Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə49/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54

Ama Callahan gülümsüyordu. "Memnuniyetle dua ederim," dedi. "Ama daha fazla endişelenmeden önce doğuya bak, yalvarırım."

Hepsi birden eyerleri üzerinde doğuya döndü. Koçanları toplanmış ve birer iskelet gibi çıplak kalmış mısırlar, pirinç tarlalarına doğru sıralar halinde uzanıyordu. Pirinç tarlalarının ötesinde nehir, onun da ötesinde sınır topraklarının sonu vardı. Orada, on iki metre yükseklikte toz hortumları hızla ilerliyor, dönüyor, iç içe geçiyordu. Nehrin bu tarafında görülen toz hortumları, karşıdakilerin yanında yaramaz çocuklar gibi kalıyordu.

"Seminion genellikle Whye'a kadar ulaşıp geri döner," dedi Callahan. "Eskilerin anlattıklarına göre Lort Seminion, Leydi Oriza'ya nehrin diğer yakasına geçmek için yalvarır, ama Oriza kıskançlığı yüzünden izin vermezmiş. Görüyorsunuz ya..."

"Seminion kız kardeşiyle evlenmiş," dedi Jake. "Leydi Riza, onu kendisine istiyormuş (pirinç ve rüzgârın evliliği), elde edemediği için de hâlâ öfkeliymiş."

"Bunları nereden biliyorsun?" diye sordu Callahan hem şaşkın, hem hoşuna gitmiş bir tavırla.

"Benny anlatmıştı," dedi Jake kısaca. Saman yığınının üzerinde veya nehir boyunda tembelce yatarken birbirlerine masallar ve efsaneler anlatmalarını hatırladıkça kendini kötü hissediyordu.

Callahan başını salladı. "Evet, hikâye böyle. Sanırım gerçekte doğal bir sebebi var -orada hava soğuk, nehrin üzerinden yükselen hava sıcak-bunun gibi bir şey olmalı. Sebebi her neyse, bu fırtına geldiği yere döne-cekmiş gibi görünüyor."

Rüzgâr, ona aksini göstermek istercesine yüzüne toz toprak savu-runca Callahan güldü. "Yarın günün ilk ışıklarıyla bitmiş olur, size yüzde doksan dokuz garanti veriyorum. Ama..."

"Yüzde doksan dokuz yeterince iyi değil, peder."

"Ben de bunu söyleyip yine de dua etmekte fayda var diyecektim, Roland."

"Teşekkürler derim." Silahşor, Eddie'ye döndü ve sol elinin ilk iki parmağını kendi yüzüne çevirdi. "Gözler, tamam mı?"

"Gözler," diye onayladı Eddie. "Ve şifre. On dokuz değilse doksan dokuzdur."

"Bundan emin olamazsın."

"Biliyorum," dedi Eddie.

"Yine de... çok dikkatli ol."

"Olacağım."

Birkaç dakika sonra vadilere ve madenlere (Gloria, Redbird One ve Redbird Two) uzanan taşlı bir yolun başlangıcına vardılar. Kasabalılar, arabaların burada bırakılacağını sanıyordu ve haklıydılar. Ayrıca refakatçilerle çocukların bu yoldan yürüyerek madenlerden birine gideceğini düşünüyorlar ama bu hususta yanılıyorlardı.

Üçü, kısa süre içinde yolun batısını kazmaya başladı. Dördüncü kişi nöbet tutuyordu. Kimse gelmedi (bu civarda yaşayan ahali, çoktan kasabaya gitmişti) ve işlerini çabucak bitirdiler. Eddie saat dörtte diğerlerinin yanından ayrıldı ve Roland'ın tabancalarından biri kalçasında olduğu halde Tian Jaffords ile buluşmak üzere kasabaya gitti.
16

Tian arbaletini getirmişti. Eddie silahı pederin evinin verandasında bırakmasını söyleyince çiftçinin mutsuz, güvensiz bakışlarıyla karşılaştı.

"Beni tabancayla görürse kuşkulanmaz ama seni onunla görürse şüphelenebilir," dedi Eddie. İşte buydu, gerçek çarpışma şimdi başlıyordu ve Eddie son derece sakindi. Kalbi düzenli bir şekilde, yavaşça atıyordu. Görüşü berraklaşmış gibiydi; her bir otun yere düşen minik gölgesini görebiliyordu. "Duyduğum kadarıyla çok güçlüymüş. Gerektiğinde de son derece hızlı hareket edebiliyormuş. Bırak bu oyunu ben oynayayım."

"Öyleyse ben niye buradayım?"

Çünkü yanımda senin gibi zararsız biri olduğu sürece en zeki robot bile bir şeyler döndüğünden şüphelenmez, idi asıl cevap ama pek diplomatik olmazdı doğrusu.

"Sigorta," dedi ona. "Haydi."

Küçük tuvalete doğru yürüdüler. Eddie orayı son günlerde pek çok kez, keyifle kullanmış (temizlenmek için yumuşak yapraklar vardı ve zehirli olup olmadıklarını düşünmek zorunda değildi) ama o ana dek dışım hiç alıcı gözle incelememişti. Yüksek, sağlam, ahşap bir yapıydı. Çok dayanıklı görünmesine rağmen Andy'nin istediği takdirde küçük binayı birkaç dakika içinde yerle bir edeceğini biliyordu. Ona bu fırsatı verirlerse tabi.

Rosa kulübesinin arka kapısına çıktı ve eliyle gözlerini perdeleyerek onlara baktı. "Nasılsın, Eddie?"

"İyiyim, Rosie ama içeri girsen iyi olacak. Biraz itiş kakış olabilir."

"Öyle mi? Tabaklarım var..."

"Riza'nın bu şartlarda fazla yardımı olacağını sanmıyorum," dedi Eddie. "Ama tetikte olmanda fayda var."

Kadın başını sallayarak tek kelime etmeden içeri döndü. Erkekler, tuvaletin yeni sürgü takılmış açık duran kapısının iki yanma oturdu. Tian bir sigara sarmaya çalıştı. Parmakları şiddetle titrediğinden, ilk seferde başarısız oldu. Tekrar denerken, "Bu tür işlerde iyi diilim," dedi. Eddie adamın sigara sarmaktan bahsetmediğini biliyordu.

"Önemi yok."

Tian, ona umutla baktı. "Öyle mi?"

"Evet."

Andy saat tam altıda (Eddie teneke yığınının içine muhtemelen saniyenin binde birini bile gösterebilecek bir saat monte edilmiştir, diye düşündü) pederin evinin köşesini dönerek karşılarında belirdi. Uzun gölgesi, önündeki çimlerin üzerinde onunla birlikte ilerliyordu. Onları gördü. Mavi gözleri ışıldadı. Bir elini kaldırarak onlara selam verdi. Batan güneşin ışıklarını yansıtan kolu, kanla dolu bir kazana sokulup çıkarılmış gibilapkırmızıydı. Eddie de el salladı ve gülümseyerek ayağa kalktı. Bu aşınmış, eski dünyada hâlâ var olan ve işleyen düşünebilen, makinelerin tümünün efendilerinin aleyhine dönüp dönmediğini merak etti. Eğer dön-dülerse, sebebi neydi?



"Sakin ol ve bırak konuşma faslını ben yapayım," dedi Tian'a dudaklarını oynatmadan.

"Tamam," diye karşılık verdi Tian.

"Eddie!" diye bağırdı Andy. "Tian Jaffords! Sizi görmek ne güzel! Ve Kurtlar'a karşı kullanılacak silahların olması! Harika! Nerede bu silahlar?"

"Bok odasında," dedi Eddie tuvaleti işaret ederek. "Silahları çıkarınca buraya bir araba getirebiliriz ama çok ağırlar... ve hareket etmek için fazla geniş alan yok..."

Kenara çekildi. Andy o tarafa yürüdü. Gözleri ışıldıyordu ancak bu kez içlerinde kahkahalar yoktu. O kadar parlaktılar ki, Eddie gözlerini kısmak zorunda kaldı; ampullere bakmak gibiydi.

"Silahları çıkarabileceğimden eminim," dedi Andy. "Yardım etmek ne hoş! Programım pek az şey yapmama izin verdiği için hep üzülmüşüm-dür..."

Tuvaletin önünde durmuş, kapıdan başını vurmadan geçebilmek için dizlerini hafifçe bükmüştü. İçeriye baktı. Eddie, Roland'ın tabancasını çekti. Sandal ağacından kabzası, her zaman olduğu gibi avucuna kusursuzca oturdu.

"Bağışla, New York'lu Eddie, ama burada silah göremiyorum."

"Doğru," dedi Eddie. "Ben de göremiyorum. Tek gördüğüm, çocuklara şarkılar öğretip sonra onları düşmana teslim eden bir hain..."

Andy korkunç bir süratle döndü. Ensesindeki servoların mırıltısı Ed-die'ye fazla yüksek gelmişti. Aralarında bir metreden az bir mesafe vardı. Sana yarasın, paslanmaz çelik piç!" dedi Eddie ve iki el ateş etti. Sakin akşamda patlama sesleri kulakları sağır edecek kadar şiddetliydi. Andy'nin gözleri parçalanarak karardı. Tian bir çığlık attı.

"YOO!" Andy giderek yükselen bir sesle haykırıyordu. Sesi öylesine yüksekti ki tabancanın patlaması yanında şampanya şişesinin mantarının çıkardığı ses gibi kalmıştı. "GÖZLERİM! GÖREMİYORUM! YOO, OLAMAZ! GÖRÜŞ SIFIR! GÖZLERİM, GÖZLERİM..."

İnce çelik kollan, yuvaları parçalanmış, mavi ışıltıları sönmüş gözlerine doğru yükseldi. Andy doğrulunca, başı tuvaletin eşiğini parçaladı ve tahta parçaları havada uçuştu.

"HAYIR, HAYIR, HAYIR, GÖREMİYORUM, GÖRÜŞ SIFIR, BANA NE YAPTINIZ, TUZAK, PUSU, SALDIRI, KÖR OLDUM, KOD 7, KOD 7, KOD ir

"İtmeme yardım et, Tian!" diye bağırdı Eddie tabancayı kılıfına geri koyarken. Ama Tian donakalmış, irileşmiş gözlerle robota (kafas' kırık eşiğin ötesinde gözden kaybolmuş robota) bakıyordu. Eddie'nin kaybedecek zamanı yoktu. Hızla öne atıldı ve avuçlarını Andy'nin göğsündeki; ismini, görevini ve seri numarasını belirten plakaya dayadı. Robot inanılmayacak kadar ağır (Eddie'nin ilk düşüncesi, bir duvarı itmekte olduğuydu) ama aynı zamanda kör, afallamış ve dengesini kaybetmişti. Geriye doğru sendeledi ve kulakları sağır eden sesi aniden kesildi. Yerini, acayip bir siren sesi aldı. Eddie beyninin yarılacağım sandı. Bununla birlikte uzanıp tuvaletin kapısını kapatmayı başardı. Üst kısmında büyük bir boşluk vardı ama kapı yine de kapandı. Eddie bilek kalınlığındaki sürgüyü itti.

Siren sesi kesintisizce devam ediyordu.

Rosa, her iki elinde birer tabakla koşarak geldi. Gözleri irileşmişti. "Bu da ne? Tanrı ve İsa Adam aşkına, nedir bu?"

Korkunç bir darbe, Eddie cevap veremeden tuvaletin duvarlarını sarstı. Ufak odacık, altındaki deliğin kenarım hafifçe ortaya çıkaracak şekilde yana kaymıştı.

"Andy," dedi Eddie. "Galiba falında hoşuna gitmeyecek şeyler çıktı..."

"AŞAĞILIK HERİFLER!" Ses, Andy'nin her zamanki üç tonu olan sırnaşık, halinden memnun ve sahte itaatten çok farklıydı. "AŞAĞILIK

PİÇLER! YALANCI HERİFLER! SİZİ ÖLDÜRECEĞİM! KÖR OL-DUM, AH KÖR OLDUM! KOD 7, KOD 7!" Sözcükler kesildi ve siren tekrar başladı. Rosa tabakları bırakıp elleriyle kulaklarını kapadı.

Bir başka şiddetli darbe daha oldu ve bu kez kalın tahtalardan ikisi, dışa doğru bel verdi. Yeni bir darbenin duvarı kıracağı açıkça görülüyordu. Andy'nin kolu tahtalar arasından dışarı uzandı. Batmakta olan güneşin kızıl ışıkları metal üzerinde yansıdı. Uçtaki dört eklemli parmakları sertçe açılıp kapanıyordu. Eddie köpeklerin uzaklardan gelen çılgınca havlamalarını duyabiliyordu.

"Dışarı çıkıyor, Eddie!" diye dehşetle bağırdı Tian. "Şimdi çıkacak!" Eddie'nin omzunu sertçe kavramıştı.

Eddie omzunu silkerek Tian'ın elinden-kurtuldu ve tuvalete yaklaştı. Bir şiddetli darbe daha oldu. Otların üzeri kırık tahta parçalarıyla dolmuştu. Eddie ağzını açtı, ama siren sesini bastıramayacağını anlayarak tekrar kapadı. Beklemeye başladı. Andy'nin tuvalet duvarına tekrar vurmasından hemen önce siren sesi kesildi.

"PİÇ KURULARI!" diye haykırdı Andy. "İKİNİZİ DE GEBERTECEĞİM! YÖNETMELİK 20, KOD 7! KÖR OLDUM, GÖRÜŞ SIFIR SÎZİ KORKAK.."

"Haberci Robot Andy!" diye bağırdı Eddie. Andy'nin seri numarasını, Callahan'ın çok değerli kâğıtlarından birinin köşesine not etmişti. "DNF-44821-V-63! Şifre!"

Çılgınca darbeler ve kulakları sağır eden ses, Eddie seri numarasını söyler söylemez kesildi ama sessizlik bile sessiz değildi; cehennemden çıkmışa benzeyen siren sesi yüzünden kulakları hâlâ çınlıyordu. İki metalin birbirine çarpmasına benzer bir gürültü, ardından bir dizi tıkırtı oldu. Sonra: "Ben DNF-44821-V-63. Lütfen şifreyi söyleyin," dedi Andy. Bir anlık sessizlikten sonra aynı ifadesiz tonla tekrar konuştu. "Pusuya düşüren New York'lu Eddie piçi. On saniyeniz var. Dokuz..."

"On dokuz," dedi Eddie, kapının ardına doğru.

"Şifre hatalı." Andy'nin sesinde inkâr edilemeyecek bir memnuniyet vardı. "Sekiz... yedi..."

"Doksan dokuz."

"Şifre hatalı." Sesi şimdi zaferle doluydu. Eddie o kısacık zamanda kendine daha önce duyduğu temelsiz güvene lanet okudu. Tian ve Ro-sa'nın dehşet dolu bakışmasını da görmüştü. Köpekler hâlâ havlıyordu.

"Beş... dört..."

On dokuz değildi, doksan dokuz da. Başka ne olabilirdi? Bu lanet olası robotun şifresi neydi, Tanrı aşkına?

"... üç..."

Zihninde birdenbire boş arsayı çevreleyen tahta çitin üzerine toz pembe sprey boyayla yazılmış duvar yazısı belirdi. Harfler, Andy'nin gözlerinin Roland'ın tabancasından çıkan kurşunlarla parçalanmasından önce olduğu gibi beyninde parlıyordu Oh SUSANNAH-MIO, bölünmüş kızım benim, '99yılında Dixie Pig'epark etmiş kızım.

"... iki..."

Biri ya da diğeri değil, her ikisi birdendi. Kahrolası robot bu yüzden ilk hatalı şifreden sonra saymayı kesmemiş, tekrar denemesine izin vermişti. Aslında şifreyi yanlış değil, eksik söylemişti.

"On dokuz doksan dokuz!"n diye bağırdı Eddie.

Kapının arkasından çıt çıkmıyordu. Eddie sirenin tekrar başlamasını, Andy'nin tuvalet duvarlarına yine vurmasını bekledi. Tian ve Rosa'ya kaçmalarını söyleyecek, onları korumaya...

Kapının ardından bir makinenin donuk, soğuk sesi duyuldu. Sahte yılışıklık da, gerçek öfke de yok olmuştu. Cali a halkının nesillerdir tanıdığı Andy sonsuza dek gitmişti.

"Teşekkür ederim," dedi ses. "Ben başka birçok özelliği olan Haberci Robot Andy. Seri numaram, DNF-44821-V-63. Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Kendini kapatarak."

Tuvalette sessizlik oldu.

"İstediğim şeyi anladın mı?"

'*' İngilizcede yıllar genellikle yan yana gelmiş iki rakam gibi söylenir. Ör: 19-99, on dokuz doksan dokuz, 1999.

Korku dolu, cılız bir ses duyuldu. "Lütfen bana bunu yaptırma. Seni kötü adam. Ah, çok kötüsün."

"Kendini derhal kapat."

Daha uzun bir sessizlik oldu. Rosa elleri boğazında olduğu halde sessizce duruyordu. Pederin evinin yanında, ellerinde ilkel silahlarıyla birkaç kişi birikmişti. Rosa onları görünce el salladı.

"DNF-44821-V-63, itaat et!"

"Evet, New York'lu Eddie. Kendimi kapatacağım." Andy'nin bu yeni, cılız sesinde şimdi korkunç bir kendine acıma tonu vardı. Eddie'nin tüylerinin ürpermesine neden olmuştu. "Andy kör oldu, şimdi de kendini kapatacak. Ana enerji hücrelerim yüzde doksan sekiz oranında boşaldığı için kendimi bir daha asla çalıştıramayabileceğimi biliyorr.unuz, değil mi?"

Eddie, küçük Jaffords çiftliğindeki deforme olmuş dev ikizleri, Tia ve Zalman'ı hatırladı ve kasabanın Gök Gürültüsü'ne kaçırılıp o halde dönmüş yüzlerce çocuğunu düşündü. İstediklerini yapmak için hevesle çalışan, zeki Tavery ikizleri geldi aklına. Ve olağanüstü güzellikleri. "Yaptıklarını asla telafi etmeyecek," dedi. "Ama bu da bir başlangıç. Görüşme sona erdi, Andy. Kendini kapat."

Yıkılmasına az kalmış tuvalette yine sessizlik oldu. Tian ve Rosa, usulca Eddie'nin yanma geldi. Kilitli kapının karşısında beklediler. Rosa, Eddie'nin kolunu kavradı. Eddie elini hemen itti. Tabancasını hızla çekmek durumunda kalabilirdi. Ama Andy'nin gözlerinden başka nereye ateş edebileceğini bilmiyordu.

Andy tekrar konuştuğunda sesi öylesine yüksekti ki Tian ve Rosa yutkunup korkuyla bir adım geriledi. Eddie olduğu yerde kaldı. Daha önce büyük ayının açıklığında buna benzer bir ses ve cümleler duymuştu. Andy'nin söyledikleri daha önce duyduklarının tıpa tıp aynısı değildi ama benzer kaynaktan çıktıkları anlaşılıyordu.

"DNF-4482I-V-63 KAPANIYOR! TÜM ALT NÜKLEER HÜCRELER VE HAFIZA DEVRELERİ KAPANMA AŞAMASINDA! SİSTEMİN KAPANMASI YÜZDE ON ÜÇ ORANINDA GERÇEKLEŞTİ! BEN BAŞ-KA BİRÇOK ÖZELLİĞİ OLAN HABERCİ ROBOT ANDY'YİM! LÜTFEN POZİSYONUMU LAMERK ENDÜSTRİ VEYA KUZEY MERKEZ POZİTRONİK, LTD'E BİLDİRİN! 1-900-54'Ü ARAYIN! ÖDÜL VERİ-LECEKTİR!" Bir tıkırtının ardından kayıtlı mesaj başa döndü. "DNF-44821-V-63 KAPANIYOR! TÜM ALT NÜKLEER HÜCRELER VE HAFIZA DEVRELERİ KAPANMA AŞAMASINDA! SİSTEMİN KAPANMASI YÜZDE ON ÜÇ ORANINDA GERÇEKLEŞTİ! BEN BAŞKA BİRÇOK ÖZELLİĞİ OLAN HABERCİ ROBOT ANDY'YİM..."

"Öyleydi," dedi Eddie yumuşak bir sesle. Tian ve Rosa'ya döndü ve yüzlerindeki çocuksu dehşet ifadesini görerek gülümsedi. "Sorun yok," dedi onlara. "Artık bitti. Bu şekilde böğürmeye bir süre daha devam edecek, sonra sesi sonsuza dek kesilecek. Onu bir... ne bileyim... saksı olarak falan kullanabilirsiniz."

"Bence en iyisi onu oracığa gömmek," dedi Rosa başıyla tuvaleti işaret ederek.

Eddie'nin gülümsemesi bir sırıtışa dönüştü. Andy'yi bokların içine gömme fikri hoşuna gitmişti. Hem de çok hoşuna gitmişti.


17

Roland alacakaranlık yerini geceye bıraktığı sıralarda orkestranın sahnesinin kenarına oturdu ve Calla halkının özenle hazırlanmış zengin akşam yemeğini mideye indirmesini izlemeye koyuldu. Calla'lılardan her biri, bunun birlikte yiyecekleri son yemek olabileceğinin, ertesi gün kasabalarının üzerinden dumanlar tüten bir harabeye dönüşebileceğinin farkındaydı ama yine de yemeğin tadını çıkararak neşeyle sohbet ediyorlardı. Bu ruh hallerinin tek sebebi, çocuklarının kurtulabileceği ihtimali değildi. Roland sonunda doğru kararı vermiş olmanın Calla ahalisinde yarattığı iç rahatlığını gözlemleyebiliyordu. Bu insanların çoğu o gece, çocuklarının ve torunlarının bulunduğu çadırın hemen yanında, açık havada uyuyacak, ertesi gün yüzlerini kasabanın kuzeydoğusuna çevirerek endişeyle savaşın sonucunu bekleyecekti. Silah sesleri olacağını tahmin ediyorlardı (bu, pek çoğunun daha önce hiç duymadığı bir sesti). Sonra da Kurtlar'ın gelişini işaret eden toz bulutu ya yok olacak ya geldiği yöne doğru uzaklaşacak ya da kasabaya yaklaşacaktı. Sonuncusu olursa çil yavrusu gibi kaçışacaklar ve evlerinin yakılmasını dehşet içinde bekleyeceklerdi. Kurtlar savaştan galip çıkarsa geride kalanlar kasabayı tekrar kurmayı deneyecek miydi? Roland buna pek ihtimal vermiyordu. Çocukları olmayınca kasabayı tekrar inşa etmenin ne anlamı olurdu? Roland, Kurt-lar'ın galip gelmeleri halinde bu kez bütün çocukları götüreceğinden hiç şüphe duymuyordu. Başaramazlarsa, Calla Bryn Sturgis bir hayalet kasabaya dönüşecekti.

"Bağışla, sai."

Roland sesin geldiği yöne bakınca şapkasını eline almış duran Wayne Overholser'ı gördü. Calla'nın güçlü çiftçisi değil de basit bir işçiymiş gibi duruyordu. İrileşmiş gözleri kederliydi.

"Hâlâ senin verdiğin şapkayı takıyorken benimle bu şekilde konuşmana gerek yok," dedi Roland sakince.

"Evet ama..." Overholser nasıl devam edeceğini bilmiyormuşçasına sustu. Sonra doğrudan konuya girmeye karar vermiş gibi Silahşor'un gözlerine baktı. "Çarpışma sırasında çocuklara göz kulak olmaları için seçtiğin kişilerden biri Reuben Caverra'ydı, diil mi?"

"Evet?"

"Bu sabah hastalanmış," dedi Overholser apandisitinin olduğu bölgeyi işaret ederek. "Evinde ateşler içinde yatıyo. Sabaha çıkacakmış gibi gö-riinmüyo. Zaten bu duruma düşüp kurtulan pek görülmedi."



"Üzüldüm," dedi Roland, Caverra'nın yerini kimin doldurabileceğini düşünerek. Bu iriyarı adam, gözü pekliği ile Roland'ı çok etkilemişti. Yokluğu önemli bir kayıp olabilirdi.

"Onun yerine beni al, olmaz mı?"

Roland, ona dikkatle baktı.

"Lütfen, Silahşor. Bir kenarda öylece duramam. Yapabileceğimi, suya sabuna dokunmamam gerektiğini sandım ama yapamam. Bu şekilde dışarda kalmak beni hasta ediyo." Evet, diye düşündü Roland. Gerçekten de hasta görünüyor.

"Karın biliyor mu, Wayne?"

"Evet."


"Ve kabul ediyor, öyle mi?"

"Ediyo."


Roland başını salladı. "Şafaktan yarım saat önce burada ol."

Overholser'ın yüzünde yoğun, neredeyse acı dolu bir minnet ifadesi belirdi ve garip bir şekilde genç görünmesine sebep oldu. "Teşekkürler derim, Roland! Çok çok!"

"Aramızda olmana sevindim. Şimdi bir dakikalığına bana kulak ver."

"Evet?"


"Yarın işler büyük toplantıda söylediğim gibi olmayacak."

"Andy yüzünden sanırım."

"Evet, sebebin bir parçası o."

"Başka ne var? Bir hain daha olduğunu söylemiyosun, diil mi?"

"Tek söylediğim, bizimle gelmek istiyorsan bize ayak uydurman gerektiği. Anladın mı?"

"Evet, Roland. Çok iyi anladım."

Overholser, ona kasabanın kuzeyinde ölme şansı verdiği için Roland'a bir kez daha teşekkür etti ve şapkasını elinde tutarak yanından hızla uzaklaştı. Belki Roland'a fikrini değiştirme fırsatı vermek istemiyordu.

Eddie, Silahşor'un yanına geldi. "Dansa Overholser da mı geliyor?"

"Görünüşe bakılırsa öyle. Andy'yle çok sorun yaşadın mı?"

"Sayılmaz," dedi Eddie. Tian ve Rosa ile kızarmalarına ramak kaldığını itiraf etmek istemiyordu. Robotun mesajı tekrarlayan sesi hâlâ hayal meyal duyuluyordu. Fazla uzun sürmeyecek gibiydi. Robot sistemi kapatma işleminin yüzde yetmiş dokuzunun tamamlandığını söylüyordu.

"Bence çok iyi iş çıkardın."

Roland'dan gelen bir iltifat, her seferinde Eddie'nin kendini evrenin kralıymış gibi hissetmesine sebep olurdu. Duyduğu gururu belli etmeme' ye çalışarak, "Yarın başaramazsak bir anlamı olmaz," dedi.

"Susannah nasıl?"

"İyi görünüyor."

"Ya?..." Roland sol kaşının üstünü ovdu.

"Hayır, gördüğüm kadarıyla o tür alametler de yok."

"Kısa ve sert konuşmalar da yok, değil mi?"

"Yok. Siz hendeği kazarken tabaklarıyla alıştırma yaptı." Eddie çene-siyle ayaklarının dibinde Oy ile tek başına bir salıncakta oturmakta olan Jake'i işaret etti. "Beni endişelendiren o. Onu buradan götürmek için sabırsızlanıyorum. Çocuk için çok zor oldu."

"Diğer çocuk için daha da zor olacak," dedi Roland ve ayağa kalktı. "Pederin evine dönüyorum. Biraz uyuyacağım."

"Uyuyabilir misin?"

"Ah, evet," dedi Roland. "Rosa'nm kedi-yağı sayesinde mışıl mışıl uyuyacağım. Susannah, Jake ve sen de uyumayı deneseniz iyi olur."

"Tamam."


Roland kasvetli bir ifadeyle başını salladı. "Sabah sizi uyandırırım. Buraya birlikte geleceğiz,"

"Ve savaşacağız."

"Evet," dedi Roland. Eddie'ye baktı. Mavi gözleri, meşalelerin aydınlığında parlıyordu. "Savaşacağız. Onlar veya biz ölene dek."

YEDİNCİ BOLUM KURTLAR


1

Bunu görün, çok iyi görün:

Amerika'daki herhangi bir tali yol kadar geniş ve bakımlı olan yol, Calla ahalisinin oggan adını verdiği düzgün topraktan oluşuyordu. Her iki tarafında yağmur sularının akması için hendekler vardı. Ahşap ve bakımlı su boruları, bazı yerlerde oggan'm altından geçiyordu. Tek sıra halinde ilerleyen bir düzine at arabası (Mannilerin kullandığı tipte, üzerine çadır bezi gerilmiş arabalardı) şafaktan önceki cılız aydınlıkta şöyle böyle seçiliyordu. Sıcak yaz günlerinde güneş ışıklarını yansıtan ve içeriyi serin tutan bembeyaz çadır bezleri, alçak bulutları andırıyordu. Kümülüs bulutları. Her bir arabayı altı katır veya dört at çekiyordu. Arabaları ya bir çift savaşçı veya daha önce belirlenmiş çocuk refakatçilerinden ikisi sürüyordu. En öndeki arabada Overholser vardı. Yanında Margaret Eisenhart oturuyordu. Onları Gilead'h Roland ve Ben Slightman'ın sürdüğü araba izliyordu. Beşincide Tian ve Zalia Jaffords vardı. Yedincide ise Eddie ve Susannah Dean. Susannah'nın tekerlekli sandalyesi katlanıp arabanın arkasma yerleştirilmişti. Onuncu arabayı Bucky ve Annabelle Javier sürüyordu. Son arabada ise Rahip Donald Callahan ve Rosalita Munoz vardı. Arabalarda doksan dokuz çocuk vardı. Tek rakam olmasının sebebi, penny Slightman'dı elbette. Son arabadaydı. (Babasıyla gitmek istememişti.) Çocuklar hiç konuşmuyordu. Yaşı küçük olanlar tekrar uykuya dalmıştı; arabalar hedefe vardığında uyanmak zorunda kalacaklardı. Vadilere doğru ilerleyen yolun sol taraftaki girişine bir kilometre kadar kalmıştı. Sağ taraflarında arazi, nehre doğru yumuşak bir eğimle iniyordu. Bütün sürücüler doğuya, Gök Gürültüsü adındaki sürekli karanlığa bakıyordu. Yaklaşan bir toz bulutu görmeyi bekliyorlardı. Ancak henüz bir iz yoktu. Seminion rüzgârları bile susmuştu. Callahan'm duaları hiç olmazsa bu konuda karşılık bulmuş gibiydi.
2

Roland ile arabanın ön tarafında oturmakta olan Ben Slightman öylesine alçak bir sesle konuştu ki Silahşor, onu güçlükle duyabildi. "Bana ne yapacaksınız?"

Roland'a arabalar Calla Bryn Sturgis'den ayrıldığı sırada Ben Slightman'ın o gün hayatta kalma şansı sorulsaydı en fazla yüzde beş olduğunu söylerdi. Daha fazlası mümkün olamazdı. Sorulması ve doğru cevaplanması gereken iki çok önemli soru vardı. İlki, Slightman tarafından sorulmalıydı. Roland, adamın soruyu dile getirmesini beklememişti, ama işte şimdi sormuştu. Başını çevirip ona baktı.

Vaughn Eisenhart'ın kâhyasının yüzü çok solgundu ama gözlüklerini Çıkarmış, gözlerini kaçırmaksızın Silahşor'a bakıyordu. Roland bunun cesurca olduğunu düşünmüyordu. Baba Slightman, Roland'ı, ufak da olsa bir umut besleyebilmek için Silahşor'un gözlerine bakması gerektiğini bitecek kadar iyi tanımış olmalıydı.

"Evet, biliyom," dedi Slightman. Sesi en azından o ana dek sakindi. "Neyi mi? Bildiğinizi."

"Dostunu etkisiz hale getirdiğimizde anladın, sanırım," dedi Roland Dost sözcüğünü özellikle üzerine basarak söylemişti (iğneleme, Silah-şor'un kavrayabildiği tek espri biçimiydi). Slightman yüzünü buruşturdu ama gözlerini Roland'dan ayırmadan başını salladı.

"Andy'yi biliyosanız, beni de biliyo olmalıydınız. Andy beni ele vermezdi, programının buna izin vereceğini sanmıyom. Ama ona ulaşabil-diyseniz beni de öğrenmiş olmanız gerekirdi." Göz temasına daha fazla dayanamayarak başını indirdi. Dudaklarını ısırıyordu. "Aslında Jake sayesinde tahmin ettim."


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin