Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə50/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54

Roland şaşkınlığını gizlemeyi başaramadı.

"Değişti. İstemedi elbette (çok zeki ve cesur) ama değişti. Bana karşı davranışları değil, oğluma karşı. Son bir, bir buçuk haftada bu değişimi görmek mümkündü. Benny ise... şey, sanırım aklı karışmıştı denebilir. Bir şey hissediyo ama adlandıramıyodu. Ama ben biliyodum. Çocuk, oğlumun yanında olmaktan kaçınıyo gibiydi. Kendime bunun sebebinin ne olabileceğini sordum. Cevap oldukça açıktı. Su gibi berrak, anlarsın ya."

Roland, Overholser'ın sürdüğü arabanın aralarındaki farkı açmış olduğunu gördü ve katırları biraz hızlandırdı. Arkalarından çoğu uyumakta olan çocukların horultuları, uyanık olanların mırıltıları ve toparlanmış eşyaların bastırılmış şıkırtıları duyuluyordu. Roland, Jake'den, bir kutuyu çocukların türlü eşyasıyla doldurmasını istemiş, o da hemen yapmıştı. Verilen görevi hiç oyalanmadan yerine getiren, iyi bir çocuktu. O sabah gözlerini güneşten korumak için bir şapka takmış, babasının tabancasını kuşanmıştı. Estradalardan bir adamla birlikte, on birinci arabanın ön ta-rafmdaydı. Slightman'ın oğlunun da iyi bir çocuk olduğunu tahmin edebiliyordu.

"Andy ile komşularınıza son haberleri verdiğiniz sırada Jake de Do-gan'daydı," dedi Roland. Yanında oturan Slightman, karnına yumruk yemiş bir adam gibi yüzünü buruşturdu.

"Oradaymış," dedi. "Evet, neredeyse hissedebiliyodum... ya da öyle sanıyodum..." Daha uzun bir sessizlik oldu. "Kahretsin."

Roland doğuya baktı. Hava biraz daha aydınlanmıştı ama toz bulutu hâlâ yoktu. Güzel. Kurtlar, toz bulutunun görünmesinden kısa bir süre sonra gelecekti. Gri atları muhtemelen çok hızlıydı. Roland konuşmaya sakince devam ederek diğer soruyu sordu. Slightman bu soruya olumsuz cevap vermesi halinde ne kadar hızlı ilerliyor olurlarsa olsunlar, Kurt-lar'ın gelişini görecek kadar yaşamayacaktı.

"Onu bulsaydın, öldürür müydün, Slightman?"

Soruyu düşünerek bocalayan Slightman, gözlüklerini tekrar taktı. Roland, adamın sorunun önemini kavrayıp kavramadığını anlamamıştı. Jake'in arkadaşının babasının, yaşayıp yaşamayacağını belirleyecek cevabı vermesini bekliyordu. Çabuk karar vermesi gerekiyordu; çocukların arabalardan ineceği noktaya yaklaşmışlardı.

Adam sonunda başını kaldırıp tekrar Roland'ın gözlerine baktı. Konuşmak için ağzını açtı ama beceremedi. Silahşor'un sorusunu cevaplayabilir, gözlerine bakabilirdi ama ikisini aynı anda yapabilmesi pek mümkün görünmüyordu.

Bakışlarım yine ayaklarının arasındaki kıymıklı tahtaya çevirerek, "Evet," dedi. "Sanırım onu öldürürdük." Bir duraksama. Baş sallama. Başını oynattığında bir damla gözyaşı, ayağının dibine düşmüştü. "Evet, başka ne seçenek var?" Artık başını kaldırabiliyor, Silahşor'un gözlerine bakabiliyordu. Baktığında, kaderinin belirlenmiş olduğunu gördü. "Çabuk hallet," dedi. "Ve oğlum görmesin. Yalvarırım."

Roland dizginleri sallayarak katırları tekrar hızlandırdı. "O zavallı soluğun benim elimle kesilmeyecek."

Slightman'ın nefesi bir anlığına gerçekten kesildi. Silahşor'a sırrını korumak için on iki yaşında bir çocuğu öldürebileceğini itiraf ederken yüzünde bir tür gergin asalet vardı. Şimdiyse yüzünden onu çirkinleştiren bir umut okunuyordu. Hatlarını garipleştirmişti. Sonra nefesini bırakarak >Ç geçirdi ve, "Benimle alay ediyosun," dedi. "Oynuyosun. Beni öldürecek-Sın, biliyom. Neden öldürmeyeceksin ki?"

"Bir korkak, her şeyi korku perdesinin arkasından görür," dedi Ro-land. "Seni mecbur kalmadıkça öldürmem, Slightman. Çünkü Jake'i seviyorum. O kadarını anlaman gerek, anlıyorsun değil mi? Bir çocuğu sevmeyi?"

"Evet." Slightman başını öne eğdi ve güneşten yanmış ensesini ovuşturmaya başladı.

"Ama bir şeyi daha anlaman gerek. Hem kendi iyiliğin, hem de Benny'nin iyiliği için. Kurtlar kazanırsa öleceksin. O kadarından emin olabilirsin."

Slightman gözlüklerinin gerisinden gözlerini kısarak ona baktı.

"Beni iyi dinle, Slightman ve söylediklerimi iyi anla. Kurtlar'ın olacağımızı sandığı yerde olmayacağız. Çocuklar da öyle. Kazansalar da kay-betseler de bu kez arkalarında cesetler bırakacaklar. Ve kazansalar da kaybetseler de yanlış yönlendirildiklerini b;lecekler. Calla Bryn Sturgis'de onları yanlış yönlendirebilecek kim vardı? Sadece iki kişi. Andy ve Ben Slightman. Andy'nin sistemi kapandı, intikamlarına hedef olacak durumda değil." Slightman'a buz gibi bir gülümsemeyle baktı. "Ama bu, senin için geçerli değil. Umursadığın kişi için de."

Slightman bir süre bunu düşündü. Daha önce böyle bir senaryo düşünmediği belliydi, içindeki mantığı kavrayınca inkâr etmesi güçleşti.

"Muhtemelen taraf değiştirdiğini düşünecekler," dedi Roland. "Onları bir kaza olduğuna ikna etsen bile seni öldürecekler. İntikam için."

Silahşor konuşurken adamın yanaklarında kırmızı lekeler belirmişti (Roland, adamın utancından kızardığını düşündü) ama aklına oğlunun Kurtlar'ca öldürülebileceği ihtimali gelince yine bembeyaz kesildi. Ya da belki aklına gelen, Benny'nin doğuya götürülmesi ve deforme olarak geri dönmesiydi. "Üzgünüm," dedi. "Yaptıklarım için çok üzgünüm."

"Üzgün olman hiçbir şeyi değiştirmiyor," dedi Roland. "Ka çalışır ve dünya ilerler."

Slightman cevap vermedi.

"Seni, daha önce de söylediğim gibi çocuklarla birlikte göndermek niyetindeyim," dedi Roland. "İşler umduğum gibi giderse çarpışmalardan uzak olacaksınız. Ama işler umduğum gibi gitmezse o grubun başının Sa-rey Adams olduğunu unutmasan ve daha sonra sorduğumda her dediğiime itiraz etmeden yaptığını söyleyeceğini umsan iyi olur." Slightman'ın sessizliğini bozmadığını görünce sertçe devam etti. "Bana anladığını söyle, tanrılar seni kahretsin. 'Evet, Roland,' dediğini duymak istiyorum."

"Evet, Roland. Dediklerini çok iyi anladım." Bir duraksama oldu. "Kazanacak olursak ahali öğrenir mi sence? Hakkımdaki gerçekleri..."

"Andy'den öğrenmeyecekler," dedi Roland. "Gevezelikleri sona erdi. Söz verdiğin gibi davranırsan benden de duymayacaklar. Ka-tet'imden de. Sana saygı duyduğumuzdan değil, Jake Chambers'ın hatırına. Kurtlar onlar için hazırladığım tuzağa düşerse ahali bir başka hainden kuşkulanmaz." Soğukça bakan gözlerini Slightman'a çevirdi. "Kolayca güvenen, masum, iyi niyetli insanlar. Bunu biliyor olman gerek. Ne de olsa bu yönlerini suiistimal ettin."

Adamın yüzü yine kızardı ve Slightman başını tekrar utançla önüne eğdi. Roland gözlerini karşıya çevirince gidecekleri yerin sadece dört yüz metre kadar ileride olduğunu gördü. Güzel. Doğu ufkunda hâlâ bir toz bulutu yoktu ama Roland yaklaştıklarını hissedebiliyordu. Evet, Kurtlar geliyordu. Nehrin diğer yakasında bir yerde trenden inip, atlarına binmişler ve dörtnala ilerliyorlardı.

"Ne yaptıysam oğlum için yaptım," dedi Slightman. "Andy bana gelip Kurtlar'ın Benny'yi mutlaka götüreceğini söyledi. Orada, Roland..." Doğuyu, Gök Gürültüsü'nü gösterdi. "... orada bir yerlerde Kırıcılar adında zavallı yaratıklar var. Mahkûmlar. Andy onların telepati ve psikokinezi yeteneğine sahip olduğunu söylüyo. Ben iki kelimenin de anlamını bilmi-yom ama beyinle ilgili olduklarını tahmin ediyom. Kırıcılar insan, acıktıklarında bedenlerini beslemek için biz ne yiyorsak onları yiyolar ama başka bir yiyeceğe, özel bir yiyeceğe de gereksinimleri var. Onları özel yapan taraflarını besleyebilmeleri için."

"Beyin-yemeği," dedi Roland. Annesi balık için beyin-yemeği derdi. Sonra kendini, anlayamadığı bir sebeple Susannah'nm gece ziyafetlerini düşünür buldu. Ama gece yarısı ziyafet sofralarını gezen Susannah değil, Şia'ydı. Hiçliğin kızı.

"Evet, galiba," dedi Slightman. "Her neyse, bu sadece ikizlerin sahip olduğu bir şey. Beyinleri arasında bağlantı kuruyo. Ve bu adamlar (Kurtlar değil, Kurtlar'ı gönderenler) o özel besini çıkarıp alıyo. Alınca da çocuklar geri zekâlılara dönüşüyo. Deforme oluyolar. Besin, Roland, anlı-yosun diil mi? Çocukları bu yüzden götürüyolar. Kahrolası Kırıcılar için! Mideleri veya bedenleri için diil, beyinleri için! Neyi kırmaya çalıştıklarını bile bilmiyom!"

"Kule'yi hâlâ ayakta tutan iki Işın'ı," dedi Roland.

Slightman tokat yemişe döndü. Dehşet içindeydi. "Kara Kule'yi mi?" diye fısıldadı. "Öyle mi diyosun?"

"Evet," dedi Roland. "Finli kim? Finli o'Tego?"

"Bilmiyom. Raporlarımı dinleyen bir ses, tüm bildiğim bu."

"Belki bir gün onunla karşılaşır ve ne iş yaptığım sorarım," dedi Roland.

Slightman cevap vermedi ama Roland, adamın şüphelerini sezmişti. Önemi yoktu. Artık iyice yaklaşmışlardı. Silahşor belini sımsıkı saran görünmez bir kemerin gevşemeye başladığını hissetti. Kâhyaya ilk kez yüz yüze gelecek şekilde döndü. "Andy için senin gibi ayartabileceği birileri hep oldu, Slightman. Burada bırakılmasının en büyük sebebinin bu olduğundan hiç şüphem yok. Kızının, yani Benny'nin ikiz kardeşinin bir kazaya kurban gitmediğinden de eminim. Bu taktik, Kurtlar'ın her akınında işe yaramış olmalı. Teki ölen ikiz kardeşler ve zayıf bir baba veya anne."

"Ama ben..."

"Kes sesini. Söyleyebileceğin her şeyi söyledin."

Slightman sessizliğe büründü.

"İhaneti anlarım. Bir zamanlar Jake'e ihanet etmiştim. Ama bu, bir leş yiyici olduğunu değiştirmez; önce bunu açıklığa kavuşturalım. Bir ekinkargası iken bir akbaba olmuşsun."

Slightman'ın yüzü yine kıpkırmızı oldu. "Her şeyi oğlum için yaptım," dedi inatla.

Roland avucuna tükürdü, sonra tükürdüğü eliyle Slightman'ın yanağını okşadı. Adamın kızarık yanağı ısınmıştı. Silahşor daha sonra Sligh'man'ın gözlüğünü tutup burnunun üzerine doğru indirdi. "Temizleneme-yeceksin," dedi usulca. "Bunlar yüzünden. Seni böyle işaretliyorlar, Slightman. Bu senin damgan. Kendi kendine bunu oğlun için yaptığını söylüyorsun, çünkü başka türlü geceleri uyuyamazsın. Ben de kendime, Jake'e ihanet edişimin sebebinin Kule'ye ulaşma şansımı elimden kaçırmamak olduğunu söylüyorum... ve bu, geceleri uyumama yardım ediyor. Aramızdaki fark, aramızdaki yegâne fark, benim asla bir çift gözlük almamış olmam!" Elini pantolonuna sildi. "Ruhunu sattın, Slightman. Ve babanın yüzünü unuttun."

"Bırak elimden geleni yapayım," diye fısıldadı Slightman. Yanağın-daki tükürüğü sildi. Tükürüğün yerini gözyaşları almıştı. "Oğlumun hatırı için."

Roland başını salladı. "Zaten tüm bunlar oğlunun hatırı için. Onu ölü bir tavuk gibi peşinden sürüklüyorsun. Eh, boş ver. Her şey umduğum gibi giderse oğlunla Calla'da yaşayabilir, komşularından saygı görerek yaşlanabilirsin. Işının Yolu'ndan gelen silahşorlarla birlikte Kurtlarla savaşanlardan biri olacaksın. Yürüyemediğin zamanlar geldiğinde oğlun koluna girip sana yardım edecek. Tüm bunların gerçekleşeceğini görebiliyorum ama gördüklerim hiç hoşuma gitmiyor. Çünkü bir gözlük için ruhunu satan bir adam, hoşuna giden bir başka gösterişli eşya için tekrar satabilir ve oğlun, gerçekte nasıl biri olduğunu er ya da geç anlayacaktır. Bugün oğlun için yapabileceğin en iyi şey, bir kahraman olarak ölmen olur." Slightman ağzını açıp karşılık verecekti ki Roland sesini yükselterek bağırdı. "Hey, Overholser! Ho, öndekiler! Overholser! Kenara çekin! Geldik! Teşekkürler derim!"

"Roland..." diye başladı Slightman.

"Hayır," dedi Roland dizginleri bağlarken. "Görüşme sona erdi. Söylediğimi unutma, sai. Bugün karşına bir kahraman olarak ölme fırsatı çıkarsa, oğlunun iyiliği için değerlendir."


3

Önce her şey planlandığı gibi gitti ve bunu ka'ya bağladılar. Sonra iş

ler ters gitmeye başladı ve ölümler oldu. Bunu da ka'ya bağladılar. Silah-

şor'a sorsalar onlara, ka'nm sorgulanamayacağını söylerdi. *

Roland, çocuklara, onlardan tam olarak ne istediğini büyük çadırın orada, meşalelerin ışığı altında açıkça anlatmıştı. Çocuklar, ufuk aydınlanırken (güneş kendini hâlâ göstermemişti) yerlerini kusursuz bir düzen ve disiplinle aldı. İkizler, yolun üzerinde, en yaşlısından en gencine doğru çiftler halinde sıralanmıştı. Kardeşler el ele tutuşuyordu. Arabalar, yolun sol tarafında art arda dizilmişti. Tekerlekleri hendeğin hemen kıyısınday-dı. Aralarındaki tek boşluk, madenlere ve vadilere doğru giden yolun, Doğu Yolu'ndan ayrıldığı yerdeydi. Çocukların hemen yanında, aralarında eşit mesafeler bırakarak sıralanmış refakatçiler vardı. Sayıları, Tian, Peder Callahan, Slightman ve Wayne Overholser'ın da katılımıyla bir düzinenin üzerine çıkmıştı. Eddie, Susannah, Rosa, Margaret Eisenhart ve Tian'ın karısı Zalia, karşılarında, yolun sağındaki hendeğin kıyısında sıralanmıştı. Her kadın, içinde tabakların bulunduğu, sazlardan örülmüş keseler taşıyordu. Arkalarında ve hendekte, dip dibe dizilmiş, Oriza'larla dolu kutular vardı. Toplam iki yüz tane tabak vardı.

Eddie nehrin karşısına bir göz attı. Toz bulutu hâlâ yoktu. Susannah ona gergince gülümsedi. Eddie, ona aynı şekilde karşılık verdi. En zor, en ürkütücü kısım buydu. Kızıl sisin daha sonra onu sarıp her şeyin doğal görünmesini sağlayacağını biliyordu. Şimdi her şeyi fazlasıyla net görüyordu ve o an aklından geçen tek düşünce, kabuksuz bir kaplumbağa kadar savunmasız olduklarıydı.

Çocuklardan toplanmış eşyalarla dolu kutuyu taşıyan Jake sıranın gerisinden hızla geldi. Kutuda saçlara bağlanan kurdeleler, diş çıkaran bir bebeğin oyuncağı, porsukağacı dalından oyulmuş bir düdük, topuğu fazlasıyla aşınmış eski bir ayakkabı teki, tek bir çorap gibi eşyalar vardı. Toplamları iki düzine kadardı.

"Benny Slightman!" diye bağırdı Roland. "Frank Tavery! Francine Tavery! Yanıma gelin!"

"Hey!" dedi Benny Slightman'ın babası hemen alarma geçerek. "Oğlumu niye sıradan çıkarı..."

"Görevini yapması için. Tıpkı senin yapacağın gibi," dedi Roland. "Artık çeneni kapa."

Çağrılan dört çocuk, karşısına yan yana dizildi. El ele tutuşmuş olan Taveryler nefes nefese kalmış, yanakları kızarmıştı. Parlak gözlerle ona bakıyorlardı.

"Şimdi beni, tek kelimesini bile tekrarlatmayacak şekilde dikkatle dinleyin," dedi Roland. Benny ve Taveryler, endişeli ifadelerle yaklaştı. Onlar kadar endişeli olmayan Jake, Silahşor'un anlatacaklarını ve ardın dan gelecekleri (Roland'ın gelmesini umduklarını) biliyor, bir an önce gitmek için sabırsızlanıyordu.

Roland, çocuklarla konuşuyordu ama sesi, refakatçilerin de duyabileceği kadar yüksekti. "Madenlere giden yolda ilerleyeceksiniz," dedi. "Ve birkaç metrede bir yere, hızlı bir yürüyüş sırasında düşürülmüş gibi bir parça eşya bırakacaksınız. Sizin de hızlı bir yürüyüş yapacağınızı umuyc rum. Koşmayın ama koşmaya yakın bir süratle ilerleyin. Bastığınız yere çok dikkat edin. Yolun çatallandığı yere kadar gidin (sekiz yüz metre kadar ötede). Daha ötesine geçmeyin. Anlaşıldı n:ı? Daha öteye bir adım bile atmadan geri dönün."

Başlarını salladılar. Roland bakışlarını çocukların arkasında gergince bekleyen yetişkinlere çevirdi.

"Bu dördü, iki dakika önden yola çıkacak. Sonra geri kalan ikizler, en büyükleri önde, en küçükleri arkada olmak üzere yürümeye başlayacak. Fazla uzağa gitmeyecekler; son çiftler yoldan anca ayrılmış olacak." Roland'ın sesi yüksek, buyurgan bir tona büründü. "Çocuklar! Bunu duyunca geri dönün! Hızla yanıma gelin!" Roland sol elinin ilk iki parmağını ağzına sokarak ıslık çaldı. Çıkan ses öylesine tizdi ki birkaç çocuk elleriyle kulaklarını kapadı.

"Çocukları mağarada saklayacaksan neden geri çağıracaksın, sai?" diye sordu Annabelle Javier.

"Çünkü mağaralara gitmiyorlar," dedi Roland. "Oraya gidiyorlar." Doğuyu işaret etti. "Leydi Oriza çocuklara göz kulak olacak. Nehrin hemen kıyısında, pirinçlerin arasına saklanacaklar." Bütün başlar, Silah-şor'un gösterdiği yöne döndü ve toz bulutunu hepsi aynı anda gördü.

Kurtlar geliyordu.


5

"Konuklarımız yolda, hayatım," dedi Susannah.

Roland başını salladıktan sonra Jake'e döndü. "Haydi, Jake. Söylediğim gibi."

Jake kutudan iki avuç dolusu eşya alıp Tavery ikizlerine verdi. Sonra bir geyik gibi zarif hareketlerle sol taraftaki hendeğe atladı ve yanında Benny ile vadilere giden yolda hızla yürümeye başladı. Frank ve Francine hemen arkalarmdaydı. Roland, Francine'in küçük bir şapkayı yere bıraktığını gördü.

"Pekâlâ," dedi Overholser. "Bir kısmını anladım sanırım. Kurtlar yere düşen eşyaları görecek ve çocukların madende olacağına dair inançları pekişecek. Ama neden çocukların geri kalanını da kuzeye gönderiyosun, Silahşor? Neden hemen pirinçlere göndermiyosun?"

"Çünkü Kurtlar avlarının kokusunu alarak gerçek kurtlar gibi iz sürüyor olabilir. Bu olasılığı göz ardı edemeyiz," dedi Roland. Sesini tekrar yükseltti. "Çocuklar! Yürümeye başlayın! En büyükler en önden! Kardeşinizin elini sakın bırakmayın! Islığımı duyunca hemen geri dönün!"

Callahan, Sarey Adams, Javierler ve Ben Slightman'ın yardımıyla hendeğe indirilen çocuklar, diğerlerinin ardından ilerlemeye başladı. Tüm ye-

Eşkinlerin yüzünde kaygılı ifadeler vardı. Ben Slightman'ın gözlerinden, endişenin yanı sıra güvensizlik de okunuyordu.

"Kurtlar bu yoldan ilerleyecek, çünkü çocukların mağarada olduğunu düşünecek," dedi Roland. "Ama aptal değiller, Wayne. Bir iz arayacaklar, biz de onlara bunu veriyoruz. Kokuyu alırlarsa (ki alacaklarına kasabanın tüm pirinçleri üzerine bahse girerim) yere düşen kurdeleler ve ayakkabıları da görecekler. Önceden gönderdiğim dördünün kokusu, ana grubun kokusunun kesildiği yerden itibaren bir süre daha devam edecek. Kurtlar'ı daha derine çekebilir veya çekmeyebilir. O noktada bunun bir önemi kalmamış olacak."

"Ama..."


Roland, ona aldırmadı. Küçük bir grup oluşturan savaşçılarına cön-dü. Toplam yedi kişi olacaklardı. Güzel bir rakam, dedi kendi kendine. Güçlü bir sayı. Toz bulutuna baktı. Seminion'un yarattığı toz hortumlarından çok daha yükseğe uzanıyor ve korkunç bir hızla ilerliyordu. Yine de Roland o an için zaman konusunda bir sorunları olmadığını düşündü.

"Dinleyin ve duyun." Zalia, Rosa ve Margaret'a hitap ediyordu. Ka-tet'mm üyeleri bu kısmı Jamie Jaffords o sırrı Eddie'nin kulağına fısıldadığından beri biliyordu. "Kurtlar insan da değil, canavar da. Onlar robot."

"Robot.*" diye bağırdı Overholser inanmazlıktan ziyade hayretle.

"Evet. Ka-tet'im daha önce benzerleriyle karşılaşmıştı," dedi Roland. Açıklığı ve dev ayının kalan son uşaklarının hiç durmamacasına, endişeyle birbirlerini takip edişini hatırladı. "Başlarının üzerindeki küçük, dönen şeyleri gizlemek için başlıklar takıyorlar. Yaklaşık şu boyda ve şu geniş-likteler." Roland parmaklarıyla onlara önce on iki, sonra iki santimlik mesafeler gösterdi. "Bir zamanlar Molly Doolin tabağını tam oraya isabet ettirmiş, ama o kazara olmuştu. Biz ise bilerek yapacağız."

"Düşünce şapkaları," dedi Eddie. "Dış dünyayla bağlantılarını onlar sağlıyor. Onlar olmadan köpek boku kadar ölüler."

"Şuraya nişan alın," dedi Roland elini başının üç santim kadar üzerine götürerek.

"Ama göğüsleri... solungaçlar..." dedi Margaret şaşkınca.

"Yalandı," dedi Roland. "Başlıklarının üzerine nişan alın."

"Bir gün," dedi Tian. "Neden bu kadar çok yalan söylenmesi gerektiğini öğreneceğim."

"Umarım o bir gün gelir," dedi Roland. Sıranın sonundaki çocuklar (en küçükler) itaatkârca el ele tutuşmuş, madenlere giden yolda bir iki adım ilerlemişti. En öndeki çiftler yaklaşık iki yüz metre ötede olmalıydı. Jake'in grubu ise onlardan en az iki yüz metre daha ilerideydi muhtemelen. Bu kadarı yetmek zorundaydı. Roland dikkatini refakatçilere yöneltti.

"Şimdi geri dönecekler," dedi. "Onları hendekten ve mısır tarlasından yan yana iki sıra halinde geçirin." Başını çevirmeden başparmağıyla omzunun gerisini işaret etti. "Özellikle yola yakın olan, Kurtlar'ın görebileceği mısırlara dokunulmaması gerektiğini söylememe gerek var mı?"

Başlarını iki yana salladılar.

"Pirinç tarlalarına varınca çocukları nehrin yakınına kadar götürün," diye devam etti Roland. "Ve yeşil, uzun filizler arasına yatırın." Mavi gözleri parlıyordu. Ellerini iki yana açtı. "Sıkış tepiş durmasınlar, onları mümkün olduğunca dağıtın ve sonra nehir tarafına geçin. Bir sorun olursa, (daha çok Kurt gelir veya ummadığımız bir gelişme kendini gösterirse) o taraftan yaklaşacaktır."

Roland, onlara soru sorma fırsatı vermeden parmaklarını ağzına soktu ve ıslık çaldı. Vaughn Eisenhart, Krella Anselm ve Wayne Over-holser hendeğe girerek diğerlerine katıldı ve çocuklara seslenerek geri dönmelerini söyledi. Eddie bu arada omzu üzerinden ardına baktı ve toz bulutunun kat ettiği mesafeyi görerek şaşırdı. Sırlarını bilince bu kadar çabuk ilerlemeleri tuhaf gelmiyordu; o gri atlar bildik atlardan değildi. At görünümünde, mekanik taşıma araçlarıydı. Hükümetin Chewy filosu gibi, diye düşündü Eddie.

"Roland çok hızlılar! Cehennem gibi yaklaşıyorlar!"

Roland dönüp toz bulutuna baktı. "Yeterince vaktimiz var."

"Emin misin?" diye sordu Rosa.

"Evet."


En küçük çocuklar şimdi aceleyle Doğu Yolu'nun diğer tarafına doğru ilerliyordu. Hâlâ el ele tutuşuyorlardı. Gözleri korku ve heyecanla irileşmişti. Mannilerden Cantab ve karısı Ara hemen önlerinden yürüyordu. Çocuklara mısır fidanlarının tam arasından geçmelerini, geçerken dokunmaktan bile kaçınmaları gerektiğini söylüyorlardı.

"Neden, sai?" diye sordu dört yaşından büyük görünmeyen bir çocuk. Pantolonunun önünde koyu bir leke vardı. "Bütün mısırlar toplanmış."

"Bu bir oyun," dedi Cantab. "Mısırlara dokunma oyunu." Şarkı söylemeye başladı. Bazı çocuklar, ona katıldı ama çoğu fazlasıyla şaşkındı ve korku içindeydi.

Roland boyları giderek uzayan ve yaşları büyüyen çiftler yolun karşısına geçerken doğuya tekrar baktı. Kurtlar'ın yaklaşık on dakikalık bir mesafede olduğunu tahmin ediyordu ve on dakika, onlara yeterdi ama tanrılar! Çok hızlı yaklaşıyorlardı! Oğul Slightman ve Tavery ikizlerini diğerlerinin yanına gönderecek vakitleri olmayabilirdi. Planlarında bu yoktu ama planlar, işler bu raddeye varınca daima değişirdi. Değişmek zorunda kalırdı.

Son çiftler de yolun karşısına geçmiş, geride sadece Overholser, Callahan, Baba Slightman ve Sarey Adams kalmıştı.

"Gidin," dedi Roland, onlara.

"Oğlumu bekleyeceğim!" diyerek karşı çıktı Slightman.

"Gidin!"


Slightman konuyu tartışmaya kararlı görünüyordu, ama Sarey Adams dirseğine dokundu ve Overholser diğer kolunu kavradı.

"Gel," dedi Overholser. "Benny'ye kendi oğluna olduğu gibi iyi bakacaktır."

Slightman, Roland'a şüpheyle son kez baktıktan sonra Sarey ve Overholser ile birlikte ikizlerin peşi sıra mısır tarlasına girdi.

"Susannah, onlara saklanacağımız yeri göster," dedi Roland.

Çocukların yolun karşısına hendeğin önceki gün kazdıkları kısmının uzağından geçmesine dikkat etmişlerdi. Susannah deri kapak geçirilmiş kesik bacaklarından biriyle hendekteki yaprak ve kuru dal yığınlarını (her zaman yol kenarında olabilecek, dikkat çekmeyen yığınlar) bir kenara itti ve karanlık bir çukuru ortaya çıkardı.

"Basit bir siper," dedi Susannah neredeyse özür diler gibi. "Üst kısmında tahtalar var. Geri itilmeleri kolay, hafif tahtalar. Orada duracağız. Roland bir... şey, burada ne deniyor bilmiyorum ama benim dünyamda periskop deriz, içinde aynalar olan bir mekanizma yaptı. Aynalar sayesinde normalde göremeyeceğimiz açılarda olan biteni görebilecek, zamanı geldiğinde de kendimizi göstereceğiz. Biz ayağa kalktığımızda tahtalar da geriye düşecek."

"Jake ve diğer üçü nerede?" diye sordu Eddie. "Şimdiye kadar dönmüş olmaları gerekirdi."

"Daha erken," dedi Roland. "Sakin ol, Eddie."

"Erken değil ve sakin olmayacağım. En azından onları görebiliyor olmamız gerekirdi. Oraya gidece..."

"Hayır, gitmiyorsun," dedi Roland. "Kurtlar neler olup bittiğini anlamadan önce burada sayımızı mümkün olduğunca yüksek tutmalıyız. Bu da, silahlarımızı sırtlarına doğrultmuş olarak bekleyeceğiz anlamına gelir."

"Roland, yanlış bir şeyler var."

Silahşor, ona aldırmadı. "Hanımlar, şuraya girin lütfen. İçinde diğer tabakların bulunduğu kutular, sizin tarafınızda olacak; üzerlerine yapraklar koyup gizleyeceğiz."

Zalia, Rosa ve Margaret'ın, Susannah'nın ortaya çıkardığı çukurun içine süzülmesini izledi. Madenlere giden yol artık tamamen boştu. Jake, Benny ve Tavery ikizlerinden hâlâ bir iz yoktu. Eddie'nin haklı olabileceğini düşünmeye başlamıştı. Bir sorun çıkmış olmalıydı.
6

Jake ve diğer çocuklar, yolun beklenmedik bir şekilde ikiye ayrıldığı yere varmıştı. Jake'in elinde iki eşya kalmıştı. Ayrıma vardıklarında Jake kırık çıngırağı Gloria'ya, küçük kızların taktığı iplerle örülmüş bileziği de Redbird'e giden yola doğru fırlattı. Seçin, diye düşündü. Ve sonunuzu görün.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin