşmeyecekti.

"Rocking B'ye dönecek miyim?" diye sordu Jake. Roland bir süre düşündükten sonra omuz silkti. "İstiyor musun?" "Evet ama bu kez Ruger'ı da götürmek istiyorum." Jake'in yüzü hafifçe pembeleşmişti ama sesi titremiyordu. Rüyasında görmüşçesine aklında bu fikirle uyanmıştı. "Döşeğimin altına koyup yedek gömleğimle saracağım. Orada olduğunu kimsenin bilmesine gerek yok." Bir an sustu. "Düşündüğün buysa onu Benny'ye gösterip hava atmak niyetinde değilim."

Bu düşünce Roland'in aklının ucundan bile geçmemişti. Pelci Jake'in aklından geçen neydi? Bunu çocuğa sorunca konuşmanın gidişatını önceden kestirmiş birinin vereceği cevabı aldı. "Bunu dinh'im olarak mı soruyorsun?"

Roland evet demek üzere ağzını açmıştı ki Eddie ve Susannah'nın dikkatle izlediğini fark ederek tekrar düşündü. Sır tutmakla (hepsi de Susannah'nın hamileliğini kendisine göre sır olarak saklamıştı) önsezilere uymak arasında fark vardı. Jake'in talebi, sorgulanmadan kabul edilebilecek türdendi. Bu kadar basitti. Jake bu kadarını hak etmişti. Aksini kimse iddia edemezdi. Karşısındaki, yarı çıplak, dehşete düşmüş, tir tir titrer halde Orta-Dünya'ya gelen çocuk değildi.

"Dinh'in olarak sormadım," dedi Roland. "Ruger'a gelince, istediğin zaman istediğin yere götürebilirsin. Onu tef e getiren sen değil misin zaten?"

"Çalmıştım," dedi Jake alçak sesle. Gözlerini dizlerine dikmişti.

"Hayatta kalmak için neye ihtiyacın varsa onu aldın," dedi Susannah. "Arada büyük bir fark var. Hey tatlım, kimseyi vurmaya niyetlenmiyorsun, değil mi?"

"Öyle bir planım yok."

"Dikkatli ol," dedi Susannah. "Aklından neler geçiyor bilmiyorum ama dikkat et."

"Ve her neyse, en geç önümüzdeki hafta içinde halletmeye bak," dedi Eddie.

Jake başını salladı ve Roland'a döndü. "Kasabayı toplantıya ne zaman çağırmayı planlıyorsun?"

"Robota göre Kurtlar'ın gelmesine on gün kaldı. Yani..." Roland kısaca hesapladı. "Kasaba toplantısı altı gün sonra olacak. Sana uyar mı?"

Jake yine başım salladı.

"Aklından geçenleri bize söylemek istemediğinden emin misin?"

"Dinh olarak sormadığın sürece evet," dedi Jake. "Muhtemelen bir şey değildir, Roland. Gerçekten."

Roland kuşkulu bir ifadeyle başını salladı ve bir sigara sarmaya koyuldu. Taze tütüne sahip olmak harikaydı. "Başka bir şey var mı? Çünkü yoksa..."

"Aslında var," dedi Eddie.

"Nedir?"


"New York'a gitmem gerek," dedi Eddie. Turşu veya meyankökü şekeri almaya gitmekten bahseder gibi sıradan bir ses tonuyla söylemişti ama gözleri heyecanla ışıldıyordu. "Ve bu kez kanlı canlı gitmeliyim. Yani küreyi kullanmam gerek. Siyah On Üç'ü. Umarım nasıl yapılacağını bi-liyorsundur, Roland."

"Neden New York'a gitmen gerek?" diye sordu Roland. "Bunu dinh'in olarak soruyorum."

"Elbette öyle," dedi Eddie. "Söyleyeyim. Zamanın azalması konusunda haklı olduğun için. Ve tek sorunumuz Calla'nın Kurtlar'ı olmadığı için."

"On beş temmuza ne kadar kaldığını görmek istiyorsun," dedi Jake. "Değil mi?"

"Evet," dedi Eddie. "Geçiş yaptığımızda, 1977 New York'unda zamanın daha hızlı ilerlediğini görmüştük. Kapı önünde bulduğum New York Times'm üzerindeki tarihi hatırlıyor musunuz?"

"İki haziran," dedi Susannah.

"Evet. Ayrıca oraya her gidişimizde zamanın daha ileri olacağını biliyoruz. Oraya daha eski bir tarihte gitmemiz söz konusu değil. Değil mi?"

Jake başını salladı. "Çünkü o dünya diğerleri gibi değil... ya da belki, Siyah On Üç tarafından geçiş yaptırılmak o şekilde hissetmemize sebep olmuştur. Bu mümkün mü?"

"Sanmıyorum," dedi Eddie. "İkinci Cadde'nin boş arsayla Altmışıncı Sokak arasında kalan bölümü çok önemli bir bölge. Bence orası bir kapı. Çok büyük bir kapı."

Jake Chambers'ın heyecanı gittikçe artıyormuş gibi görünüyordu. "Altmışıncı Sokak'a kadar değil. O kadar uzağa gittiğini sanmıyorum. Kırk Altıncıyla Elli Dördüncü sokaklar arası gibi geliyor bana. Piper'dan ayrıldığım gün Elli Dördüncü Sokak'a geldiğimde bir şeylerin değiştiğini hissetmiştim. O sekiz blok farklı. Üzerinde plakçı, Chew Chew Mama's ve Manhattan Zihin Lokantası'nın olduğu bölüm. Ve elbette bir de boş arsa var. O diğer uç. O... bilmiyorum..."

"Orada olmak insanı farklı bir dünyaya götürüyor," dedi Eddie. "Bir çeşit anahtar dürya. Ve bence zaman bu yüzden tek tarafa doğru..."

Roland elini kaldırdı.

Eddie yüzünde hafif bir gülümseme ve beklenti ifadesiyle Roland'a bakarak sustu. Roland gülümsemiyordu. Daha önce hissettiği iyilik hissi yok olup gitmişti. Tanrılar kahretsin, yapılacak çok fazla iş vardı. Ve hepsini yapabilmeleri için yeterince zamanlan yoktu.

"Anlaşmada belirtilen tarihe ne kadar kaldığını görmek istiyorsun," dedi. "Doğru anlamış mıyım?"

"Evet."

"Bunu yapmak için bedeninin New York'a gitmesine gerek yok, Eddie. Geçiş yaparak da öğrenebilirsin."



"Ayın kaçı olduğunu öğrenmeye yeter belki. Ama dahası var. Boş arsa konusunda aptalca davrandık, millet. Gerçekten aptalca."
10

Eddie, boş arsaya Susannah'ya miras kalan paranın tek kuruşuna dokunmadan sahip olabileceklerine inanıyor, Callahan'ın hikâyesinin bunu nasıl yapacaklarına dair yol gösterdiğini düşünüyordu. Gülü satın almaktan bahsetmiyordu, güle hiç kimse (ne onlar, ne de bir başkası) sahip olamazdı. Gülün korunması gerekiyordu. Ve onlar bunu yapabilirdi. Belki.

Calvin Tower korkmasına rağmen o boş çamaşırhanede Callahan'ın kıçını kurtarmak için beklemişti. Calvin Tower korkusuna rağmen sahip olduğu son varlığı Sombra Şirketi'ne satmayı reddetmişti (en azından 31 Mayıs 1977 itibarıyla durum buydu). Eddie, Calvin Tower'm bir kahramanın gelmesini beklediğini düşünüyordu.

Eddie, Siyah On Üç'ten ilk kez bahsedildiğinde Callahan'ın yüzünü ellerine nasıl gömdüğünü de unutmamıştı. Callahan küreyi kilisesinden uzaklaştırmayı, ondan kurtulmayı her şeyden çok istiyordu ama yine de onu saklamıştı. Kitapçının sahibi gibi peder de bir kahraman bekliyordu. Calvin Tower'in arsası için milyonlar isteyeceğini düşünmekle ne kadar büyük bir aptallık etmişlerdi! Aslında adam oradan kurtulmak istiyordu. Ama doğru insan gelene kadar elinde tutmaya devam edecekti. Ya da doğru ka-tet.

"Suziella, sen gidemezsin çünkü hamilesin," dedi Eddie. "Jake, sen de henüz küçük olduğun için gidemezsin. Zaten Callahan'ın hikâyesini duyduğumdan beri düşündüğüm türde bir anlaşmayı imzalayabileceğim sanmıyorum. Seni yanımda götürebilirim ama anladığım kadarıyla burada ilgilenmen gereken bir şey var. Yoksa yanılıyor muyum?"

"Yanılmıyorsun," dedi Jake. "Ama neredeyse seninle gelmeyi isteyeceğim. Bu anlattıkların kulağa hoş geliyor."

Eddie gülümsedi. "Roland'ın gitmesine gelince, patron alınma ama bizim dünyamızda pek iş bitirici olduğun söylenemez. Şey... biraz dil sorunu yaşıyorsun."

Susannah kahkahalarla gülmeye başladı.

"Ona ne kadar teklif etmeyi düşünüyorsun?" diye sordu Jake. "Yani bir miktar olmalı, değil mi?"

"Bir papel," dedi Eddie. "Muhtemelen Tower'dan bana o kadarını borç vermesini isteyeceğim ama..."

"Bundan iyisini yapabiliriz," dedi Jake ciddi bir ifadeyle. "Sırt çantamda beş altı dolar var. Olduğundan eminim." Sırıttı. "İlerde daha fazlasını da teklif edebiliriz. Bu tarafta işler biraz yoluna girdiğinde."

"Hâlâ hayatta olursak," dedi Susannah ama o da heyecanlı görünüyordu. "Biliyor musun, Eddie? Bir dâhi olabilirsin."

"Sai Tower arsasını bize satarsa Balazar ve adamları hiç memnun olmayacaktır," dedi Roland.

"Evet ama belki Balazar'ı Tower'i rahat bırakmaya ikna edebiliriz," dedi Eddie. Dudakları vahşi, küçük bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. "Eğer gelişmeler beni öyle bir durumla karşı karşıya bırakırsa Enrico Balazar'ı ikinci kez öldürmekten çekinmem, Roland."

"Ne zaman gitmek istiyorsun?" diye sordu Susannah.

"Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi," dedi Eddie. "New York'ta zamanın ne kadar ilerlediğini bilmemek kafamı çok bozuyor. Roland? Sen ne diyorsun?"

"Yarın gitmen iyi olur derim. Küreyi mağaraya çıkarır ve kapının seni Calvin Tower'in zamanına ve mekânına götürüp götürmeyeceğine bakarız. İyi bir fikir verdin, Eddie, teşekkürler derim."

"Ya küre seni başka bir yere gönderirse?" diye sordu Jake. "1977'nin başka bir versiyonuna ya da..." Cümlesini nasıl bitireceğini bilmiyordu. Siyah On Üç onlara ilk geçiş yaptırdığı sırada her şeyin ne kadar ince, görünürdeki gerçekliğin ardındaki sonsuz karanlığın ne kadar koyu olduğunu hatırlıyordu."... daha uzak bir yere?" diye bitirdi.

"Öyle olursa size kartpostal gönderirim," dedi Eddie gülüp omuz sil-kerek ama Jake kısa bir an için ne kadar korktuğunu görebilmişti. Susannah da görmüş olmalıydı ki Eddie'nin elini her iki eliyle birden sıkıca kavradı.

"Hey, beni merak etmeyin," dedi Eddie. "Başıma bir şey gelmeyecek." "Öyle olsa iyi olur," dedi Susannah. "İyi olur."

İKİNCİ BÖLÜM DOĞAN, BİRİNCİ KISIM
1

Roland ve Eddie ertesi sabah Huzurun Hanımı'na girdiği sırada gün ışığı, kuzeydoğu ufkunda zayıf bir ağartıdan ibaretti. Sıraların arasındaki koridorda ilerleyen Eddie'nin elinde bir fener vardı. Dudakları sımsıkı kapalıydı. Oraya gelmelerinin sebebi olan kürenin vızıltısını duyabiliyorlardı. Uykulu bir vızıltıydı ama Eddie bu sesten yine de nefret ediyordu. Kilise insanın tüylerini ürpertiyordu. Bomboştu ama tuhaf bir şekilde do-luymuş gibi görünüyordu. Eddie her an sıralarda ona onaylamaz gözlerle bakan hayaletler veya başıboş ölüler görmeyi bekliyordu.

Ama en kötüsü vızıltıydı.

Roland ön tarafa vardıklarında heybesini açtı ve Jake'in önceki güne dek sırt çantasında taşıdığı bovling çantasını çıkardı. Silahşor çantayı bir süre havada tutunca, üzerindeki yazıyı ikisi de okuyabildi: ORTA-DÜNYA

KULVARLARINDA HEP PUAN VAR.

"Ben her şeyin yolunda olduğunu söyleyene dek tek kelime etmeyeceksin," dedi Roland. "Anladın mı?"

"Evet."

Roland başparmağını yerdeki iki tahta arasındaki boşluğa bastırdı ve rahibin yaptığı gizli bölme ortaya çıktı. Roland kapağı alarak bir kenara koydu. Eddie bir keresinde televizyonda Londra Bombardımanı sırasında patlayıcı maddeleri nakleden adamlarla ilgili bir film görmüştü. Roland'ı izlerken aklına o film geldi. Neden gelmeyecekti? Orada gizli olan şey de en az patlamaya hazır bir bomba kadar tehlikeliydi.



Roland beyaz keten cüppeyi çekerek kutuyu ortaya çıkardı. Vızıltı-nln şiddeti arttı. Eddie'nin nefesi kesildi. Teninin bir anda buz kestiğini hissetti. Yakınlarda bir yerde hayal edilemeyecek kadar kötü niyetli bir canavar, mahmurca tek gözünü aralamıştı.

Eddie vızıltı yine önceki uykulu tonuna düşünce tekrar nefes almaya başladı.

Roland bovling çantasını ona uzatarak açık tutmasını işaret etti. Eddie isteneni gönülsüzce de olsa yaptı (bir parçası, Roland'ın kulağına her şeye boş verip oradan uzaklaşmalarını söylemek istiyordu). Roland kutuyu bulunduğu yerden kaldırınca vızıltı tekrar şiddetlendi. Eddie fenerin cılız aydınlığında Silahşor'un kaşının üzerinde ter damlacıkları olduğunu gördü. Kendi yüzündeki teri de hissedebiliyordu. Siyah On Üç uyanır ve onları kapkara bir deliğe fırlatırsa...

Gitmem. Susannah'yla kalmak için mücadele ederim.

Elbette ederdi. Ama Roland hayaletağacından yapılmış oymalı kutuyu boş arsada buldukları tuhaf çantaya koyduğunda epey rahatladı. Vızıltı tamamen yok olmamış, zorlukla duyulabilecek bir seviyeye inmişti. Roland çantanın fermuarını kapadığındaysa çok uzaklardan gelen bir fısıltıya dönüştü. Bir deniz kabuğunu dinlemek gibiydi.

Eddie havaya bir haç çizdi. Yüzünde cılız bir gülümseme beliren Roland da aynısını yaptı.

Kilisenin dışında kuzeydoğu ufku belirgin bir şekilde aydınlanmıştı; görünüşe bakılırsa o gün gerçek gün ışığını görebileceklerdi.

"Roland."

Silahşor kaşlarını kaldırarak ona döndü. Sol eliyle çantanın ağzını kavramıştı. Oldukça dayanıklı görünmesine rağmen çantanın sapına gü-v'enemediği anlaşılıyordu.

"O çantayı geçiş yaptığımız sırada bulduysak nasıl alabildik?"

Roland bunu bir süre düşündü. "Belki çanta da geçiş halindedir," dedi sonunda.

"Hâlâ mı?"

"Evet, sanırım. Hâlâ."

"Ah." Eddie bir süre düşündü. "Ürkütücü."

"New York'a gitme konusunda fikrini mi değiştirdin, Eddie?"

Eddie başını iki yana salladı. Ama korkmuştu. Baronluk Vago-nu'nda Blaine'e bilmeceler sorduğu zamandan bile daha çok korkuyor olabilirdi.


2

Geçit Mağarası'na giden yolu yarıladıklarında (Henchick'in de dediği gibi oldukça dikti) saat on olmuş ve hava bir hayli ısınmıştı. Eddie durdu, mendiliyle ensesini sildi ve kuzeye doğru zikzaklar çizerek uzanan kuru vadilere baktı. Orada burada kara delikler görüyor, Roland'a onların lâl madenleri olup olmadığını soruyordu. Silahşor kara deliklerin madenler olduğunu söyledi.

"Çocukları hangisinde saklamayı düşünüyorsun? Buradan görülebiliyor mu?"

"Aslında evet." Roland tabancasını çekerek namlusuyla işaret etti. "Nişangâhın üzerinden bak."

Eddie bakınca kabaca S harfini andıran derin bir vadi gördü. Tepesine kadar kadifemsi gölgelerle doluydu. Eddie vadinin gün ışığını sadece güneşin tepede olduğu öğle vakitlerinde, yarım saatliğine direkt olarak görebildiğini düşündü. Vadi, kuzeyde dev bir kaya duvarda son buluyor gibiydi. Eddie madenin girişinin orada olduğunu tahmin etti ama emin olabilmek için fazla karanlıktı. Vadi güneydoğuda, daha ileride Doğu Yolu'yla birleşen toprak bir yola açılıyordu. Doğu Yolu'nun ötesinde yeşil çeltik tarlaları uzanıyordu. Tarlaların ötesindeyse nehir vardı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin